Percy Bysshe Shelley 18. Yüzyıl İngiliz edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Yalnız İngiliz edebiyatının değil, dünya çapında romantik akımın en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilir. Shelley, aynı zamanda lirik ve felsefi şiirleriyle İngilizce dilinin gelişmesine katkıda bulunmuş bir şair olarak tanınır.
Bu çok önemli özelliklerinin yanı sıra, Shelley, siyasi ve sosyal görüşleri bakımından son derece radikal bir devrimciydi. Çağdaşı olan Lord Byron’un da aralarında bulunduğu şair ve yazarlardan oluşan bir çevrenin en etkin üyesiydi. Dönemin koşulları bakımından tam bir devrimcilik olarak görebileceğimiz, özgürlükçü, din dışı, cumhuriyetçi görüşleri savunan bu aydınlar grubunun içinde, John Keats, Leigh Hunt, Thomas Love Peacock ve şairimizin ikinci eşi olan –ki bu çok önemli devrimci kadını gelecek sayımızda tanıtacağız– Mary Shelley vardı.
Shelley’in ilerici, radikal içeriği çok açık olan şiirleri ve yazıları, hayatı boyunca çoğu yayıncı ve dergi tarafından, küfürlü ve kışkırtıcı oldukları gerekçesiyle yayınlanmadı. Bu yüzden Shelley’in İngiltere’de, sadece “yer altı okurları” vardı. Ancak şiirsel başarıları İngiltere dışında geniş çapta tanınıyordu ve politik ve sosyal düşüncesi İngiltere’de Çartist hareketi olduğu gibi, Avrupa’da da ütopik sosyalistleri ve anarşistleri de etkilemeyi başarmıştı.
Shelley’in ekonomi ve ahlak teorileri, örneğin, Karl Marx’ın da çok dikkatini çekiyordu. Ondan etkilenen yalnızca Marx değildi: Rusya’da Tolstoy, sonraki çağlarda Mahatma Gandhi ve Amerikalı siyah önder Martin Luther King onu seven ve söylevlerinde şiirlerini kullanan önderlerdi. Amerikan sivil haklar hareketi Shelley’in şiirlerinden sloganlar üretmeye bugün de devam ediyor.
Shelley, yalnız şiirleriyle değil, düzyazılarıyla da dünya edebiyatında önemli bir etki bıraktı. Victoria öncesi Raphaelite gibi şairlerin Robert Browning ve Dante Gabriel Rossetti, Oscar Wilde , Thomas Hardy , George Bernard Shaw , Bertrand Russell , W. B. Yeats , Upton Sinclair ve Isadora Duncan onun hayranları arasında yer alıyor. Yalnız aydınlar arasında değil, işçi sınıfı içinde de en çok okunan şairlerden olduğunu Engels’ten öğreniyoruz: “Shelley, dahi ve peygamber Shelley, ve, alev alev duyusallığı ve topluma karşı acı hicviyle Byron, okurlarının çoğunu proletarya arasında buluyorlar.”
Aynı zamanda romancı da olan Shelley, 1811’de yazdığı “Ateizmin Gerekliliği” adlı broşürü yüzünden “Mad Shelley” olarak adlandırıldı ve Oxford’dan kovuldu. Borç batağında, yoksulluk içinde yaşamaya mahkûm edildi. Bireysel özgürlüğe ve insanlığın mükemmelliğine inanıyordu ve kısa yaşamı boyunca uzlaşmaz bir devrimci olarak kaldı. Radikal sosyal değişimi destekleyen, devrimci içgüdülerini ve cumhuriyetçiliğini, özgür sevgiye, vejetaryenliğe ve ateizme olan inancını yansıtan ‘Queen Mab’ Shelley’nin ilk büyük şiiriydi. Yapıtlarının çoğu, yönetici sınıfın küstahlığına, yozlaşmasına ve kayıtsızlığına, halka tepeden bakan anlayışlarına duyduğu öfkeyi ifade eder.
Bir süre Londra’da ağır sefalet koşulları içinde çocukları ve eşiyle yaşadıktan sonra alacaklılarından kurtulmak için İtalya’ya kaçtı. Durumu yine çok kötüydü. Oğlu William Roma’da öldü; eşi sinir krizleri içinde ayrı bir kabus gibi yanındaydı. Yine de 1819 yazından sonraki yıl, en iyi eserlerinden bazılarını üretti. 1821’de Son derece talihsiz bir biçimde, Pisa’daki Lord Byron ve Leigh Hunt’ı ziyaretinden gemiyle dönerken patlayan bir fırtınada, boğularak öldü. 29 yaşındaydı.
Eleanor Marx Aveling’in aktardığına göre, Marx onu diğer önemli radikal romantik şair olan Lord Byron’la kıyaslarken şöyle demiş: “Byron ile Shelley arasındaki gerçek ayrım şudur: Onları anlayan ve sevenler, Byron’un otuz altı yaşındayken ölmesini iyi talihine yorarlar, çünkü daha çok yaşasa gerici bir burjuva olurdu. Öte yandan, Shelley’in yirmi dokuz yaşında ölmesine üzülürler, çünkü sapına kadar devrimciydi ve her zaman Sosyalizme öncü olacaktı.”