HaberlerDoğum günü

Doğum günü

Aslında tam olarak hangi gün doğduğumu bilmiyorum. Annem beni yılbaşından sonra, Nisan’dan önce, Ankara’nın karlı bir gününde, ’küçük Moskova’ diye anılan gecekondu mahallesi Tuzluçayır’da muhtemelen ‘şirin’ olan evimizde doğurduğunu söylüyor. Televizyonla birlikte hayatın da siyah-beyaz olduğu 70’li yıllarda zamanın dolmasını bekleyemeden sekiz aylıkken dünyaya gözlerimi açıyorum.
Yüce devletimizle daha henüz (belki de hiçbir zaman) hemhal olmadığımızdan mıdır nedir hastaneye gitmek bizimkilerin aklından geçmemiş. Hastaneye gidecek medeni cesaretin ve paranın olmadığı bir döneme denk geldiğim için de olabilir… Doğduğum güne dair rivayetlerin ortada dolaşmasının bir sebebi budur.

Bizimkiler 4-5 yıl sonra NATO yolu, Ege Mahallesi’nde kendi gecekondularını, adına yaraşır bir şekilde bir gecede yapıverip yerleşik düzene geçince biz de kayıt altına alındık sanırım. Annemle babam ilk ürünlerinden memnun kaldılar ki benden sonra seri üretime başlamışlar. İki erkek, iki kız daha dünyaya getirdiler.

Kardeşlerim annemin beni hep daha çok sevdiğini iddia etse de bu da doğum günlerimiz etrafında dolaşan rivayetlerin bir parçası aslında…

Yerleşik düzenle birlikte devletle münasebetimiz de ilerledi. Zekâsı ve pratikliğiyle devlet katında küçük bir memuriyet kazansa da babam hiçbir zaman ‘devlet babamızdır’ diye lüzumlu lüzumsuz konuşmadı. Hatta devleti sevmedi. Bize de devletten uzak durmamızı tembih etti. Mahallemizde sosyal güvencesi olmayan çocukların ve kadınların hastane işlemlerini bizim ve annemin evrakları ile yaptırarak devletle meselesini kendi yöntemiyle sürdürdü. Ankara’daki hastanelerin arşivlerine baksak biz ve annem bir dizi ameliyat geçirmiş çıkarız…

Doğum günü hadisesine dönersek…Benden sonra doğan iki erkek kardeşim de benimle aynı gün doğmuşlar nüfus kayıtlarına göre…Babam ikişer yaş ara ile hepimizin doğduğu günü 1 Şubat yazdırmış kimseye haksızlık olmasın diye…Hepimiz Ankara’da doğmuş olsak da doğum yerimiz Kayseri’nin Sarız ilçesi olarak geçer kayıtlarda. Bizimkiler Ankara’ya göçmeden önce Sarız’da  yerleşikmiş. Bu göçme halini eskiden beri üzerimizde taşırız yani… bunu başka bir yazımda anlatırım.

Çocukluğumda hiç doğum günü teferruatına girmedik. Kutlama uzaktı bize. Fukaralıktan mı yoksa ‘durup ince şeyler düşünecek vakitleri mi olmadı’ hiç bilmedim.  Sonraları okuyup yazmam ilerleyince bu kutlamaların orta sınıf kentli ailelere ait olduğunu anladım. Biz kentli değildik kentte doğmuş olsak da… Kentte tutunmaya çalışan, kamusal alanda var olma mücadelesi verenlerdendik. Sanırım kamusal alan henüz buna hazır değildi. Şairin dediği gibi ‘biz bu kentlere sığdık da bu kentler bize sığmadı usta’…

Doğum günü kutlaması televizyonda gördüğümüz bir kurmaca olarak çocukluk hafızalarımıza kaydedildi hepimizin. Sanırım ilk doğum günü hediyem üniversitenin birinci sınıfında, arkadaşlarım Gülnaz, Mesut, Hacer, Ebru’nun ortaklaşa aldıkları gömlekti. Gömlek o yıllarda moda olan oduncu gömleği idi. Oduncu gömleğivari gömleklere olan düşkünlüğüm o hediyeye dayanır…

Soyadım olan Yadırgı’nın kimliğime geçişi midir nedir, kendimi bildim bileli dünyayı pek bir yadırgadım doğrusu… Anayurt Oteli’ndeki Zebercet, Camus’un Yabancı’sı, Oğuz Atay’ın Turgut’u gibi olmasa da (çünkü onlar roman kahramanıydı benim sadece adım kahraman) bu dünyaya birine bakıp çıkacağım modunda gelmiş gibiyim. Tanpınar’ın ‘Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında’ sözleri ahvalime tercüman olur belki…
Ömrümün ikinci yarısından da büyük bir parça yediğim şu günlerde, şu kadim soru zihnimde dolaşıyor: ‘Bir insan ömrünü neye vermeli?’

Yaşadığımız hayata çok derin anlamlar atfetmemiz kendimizi ayrıcalıklı bir varlık olarak görmemizle doğru orantılı. Her şey olup biterken yaşananlara şahit olmaktan başka bir şey değil hayat… Yaşadığımız ya da yaşamayı tahayyül ettiğimiz dünyalar etrafımızda dönmüyor. Benim için o sorunun cevabı harcanıp giden ömrü neye harcadığımla ilgili…

Halac-ı Mansur, ‘Cehennem acı çektiğimiz yer değildir, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir’ demiş. Ben başkalarının acılarını duymakla harcamaktayım ömrümü gücüm yettiğince ki ‘Mazlumlar bana darılmasın’…

 

- Advertisment -spot_img
- Advertisment -spot_img
- Advertisment -spot_img

DİĞER HABERLER

KÖŞE YAZILAR

Trump’ın Başkanlığı bir Kabus mu?

Aydın Çubukçu

Ortadoğu’nun Çıkmazı

Aynı kategoridenOkuyun
Aynı kategoriden okuyun