14.1 C
Los Angeles
Perşembe, Nisan 24, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 44

Her tür hile ile iktidarda kaldı

Türkiye’de tek adam rejimini durdurmak için sandığa giden milyonlar bunu başaramadı. Çünkü milyonların karşısında her tür hile ve hırsızlığın bloku duruyordu. Demek ki, faşizmi yenmek için sadece sandık yetmiyormuş. Seçimlerin ikinci turunda Erdoğan oyların yüzde 52’sini hanesine kaydetmeyi becerirken, muhalefetin adayı Kılıçdaroğlu yüzde 48’de kaldı.

Nereden bakılırsa bakılsın, dünyada benzeri pek görülmemiş hakkaniyetsiz bir seçim yarışmasına girildi.

Devletin bütün imkanları Erdoğan için kullanıldı. Kamu kaynakları AKP ve Erdoğan’ın kazanması için harcandı.

Havuz medyasının yanısıra İletişim Başkanlığı, Anadolu Ajansı ve TRT, Erdoğan propagandası için seferber edildi.

Yalan, talan, montaj, iftira, baskı, şantaj ve akla hayale gelmeyen her tür oyun. Erdoğan ve ona “kulluk” edenler, iktidarın nimetlerinden nemalanmak isteyenler hiç çekinmeden dini de adeta kendi karakterleri gibi yozlaştırıp kullandılar. Ancak “Din, Allah, kitap” diyerek halkı sömüren gaspçılar çaldıkları oylarla yüzde 50’yi kılpayıyla geçebildiler. Bunu da kaydetmek gerekir.

Yakalananların hepsi AKP ve MHP’liler

Bir çok sandıkta, toplu oy kullanma, sahte kimliklerle oy kullanma ya da mükerrer oy girişimleri oldu. Suçüstü yakalananların büyük bir çoğunluğu tahmin edilebileceği üzere AKP’li ya da MHP’li idi.

Sandık görevlilerine saldırıldı, müşahitler tehdit edildi hatta darp edildi. Can güvenliğinin olmadığını düşünen bir çok CHP’li sandıkları terk etmek zorunda kaldı. CHP eski milletvekili Ali Şeker’in de aralarında olduğu çok sayıda parti yetkilisi fiziksel saldırıya uğradı.

Parayla satılan oylar, sahte kimliklerle oy kullanmalar ve AA gibi kurumların manipülasyonları gün yüzüne çıkan bir çok hileden sadece bazıları.

Halkın vergileriyle bir avuç yandaş sermayedarı ve aslında Erdoğan’ın ailesini zengin eden ve sadece bu iktidara biat edenleri vatandaş sayan bir sistem elbette oy çalmaktan da geri durmaz. Zaten öncelikle çalması gereken de oylardır. Oy çalacak ki, aldığı yetkiyle diğer şeyleri çalabilsin. Nitekim Erdoğan ve tayfası yıllardır bunu yaptı.

Demek ki, sandığı beklemek yetmiyormuş!

Öte yandan, sokağa çıkmayı, eylem yapmayı, grev örgütlemeyi ve karşı koymayı yasaklamak aslında tam olarak halktan gerçekleri gizlemek ve halkın örgütlenmesini engellemektir. Halkın örgütlü gücü ve işçi sınıfının meydanlara çıkması onların sonunu getirecek yegane güçtür, bu bir gerçektir.

Başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin bir çoğu, sürekli “sandığı bekleyin” “sokağa çıkmayın” diyerek halkı oyaladı.

İşte sandık geldi ve biraz önce saydığımız nedenlerden dolayı sandıktan bir kez daha Erdoğan çıkarıldı. Şimdi artık burjuva muhalefetinin hesap vermesinin zamanı geldi. Yıllarca halkı geri tutarak, sokağı adeta yasaklayarak iktidar sözü verdiğiniz halka şimdi cevabınız ne olacak? Demek ki, sandık her şeyi çözmüyor. Zaten Erdoğan sandıkta hilenin en büyük ustasıdır. Sandık dışında bir mücadele yöntemini tanımayan muhalefet, Erdoğan sandıktan çıktıktan sonra adeta ortada kalmıştır.

Emekçiler mücadeleyi yükselterek Erdoğan’dan kurtulacak

Tek adam düzeninin değişmesinin yolu tek başına sandıktan değil, grevlerden, emekçi mahallelerinden, kampüslerden, kadın eylemlerinden, hak savunularından vb. mücadelelerden geçmektedir. Tek adam düzenini geriletmek ve yenmek, sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin birleşik gücüyle mümkündür.

Seçimin gösterdiği bir başka sonuç; halkı yıllardır sandığı beklemeye teşvik eden ana muhalefetin bildik yönteminin geçersizliğinin ortaya çıkmasıdır.

Seçim sonuçları bir son değildir. Gerici, faşist bir rejim inşasına kesintisiz devam eden iktidarın politikalarına karşı mücadele de kesintisiz bir şekilde sürecektir. Bu düzeni iş, ekmek ve özgürlük mücadelesini büyüterek değiştireceğiz. Birlikte kazanacağız, işçiler kazanacak, halk kazanacak.

Selahattin Demirtaş (HDP eski Eş Genel Başkanı)

Oy vermek için sandığa giden, çok istese bile gidemeyen, oyları korumak için direnen, emek veren herkese çok teşekkür ederim. Devleti ele geçirmiş olan devasa bir operasyon gücüne karşı ilkeli, ahlaklı bir seçim çalışmasıyla bu oy oranına ulaşmak bize mucize sayılır.

Aslında bir seçim değil, bir operasyon yapıldı. Seçim süreci çok büyük eşitsizlikler, baskılar, inanılmaz yalanlar, iftiralar ve karalamalarla geçti. Bunlara rağmen halk değişimi kesinlikle onayladı ama tüm süreç manipüle edildi. Yenilmedik. Yenilmediğimiz için de sakın kimse umutsuz olmasın. Asla teslim olmak yok. Mücadeleye devam, devam, devam…

Hileli ve sahte bir zaferin sarhoşluğuyla, lüks sarayının balkonundan gırtlağını yırtarcasına iftira, tehdit ve hakaretlerini sürdüren yaşlı kral ve karşısında yalanlardan, hazdan başı dönmüş bir linç güruhu, hep beraber “idam” diye bağırıyor.

Olay, bir zamanların Fransa’sında geçmiyor. Sene 2023, yer Ankara.
“Siz benim ceketimi bile asamazsınız” diyeceğim ama buna bile değmezsiniz. Sadece şunu söyleyeyim:

Ben, adını aldığım Kudüs fatihi büyük Kürt Komutan Selahaddin Eyyubi’nin torunuyum. Günü geldiğinde, hepinize adil davranacağıma söz veriyorum.

Selma Gürkan ( Emek Partisi Genel Başkanı)

Seçim sonuçlarına bakarak geri durmayacağımız açıktır. Gerici, faşist bir düzenin inşasını, iş, ekmek, özgürlük mücadelesini büyüterek durdurabiliriz.

İşçilerin ve emekçilerin acil ekonomik ve politik taleplerini elde etmek için birleşmekten ve mücadele etmekten başka yolu yoktur. Değişimin öznesi olan emekçi halk kitlelerinin birleşik mücadelesiyle tek adam düzeni son bulacaktır.

Sevda Karaca (Yeşil Sol Parti Gaziantep milletvekili)

Hep söyledik, yine söyleyelim: Sandıktan ötesi var! Siyaseti sandığa, halk iradesini sandık sonuçlarına hapsederek umutsuzluk büyütecek zaman değil! Devletin tüm olanaklarına, sermayenin ve en gerici güçlerin büyük desteğine rağmen arayı açamadılar. Bunu milliyetçilik hizasına çekilenler değil, tüm adaletsizliklere ve baskılara rağmen halkın çıkarına bir dönüşüm çabasında olan emek ve demokrasi güçleri başardı, biz başardık. Bu mücadele baki! Kimse unutmasın; buradayız, bu ülkeyi emeğin ve özgürlüğün ülkesi yapacağız!

Erkan Baş (Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı)

Seçim sonucu ne olursa olsun…
Hiçbir çaba boşa gitmedi, gitmeyecek.
Mücadele devam edecek.
Halkımızı, ülkemizi saltanat sevdalılarının, para babalarının keyfine teslim etmeyeceğiz.
Örgütlü gücümüzü büyütecek, emekçileri birleştirecek, bu sömürü ve yolsuzluk düzenini yıkacağız.
Mutlaka kazanacağız!

Kemal Okuyan (Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri)

Toplumu sandığa hapsederek özgürleştirmek ne kadar imkansızsa, sandık sonucu ile o toplumu mutlak karanlığa mahkum etmek de o kadar imkansız. Seçim tüm sonuçlarıyla kaderine terk edilmeli. İsteyen düzen içi dengelerle, Meclis aritmetiğiyle ilgilensin. Hayat ve mücadele sürecek.

Sezgin Tanrıkulu (CHP Diyarbakır milletvekili)

Tüm baskılara rağmen direndik. Diyarbakırlı hemşehrilerim ve bölge halkı dayanışmasıyla irade ortaya koyarak Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde öncü oldu. Kimse Diyarbakır’a, bölgeye, Kürtlere vefasızlık yapmasın. Sonuçların muhasebesini yapacağız, demokrasi mücadelemiz sürecek.

Emek Partisi: Tek adam rejimini birleşik halk mücadelesi yıkacak

İktidar partisinin, elindeki devlet olanak ve kaynaklarını kullanarak rakiplerine karşı her türlü kısıtlama, provokasyon, sansür ve tehdit siyasetini hayata geçirmesine rağmen cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonucu, tek adam rejiminin kitle desteğinde bir gerileme, AKP’nin parlamentodaki güç kaybı olmuştur.

AKP 2015’teki 7 Haziran – 1 Kasım seçimleri arasında kullanılan şiddet yöntemlerini her fırsatta hatırlatarak,  çağrışımlarını seçim malzemesi yaparak, para-militer grupların sokağa çıkacağı yolundaki söylentileri körükleyerek ortamı terörize etmekten kaçınmamıştır. Tarikat ve cemaatlerle, Hüda Par gibi kontra geleneğin uzantısı partilerle, Milli Görüş’ten gelen en gerici damarı sahiplenerek havuz medyasında halkın önyargılarını kışkırtmış; ırkçı-şoven bir siyasal zeminin sınırlarını genişletmeye çalışmıştır. Hüda Par’ın, Yeniden Refah Partisi’nin parlamentoya vekil göndermesi, MHP’nin -kendisinden beklenmeyen oranda- oyunu yükseltmesi ve Cumhur İttifakı’nın ana eksenini oluşturduğu milliyetçi-muhafazakâr damarın dışındaki, merkezkaç ve tabiri caizse daha radikal eğilimlerin bu ittifakın yörüngesine çekildiğini ve onu koruduğunu gösteriyor.

Müttefiklerini çoğaltmasına, uzak desteklerinin katkısına rağmen kendi gerilemesini durduramayan AKP, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalması için de özel bir çaba harcamıştır. Seçim sonuçları üzerine yapılan müdahaleler herkesin gözü önünde cereyan etti. Tutanakları tekrar tekrar saydırtmak suretiyle müşahitlerin ve diğer görevlilerin sabrını ve fiziksel dayanıklılığını zorlayan yöntemlerle bile zaman kazanmaya çalışan AKP tek adam rejiminin kaybettiği irtifayı yine de gizleyemedi.

Partimizin de içinde bulunduğu Emek ve Özgürlük İttifakı seçimlere olağanüstü zorlaştırılmış koşullarda girmiştir. HDP’nin kapatılma tehdidi, siyasetçi ve gazetecilerin tutuklanması, seçmenlere yönelik baskılar, seçim günü yapılan silahlı gösteriler ve saldırılara rağmen bu eşitsiz seçim sürecindeki mevcut imkânlar içinde Emek ve Özgürlük İttifakı, süreci, parlamentoya gönderdiği vekil sayısını artıramasa da az çok koruyarak tamamlamıştır.

Tek adam rejiminin ilk turda geriletilememesinin çeşitli nedenleri hiç kuşkusuz tartışılacaktır. Asıl altı çizilmesi gereken başlıca sebep emekçileri ve ezilenleri doğrudan doğruya kendi sorunları etrafında örgütleyen birleşik bir mücadelenin ülke düzeyinde oluşturulamamış olmasıdır. İşçi sınıfı ve emekçilerin bu örgütsel zayıflığından doğan boşluk gerici hassasiyetleri kışkırtan partiler tarafından dolduruldu. Bu durum yoksul, işsiz, güvencesiz ve örgütsüz kitlelerin gerici önyargılarının harekete geçirilebileceğine ilişkin eski deneyimleri bir kez daha tekrarlamıştır. AKP’nin eski ve yeni müttefiklerinin oylarındaki kısmi yükselmeyi de bu durum açıklar.

Ancak ortaya çıkan parlamento tablosu ülkeyi her geçen gün daha da karanlığa sürükleyen iktidar gücünün aritmetik yeniden dağılımındaki değişimden ibaret değildir.

Partimiz parlamentoya Yeşil Sol Parti listesinden işçilerin emekçilerinin temsilcisi olarak iki milletvekili göndermiştir. Yeşil Sol Parti listelerinden Meclis’e giren arkadaşlarımız, ittifakın diğer vekilleriyle birlikte halk ve emekçi düşmanı politikalara, sermaye siyasetine, kadın, Kürt ve göçmenlere yönelik anti demokratik uygulamalara karşı mücadele edeceklerdir.

Partimiz hem kendi kurullarında hem de Emek ve Özgürlük İttifakı’nda yapılacak değerlendirmelerden sonra 2023 seçimlerinin daha geniş bir değerlendirmesini yapacaktır.

Şimdi önümüzde yeni bir mücadele süreci açılıyor. Değişim eğilimini şu veya bu şekilde ifade eden halkımızın, oylarıyla önümüze serdiği sonuç bu eğilimin tek adam rejimini yıkabilecek bir güce dönüştürülmesidir. Bu sorumluluk emek ve demokrasi güçlerinindir.

Partimiz de bu seçimde zayıflatılan tek adam rejimini ikinci turda yıkmak için tüm emekçileri seferber olmaya çağırmaktadır.

Halkların Demokratik Partisi: Özgürlüğü, demokrasi ve barışı biz getireceğiz.

Seçim sonrası yaptığı konuşmasında Demirtaş’ı yuhalatıp, kin dolu sloganlar attıran Erdoğan bilmelidir ki bu boş tehditleri ne bizleri ne de hukuksuzca rehin aldığı arkadaşlarımızı yolundan alıkoyabilir. Yolumuzda yürümeye devam edeceğiz, bu ülkeye özgürlüğü, demokrasi ve barışı biz getireceğiz.

 

Son 45 yılın en sert fiyat artışı!

0

İngiltere’de, bu yılın mart ayında enflasyon artışı yüzde 10,4’ten 10,1’e gerilerken gıda fiyatları geçen ay yüzde 19,2 artış kaydederek 1977 yılından bu yana en sert yükselişi kaydetti.

Ulusal İstatistik Ofisi (ONS) verilerine göre, ülkede bu yılın mart ayında enflasyon artışı yüzde 10,4’ten 10,1’e gerilerken gıda fiyatları geçen ay yüzde 19,2 artış kaydederek 1977 yılından bu yana en sert yükselişi kaydetti. Ülkede bir önceki ayda (şubat) gıda ve alkolsüz içecek fiyatları yıllık bazda yüzde 18,2 artmıştı.

Enflasyon verilerine ilişkin değerlendirmede bulunan ONS Başekonomisti Grant Fitzner mart ayında enflasyonun hız kesmesinde akaryakıt fiyatlarındaki düşüşün katkısının olduğunu belirtti. Fitzner, gıda fiyatlarının artışını sürdürmesiyle bu katkının büyük oranda ortadan kalktığını kaydetti.

Fitzner, küresel gıda fiyatlarının düşüş eğiliminde olduğunu hatırlatarak henüz bu düşüşün İngiltere’deki süpermarket zincirlerinin fiyatlarına yansımadığını belirtti.

Araştırma şirketi Kantar’ın verilerine göre ülkenin önde gelen süpermarket zincirlerinden Lidl’ın mart ayında fiyatlarının yıllık bazda yüzde 25,2, Aldi’nin 23,7, Morrissons’ın yüzde 18, Asda’nın yüzde 17,5, Sainsburry’nin yüzde 15, Tesco’nun yüzde 14,4 artış kaydettiği bildirildi.

Ülkenin önde gelen diğer süpermarket zincirlerinden Waitrose’nin fiyatlarının ise bu yılın mart ayında yıllık bazda yüzde 14,1 ve Ocado’nun yüzde 10,7 yükseldiği bildirildi.

Şirketin verilerine göre, ülkede süpermarket zincirlerindeki fiyatlar bu yılın mart ayında yüzde 17,2 artış kaydetti.

Kantar’ın verilerine göre, ülkede bu yılın mart ayında süpermarket zincirlerinden Asda’da Dragon markalı çedar peynirinin fiyatı yüzde 80 ve 800 gramlık beyaz tost ekmeğinin fiyatı ise yüzde 67 artış kaydetti.

Ocado’da ise Quaker marka kahvaltılık yulaf lapasının yüzde 65,5, Asda’da 800 gramlık beyaz tost ekmeğinin fiyatının ise yüzde 67 artış gösterdi.

Gıda fiyatlarındaki artış ülkede halkın harcamalarını kısmasına neden olurken, süpermarket zincirleri ise dar gelirli kesime uygun ürünlere yer verebilmek için çaba gösteriyor.

Artan gıda fiyatlarına ilişkin Asda’dan yapılan açıklamada, “Küresel enflasyonist baskılara rağmen fiyatlar müşteriler için kontrol altında tutmak için çok çalışıyoruz ve en düşük fiyatlı büyük süpermarket olmaya devam ediyoruz.” değerlendirilmesine yer verildi.

Bir diğer süpermarket zinciri olan Sainsbury’s’ten yapılan açıklamada, “Son iki yılda fiyatlarımızı düşürebilmek için 500 milyon sterlinlik yatırım yaptık.” ifadesi yer buldu.

Waitrose ise ürünlerinin tedarikinde üreticilere adil bir ödemenin yapılmasına özen gösterdiklerinin altını çizerek, fiyatların düşük tutmaya çalıştıklarını kaydetti.

Ayın Artizi: Sağlık Bakanı Üretken Steve

0

Esnaf gergin. Nedeni yazın ne satacağını ve olacağını bilememesi. Ama ilginç ve karmaşık olan bu belirsiziliğin nedenlerinin çeşitliliği.

Çeşitliliği düşünmek, düşünülen zorluk ve belirsizliklerin çeşitliliği de olsa gelen bahardan olmalı. Açan ve geçiciliğiyle değerli çiçekli bu görüntünün getirdiği bir metanet herhalde. Metanet ve güçlü kalmayı da akla getiren geçim sıkıntısı, süren Ukrayna savaşıyla artıp sonuçları görülen faturalar, Türkiye seçimleri ve bunların hepsini birden sarıp birleşerek daha büyük bir köpük gibi saran koyu ırkçı, saldırgan ve halk karşıtı bir demogoji havası. Belirsizlik olmasın da ne olsun. Dondurma stoğunu düşünemez bir oflaynsçı haline gelmiş olmam aslında yeteri kadar açıklayıcı da, işte numune biz olunca temsil ettiğimiz genele dair birşeyler söylemek bir tuhaf oluyor. Ne de olsa kaşınkarilerin herzaman söyleyecek daha önemli şeyleri var.

Geçen benim eski arabanın şanzımanın tamiri için Romford’a gidiyoz, bizim çırak Tottenham Green’ın orda, abi burda hergün akşamüstü biriken o kalabalık ne dedi, ben de foodbank fenomenini anlatırken farkettim bu çeşitliliği. Bizim Ankaralı etrafındakilerden bu kadar farkında oluyor ve onların ardındaki sosyolocik gerçeklere açılabiliyorsa vay haline durumun dedim.

Yoksa İngiltere de yaşamak hala fena değil, oflaysınçlıkta da yanlış yaptığım, şu olayların bilimsel-mantıksal ifşaatı merakıma uygun meslek dalının inşaat malzemeleri ya da dekorasyon işine girmek olabileceği de aklıma gelmez değil hani, ona da arada hayıflanırım: sadece gıda piyasasına seslenen bir toptancı, evleri sadece magnolyaya boyuyup sadece fayans döşeyen bir dekorasyoncu, bilemedin sadece börek satan bir cafe açabilirdim, ama işte benim ancak birkaç bahar günü mümkün olan bir ferahlıkla varabildiğim bu fikirlerin bini bir para, bu alanlardaki piyasa kapılmış. Artizlik piyasasını kapatan sağlık bakanı Steve Barclay efendi abimiz gibi.

Şimdi anlatsam kimse inanmaz benim bir dayım var, zamanında tırnak makasıyla zabıtayı bıçaklamış, ciddi bir adamdı ama tuhaf huy ve deneyleri vardı. Doğru malzeme kullanıldığı takdirde, üzerine başka bir meyvanın isminin ters yazıldığı bir meyvanın, mesela üzerine elma olması için AMLE yazılmış bir portakalın aynaya gösterildiğinde, kafasının karışarak kendisini elma sanacağı ve bir elmaya dönüşeceği konusunda teorileri vardı. Bizim Steve de biraz öyle, bazı gerçeklere olma diyince onların olmayı sona erdirmesi gerektiğini bekler şeyler söylüyor, öyle davranıyor, üstüne üstlük ve daha önemlisi de sona da ermesini de sağlıyor. Anlatayım.

Ukrayna savaşına karşı sessizlik ve herkesin NATOcu olması beklenir, savaş yaşamın bir gerçeği olup bedeli faturalar yanında artan vergi ve düşen ücretlerle daha da vururken neden bu banka soyadlı pampa denebilir. Sen onu boşver sendikalar konfederasyonu TUC silahlanma bütçesi artırılsın diye açıklama yaptı, ondan haber ver de denebilir. Gelecek hafta Türkiye’de seçim. Orayı anlatan bir artiz diyebilirsiniz. Neden Steve ve bu üretkenliği?

Nedeni basit. Diğer tüm artizlerin artizliklerini yanıstıyor abimiz. Mesela artizlere özgü yüzsüzlüğü, utanmazlığı ve pişkinliği ele alalım. Ay başında genç doktorlar, sonra da hemşireler greve çıktı ücret nedeniyle geçen yıl 5000 doktor gitti, yılda 50 bin çalışan eksikliği var, bu yüzden her hafta 500 kişi boşu boşuna heba oluyor diyorlar, hem de ücret artışı değil 2008 yılında olduğu seviye getirilsin diyor sağlık emekçileri, Steve sendikarla sektörde üretkenlikle ilgili görüşmelerimiz devam ediyor diyor. Millet 12 saat ambulans bekliyor, çalışan yok, ekipman yok, paralar Steve’in panpaları NHS ağalarına dağıtılmış, adamlar ücret istiyor ki doktor, hemşire gelsin, Steve üretkenlikten bahsediyor.

Sonra, jenerik yüzü ve kır saçının renksizliğinin nasıl tüm artizlerin suratlarının potborisi olduğunun fazla üstünde durmadan, bizim üretken Steve’ı bir artiz standartı kılan vasıflardan birinin de herşeyi kendi hakkı görmesi olduğunu söylemek gerekiyor. Tabii tüm artizler gibi okudukları kitaplardaki birini taklit ederek. Demeçlere çıkan bir doktorun dediği gibi, bizim ücret talebimizi yerine getirmek için 1milyar gerekiyor, yok diyip görüşmeye gelmiyor, ama arkadaşlarına pandemi döneminde dağıtalın ve kaybedilen milyarlar olduğunu biliyor. Yetmiyor, Steve bu hafta kendi çalışanları hemşireleri mahkemeye götürüp 1 Mayıs günü greve gitmelerinin önüne geçiyor. 35 bin mahkeme ücretini de ödettiler hemşire örgütü Royal College of Nursing’e, hükümet avukatları da Steve’ın ağzında sağlıkçıları aşağıladılar, takvime bile bakmayı bilmiyorsunuz diye. Dava için 50 bin fatura da kestiler. Hemşireler de biz de tekrar grev oylamasına gideriz dediler.

Bu nedenle Steve’ı standart kılan başka bir vasfı da zamani artizliği. Baskıcı, milliyetçi, popülist, demogojik politikalarla halk için birşey yapmak bir yana vaat edecek birşeyi kalmayan muhafazakar yönetim ve dönemlerin artiz ölçütü. Mesela önceki sayı artizlerimizden Dominic Raab bu ay etrafındakilere zorbalık, edepsizlik, terbiyesizlik nedeniyle Adalet Bakanlığı’ndan istifa ederken Üretken Steve de bakanlığında terör estirme suçlamalarıyla araştırılıyordu. Raab’ın bu ayın artizi seçilmesine yetmediğinin gösterdiği gibi mesele bireysel saldırganlık falan da değil. Grevcilerle görüşmeye tenezül etmeyen tavrının yanında medyayı da altan alta grevcilere karşı örgütleyerek yürüttüğü görülen algı operasyonundan anlaşıldığı üzere Steve pampamızın aynı zamanda daha sinsi, daha istihbarat şirketi ve gizli zengin kulubü üyesi türü seçkinlik üzerinden yürüttüğü artizliği. Hem savaş dönemi artizi, hem de tüm artizlerin eninde sonunda, vatan millet geyiğine, ordan savaş tellalığı ve yardakçılığına geldiğinin özeti, dönem artizliğinin özeti. Guardian gazetesi artizliğinin sağcı rengi Steve, hiç itibar avlamasınlar onlar da.

Ve ki adamın geçmişinden sözedilmeyerek bu şekilde çabucak anlaşılmasından görülen özet bir artizlik. Önce askerlik sonra avukatlık yaptığı belli değil mi Steve’ın? Böyle işte artiz memur, memur artiz pampa. Memur oğlu memur ama memur düşmanı. Şimdi geçim sıkıntısı ne olursa olsun, yazın tatile gidilebilirse gidilsin, Ukrayna’da savaş sürerse sürsün, Türkiye’de seçimlerde kim seçilirse seçilsin ama sorumlusunun Steve gibi olan ve kalanlarda olduğu hatırlanmasın mı? Kendisi ve söyledikleri unutulsa da insanın iyi olmayan yanlarına dair hep birşey anlatıyor Steve. Ki saçlarının bile rengi olmayan Üretken Steve’ın yaptığı da hiçbirşey söylemeyerek konuşmak.

Rengsizliğe derman baharın ferahlağı efendim.

 

Sunak’ın Brexit anlaşması Kuzey İrlanda’ya ne getiriyor?

0

Birleşik Krallık ile Avrupa Birliği (AB) arasında Kuzey İrlanda konusundaki pürüzleri gidermeyi amaçlayan yeni Brexit anlaşması Mart ayında imzalandı ve Parlamentoda onaylandı.

Windsor Çerçevesi diye adlandırılan yeni anlaşma, Kuzey İrlanda ile parçası olduğu Birleşik Krallık’ın diğer bölgeleri arasında ticaretin daha kolay yürütülmesini hedefliyor.

Bu yeni düzenlemeyle, Kuzey İrlanda’da iki ayrı gümrük kanalı yaratılıyor:

Britanya’dan (İngiltere, İskoçya ve Galler) AB üyesi olan İrlanda Cumhuriyeti’ne gidecek mallar Kuzey İrlanda’ya girişte AB sınırı gibi kontrolden geçirilecek.

Ancak doğrudan Kuzey İrlanda’da tüketilmek üzere yollanan ürünler hiçbir kontrole gerek olmadan serbestçe geçecek.

Kuzey İrlanda’nın özerk yönetimine de AB ile ticaretin kurallarına dair daha fazla söz hakkı veren yeni düzenleme, Kuzey İrlanda’daki siyasi partilerin çoğu tarafından olumlu karşılandı.

Fakat İngiltere ile birlikten yana olan en büyük parti Demokratik Birlik Partisi (DUP) yeni düzenlemeye muhalefetini sürdürüyor.

Özerk yönetimde cumhuriyetçi Sinn Fein partisi ile iktidarı paylaşması gereken DUP, daha önce de birçok kez yaptığı gibi özerk yönetimi çalıştırmamakta ısrar ediyor.

Brexit ile ağırlaşan sorun

Boris Johnson hükümetinin AB ile yaptığı Brexit anlaşması şekillenmeye başladığından beri Kuzey İrlanda konusu bir açmaz olarak devam ediyordu.

2016’daki Brexit referandumunda Kuzey İrlanda halkının yüzde 55’i AB’de kalma yönünde oy kullanmıştı.

Brexit öncesinde Kuzey İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti arasındaki ticaret sorunsuz bir şekilde yürütülüyordu, zira iki taraf da Avrupa Birliği’ndeydi ve aynı ticaret kurallarına tabiydi.

Birleşik Krallığın bir parçası olarak Kuzey İrlanda da Brexit gereğince AB’den ayrılınca yeni kurallar uygulamak gerekti.

Boris Johnson hükümetinin 2020 yılı sonunda AB ile imzaladığı Brexit anlaşmasının bir parçası olarak Kuzey İrlanda Protokolü 1 Ocak 2021’de yürürlüğe girdi. Bu protokol, Kuzey İrlanda ile Britanya arasında gümrük kontrollerini gündeme getirdi.

İster Kuzey İrlanda’ya ister İrlanda Cumhuriyeti’ne yönelik olsun, Britanya’dan (İngiltere, İskoçya, Galler) giden tüm mallar bu yeni gümrükte kontrole tabi olacaktı.

Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık içinde yer almasından yana olan birlikçi (Unionist) partiler bu protokolün arada fiili bir sınır yarattığından şikayetçiydiler.

Bundan dolayı DUP’li özerk yönetim başbakanının Şubat 2022’de istifa etmesiyle Stormont hükümeti çöktü.

Mayıs’ta yapılan seçimlerde, 90 sandalyesi olan Kuzey İrlanda Meclisi’nde Sinn Fein 27 sandalye ile ilk sırada yer alırken, DUP 25 sandalye ile ikinci oldu ve Stormont özerk yönetiminin oluşumunu engelleme politikasında devam etti.

‘Stormont freni’ nedir?

Kuzey İrlanda Meclisi, Belfast’ın doğusundaki Stormont’ta yer alıyor ve burası özerk yönetimin merkezi olarak biliniyor.

1998’de imzalanan ve 30 yıllık çatışmalara son veren Hayırlı Cuma Anlaşması ile oluşturulan özerk yönetimi ve bu yönetimin Cumhuriyetçiler (Sinn Fein) ile Birlikçiler arasında iktidar paylaşımına dayanmasını ve Kuzey İrlanda ile İrlanda arasındaki sınırın açık kalmasını ifade ediyor.

Önceki anlaşma uyarınca bazı AB yasaları Kuzey İrlanda’da uygulanmaya devam ediyordu. Ancak Stormont’taki siyasetçilerin bunları etkileme olanağı yoktu.

Yeni düzenlemeler ise “Stormont freni” denen bir sistemi getiriyor. Bu sayede Kuzey İrlanda bölgesel yönetimi, yeni AB kurallarına itiraz edebilecek, AB kurallarının bölgede nasıl uygulanacağı konusunda daha fazla yetki sahibi olacak.

Süreç, iki ya da daha fazla partiden 30 Kuzey İrlandalı milletvekilinin bir dilekçe imzalamasıyla tetiklenebilecek. Ancak çok sık kullanılmaması gereken bir “güvenlik önlemi” işlevi görecek.

Sunak’ın ‘zaferi’ mi?

Muhafazakar Parti hükümetinin başbakanı Rishi Sunak, parti içindeki bölünmeleri bir parça yatıştıracak ve saygınlığını artıracak adımlara ihtiyaç duyduğu bir dönemde, Brexit sürecinde kanayan bir yara olarak devam eden Kuzey İrlanda Protokolü’nü daha cazip bir anlaşmaya dönüştürecek şekilde AB ile müzakereleri Windsor Çerçevesi ile sonuçlandırdı.

Bu anlaşma parlamentoda da büyük oranda aldığı onayla olumlu bir gelişme olarak sunuluyor.

Ancak anlaşmanın Kuzey İrlanda’daki emekçilere bir yararı olacağından söz edilemez; Britanya’daki sorunları daha ağır bir şekilde yaşamaya devam ediyorlar.

Bu adımın ayrıca sadece AB ile ticarete dair basit bir sorunun çözümü olarak da görülmemesi gerektiği değerlendiriliyor.

Ukrayna savaşı ile ortaya çıkan yeni jeopolitik gerçeklikler ve emperyalistler arası rekabette, ABD’nin AB ve NATO müttefikleri arasında egemen bir güç olarak kendisini dayatma ve İngiliz kapitalizminin ekonomik ve siyasi çıkarlarına da cevap verecek şekilde Avrupalı ortakları ile ilişkilerini yeniden kurma ihtiyacını gözeten bir adım olarak görülüyor.

 

Britanyalılar yoksullaşıyor, kabul etmeyin!

Başyazı / Guardian

İngiltere Merkez Bankası baş ekonomisti Huw Pill “Hepimiz daha kötü durumdayız” diyor ve insanların daha yoksul olduklarını “kabul etmeleri gerektiğini” söylüyor. Şirketlerin fiyatları artırarak, işçilerin de daha yüksek ücret talep ederek artan maliyetleri birbirleri üzerine yıkmaya çalışmaktan vazgeçmelerini salık veriyor. Guardian gazetesi başyazısında, patronların kazancının arttığı bir dönemde, bunun çirkin bir politika olduğu vurgulanıyor.

 

Zor durumdaki haneler, batmakta olan işletmeler… İngiltere Merkez Bankası kendi iyiliğiniz için bazı acı haberleri yutmanızı istiyor. Daha fakir olduğunuzu “kabul etmelisiniz”! Ücret artışı istemeyi bırakın! Fiyatları gizlice yükseltmeyin! “Evet, hepimizin daha kötü durumda olduğunu kabul etme konusundaki isteksizliğinizden” vazgeçin! Bankanın baş ekonomisti Huw Pill’e göre bu tür düşünceler sadece daha yüksek enflasyona yol açar ve bu da kimsenin işine yaramaz. Bu hafta verdiği bir röportajda Pill, aileleri ve iş dünyasını “yükü başkasına yıkma” ile suçladı; aslında yapılması gereken şey “hepimizin payımıza düşeni almamız gerektiğini” kabul etmekken, daha yüksek maliyetleri kendi aralarında birbirine doğru itiyorlar!

Pill’in kendisi de bir kabulleniş sergiliyorsa, bunu finans merkezindeki ilk birkaç ayında aldığı 88.000 sterline borçlu olabilir; bu da yıllık 180.000 sterlinlik bir maaşa denk geliyor. Sakinliği savunanlardan biri de, geçen yıl kendisi yarım milyon sterlin maaş alırken çalışanlara büyük ücret artışı taleplerinde bulunmamalarını söyleyen Merkez Bankası başkanı Andrew Bailey. Sıradan Britanyalılar burada bir Versailles (Versay Sarayı) dokunuşu, ekmek bulunamayacağı için pasta yemelerinin tavsiye edilmesi gibi bir durum sezebilirler. Marie Antoinette’in de onaylayabileceği gibi, bu tür açıklamalar kişinin otoritesini arttırmaz.

Merkez Bankası’nın özerklik kazanmasının üzerinden çeyrek asırdan fazla bir süre geçmesine rağmen faiz oranları ve enflasyon, vergi oranları ve sosyal güvenlik kadar politik olmaya devam ediyor. Dükkanlar, tezgahlar ve fabrikalardaki fiyatlar, ister Orta Doğu’daki petrol üreticileri, ister büyük süpermarket zincirleri ya da revaç gören işçiler olsun, kimin ne kadar güce sahip olduğunu yansıtıyor. Banka bir yılı aşkın bir süredir sanki işçiler enflasyonist bir tehditmiş gibi davranıyor. Faiz oranlarını defalarca artırdı ve önümüzdeki hafta bir artış daha bekleniyor. Ancak ücret-fiyat sarmalı yaşanmazken, veriler şirketlerin marjlarını arttırmak için fiyatları yükselttiğini gösteriyor; öyle ki finans analistleri artık kurumsal “kâr hırsı enflasyonundan” endişe ediyor. Bu bariz vurgunculuk, Başbakan Rishi Sunak’ı harekete geçirmedi. Belki de bu, işletmelere (pandemi döneminde) yetersiz kişisel koruyucu malzeme ve asla geri ödenmeyecek krediler için milyarlar veren bir yönetim için sürpriz olmamalı.

Londra Borsası’nda en fazla işlem gören şirket yöneticilerinin maaşlarının geçen yıl olduğu gibi ortalama %23 oranında arttığı bir dönemde “hepimiz aynı gemideyiz” iddiası geçerli olmayacaktır. Oldukça eşitsiz bir ülkede, Pill’in “yoksullaşma” olarak adlandırdığı politika gerçekten de çirkin. Sıfır büyüyen bir ekonomi, sıfır toplamlı politikalar üretir ve farklı kesimler küçülen pastadan pay almak için daha fazla mücadele eder. Bu bahar Britanya’nın her yerinde bunun işaretleri görülüyor; en bariz olanı da hemşirelerin, doktorların ve öğretmenlerin ücret artışı talep etmesiyle hayati hizmetlerin kesintiye uğraması. Bir başka belirti de Muhafazakârların 2010’dan bu yana giderek artan bir kinizmle yürüttükleri kültür savaşı.

Piyasa güçlerini kendi haline bırakmak ve kemer sıkma vaazları vermek bu vahim ekonomik senaryoya yanıt verme yolu değildir. İlerici bir yanıt, devletin mali gücünü kullanarak vatandaşlarına iyi konut, sağlık ve eğitim sağlamak, aynı zamanda sermaye kazancı vergisi ve gayrimenkul vergileri yoluyla daha fazla gelir elde etmek olacaktır. Şu anki tüm kasvetli konuşmalara rağmen, Britanya insanlık tarihindeki en zengin toplumlardan biri olmaya devam ediyor ve genellikle kısa çubuk çekenlere daha iyi bir yaşam sağlayacak fikir ve enerjiye sahip. İhtiyaç duyulan şey bunu yapacak siyasi iradedir.

Sandığı Fizan’a da kursanız oyumuzu kullanacağız

Türkiye Büyük Milletvekili üyeleri ve cumhurbaşkanının seçileceği 14 Mayıs seçimleri için yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının ne zaman ve nerelerde oy vereceği belli oldu. Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) konuyla ilgili yaptığı açıklamaya göre, 14 Mayıs seçimleri için 29 Nisan – 7 Mayıs arasında Londra, Manchester ve Edinburgh’ta oy verilebilecek. Eğer cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalırsa 20 Mayıs – 24 Mayıs tarihlerinde oy kullanılabilecek. Hade bakalım!

O kadar yazdık çizdik toplum nüfusu Kuzey Londra’da yoğunlaşıyor, sandık da Kuzey’e kurulmalı diye. Ne yazık ki konsolosluk “dediğimiz dedik çaldığımız düdük” misali sandığı toplumdan çok uzak bir yere “1 Old Billingsgate Walk, London EC3R 6DX” adresindeki Old Billingsgate’e, ikinci tur durumunda da “22 Park Lane,London, W1K 1BE” adresindeki lüks hotel London Hilton on Park Lane’e kuracak. Geçen seçimlerde toplum üyeleri “Konsolosluk oyların yüzde 80’inin sol partilere gittiğini bildiği için bu yöntemle seçime katımlımı azaltmaya çalışıyor, ya da bu bir seçim hilesidir” diye tepki göstermiş, biz de eleştirileri aktarmıştık. Hatta seçim kararı verildiğinde köşe yazımla konsolosluğu uyarmış, “sandığı topluma yakın yere kurun lütfen” demiştik. Şimdi “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Seçmen iradesine saygı nerede” diye sorabiliriz. Sandığı Fizan’a da kursanız engelli, hasta, yaşlı, yalnız anne, çalışan ve çalışamayan işçiler gelip oylarını Fizan’da kullanacaklar. Hade bakalım!

Geçmişte konsolosluk “Sandık Kuzey’e de kurulsun” diyen parti temsilcilerine güvenliği ya da YSK’yi bahane etmişti. Allahaşkınıza Kuzey’de araba park yeri olan bin tane güvenli yer sayabilirim. Alexandra Park neden olmasın ki? Tottenham Hotspur futbol sahası ya da toplumun çok iyi bildiği düğün salonları ne güne duruyor? Old Billingsgate ya da Hilton on Park Lane’i seçerken kıssasınız neydi? Aracıyla Londra dışından gelen seçmenler nerede park yeri bulacak? Hade bakalım!

Bir başka nefes darlığı yaratan ve şaibeli karar da; Dışişleri Bakanlığı Dışişleri Seçim Koordinasyon Merkezi’nin YSK’ye 29 Mart’ta gönderdiği yazıyla 14 Mayıs seçimleri için oy kullanılacak bazı yurtdışı seçim merkezlerindeki sandık sayılarının artırırken, bazılarını da azaltması! AKP’nin oy deposu yerlerinden sayılan Almanya’daki Düsseldorf ve Nürnberg’de kurulacak sandık sayısı artarken, AKP’ye bütün dünyada en az oy çıkan Londra ve Edinburg’da sandık sayısının azaltılacak. Yazıda “Edinburg Başkonsolosluğu’nun ilk tur için tüm günler 2 olan sandık sayısının 1’e indirilmesine, bu sayının ikinci turda da aynen korunmasına, Londra Başkonsolosluğu’nun ilk tur için hafta içi 30 olan sandık sayısının 20’ye, hafta sonu 35 olan sandık sayısının 25’e indirilmesine” deniliyor. Hade bakalım!

Öte yandan YSK, “milletvekili adayı olan bakanların istifa etmesi gerekecek mi?” tartışmasınaya son noktayı koydu. YSK, milletvekili adayı olan bakanların istifa etmesine gerek olmadığına karar verdi. Yani İçişleri Bakanı hem sandık güvenliğinden sorumlu bakan olacak, hem de AKP’den milletvekili adayı. Hade bakalım!

Bir futbol maçını düşünün, 11 oyunculu bir takım karşısındaki 11 oyuncunun yanı sıra sahadaki 3 hakeme karşı da mücadele ediyor. Hade bakalım!

Çevrimiçi Güvenlik Yasası Yolda

Başbakan Rishi Sunak, teknoloji endüstrisinden gelen güvenlik ve mahremiyet endişelerine rağmen Çevrimiçi Güvenlik Yasası tasarısını savunuyor.

Lordlar Kamarası’nda tartışılmakta olan Çevrimiçi Güvenlik Yasası, sosyal medya platformlarına ve diğer teknoloji şirketlerine yasa dışı materyalleri nasıl değerlendirip sildikleri konusunda kontroller getirmeyi amaçlıyor. Arttırılacak kontroller ile insanların, özellikle çocukların zararlı içeriğe erişiminin engellenmesi planlanıyor. Tasarı yürürlüğe girdikten sonra teknoloji şirketleri – 18 yaşın altındakiler olarak tanımlanan – çocukların ciddi zarar verme riski taşıyan içerikleri görmesini engellemek zorunda kalacak.

Birçok sosyal medya platformunun minimum yaşı ve ebeveyn denetimleri olmasına karşın şirketler, kullanıcılarının yaşını nasıl kontrol edeceklerini açıklamak zorunda kalacak. Instagram gibi sosyal medya platformlarına yaş doğrulama teknolojisi kullanma zorunluluğu getirilecek. Eleştirmenler bu durumun Birleşik Krallık’ta uçtan uca şifrelemeyi kıracağına ve çevrimiçi hizmetlerin güvenliği açısından geniş kapsamlı sorunlara yol açacağına inanıyor. Hükümetin bu konuda teknoloji endüstrisinin sesini dinlediğini belirten Sunak “Herkes çevrimiçi ortamda gizliliğinin korunduğundan emin olmak istiyor, ancak insanlar aynı zamanda kolluk kuvvetlerinin kendilerini güvende tutabildiğini ve bunu yapabilmek için makul koşullara sahip olduğunu da bilmek istiyor ve biz de Çevrimiçi Güvenlik Yasası ile bunu yapmaya çalışıyoruz.” dedi.

Uçtan uca şifrelemeye müdahale güvenlik riski doğurabilir

Çevrimiçi Güvenlik Yasasını çevreleyen en son tartışma, yalnızca kullanıcıların özel mesajları okumasına izin veren bir güvenlik yöntemi olan uçtan uca şifrelemeyi baltalayıp baltalayamayacağı. Whatsapp dahil olmak üzere bir dizi mesajlaşma servisi patronu, zayıflayan şifrelemenin gizliliği baltaladığı ve kişisel mesajların rutin, genel ve ayrım gözetmeyen gözetimine kapı açtığı konusunda uyardı. Whatsapp patronu Will Cathcart, BBC News’e, şifreli mesajlaşmanın mahremiyetini zayıflatmaktansa platformunun Birleşik Krallık’ta engellenmeyi tercih edeceğini ifade etti. Öte yandan Index on Censorship’ten (Sansür Endeksi) Jessica Ní Mhainín, PoliticsHome’a: “Şifrelemeyi kırmak, özel mesajlaşmanın güvenliğini tehdit etmek anlamına gelir ve aslında hepimizi, daha sonra özel bilgilerimize erişebilecek olan kötü aktörlere maruz bırakır” şeklinde açıklamada bulundu. Toplu gözetleme yetkileri, gazetecilerin ve medya kuruluşlarının çalışmalarının hayati kısımlarını tehdit ettiğinden ve bunların birçoğu şimdiden tasarıdaki maddelerle ilgili endişelerini dile getirmişken NUJ, şifrelemenin zayıflamasının gizli iletişimlerde bulunan gazetecilerin ve kaynaklarının güvenliğini riske atabileceğine değindi.

Bakanlara göre tasarı başlangıçta çocukları çevrimiçi ortamda korumanın bir yolu olarak tasarlanmış olsa da, şimdi kapsamını çevrimiçi yanlış bilgilerle mücadele edecek şekilde genişlettiği yönünde.

Metaverse Zararlari

Parlamenterler, Çevrimiçi Güvenlik Yasası’nın şu anda “metaverse” olarak bilinen çevrimiçi sanal gerçeklik topluluklarının ortaya çıkardığı çocuk güvenliği tehditlerinden korunmak için yeterince ileri gitmeyebileceği konusunda uyarıldı. Çocukları çevrimiçi ortamda korumak için çalışan 5Rights vakfının başkanı Barones Kidron, parlamenterlerle metaversanın ortaya çıkan zararlarını tartıştı. Kidron, Lordlar Kamarası’ndaki bir toplantıda teknolojiyi test etmeye ve gençler için oluşturabileceği güvenlik risklerini düşünmeye davet etti. Ayrıca, sanal ‘buluşmanın’ veya ‘dokunmanın’ yasa tarafından fiziksel cinsel istismara benzer şekilde ele alınması çağrısında bulundu.

Teknoloji devleri Whatssapp, Signal ve Element firmalarının patronları mevcut haliyle tasarıya karşı çıkıyorlar ve gerekçelerini, “Tasarı uçtan uca şifrelemeyi kırarak, arkadaşların, aile üyelerinin, çalışanların, yöneticilerin, gazetecilerin, insan hakları savunucularının kişisel mesajlarının rutin, genel ve ayrım gözetmeksizin izlenmesine kapı açabilir”. olarak açıklıyorlar. Ayrıca, “İnsanların özel mesajlarının taranmasına yönelik önerilere karşıyız ve şifrelemeyi ve gizlilik hakkınızı savunmak için diğer uygulamaların yanında yer almaktan gurur duyuyoruz.” diyorlar. Yasadan etkilenecek platformların temsilcileri, bakanları tasarıyı “acilen yeniden düşünmeye” davet eden açık bir mektupta yazdılar. Mektupta, Çevrimiçi Güvenlik Yasasının herkesin gizliliğine ve güvenliğine yönelik oluşturduğu riskleri bir kez daha dile getirdiler. İçişleri Bakanlığı ise bu tip teknoloji firmalarının “platformlarında görülmemiş düzeyde çocuk cinsel istismarının” karanlıkta kalmamasını sağlamak için “ahlaki bir görev” yaptıkları kanaatindeler.

Uçtan uca şifreleme, tüm tehditlere karşı mümkün olan en güçlü savunmalardan birisi. Kamu kurumları ve yaşamsal alanlarda hizmet veren özel sektör en temel sorumluluklarını yürütmek için internet teknolojilerine her zamankinden daha fazla bağımlı. Teknolojiye bağımlılık ve ihtiyacın giderek arttığı bir dönemde uçtan uca şifrelemenin amacını geçersiz kılacak girişimler tüm kullanıcıların gizliliğini tehlikeye atabilir. Siber suçların önlenemez bir şekilde arttığı bir dönemde uçtan uca şifrelemenin siber saldırılara açık hale getirilmesi; arkadaşların, aile üyelerinin, çalışanların, yöneticilerin, gazetecilerin, insan hakları savunucularının ve hatta politikacıların kendilerinin kişisel mesajlarının rutin, genel ve ayrımsız gözetlenmesine kapı açabilir. Şifrelemeden kaynaklı riskler tahmin edilenden daha yüksek olabilir.

 

“Ya seçimi kaybeden Erdoğan rejimi gitmezse?”

Gazeteci yazar Faik Bulut ve gazeteci yazar Mustafa Yalçıner, Türkiye’deki seçimler konusunda temkinli konuşarak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve rejiminin seçimleri kaybetmesi durumunda iktidarı kolay bırakmak istemeyeceğini varsayımını da ciddiye almak gerektiğini belirttiler.

Kuzey Londra Toplum Merkezi’nde geçen cumartesi akşam yapılan “Türkiye’deki güncel gelişmeler ve seçimler” başlıklı paneli Evrensel Gazetesi İngiltere Temsilcisi Arif Bektaş yönetti. Panelde 68 kuşağının iki önemli ismi, Türkiye’de yapılacak 14 Mayıs seçimlerini değerlendirirken, gençlik başta olmak üzere halkın değişim istediğini belirterek genel havanın muhalefetten yana olduğu görüşünde birleştiler.

BULUT: ENDİŞEM ERDOĞAN’IN GİTMEK İSTEMEMESİ

Faik Bulut, AKP ve devlet içiçe olarak devletin olanaklarıyla seçime gireceğini belirterek, 14 Mayıs’a yaklaştıkça muhalefete karşı bazı provakasyonların artacağını ve bu konuda hazırlıklı olunması gerektiğini söyledi. Muhalefetin sandık güvenliği konusunda ciddi önlemler aldığını vurgulayan Bulut, “Bir hile olsa bile eskisi gibi facia olmayacaktır” dedi.

Bulut, AKP iktidarını Rusya ve İran’ın desteklediğini belirterek, ABD ve Batı’nın Erdoğan’ın ikili oynaması ve takiyye yapmasından dolayı güven duymasa da seçilmesi durumunda çok rahat işbirliği yapacaklarını öne sürdü. Uluslararası finans çevrelerinin raporlarından örnekler veren Bulut, “AKP uluslararası sermayenin de güvenini yitirmiş görünüyor” dedi. AKP’nin “böl ve yönet” seçim taktiği gereği “Pop kabadayı” Muharrem İnce’yi desteklediğini ve İYİ Parti içinde de görüştüğü siyasiler olduğunu kulis haberi olarak duyuran Bulut, HÜDA PAR işbirliğinin de AKP’deki kan kaybını artırdığını öne sürdü.

Bulut, en büyük endişesinin AKP’nin seçimi kaybetmemesi durumunda devir teslimi gönüllü yapmayacağı olduğunu belirterek, “Bu konuda güvenlik bürokrasisinde de tartışmalar ve bölünmeler olduğu konusunda duyumlar alıyoruz” diye konuştu.

Bir soru üzerine Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’ın Yeşil Sol Parti’den milletvekili adayı olmalarını içine sindiremediğini söyleyen Bulut, “Onların siyasi geçmişleri bir yana Emek ve Özgürlük İttifakı’nın iktidara karşı dinamik ve atak muhalefet imajına uymuyorlar” dedi.

YALÇINER: KADER SEÇİMİ

Mustafa Yalçıner de 14 Mayıs seçimlerinin Türkiye’de başta emekçi ve sosyalistler olmak üzere halk için bir kader seçimi olacağını belirterek, “Grevlerin yapılamadığı, konserlerin yasaklandığı tek adamlı baskı rejiminden soluk alınabilecek bir döneme geçilmeli. Türkiye’de soğanın kilosunun 30TL olduğu bu ekonomi sürdürülemez durumdadır. AKP’nin seçimleri kazanması Hitler, Mussolini ve Pinochet rejimleri gibi bir faşist diktatörlüğe kapı aralayacaktır” dedi.

Erdoğan’ın şapkasında çıkaracak tavşanı kalmadığını belirten Yalçıner, “Millet İttifakı; Cumhur hükümeti yürütme, yasama ve yargının tek adama bağlandığı sistemi ucube olarak niteleyerek güçlendirilmiş parlamenter sistemi savunuyor. Biz ise halkın egemenliğini istiyoruz. Halkın yaşamın her alanında söz sahibi olduğu bir sistem, parlamenter rejime sığamaz” diye konuştu.

Yalçıner, Bulut’un endişesine katılarak Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi durumunda özel güvenlik güçleri ve milislerine güvenerek gitmek istemezse bunun altından kalkamayacağını, bir bedel ödemek zorunda kalacağını söyledi. Böylesi bir duruma karşı Emek ve Özgürlük İttifakı’nın örgütlü ve Millet İttifakı’nı ileri iteleyici bir rolü olması gerektiğini dile getiren Yalçıner, Millet İttifakı’nın da seçim kampanyasında tek adamı eleştirirken kendilerinin “Ben Kemal geliyorum” gibi tek adam jargonunu kullanmalarını da eleştirdi.

Yalçıner, bu seçimlerin ikinci önemli yönünün, Millet İttifakı’nın kazanması durumunda Emek ve Özgürlük İttifakının ana muhalefet rolünü üstleneceğini belirterek, “Millet İttifakının büyük vaadlerini yerine getirmemesi ve AKP’den hesap sormaya yanaşmaması durumunda Emek ve Özgürlük İttifakına olan ihtiyaç büyüyecektir” dedi.

İki konuşmacı da Birleşik Krallık’taki seçmenin duyarlı davranarak 29 Nisan-7 Mayıs arasında ülkede kurulacak sandıklarda mutlaka oy kullanmalarını ve çevresindeki seçmenleri de oy vermeye teşvik etmelerini istedi.

Sağlık bakanı hemşirelerin grevini kırmak için mahkemeye başvurdu

İngiltere’de Royal College of Nursing (RCN) sendikasına üye hemşireler, 2022’nin Aralık ayında ve 2023 yılının Ocak, Şubat ve Mart aylarında 48 saat süreli grevlere çıkmıştı. Bu grevlerin ardından hükümetin revize edilmiş zam teklifini oylayan ve yüzde 54 oranıyla reddeden hemşireler bir kez daha greve çıktı. RCN’de örgütlü hemşirelerin grevi 30 Nisan saat 20:00’den, 1 Mayıs 2023 saat 24:00’e kadar sürdü.

RCN Genel Sekreteri Pat Cullen, Mart ayındaki grevin ardından Sağlık Bakanı Steve Barclay’e hitaben yazdığı mektupta, hükümetin revize edilmiş yeni önerisinin yeterli olmadığını belirtmiş ve “Önemli ölçüde iyileştirilmiş bir teklif gelene kadar, greve çıkmak zorundayız. Tarihi bir grev oylamasından sonra, üyelerimiz tarihi bir ücret artışı bekliyor.” demişti.

Sağlık Bakanı Barcley hemşirelerin Nisan-Mayıs 2023 grev duyurusu karşısında masaya yeni bir teklif koyarak uzlaşmak yerine planlanan grevi kırmak için sendika karşıtı “yasal” düzenlemelere başvurdu. Barcley, hemşirelerin grev oylamasının altı ay süreyle geçerli olduğunu, oylaması 2 Kasım 2022’de yapılan grev yetkilendirmesinin geçerliliğinin 1 Mayıs’ta sona ereceğini ve bu sebeple hemşirelerin ilk başta planladıkları şekilde grevi 2 Mayıs’ta da sürdürmesinin yasadışı olduğunu söyleyerek mahkemeye başvurdu.

RCN Genel Sekreteri Pat Cullen, hükümetin grevi engellemeye dönük bu tehdidine karşı mücadele edeceklerini belirtmiş ve şöyle demişti: “Zorbalarla başa çıkmanın tek yolu onlara karşı çıkmaktır, buna mahkeme de dahil.” Cullen ayrıca sendika üyesi hemşirelere gönderdiği bilgi notunda yargıdan olumsuz bir karar çıkması halinde grevi 2 Mayıs’tan önce sonlandıracaklarını duyurmuştu.

Pandemideki rolleri unutuldu

Başta hükümet olmak üzere, mahkemeler ve bazı devlet kurumları, pandemi döneminde her akşam alkışladıkları hemşirelerin zam almaması için mahkemeye kadar gidebiliyor. Hükümet hemşirelere savaş açmış durumda. Mahkeme de hükümetin dediğini yapmaktan geri durmuyor.

Yüksek Mahkeme Sağlık Bakanı adına yapılan başvuruyu 27 Nisan’da hükme bağladı ve RCN aleyhine kararını açıkladı. Bu sebeple hemşirelerin 2 Mayıs Salı günü saat 20:00’de sona ermesi planlanan grevi 1 Mayıs gece yarısı sona erecek.

Mahkemenin kararının ardından bir açıklama yapan Cullen, bunun sağlık emekçileri ile hükümet arasındaki anlaşmazlığın en karanlık günü olduğunu belirtti ve şöyle dedi: ” Hükümet, ücretlerinin iyileştirilmesi beklentisindeki hemşerilerini mahkemeye çıkarıyor. ”

RCN Genel Sekreteri ayrıca mahkemenin bu kararının, hemşirelerin önümüzdeki ay yeniden yapılacak olan grev oylamasında daha kararlı davranmasına yol açabileceğini vurguladı ve mahkeme kararı uyarınca grevin planlandığı şekilde Salı günü akşam değil, Pazartesi gece yarısı sona ereceğini duyurdu.

Hemşireler, 1 Mayıs günü St Thomas Hastanesi önünde bir araya gelerek bir de eylem yapacaklar. Buradan yürüyüşe geçecek sağlıkçılar, Trafalgar Meydanı’da yapılacak 1 Mayıs gösterisine katılacak.

 

15 Mayıs’tan itibaren GP’lerdeki randevu sistemi değişiyor

0

Milyonlarca kişiyi etkileyecek değişikliklerle sağlık hizmetlerine erişimde istikrar sağlanması hedefleniyor. 15 Mayıs’tan itibaren, GP kliniklerinin hastalara bir an önce randevu vermesi gerekeceği belirtiliyor.

The Sun tarafından yayınlanan habere göre, hemen randevu veremeyen doktorların, hastalara anında bir değerlendirme sunması ya da onları “uygun bir sağlık hizmetine” yönlendirmesi gerekecek. NHS England, randevu alma konusundaki değişikliklerin, hastaların erişim beklentilerine yönelik istikrar sağlayabilmesini umuyor. Bir GP randevusu verilmediği durumlarda, klinikler hastaları NHS 111’e yönlendirebilecek. GP klinikleri halihazırda hastaları konsültasyon için aynı gün eczanelere yönlendirebiliyor.

Sağlık uzmanları, yeni değişikliklerin daha fazla aile doktorunu meslekten uzaklaştıracağını ve tedavi için uzun süre bekleyen hasta sayısını arttıracağı konusunda uyarılarda bulunuyor.

2016 ve 2022 yılları arasında aile doktoru sayısının 3 bin azaldığı, bekleyen hasta sayısının da 58 milyondan 62 milyona yükseldiği ifade ediliyor. NHS verilerine göre, İngiltere’de her ay yaklaşık 5 milyon kişi, GP randevusu için iki haftadan fazla bekliyor. Hükümetİn beklentisi ise randevu beklenti süresini yaırya indirmek.

BBC tarafından yayınlanan bir haberde, ülkedeki aile doktorlarına kariyerlerinin her aşamasında destek sunan The Royal College of GPs kurumunun sağladığı verilere yer verildi. Kurum, hasta randevularının yüzde 85’inin iki hafta içinde, yarısının da aynı gün içinde gerçekleştiğini söylüyor. İki haftadan uzun sürenlerin de beklemenin uygun olduğu rutin randevular olabileceği belirtiliyor.