Türkiye’de iktidar üç maymunu oynarken yalnızca muhalefetin “Gençlik ve Spor Bayramı”nı kutladığı 19 Mayıs’ta İran mateme büründü.
Cumhurbaşkanı Reisi ve Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’la birlikte bir dizi İran yetkilisi daha İran-Azerbaycan sınırındaki bir baraj açılış töreninden Tahran’a dönerken bindikleri helikopter düştü ve araçtan kurtulan olmadı.
İran Ortadoğu’da güç olma iddiasına sahip ve İsrail’le ABD karşısında konumlanan bir ülke. Rusya ve Çin’in müttefiki. Bölgede birçok ülkede doğrudan asker bulunduruyor ve bu ülkelerdeki silahlı grupları destekliyor. Suudi Arabistan’la yeni barıştı. Ancak İsrail’le ilişkileri giderek daha çok geriliyor. En son bir ay kadar önce birbirlerini karşılıklı drone ve füzelerle vurmuşlardı. Nükleer programı nedeniyle ABD ve Avrupa’nın belli başlı ülkeleriyle, tabii ki İsrail’le de problem yaşıyor.
Böyle düşmanı bol ve etkili bir ülkenin üst düzey birçok yetkilisi birden düşen bir helikopterde ölünce komplo teorisinden geçilmez oldu.
Yanıtsız soruların bolluğu bu teorilerin revaç bulmasına neden oluyor.
Bunca yetkilinin birden tek bir helikoptere binmesi olağan dışı ve neden böyle bir yol tutulduğunun yanıtı yok! Hiç değilse cumhurbaşkanıyla dışişleri bakanı ayrı helikopterlere binebilirdi.
Üstelik bindikleri 40-50 yıllık eski bir Amerikan helikopteri. ABD yaptırımları nedeniyle yedek parça ihtiyacı bile karşılanamayan bu helikopterle yetkililerin neden uçtukları yanıtsız bir diğer soru. İran’ın envanterinde yeni ve kullanışlı helikopter yok değil. Bu ülke çok sayıda yeni Rus helikopterine de sahip. Neden bunlardan birinin kullanılmadığı sorusu ortada duruyor.
Başka bir gerçek, ölen iki kişinin önde gelen ve yükselmekte olan kariyerleriyle İran’ın politika belirlemede etkili isimleri olmaları. Cumhurbaşkanı Reisi, katılımı düşük bir seçimde düşük bir oyla seçildi, ama bu devlet yönetiminde etkisini azaltan bir faktör değildi.
Reisi, 1990-1995’te Tahran Başsavcısıydı. 2004’te başkan yardımcılığına getirildiği yargının 2019’da başına geldi. 2021’de cumhurbaşkanıydı. Yargının karar vericilerinden olmak, bu ülkede her yıl yüzlercesi infaz edilen idamların baş sorumlularından olmak demek ki, Reisi cumhurbaşkanlığı öncesi “Tahran kasabı” diye anılıyordu. Cumhurbaşkanlığında ise Mahsi Amini’nin ölümü üzerine patlak verip ayaklanmaya dönüşme eğilimi gösteren göstericilerin onlarcasının idamından birinci dereceden sorumluydu.
Reisi, aynı zamanda “Uzmanlar Meclisi” üyesiydi. Bu meclisin başlıca görevi, bugün Hamaney’in oturduğu bu ülkenin en üst makamı olan “dini lideri seçmek”. Ve Hamaney’le arası son derece iyi olan, onunla aynı muhafazakar ekibin üyesi Reisi, artık yaşlanan Hamaney’in yerini alacak ilk kişi durumundaydı. Dolayısıyla İran sadece cumhurbaşkanından değil, her dediği kanun olan müstakbel dini liderinden de oldu.
Hızla yükselen ve Reisiyle aynı ekipten olan Dışişleri Bakanı Abdullahiyan da küçümsenmez bir kariyere sahipti, uluslararası ilişkilerin düzenlemesinde söz sahibiydi.
Bu helikopter “kazası”nda, ABD ve İsrail’in parmağı olabileceği gibi, İran yönetimindeki rakip hiziplerin de dahli olabilir. Ya da “kaza” gerçekten kazadır, ama bu tür yorumların önüne geçme olanağı yoktur.
Şimdi İran, özellikle ABD ve İsrail’le silahlı sürtüşmelerinin ortasında yeni bir seçim sürecinde. 50 gün içinde yeni cumhurbaşkanını seçecek. Her seçim ise, adaylar ve aralarında yarış demek. Şimdilik Reisi’ye yardımcısı vekalet ediyor, ancak cumhurbaşkanı adayları şimdiden boy göstermeye başladı.
Önce reformcu kanat olarak tanımlananlardan olan Pezeşkiyan adaylığını açıkladı. Ardından Muhafazakarların önde gelenlerinden Celili aday olacağını duyurdu. Nükleer görüşmelerinde İran’ın baş müzakereciliğini yapmış olan Celili, önceden genel sekreterliğini yaptığı Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nde Hamaney’in temsilcisi. 2017 ve 2021 seçimlerinde adaylığı Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından reddedilen eski cumhurbaşkanlarından Ahmedinejad da aday olabileceğini açıkladı.
28 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçimine kadar İran’da yüksek devlet kademeleri yeniden şekillenecek. Reisi’nin ölümü öncesinde nasıl gerçekleşeceği büyük ölçüde belli olan yakın gelecekteki devlet yönetimine ilişkin bu yeniden şekillenme zorunluğu, helikopter “kazasının” gerçekten kaza olup olmadığı sorusunun yanıtını daha çok karmaşıklaştırıyor.