Göçmenliğin en zor tarafı nedir diye sorsalar hiç tereddütsüz ‘En yakınlarının düğününde cenazesinde bulunamamak’ derim. Göçünce ayrıldığın yere bir daha ne zaman ve nasıl döneceğini bilmek zordur. Sadece bıraktığın yerde değil gittiğin yerde de koşulların nasıl olacağını istesen de kestiremezsin kolayca. Yazgını hep başkalarının ıstakalarının insafına bırakmak durumunda kalırsın çoğu zaman*.
Aklının ve duygularının filtresinde süzdüğün anıları gittiğin yere yanında götürürsün belki ama bazılarını da bıraktığın yere serpiştirirsin ki dönüp gelirsen kendini yaban hissetmeyesin. Bazı anılar da o kadar geride kalanlara aittir ki istesen de yanında götüremezsin… Annemle babamın kardeşimin düğününe gitmek için vize alamayışları, arkasından yaşadığımız düğün videosu heyecanı da o anılardan biridir benim için.
Annemle babam, yıllarca, benden çok önce İngiltere’ye göçen kardeşlerini, diğer çocuklarını görmeye gidemediler. İngiltere vize ofislerine yürekleri ellerinde yaptıkları pek çok başvuru çocukları ve akrabaları orada ilticacı olduğu gerekçesiyle ret aldı. Vize memurları ailesinde ilticacı olanların başvurularına potansiyel ilticacı muamelesi yapıp geri çevirir.
Bizimkiler yılmadan defalarca başvuru yapıp ret aldılar ama en çok benden önce İngiltere’ye göçen kardeşim Bahattin’in düğününe gitmek için başvuru yapıp vize alamayınca üzüldüler. Babam ‘Ben emekliliği yaklaşmış bir devlet memuruyum. Niye geri gelmeyeyim?’ diye üstelese de başvurusu kabul edilmedi.
Büyük bir hayal kırıklığıyla eve döndüklerinde havayı yumuşatmak için yolculuğun nasıl olduğunu sordum ama yanıt alamadım. Her gittiği yerden bir ilginç hikayeyle dönen babamın ağzını bıçak açmıyordu. Giden yeni ülkeye zamanla bir şekilde alışıyor da geride kalanlar gidenlerin yokluğuna, birlikte yaşamın kaçırılmış anlarına hiçbir zaman alışamıyor. Anne babalar için çocuklarının yokluğuna katlanmaya dönüşüyor durum bir süre sonra. Kalabalık bir avluda büyüttüğü beş çocuğunu gurbete gönderip babamla baş başa kalan annem ‘Her şeye biraz alıştım ama bir türlü az yemek pişirmeye alışamadım’ dedi bu yaz onları görmeye gittiğimizde.
Bizimkiler vize alamayıp düğüne gidemeyince kardeşim düğünü bir video kaseti yapıp bize gönderdi. Kaset elimize düğünden yaklaşık altı ay sonra ulaştı. Bizimkilerde hüzünle harmanlanmış bir heyecan hasıl oldu. Kaset geldi de nasıl izlenecek? Mahallede video bulmak meşakkatli bir iş. Kaset VHS’mi Beta’mı? Önce onu bileceksin, ona göre video arayacaksın. Makinayı buldun, bir de onu çalıştıracak eleman bulman gerek. Bu durumlarda orta ikide matematik ağır geldiği için tahsil hayatı kısa sürmüş, bir tamircide meslek edinmiş cevval delikanlılara ulaşılması adettendi mahallede.
Bunun da bir ritüeli var tabii… O arkadaşın evine hatırını kıramayacağı birini göndereceksin ki bu genellikle yaşını başını almış neneler olur. ‘İşten sonra bize gelsin’ diye annesine haber bırakacaksın, hatta akşama doğru bir daha annesini tembih edeceksin ki toraman geç kalmasın.
Bizim uzman da elinde kontrol kalemi -ne işe yarayacaksa- uçak mühendisi özgüveniyle akşam eve geldi. Bizimkiler, çocukları ve akrabaları göreceğiz diye sabahtan hüzne başlamışlardı. Annemle nenem bize videoyu izletecek genç için kek yapıp gidemedikleri düğüne ve kaderlerine ağlamışlardı gün boyu…
Video uzmanı toraman bizimkilerin gözlerindeki heyecanı görünce bize yaptığı iyiliğin büyüklüğünü keşfedip o anı uzatmaya karar verdi. ‘Ya, bu Kahraman Abi üniversitede okumuyor muydu? Bu işi nasıl kendisi yapamıyor ki?’ diye odada kendisini onaylayan bakışlar eşliğinde ilk taşı attı. Büyüklük bende kalsın dedim (içimden), hiç ses etmedim. Kekin büyük bir parçası ona verildi kaçak çay eşliğinde. Bizimkiler sabırsızlıkla kekin bitmesini bekliyor, o da bunu biliyor, saltanatının keyfini çıkarıyordu.
Bir zaman sonra nazlanarak kontrol kalemini kulağının arkasına yerleştirdi, videoyu bir iki denemeden sonra çalıştırdı ve kumandayı eline aldı. ‘Gereken yerde müdahaleyi yapacağım’ dedi, içimizi rahatlattı! Bizimkilerde hüzünlü heyecan tavan yapmış, ağlaya ağlaya videoyu izliyorlar. Bahattin ve Semra arabadan inmiş salona doğru geliyorlar, iç çekmeler daha çok duyulmaya başlıyor. Ben çayları tazeliyorum.
İlk dans müziği duyulur duyulmaz benim patlayan kahkaham bizimkilerin hıçkırıklarına karıştı. Orkestra, gelinle damada ilk dansları için ‘Bilmiyorum seninle sonumuz ne olacak’ şarkısını çalıp daha ilk dakikada yarım kalabilecek bir aşktan söz etmez mi? Gülmez de ne yaparsın? Müziği duymayıp ellerinde mendil, videodaki çocuklarını seyreden bizimkiler uzun süren münasebetsiz gülüşüme bir anlam veremediler.
‘Hayat siz güldüğünüzde korkunçluğundan bir şey kaybetmediği gibi ağladığınızda da gülünçlüğünden bir şey kaybetmez’ demiş Bernard Shaw. Bizimkiler o ilk heyecanlı izleyişten sonra videoyu tekrar tekrar izleyip ağlamaya, çocuklarını özlemeye devam ettiler. Benim gülüşüm de nedeni de onların ne hüzünlerine ne de heyecanlarına fazla dokunmadı. Yıllar sonra, çocuklarını rahatça görebildikleri bu zamanlarda bile kaçırılmış anların acısı içlerinden çıkmadı.
* Murathan Mungan, şiiri-dizesi
Annemle babam en sonunda vize alıp Londra’ya bizi görmeye geldiler! Hem de çok defalar…