Mahalleden arkadaşım Oscar heyecanlı ve tedirgin bir halde dükkândan içeri girdi bir gün. Liverpool Street’de bir pub’da klasik müzik hakkında bir sunuş yapacağını söyledi. ‘Ben seni matematik profesörü sanıyordum.’ dedim. Güldü, ‘Öyle de müzikle de hep ilgili oldum.’ dedi. ‘Herhangi bir enstrüman çalıyor musun?’ diye sordum. Altı yedi tane çalabildiğini söyledi. Hayretle baktığımı görünce, ‘Avrupa’da burjuva bir ailede büyürsen müzik aleti çalmayı öğrenirsin.’ diye açıklama yaptı. Sarayda büyüyüp de kulübede yaşayanlar gibi düşünebilen ender insanlardandır Oscar.
‘Sen herhangi bir enstrüman çalıyor musun?’ diye sordu. Bir ergen şakası yapıp ‘Islık çalabiliyorum’ diye konuyu kapatmayı düşünürken ağzımdan ‘flüt’ kelimesi çıkmış bulundu. İşte bu hikâyenin geri kalan kısmı ilk gençliğimin parçası flüt mezalimine dairdir…
Ortaokul ikinci sınıfta bizim okula gerçek bir müzik öğretmeni atandı. Anlayışlı, idealist bir öğretmendi Sevim Hanım. Ondan önce Fen Bilgisi hocası müzik dersine gelir, türkü söyleterek dersi geçirirdi. Arguvanlı olduğundan o yöre türkülerine daha iyi notlar verir, her Arguvan türküsüne kendinden geçerek eşlik ederdi Ali Haydar Hoca. Sevim Hanım ilk dersin sonunda ‘Gelecek derse herkes flüt getirecek’ dedi. Okulun tek branş öğretmeni olduğu için tüm okulun müzik derslerini ona vermişlerdi. Okulun öğrenci sayısı iki bin. İşaret fişeği o gün atıldı mahalleyi saracak flüt mezaliminin.
Mahallenin tek kırtasiye dükkânı okulun karşısında, emekli öğretmen Hasan Bey’e ait Dost Kırtasiye… Herkes kırtasiyeye flüt sorar oldu. Hasan Bey her gün flüt siparişi veriyor yine de yetiştiremiyordu. Veresiye de alabiliyorduk oradan, zaten hepimizin ailesini tanırdı. Mahallenin flütleri tedarik edilince hepimiz yolda sokakta flütle gezer olduk. O gün müzik dersimiz olsun olmasın elimizde flütle gidiyorduk okula. Hep birlikte üflüyorduk her fırsatta. Teneffüslerde flütsüz bir anımız olmuyordu. Mahallede boş arsaya flütlerimizle gidip toplu ayin yapar gibi flüt üflüyorduk.
Derste öğrendiğimiz neydi o kelime? Kakofoni… Biraz yeteneği olanlar o günün popüler parçalarını doğaçlama çalıyorlardı kafa göz yararak ama geri kalanlar sadece üflüyorduk.
Eylül fırtınasının mahalleyi sardığı dönemdi. Bizim flüt mezalimimiz insanları iyice çileden çıkarmıştı. Evde ailemiz, sokakta mahalleli, okulda diğer derslerin hocaları bizden yaka silker olmuştu. Mahalle muhtarına, okul idaresine her gün şikayetler gidiyordu. Okul müdürü en sonunda müzik dersi olmadığı günler okula flütle gelinmesini yasakladı da okul biraz sakinledi. Seksenli ‘Özallı’ yıllarda dar gelirli ailelerin, o zamanki moda terimle ‘orta direk’ çocuklarının sahip olabildiği enstrüman flüttü. Çünkü ucuzdu. Her dönemin zorunlu enstrümanı başkaymış demek. Yetmişli yıllarda -Yeşilçam filmlerini referans alırsak- mandolin olmalı. Yılmaz Güney’in Baba filminin aynı senaryosunu alıp seksenli yıllarda yeniden çeken İbrahim Tatlıses’in, ‘Babam bana mandolin alacak.’ repliğini ‘flüt alacak’ diye değiştirdiğini en azından ben biliyorum…
Flüt salgını bizim okulda sonraki yıllarda da devam etti. Yoksul da olsa başkent Ankara’da olan okulumuzda elektrik yoktu, kışın son iki dersi mum ışığında yapmak zorunda kalırdık, ama herkesin elinde flütü vardı. Daha ne olsun!
Sevim Öğretmen’den genel müzik bilgisini öğrendim. Bemoldü diyezdi tamam da flütte ’Bak postacı geliyor’dan ileriye gidemedim. Notaları hala aklımdadır ama… Müzik benim hayatımın da bir parçası oldu böylece. Bütün yeteneksizliğime rağmen ‘Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın’dan yetmişli yıllardaki aranjmanlara ‘Bir teselli ver’den Neşet türkülerine uzanan bir repertuar var ezberimde. Tek sorun söyleyemiyor oluşum…
Oscar gibi ders vermiyorum ama içinde flüt geçen hiçbir haberi kaçırmadım flüt üflediğim günlerden beri. On yıl kadar önce şöyle bir haberi okudum mesela: Almanya’nın Frankfurt havaalanında polis müzik grubu olarak vize alan Türkiyeli bir gruptan şüpheleniyor, ellerindeki müzik aletlerini çalmalarını istiyor. Sadece elinde flüt olan arkadaş enstrümanı üfleyebiliyor. Çalabildiği ise kim bilir hangi yoksul mahallenin ortaokulunda öğrendiği ‘Bak postacı geliyor’… Belki de aynı elektriksiz okula gitmişizdir… Kim bilir…