6 Mayıs, zaten hep 1 Mayıs’tan hemen sonra yaygın olarak halkın ve gençliğin gündemi oluyor ve Denizler, 1 Mayıs’ın coşkusuyla anılıyordu. Hemen ardından gelen 8 Mayıs ise, 1945’te dünyanın Hitler faşizmi belasından kurtulduğu gündü ve ayrıca kutlansa da genellikle 6 Mayıs’la birlikte mücadele azim ve kararlılığının pekiştirildiği bir gün oluyordu.
1 Mayıs, 6 Mayıs ve 8 Mayıs… Birlik, mücadele ve dayanışma günlerimiz.
Bu yıl 6 Mayıs, 1 ve 8 Mayıs’la birlikte bir başka önem kazandı. Yaklaşık bir hafta sonrasında Türkiye’nin kaderini ilgilendiren bir seçim var ülkede. Ortalama bir seçim değil. Sadece şu parti mi bu parti mi hükümeti kursun, bunun kararlaştırılacağı bir seçim olmayacak bu yılki seçim. Rejim ve diktatörlüğün biçimi kararlaştırılacak. Olağan bir burjuva diktatörlüğü olarak mı örgütlenecek devlet, yoksa yasakçı olmakla kalmayıp kan dökücü, açık terörcü niteliğiyle faşist bir diktatörlük biçiminde mi –seçimin sonucu bunu belirleyecek!
Faşist diktatörlük bu, oyun da değil, oyuncak da. Bize ne denecek şey değil! “Biz İngiltere’deyiz, bizi ilgilendirmez” denecek türden de değil. Hepimizin bir yakını var, kan kusturacaklar. Tatile bile zor gidilecek!
O nedenle, 1 Mayıs ve 6 ve 8 Mayıslardan güç alarak yüklenmek şart bu seçime.
Evet, Denizler parlamentarist değillerdi. Üye oldukları, milletvekili sayısı hesabı yapan, vekillerini artıra artıra iktidara geleceği hayali içindeki TİP’ten parlamentarist bir parti olduğu için kopmuşlardı. Ancak bu, “faşizm mi, bize ne, gelirse gelsin” diye düşündükleri anlamına gelmiyor.
Tabii ki vekillik önemli, tabii ki parlamentonun bir kürsü olarak kullanılmasının önemi yadsınamaz. Ama bir vekil eksik, iki fazla olunca dünya yıkılacak değil! Bu seçimin önemi de, zaten “ille de vekillik” ya da vekil sayısında değil, ama faşist bir diktatörlüğün kurulmasının yolunun kesilmesi ve faşizm püskürtülerek halkın bir nefes alması ve yeni mücadele günlerine hazırlanma olanağı bulmasında. Hele 8 Mayıs Dünya Faşizme Karşı Zafer Günü’nden alınacak güçle 14 Mayıs’ı faşizmin inine tıkılacağı bir güne dönüştürmek şart.
Dedik, Denizler parlamentarist değildi, biz de değiliz. Sadece oyla, seçim sandığıyla faşizmin inine tıkılamayacağı tartışma götürmez. Zaten bu nedenle, sandık da sandık deyip durmakla, sandıktan da zaferle çıkılamaz. Onun için milletvekili saymakla yetinilemez. İş sayıya kalırsa, bir eksik, bir fazla fark etmeyecektir. Bir halk hareketi olmazsa olmaz, başka türlü sandıklar da korunamaz.
İşte tutuklamalara girişti AKP. İl binaları da kurşunlanıyor. Ürkmek, gerilemek, alanı AKP ve ortaklarına terk ederek sandığı işaret etmekle yetinmek, kaybetmekle eş anlamlıdır.
Diyarbakır merkezli başlayan HDP operasyonu, aslında doğrudan sandıkların korunmasına yönelik. Ve Millet İttifakı’ndan tek ses çıkmadı. Sanki tutuklamalar Sudan’da Hartum’da. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın oyuna talip olmayı biliyorlar ama, “bu operasyon da nereden çıktı?” diye sormuyorlar! Artık milliyetçi suçlamadan kaçınmak ya da çekinmek, hangisiyse, ama bu sessizlikle başkanlığı çantada keklik sayanlar yanılır.
Bir söz de kendini “nimetten sayan” DSP’li başkana: Biçareliğin bu kadarı olmaz! AKP’ye sığınmış gerekçe arıyor: “AKP anti-emperyalist”miş! AKP’li bakanlar da tekrar ediyor. Yok, “anti-kapitalist”! Sermaye egemenliğine karşı AKP! “Deniz de AKP’yi destekler”miş! Can bedeli emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı mücadele eden Denizlere bu yakıştırmaya hayasızlık, haysiyetsizlik denir!