HaberlerKültür68’lilere dair bir melankolik hatırlama...

68’lilere dair bir melankolik hatırlama…

Erdal Öz’ün Gülünün Solduğu Akşam kitabını bir iki gecede gözyaşları refakatinde okuyup bitirdiğimde ortaokul son sınıfta olmalıyım. Yani Türkiye’de 80 darbesinin hükmünü sürdürdüğü 1984 senesi… Sakıncalı kitapların gazete kağıdıyla kaplandığı, ‘sol’ kitapların ve gazetelerin kamusal alanda okunmaya cesaret edilmediği yıllardı. O kitabı okuduktan sonra devrimci olmaya karar verdim dersem yeridir… Evet, bir kitap okudum ve hayatım değişti! Ahmet Kaya’nın Şafak Türküsü’nü de yine o yıllarda keşfetmiş, ruhumu melankoliyle doldurmuştum genç yaşımda. Bu ruh hali beni hiç terk etmedi, başka bir kıtaya başka bir iklime göç ettiğimde bile… Sanırsam ben bu ruh halini bırakmaktan imtina ettim, hep yanımda olması bir direnme-savunma mekanizması oldu benim için. Melankoli hayatın zorluklarına karşı cebimde durdu hep. Hüzün en çok yakışan mıdır bize bilemem ama en çok anladığım duygu olduğu doğrudur.

Benim gibi yetmişli yıllarda doğan arkadaşlara o kuşağın idealleri ve yeni bir dünya için mücadele etmiş gençlik önderlerinin isimleri verilirdi o zamanlar. Kimisi Deniz, Yusuf, İnan kimisi Cevahir, Taylan, Mahir’dir tanıdığım arkadaşların çoğu… Ortaokul yıllarında 68 gençlik önderlerinden İbrahim Kaypakkaya’nın kız kardeşiyle aynı okuldaydık. O yıllarda dönem sonlarında başarılı öğrencilerin sertifikaları törenle ve isim zikrederek verilirdi. Solcu olduğunu tahmin ettiğimiz müdür yardımcısı Kaypakkaya soyadını vurgulu biçimde söylerdi törende. Biz de daha uzun ve güçlü alkışlardık o ismi. Çocuk aklımızla tarafımızı ancak öyle belli ederdik o yıllarda.

Türkiye’deki sol hareketin tarihine yazılmış olan o önderlerin bu dünyadan ayrıldıkları yaşa geldiğimde onlara dair çok öykü biriktirmiş olduğumu fark ettim. O tarihi okurken efsaneleşmiş, kült kişiler yarattık. Ne vakit dara düşsek tarihin derinliklerinden o kahramanları çağırdık. Hep yanı başımızda oldular ya da böyle olduğunu düşünmek hep iyi geldi bizim kuşağa. ‘Kul dara düşmeyince Hızır gelmez imiş’ şiarı ile büyüyenlerdenim ben. Aynı geleneği devam ettirip ne zaman dara düşsem Hızır niyetine kahramanlarımızdan himmet umdum. Ruhi Su’nun Onlar ki şiirini hep onlar için söylediğini varsaydım, tüm şiiri ve ne için yazıldığını bilsem de. Onlara atfedilen sloganlar gibi yakışıklıydılar benim nazarımda. Tarihi politikayla birlikte okumak üzere eğitim almış birinin o tarihte ruhani anlamlar araması da nasıl okunur bilemem…

Gülünün Solduğu Akşam’dan sonra onlara dair kitaplar, makaleler, araştırmalar okumaya devam ettim. Doksanlı yılların başlarında öğrenciyken Ankara’da Net Piknik’te bir tanıdığımın 68’li babasıyla sohbet ediyordum. Ömrünün bir kısmını cezaevinde geçirmiş, çeşitli sıkıntılarla boğuşmuş ihtiyar delikanlı sohbetin bir yerinde ‘Bir yerlere geç kaldım ama nereye kaldığımı henüz bulamadım…’ demişti. ‘Sabah kalkıyorum koşturuyorum, o arayı kapatmaya çalışıyorum…’ diye eklemişti. Bir de Füruzan’ın Kırk Yedi’liler romanını okumamı salık vermişti. Yazarının derinlikli bir hüzünle yerli solun tarihine 68’liler diye geçen şehirli genç devrimcilerin öyküsünü anlattığı bu kitap da sonraları sol melankoli hatıratımda yerini aldı. Aynı hatırattaki vazgeçilmezlerden, Atilla İlhan’ın şiirine Ahmet Kaya’nın bestelediği Mahur Beste’nin ise Denizler’in idam edildiği gün onlara yazıldığını öğrenmem çok sonralarıdır. Şairin o şiirde dediği gibi ‘bizim’ kahramanlarımız gözümüzde hep:

‘Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı

Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı’

Doksanlı yıllarda devrimci eylemlerimiz bahar döneminde 8 Mart (Emekçi Kadınlar Günü),16 Mart (Halepçe katliamının yıldönümü), 21 Mart (Newroz), 30 Mart (Kızıldere katliamının yıldönümü), 1 Mayıs (İşçi Bayramı) ve 6 Mayıs (Deniz, Yusuf, Hüseyin’in idamları) tarihlerinin işaretli olduğu bir takvimi takip ederdi. Denizler’in anmasıyla yılı bitirirken o tarihe kadar gözaltına alınmamışsak kendimizi şanslı hisseder, gelecek yıla hazırlanırdık. Bu eylem tarihlerinin çoğunun anma günleri olması da bizim coğrafya solcularının tekerrür eden tarihine dair çok şeyler anlatır zannımca…

Onlar mı kahramandı biz mi onları kahraman yaptık bilemiyorum ama o adamların bir bildiği, bir düşündüğü, bir sözü vardı dünyanın meselelerine dair… Geçenlerde memleketin kadim sorunu Kürt meselesi üzerine okurken yaklaşık 45 yıl önce Hüseyin İnan’ın 21 yaşında kaleme aldığı, Türkiye Devriminin Yolu adlı küçük bir broşürde şu saptamayı okudum:

‘…ve Türkiye’deki tüm emekçilerin çıkarlarına en uygun çözüm yolu ‘bölgesel özerklik’ olacaktır. Bölgesel özerkliğin sınırlarını ve kapsamını, ancak, aynı sosyal ve iktisadi yaşantıya sahip olan halkların kendileri tayin eder.’

İnan’a ‘Aşk olsun çocuk sana aşk olsun!’ deyip, kendisine onlarca yıl sonra bir daha selam gönderiyorum bu yazıdan…

 

- Advertisment -spot_img
- Advertisment -spot_img
- Advertisment -spot_img

DİĞER HABERLER

KÖŞE YAZILAR

Trump’ın Başkanlığı bir Kabus mu?

Aydın Çubukçu

Ortadoğu’nun Çıkmazı

Aynı kategoridenOkuyun
Aynı kategoriden okuyun