Ana Sayfa Blog Sayfa 11

İşçi Partisi’nin bütçesinde arttırılan vergilerin bedelini işçiler ödeyecek

İşçi Partisi’nin ilk dört aylık icraatları ile uyumlu olan bütçe için, İşçi Partisi’ne oy veren ve umut bağlayan milyonlarca işçi ve emekçinin beklentileri, haftalar öncesinde Muhafazakârlardan devralınan 22 milyar sterlinlik kara delik propagandası ile olabildiğince aşağıya çekilmeye çalışıldı. Reeves’in açıkladığı bütçe içinde en çok dikkati çeken ve tartışma yaratan kalem 40 milyar sterlinlik vergi artışı oldu. Yeni getirilen vergiler ile vergilerin, GSYİH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) içindeki payı yüzde 38.2 gibi bir rekor seviyeye ulaşmış oldu. Sonbahar bütçesi içindeki en büyük vergi artışı, işverenlerin çalışanları için ödedikleri Ulusal Sigorta Katkı Payı (NIC- National İnsurance Contribution)’na yapıldı. Önümüzdeki Nisan’dan itibaren işverenlerin çalışanları için ödedikleri katkı payı yüzde 1.2 oranında artırılarak yüzde 15’e çıkartılmış oldu. Ulusal Sigorta Katkı Payı’nda yapılan bu artışlardan elde edilecek ek vergilerin önümüzdeki mali yılda 23.8 milyar sterlin ve bir sonraki yılda da 25.7 milyar olacağı hesap ediliyor. HM Revenue and Custosm ( Gelir ve Gümrük İdaresi)’a göre bütçe içerisindeki bu en büyük artış 940 bin işletme tarafından ödenecek.

İşçilere kesilen gizli vergi

İşçi Partisi’nin Maliye Bakanı Rachel Reeves aracılığı ile işverenlere kestiği vergilerin, işverenler tarafından işçilere fatura edileceği daha bütçenin açıklandığı gün Bütçe Sorumluluk Ofisi (Office for Budget Responsibility – OBR)’nin hazırladığı mali ve ekonomik tahminler raporu ile yalanlandı. OBR hazırladığı raporda ‘‘işletmelerin yüksek vergi maliyetlerinin tamamını olmasa da çoğunu çalışanlara yansıtacağını varsayıyoruz“ diyor. Vergi artışının bedelinin işçilerin sırtına kesileceği resmi bir raporda herhalde ancak bu kadar açık bir şekilde ortaya konabilirdi. OBR’ın yaptığı hesaplamalara göre işçi ve emekçiler ilk yıl Ulusal Sigorta Katkı Payı artış maliyetinin yüzde 60’ını bir sonraki yıldan itibaren ise yüzde 76’sını ödemek zorunda bırakılacak. İşverenler artan vergilerin maliyetlerini işçi ücretlerine yapacakları ücret artışlarına yansıtarak ödedikleri ek vergileri işçilerden çıkartacak. OBR’ın yaptığı hesaplamalara göre arttırılan vergilerin 19.5 milyar sterlini işverenler tarafından çalışanlara ödettirilecek. Reeves tarafından teoride işverenlere kesilen fakat pratikte işçilere ödetilecek olan bu ek vergiler, emek örgütleri ve temsilcileri tarafından haklı olarak işçi sınıfına kesilmiş gizli vergi olarak tanımlanıyor. Muhafazakar Parti’nin son Maliye Bakanı Jeremy Hunt’da aynı hileye gelir vergisi eşiğini dondurarak yapmıştı. Bu bütçe, Starmer ve Reeves’in hem İngiltere İşçi sınıfına hem de burjuvazisini dengede tutmaya çalıştığının izlerini taşıyor. İşçi Partisi bir yandan kendisine oy veren seçmenlerinin değişim umudunu diri tutmaya çalışırken bir yandan da İngiliz sermayesine yaranmaya çalışıyor.

İlk icraatlarından biri emeklilerin kışlık yakacak yardımını kesmek olan İşçi Partisi, sendikaların ve kamuoyunun tüm baskılarına rağmen çocuk yardımını iki çocukla sınırlandıran yasanın iptal edilmesi için İskoçya Ulusal Partisi tarafından verilen önergeye karşı çıktı ve önergeyi destekleyen yedi milletvekilinin üyeliğini altı aylığına askıya aldı. İşçi Partisi son konferansında Unite Sendikası tarafından, emeklilerin kışlık yakacak yardımının yeniden başlatılması için verilen önerge delegeler tarafından kabul etmesine karşın Starmer ve kabinesini harekete geçirmeye yetmedi.

Aynı İşçi Partisi, Muhafazakârların sosyal yardımlarda üç milyar sterlin tasarruf içeren kesinti planını da olduğu gibi hayata geçirmeye hazırlanıyor. Muhafazakâr Parti tarafından geçen yıl hazırlanan sonbahar bütçesi içinde yer alan, sağlık sorunlarından dolayı çalışamadığı için hastalık yardımı alanların çalışma kapasitelerinin yeniden değerlendirilmeye alınması planı İşçi Partisi tarafından hayata geçirilecek. Yaklaşık 500 bin kişinin yardımlarının kesilmesini içeren plan İşçi Partisi tarafından olduğu gibi sahiplenildi.

Kemer sıkma ve özelleştirme politikalarının yıkıcı etkileri devam ediyor

Muhafazakâr Parti’nin 14 yıl boyunca kesintisiz olarak uyguladığı kemer sıkma politikaları başta sağlık olmak üzere, bakım, konut, eğitim, geçim ve kamu servislerini işlemez hale getirmiş durumda. Seçmenlerinin İşçi Partisi’nden beklentisi Muhafazakarların kemer sıkma politikalarını olduğu gibi devam ettirmek değil, biraz da sermayenin kemer sıkmasını sağlamak. The Progressive Economy Forum (İlerici Ekonomi Forumu) adlı düşünce kuruluşu, kemer sıkma politikalarının uygulanmamış olması halinde 2019 yılına kadar kamu hizmetleri için 540 milyar sterlin daha fazla harcama yapılmış olacağını tahmin etmektedir. Kemer sıkma uygulamalarından belediyeler de büyük zarar gördü. Yapılan hesaplamalara göre 2010 yılından bu yana belediyelere sağlanan fonlarda yılda 15 milyar Sterlinlik kesinti yapılmış. Tahminler bu kesintilerin biriktirmiş olduğu mali zorluklar yüzünden tüm belediyelerin yarısının önümüzdeki beş yıl içinde etkin bir ‘iflas’ ile karşı karşıya kalacakları yönünde.

Yoksulluğu bitirme iddiasında olan İşçi Partisi bu bütçede de görüldüğü gibi toplumun en zenginlerine ve halkın temel ihtiyaçları üzerinden para kazanan şirketlere dokunamıyor. İngiltere’nin en sömürücülerini ve vurguncularını kimler olduğunu ortaya koyan Sunday Times’ın 2024 Zenginler Listesine göre, İngiltere’nin en zengin 350 birey ve ailesinin toplam serveti bir trilyonun dörtte üçünden fazla. Kemer sıkma politikalarına son vermek için bu listeye girenlerden % 1 ek servet vergisi almak yeterli. Suyun özelleştirildiği 1989 yılından buyana kamu bütçesinden 60 milyar sterlin harcama yapan su şirketleri hissedarlarına 72 milyar sterlin dağıtmalarına karşılık bir peni bile borç ödemiş değil. Bu şirketler üstelik atık suları arıtmadan nehirlere karıştırarak tüm suları da kirletmekte. Benzeri çarpıklıklar ve devasa haksız kazançlar özelleştirilen; sağlık, eğitim, konut, ulaşım, iletişim ve enerji başta olmak üzere halkın tüm temel ihtiyaç alanlarında mevcut.

Kemer sıkma politikalarını ortadan kaldırmak için atılması gereken bir diğer adım herhalde başta su olmak üzere tüm yukarıda sayılan alanları yeniden kamulaştırmak, şirketlerin birikmiş borçlarını hissedarlarından tahsil etmek olacak.

Britanya’nın ilk kadın maliye bakanı tarafından açıklanan bu bütçeden de anlaşılacağı gibi, İşçi Partisi’nin ne özelleştirmeyi sona erdirmeye ne de sermayeden vergi almaya niyeti var. O nedenle yapılması gereken, İşçi Partisi’ne bel bağlamak değil son iki yıldan beri yüzbinlerce işçinin ve kamu çalışanın açtığı hak alma mücadelesi yolundan ilerlemek olacaktır. RMT üyeleri ancak yaptıkları grevler ve kararlı mücadeleleri ile İşçi Partili belediye başkanı Sadık Khan’dan 30 milyon sterlini bulan haklarını alabildiler. Yine İskoçya Sendikalar Birliğinin hesaplamalarına göre İskoçya’da işçiler iki yıl boyunca yaptıkları grevlerle 4.4 milyar sterlin ek kazanç elde ettiler. Keza Unite sendikası üyeleri de 2021’in Ağustos’u ile 2023’ün Ağustos’u arasında yaptıkları grevlerle gelirlerinde 400 milyon sterlinlik bir artış sağladılar.

 

Eskiden sanat eserleri korurdum, şimdi iklim eylemi yaptığım için hapisteyim

Margaret REID
The Guardian

Bu benim hayalimdeki işti. Ancak fosil yakıt şirketleri tarafından yok edilen bir gelecek için başyapıtları korumanın ne anlamı var?

Eskiden sanat dünyasının bir parçasıydım ama artık midem kaldırmıyor. Şimdi hapisteyim ve bu vicdanıma daha çok uyuyor. 1980’lerde sanat benim hayatımdı. Daha 16 yaşındayken resme aşık olmuştum ve hayatımı müzelerde çalışarak geçirmekten daha iyi bir şey düşünemiyordum.

Neredeyse 40 yıl öncesine baktığımda, Paris’te yıldızlara vurulmuş genç halimi görüyorum. Théodore Géricault’nun Medusa’nın Salı tablosuna hayranlıkla bakıyor ve sanat dünyasında nasıl bir skandal yarattığının hikayesini açgözlülükle yalayıp yutuyorum. Neredeyse çerçeveden düşecek olan o mide bulandırıcı yeşil kadavra beni hayranlıktan ağlatmıştı. Elbette eleştirmenleri şok etti. Dehşet verici gerçeklerden nefret ediyorlardı: Hükümetin yolsuzluğuna ve beceriksizliğine doğrudan bir meydan okuma olan bir deri bir kemik kalmış ceset.

Bu, skandal yaratan, güncel ve tartışmalı bir konuya odaklanan bir tarih resmiydi. Hükümetin adam kayırmacılığını ve beceriksiz bir kaptanı, daha sonra batan bir donanma firkateyninin başına getiren yolsuzluğu ifşa ediyordu. Yetersiz cankurtaran botları vardı ve o ve subay arkadaşları kendilerini kurtararak alt sınıftan mürettebatı cinayet, yamyamlık ve açlıktan ölüme terk ettiler.

Géricault bu korkunç dehşeti kibar toplumun gözleri önüne serdi. Siyasi yozlaşma ve benmerkezci bireycilikten kaynaklanan aşırı bireysel acıyı çarpıcı bir şekilde sergilemiştir. Sanatın dehşeti ve açgözlülüğü açığa çıkaran bir mekanizma olabileceğini, sosyal çorbayı karıştırabileceğini, şok edebileceğini, sarsabileceğini, dürtebileceğini, dehşete düşürebileceğini, sorgulayabileceğini ve değişimi kışkırtabileceğini fark etmek beni şaşkına çevirdi. Resmin değerinin ancak Géricault’nun ölümünden sonra anlaşıldığını öğrenmek sizi şaşırtmayacaktır.

Ancak, genç benliğim bunun gibi başyapıtlar arasında bir gelecek inşa etmeye çalışırken, görünmeden ortaya çıkan başka bir acımasız ve sinsi yolsuzluk hikayesinin farkında bile değildim. Fosil yakıt şirketleri, herkesin zararına kendilerine tarifsiz kârlar getiren ölümcül faaliyetlerinin sonuçlarını örtbas ediyorlardı. Fosil yakıtların dizginlenemeyen tüketiminin doğal dünyada kitlesel ölümlere ve yıkıma yol açacağını biliyorlardı, ancak çoğumuz cahilce bir mutluluk içinde yaşamaya devam ederken onlar her şeye rağmen yollarına devam ettiler.

Müzelerde ve tarihi evlerde 25 yılı aşkın bir süre küratör, koleksiyon yöneticisi, kayıt memuru ve konservasyon temizleyicisi olarak çalışarak, yeri doldurulamaz değerli şeylerin bakımını yapmak benim işimdi. Bazen bir sergide göz kamaştırıcı bir Van Dyck’a eşlik ediyordum. Belki de isimsiz bir işçi kadının hikayesini anlatan kirli, kırık bir ayakkabıyı özenle paketliyordum. Sızıntıları önlemek için olukları ve kanalizasyonları temizledim, yangın veya sel durumunda tarihi nesneleri tahliye etmek veya korumak için personeli eğittim, sıcaklık ve bağıl nem ölçümlerini inceledim, güneş ışığının en ufak bir tahribatını önlemek için panjurları ayarladım, en son suç önleme araçları konusunda güvenlik uzmanlarına danıştım. Meslektaşlarım ve ben her zaman doğal bozulma sürecini yönetmeyi ve bu nesnelerin gelecek nesiller için korunabilmesi amacıyla yavaşlatmak için elimizden gelen her şeyi yapmayı hedefledik.

Ne düşünüyorduk ki? Tıpkı Géricualt’ın bir deri bir kemik kalmış, gemi enkazına dönmüş cesedi gibi, şu anda üzerlerinde acı yazılı cesetler yığılırken, ne büyük bir zaman kaybı.

Ben bu eserleri bozulmaya karşı sevgiyle korurken, fosil yakıt yöneticileri tüm doğal dünyanın yok edilme sürecini şiddetle hızlandırıyorlardı. Politikacılar, finansörler ve endüstri liderleriyle iş birliği içinde, benim bu eserleri koruduğum geleceği yok etmekle meşguldüler.

Gerçek alevler şu anda güvenlik kapılarınızı yalıyor ve kirli sular yükseliyor. Acayip, mevsimsiz hava koşulları iklimin çöküşü gerçeğini gözlerimizin önüne sererken sergi açılışlarında sohbet eder gibi mi poz veriyoruz? Oluklarımız sağanak yağışlarla boğulurken, koleksiyonlarımız yırtıcı yeni haşere türleri tarafından tahrip edilirken? Dünyanın yarısındaki iklim koşulları, başyapıtları uluslararası sergilere ödünç vermek bir yana, yaşamayı bile çok tehlikeli hale getirdiğinde? Ani seller tüm kütüphaneleri silip süpürürken ve orman yangınları tarihi kentleri yerle bir ederken?

Sanat dünyası, nasıl olur da süfrajetlerin yüzüncü yılını kutlayan sergiler düzenler, sonra da domates çorbası için safları sıklaştırırsınız? Ahlakınız nerede? İleriye dönük gerçek planlamanız nerede? Nerede sizin gerçekleri söylemeniz, nerede sizin devrimci gayretiniz? Koku çıkarın, ortalığı velveleye verin, pisliği ve çürüyen eti ifşa edin – tıpkı eserlerine bu kadar güzel değer verdiğiniz sanatçılar gibi. Cesur olun, bunu hemen şimdi, değerli koleksiyonlarınız, kariyerleriniz ve özel görüş kanepeleriniz iklim çöküşü tsunamisi tarafından süpürülmeden önce yapın. Gerçeği söyleyenleri dinleyin. Uluslararası yolsuzluğun gerçek bedeli olan bireysel acının kokuşmuşluğunu ifşa etmek için zevk ve kültür yöneticileri olarak gücünüzü kullanın.

İklim eylemi gerçekleştirdiğim, bizi ölüme iten hükümetlere ve iş dünyası liderlerine seslendiğim için hapisteyim. Hapse girmemeyi tercih ederdim. Ancak fosil yakıt endüstrisinin yıkıcı güçlerine karşı durduğum için burada olmak ile özgür kalmak ama her zamanki gibi işlerle ve sanatı yaşamın önüne koyan çarpık değerlerle zaman kaybetmek arasında bir seçim yapmak gerekirse, her zaman hapsedilmeyi tercih ederim.

Çeviren: Sarya Tunç

CIPOML’nin 30. yılı Hamburg’da kutlandı: Dünyayı değiştirmek için örgütlenmeye!

0

Uluslararası Marksist Leninist Parti ve Örgütler Konferansı (CIPOML) 30. yılını Almanya’nın Hamburg kentinde düzenlediği bir etkinlikte kutladı. 600’den fazla kişinin katıldığı şenlikte kapitalist ve emperyalist barbarlığın insanlık için felaket olduğuna dikkat çekilerek, bunu değiştirecek olan tek güç olan işçi sınıfının örgütlenip dünyayı değiştirmesinden başka bir yolun olmadığı vurgusu yapıldı.

Şenlikte ilk konuşmayı yapan Almanya Komünist Partisi Yeniden İnşa Örgütü temsilcisi Diethard Möller, 1994’te 15 partinin katılımıyla kurulan CIPOML’nin bugün dünyanın değişik kıtalarından 30’a yakın partiyle yoluna devam ettiğini ifade ederek, “30 yıllık CIPOML tarihi sömürüye, emperyalizme ve savaşa karşı, sosyalizm için mücadele tarihidir. Ama bu bize yetmez. Hiçbir şekilde durmaya niyetimiz yok. Bu mücadeleyi sonuna kadar sürdürmeye kararlıyız. Farklı kıtalardan yoldaşlarımızı ağırlamaktan onur duyuyoruz” dedi.

MÖLLER: HER ALANDA MÜCADELE HAYATİ ÖNEM KAZANDI

Möller dünyanın içinden geçtiği süreci ise şu şekilde değerlendirdi: “Milyonlarca insan açlık çekmekte, sözde yardım programlarına rağmen sayıları da artmaktadır. Milyonlarca insan savaş, açlık, yoksulluk, diktatörlükler, çevre tahribatı ve yaşam kaynaklarının yok edilmesi yüzünden kaçmaktadır. Emperyalizmin insanlığı uçuruma sürüklemektedir. Birçok ülke için savaş acımasız bir gerçek haline gelmiştir. Çoğu zaman vekil güçler aracılığıyla yürütülmektedir. Gazze ve Lübnan’da Siyonist İsrail devleti tarafından on binlerce kişi öldürülmüştür. Ukrayna’daki savaşla birlikte emperyalist kampların mücadelesi yeniden Avrupa ve Almanya’ya tehlikeli bir şekilde yaklaşmaktadır. Uluslararası dayanışma, burjuvazinin baskısına karşı durmak, silahlanma ve savaşa, sömürüye, çevre tahribatına ve artan baskıya karşı mücadeleyi örgütlemek artık hayati bir gereklilik haline geldi. Almanya’da bizler de CIPOML’nin bize 30 yıldır yol göstermesinden ve bu yolun çizilmesinde kolektif olarak katkıda bulunmamızdan dolayı minnettarız” dedi.

KARACA: İŞÇİ SINIFI ÖRGÜTLENMEK ZORUNDA

Türkiye’den etkinliğe katılan Emek Partisi (EMEP) Genel Başkan Yardımcısı ve Milletvekili Sevda Karaca, parti olarak başta fabrikalar olmak üzere işçi sınıfı içinde her alanda mücadele ettiklerini belirterek, dünya ve Türkiye’de ağırlaşan ekonomik ve sosyal sorunların kapitalizmin insanlık için bir çare olmadığını, bu nedenle sosyalizmin tek alternatif olduğunu ifade ederek, “Uluslararası bir sınıf olan proletarya sadece uluslararası dayanışmayla yetinemez, uluslararası bir sınıf olarak örgütlenmek zorundadır. Kendisine dayatılmış ulusal devlet sınırları çerçevesinde mücadele ederken, mücadelesinin uluslararası boyutunu ve örgütlenmesini ihmal edemez. CIPOML, günümüz proletaryasının en ileri ve devrimci uluslararası örgütlenme biçimi olarak, proletaryanın yaşamsal bir ihtiyacıdır. Tek tek tüm üye örgüt ve partilerin bu tarihi sorumluluğu, görevi yeniden hatırlaması, yeniden tartışması, yeniden buna göre konumlanması bugün dünyanın tüm ezilenleri ve emekçileri için hayatidir. Biz, kendi adımıza CIPOML’nin güçlendirilmesi ve örgütlenmesinin bütün ülkelere yayılması için çalışıyoruz, çalışacağız. Öncelikle kendi ülkemizde burjuvazi karşısında fabrikaları kalelerimize dönüştürüp sağlam mevziler tutarak bu görevimizi başarıyla yerine getirebileceğimizi de tabii ki biliyoruz” dedi.

MIRANDA: UZUN BİR YOL KATETTİK, DAHA FAZLA İLERLEMEMİZ GEREKİYOR

Uluslararası delegasyonun temsilcileri alkışlar ve sloganlar eşliğinde sahneye çıkarak katılanları selamladı. Delegasyon adına Ekvador Marksist Leninist Komünist Partisi (PCMLE) temsilcisi Pablo Miranda yaptığı konuşmada, “Komünistlerin uluslararası ölçekte birliği için çalışma sorumluluğu her zaman bir gereklilikti. Marksist Leninist komünist partiler, bizler, bu toplantıda bulunanlar ve bulunamayanlar, bu görevle yüzleştik. CIPOML’yi oluşturan Marksist Leninist parti ve örgütlerin uluslararası toplantısı 1 Ağustos 1994’te Quito’da gerçekleşene kadar tartışmalar, karşılıklı deneyim aktarımları, Uluslararası Gençlik Kamplarının örgütlenmesi, Teori ve Eylem dergisinin yayınlanması ve sendikacılar toplantıları gibi ortak faaliyetler geliştirdik, ikili ve bölgesel tartışmalar yaptık. Komünistlerin, Komünist Enternasyonal’in yeniden inşasına yeniden başlamalarını kutluyoruz. Bu hedef doğrultusunda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Tüm kıtalarda devrim ve sosyalizm mücadelesine yeni bir ivme kazandırmak için bu görevi er ya da geç tamamlayacağız. Uzun bir yol kat ettik, ancak hâlâ daha fazla ve daha hızlı ilerlememiz gerekiyor.” dedi.

Şenliğe aralarında ABD, Türkiye, Almanya, Ekvador, Fransa, İspanya, Kolombiya, Dominik Cumhuriyeti, Brezilya, Hindistan, Pakistan, İtalya, Arnavutluk, İran, Danimarka, Meksika, Şili, Tunus, Burkina Faso’nun da olduğu toplam 21 ülkeden parti ve örgütlerin temsilcileri katıldı.

“Yaşasın uluslararası dayanışma”, “Faşizme karşı her yerde mücadele” sloganlarının atıldığı şenlik kültürel programla sona erdi.

 

Toplumda Sanat

1. Sanatçı ve politik aktivist Jenni’yi kaybettik…

Londra’daki Türkçe ve Kürtçe konuşan toplumun yakından tanıdığı sanatçı ve politik aktivist Jenni Boswell-Jones’u kaybettik. Sanatçı İsmail Saray’ın eşi olan Jenni Boswell-Jones, 12 Ekim Cumartesi günü yaşamını yitirdi. Sanatçının cenazesinin 26 Kasım Salı günü 13.15’te Edmonton Cemetery defnedileceği öğrenildi.

Londra’da heykel dalında St Martin’s School of Art’ta lisans, Royal College of Art’da da yüksek lisansı tamamlayan İsmail Saray, 1980’de taşındığı Londra’da sanatçı eşi Boswell-Jones ile AND Journal of Art and Art Education adlı dergiyi kurup 10 yıl boyunca yayımlamıştı. Sanatçı ikili, sanatsal pratiği ile politik aktivizmini yayın boyutunda da sürdürüyordu.

68 kuşağından olan Boswell-Jones eşi Saray ile birlikte yıllarca Türk Eğitim Birliği’nin çalışmaları ve Türkiye’ye yönelik demokrasi mücadelesine katılmış, toplumda sevilen bir sima olmuştu.

2. Kıbrıslı gazeteci-yazar Başaran Düzgün: Yazılmayan tarih unutulmasın istedim

Kıbrıslı Türk gazeteci-yazar Başaran Düzgün’ün “Öksüz Atlar Ülkesinde” adlı yeni romanının tanıtım ve imza etkinliği 5 Ekim Cumartesi günü Londra’da Green Lanes Harringey’deki Kıbrıs Türk Toplum Merkezi binasında yapıldı.

Etkinliğe Kuzey Kıbrıs Londra konsolosları Esma Eroğlu ve Mustafa Erçakıca ile Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Jale Özer, Kıbrıs Demokrasi Derneği Başkanı Derman Saraçoğlu, yazarlardan Ertanç Hidayettin ve Yaşar İsmailoğlu’nun da aralarında bulunduğu kalabalık bir katılım oldu.

Limasollular Derneği himayelerinde gerçekleşen imza gününde, bir dönem Kıbrıs’ın da dahil olduğu gerçek olaylardan esinlenerek yazılan romanın yazarı, hem kitabını tanıttık, hem soruları yanıtladı.

Düzgün Kıbrıslı romanının adını adadaki Türklerin öksüzlüğünden aldığını belirterek, “Resmi tarih ve araştırmacıların değinmediği yaşanan dramlar unutulmasın istedim. Tanzimat dönemi ve Lozan’da öksüz bırakılan adadaki Türkler 20’nci yüzyılın başlarında büyük açlık ve sefalet yaşadılar. O kadar ki çocuklar, kadınlar satıldı. Gençler İngilizlere paralı asker yapıldı. Onların öyküleri ne yazık ki yazıya dökülmedi, belgelenmedi. Bu gerçekliği romanımda yansıtmaya çalıştım” dedi.

“Öksüz Atlar Ülkesinde” romanını yazım sürecinin bir yıl olmasına karşın araştırma sürecinin yılları aldığını belirten yazar, kitaba olan ilgiden memnun olduğu için yeni romanı için de kolları şimdiden sıvadığını anlattı.

3. “ABD soğuk savaşta, sanatı Stalin karşıtı yapmaya çalıştı”

Aydın Çubukçu’yla Renkli Resimli Söyleşiler kapsamında 22 Ekim akşamı Kuzey Londra Toplum Merkezi’nde “Soğuk Savaş ve Sanat, Sosyalist Gerçekçilik ve Modern Resim” başlıklı bir söyleşi düzenlendi.

Çubukçu soğuk savaş döneminde ABD’nin kültür ve sanatta SSCB’ye karşı çok geri kaldığını belirterek, Avrupa’da çoğu sosyalist olan sanatçıları SSCB karşıtı bloğa katmak için gizli sanatsal yatırımlar yaptığını ve Stalin karşıtlığını teşvik ettiğini söyledi. George Orwel’in Hayvanlar Çiftliği ve 1984 romanlarını diktatörlere karşı kaleme almasına karşın ABD’nin bunu Stalin karşıtlığı gibi gösterdiğini anlatan Çubukçu, ABD’nin sanatı halktan kopararak bireysel ve soyutlaştırmaya çalışırken, SSCB’nin tam tersine kalkınmaya hizmet edecek biçimde teşvik ettiğini anlattı.

4. Fergül Yücel’den mini sergi

Londra’da yaşayan ressam Fergül Yücel, 26 Ekim Cumartesi günü, Palmers Green Art Fair’de resimlerini sergiledi.

Sosyal çalışmalarıyla da tanınan sanatçı sosyal medyada şu yorumu yaptı:

“Özellikle kadın portrelerinin küçük boyutlu olanlarından bir seçki yaptım. İyi ki karma sergiye katılmışım; bölgemizdeki kadın sanatçıların bir kaçı ile tanışma fırsatım oldu. Tablolarımdan heyecan duyan birkaç İngiliz genç kadın ile sohbet etmek de çok güzeldi. Ummadığım kadar çok dostlarım geldi, beni yalnız bırakmadılar. İsim saymayayım onlar kendilerini biliyorlar. Ama lojistik destekleri için Altan Yılmaz – Avni Kalkan ve gelenlere gün boyu mihmandarlık yapan Meltem Çengeloğlu’nun adlarını yazmadan edemeyeceğim😊 Ayrıca gelemeyip mesajlarını ileten arkadaşlarıma, sosyal medya üzerinden desteklerini esirgemeyen tüm dostlara çok teşekkürler. Herkese en içten teşekkürlerimle, iyi ki varsınız 🙏🏽❤️”

 

Türkiye’de İsrail’e silah sağlayan İngiliz şirkete protesto

Türkiye’de İsrail’e silah sağlayan İngiliz şirkete protesto

İstanbul’da düzenlenen Saha EXPO Fuarı’nda İsrail’e silah sağladığı belirtilen BAE System şirketi protesto edildi; iki kişi gözaltına alındı.

SAHA EXPO 2024 Savunma, Havacılık ve Uzay Sanayii Fuarı’na birçok ülkeden firma katıldı. BAE Systems şirketinin stadında 2 kişi, “Bu İsrail’in en büyük silah tedarikçilerinden biri. Gazze’de kardeşlerimiz öldürülürken buna izin vermeyelim” sözleriyle eylem yaptı. Ardından iki kişi de gözaltına alındı.

Bakanların da ziyaret ettiği fuarda, bir kişi Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a “BAE Systems’in bu fuarda ne işi var?” diye sordu.

Gözaltına alınanlardan birinin İslamcı yazarlardan Adem Özköse olduğu öğrenildi. Adem Özköse’nin kurucusu olduğu Muştu Gençlik isimli kuruluş, daha sonra sosyal medya X hesaplarından Özköse ve diğer kişinin serbest bırakıldığını duyurdu.

 

Kral Charles, kölelik için istese de özür dileyemez çünkü…

İngiltere Kralı III. Charles, köle ticaretiyle ilgili tazminat ve özür tartışmalarının bir kez daha alevlendiği bugünlerde, Samoa’daki Milletler Topluluğu liderlerine “Geçmişimizin en acı yönleri yankılanmaya devam ediyor” dedi.

Bu konudaki BBC’nin yorum haberi şöyle:

Kölelikle ilgili uzayıp giden tarihi bağlarla ilgili soruları bir türlü üzerinden atamayan Kraliyet Ailesi için bu mesleki bir risk haline geldi. Liderlerin sömürgecilik ve köleliğin mirasından en çok etkilenen ülkelerden bazılarını temsil ettiği Milletler Topluluğu zirvesinde bu daha da belirgin hale gelir. Ancak Kral, sembolik bir özür veya tazminat taahhüdü olması gerektiğine kişisel olarak inansa bile, bunları yerine getiremez.

Hükümdarlar bakanların tavsiyesi üzerine konuşuyor ve böyle bir siyasi hassasiyet sorusunda konuşmaları, hükümet politikasının sınırları içinde kalmak zorunda. Başka bir deyişle, senaryoya sadık kalmak zorundalar.

Bir hafta önce Başbakanlık, Samoa’daki zirvede İngiltere’den bir özür veya tazminat anlaşması olmayacağını oldukça açık bir şekilde işaret etti. Bunun anlamı, Kral’ın özel olarak ne düşündüğü önemli değil. Bu tür tarihi haksızlıklar hakkında söyleyeceği her şey, hükümetin çizdiği çizgiyi yansıtacak. Kral Charles diplomatik bir şekilde, “Hiçbirimiz geçmişi değiştiremeyiz” dedi zirvede. Başbakan Keir Starmer’ın “tarihimizi değiştiremeyiz” çizgisiyle uyumlu bir şekilde…

2. Dünya Savaşı’nda İngiltere saflarında savaşan Kıbrıslı Türk askerler de anılacak

Kıbrıs Türk Dernekleri Konseyi (CTCA) Başkanı Kenan Nafi, tüm üyelere çağrıda bulunarak, anma gününde Kıbrıslı Türk askerlerinin onurlandırılmasını istedi.

Türk Kadınları Yardım Derneği’nin (Turkish Women’s Philanthropic Association of England – TWPA) Başkanı Seyyare Beyzade de “Biz, Kıbrıslı Türkler olarak kendi anma topluluğumuzu kurduk. Aynı zamanda Kıbrıslı Türk kahramanlara adanmış, kalıcı bir mobil sergi oluşturduk. Böylelikle 2. Dünya Savaşı ve diğer çatışmalardaki rolümüzü daha geniş bir kitleye tanıtmış olacağız. Bu yıl, her zamankinden daha fazla toplum üyesinin yürüyüşe katılarak çelenk bırakmasını bekliyoruz. Bu anlamlı davanın savunucusu olmaktan onur duyuyoruz” diye konuştu.

Savaş sırasında 30 bin Kıbrıslı Türk ve Rum asker Nazi Almanya’sına karşı omuz omuza savaşmıştı. Savaşın başlarında “katırcı” diye anılan Kıbrıslı Türk askerleri yoğun topçu ateşi altında silahsız ve korumasız bir şekilde cepheye mühimmat, yiyecek ve su taşımış, önemli bir kısmı da cephede ve Nazi toplama kamplarında yaşamını yitirmişti.

Savaş sonrasında Kral’dan üstün cesaret madalyası alan askerler arasında Yarbay Faik Müftüzade ve Nazi Almanya’sına uçağıyla 67 kez pike yaparak bomba yağdıran pilot Mehmet Tayyareci de bulunuyor.

Ayrıca 11 Kasım’da Wood Green’de Kıbrıslı Türk kökenli asker Cengis Azimkar için de anma yapılacak ve ailesi çelenk bırakacak. Azimkar, 2009’da Royal Engineers ile görevdeyken Kuzey İrlanda’da IRA tarafından vurulmuştu. Anma töreni hakkında ayrıntılı bilgi için seyyare@twpa.co.uk adresine mesaj gönderilmesi istendi.

 

Faşist lidere iftiradan 18 ay hapis

İngiltere’de aşırı sağcı grupların başında gelen İngiliz Savunma Ligi’nin eski lideri Tommy Robinson, Suriyeli sığınmacı Cemal Hicazi’ye attığı iftiraları tekrarlayarak mahkemeye saygısızlık ettiğini kabul etmesinin ardından 18 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Tommy Robinson adıyla bilinen 41 yaşındaki Stephen Yaxley-Lennon, Woolwich Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada, 2021’de Yüksek Mahkeme tarafından verilen kararı 10 kez ihlal ettiğini kabul etti.

Mahkeme, Robinson’ı, Hicazi’ye attığı iftiraları tekrarlayarak mahkemeye saygısızlık ettiğini kabul etmesinin ardından 18 ay hapse mahkûm etti.

Hicazi’nin Ekim 2018’de 14 yaşındayken bir okulda saldırıya uğradığı anlar kayda alınmıştı. Çocuğun avukatları, Robinson tarafından ortaya atılan asılsız iddiaların kendisi ve İngiltere’ye sığınmacı olarak gelen ailesi üzerinde yıkıcı etkisi olduğunu, onları evlerini taşımaya ve Hicazi’nin eğitimini yarıda bırakmaya zorladığını söylemişti.

Yargıç Matthew Nicklin de Robinson’un Hicazi’ye 100 bin sterlin tazminat ve yasal masraflarını ödemesine ve Robinson’un Hicazi’ye yönelik iftiralarını tekrarlamasını engelleyen tedbir kararı almasına hükmetmişti.

Yüksek Mahkeme tarafından 2021’de alınan bir kararla Robinson’un, kendisine iftira davası açan Suriyeli sığınmacıya karşı yönelttiği iddiaları tekrarlaması yasaklanmıştı.

İngiltere’de mahkemeye saygısızlık suçu işleyenler, 2 yıla kadar hapis, para cezası ya da her 2 cezaya birden çarptırılabiliyor.

ÇAĞRISINI YAPTIĞI EYLEM ÖNCESİNDE GÖZALTINA ALINDI

Robinson, 25 Ekim’de Terörle Mücadele Yasası kapsamında telefonunun “Pin” kodunu paylaşmadığı için ifadeye çağırılmıştı. Folkestone kentinde karakola giden Robinson’ın, farklı suçlamalarla görülecek başka bir duruşmaya katılması gerektiği için gözaltına alınmasına karar verilmişti. Robinson, gözaltına alınmadan önce geçen hafta sonu başkentte düzenlenen aşırı sağcı eylem için yürüyüş çağrısı yapmıştı.

Ülkedeki aşırı sağcı grupların başında gelen İngiliz Savunma Ligi’nin eski lideri olan Robinson, 2021’de Suriyeli sığınmacı Hicazi’ye iftira atması nedeniyle İngiltere Yüksek Mahkemesi’nde yargılanıyordu.

Robinson, sık sık göçmenlere ve Müslümanlara yönelik saldırgan sosyal medya paylaşımları yaparken İngiltere’de geçen temmuz sonunda başlayan aşırı sağcı sokak olaylarını desteklemişti.

Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde tatilde olduğu sırada başlayan olayların arkasındaki isim olmakla suçlanan Robinson, aylar sonra geçen hafta İngiltere’ye dönmüştü.

 

Ayın Artizi: Gıpgıcır Sağlık Bakanımız Wes Streeting Delikanlı Parçası

Selam millet, umarım bu sonbahar gibi gidişatlar ılıman, soğuklar başlamadan işler de serindir.

Biz de mevsim normalleri işte, bugünlerde dükkanda işler sürerken, zaman kaldıkça bizim çırak ve işçilerle önümüzdeki günlerde dükkanı nasıl modernleştirek diye sohbet üstüne sohbet ediyoruz, planlar tamam ama nasıl uygulayacaz diye kara kara düşünüyoruz. Arkada depoyu önde dükkanı büyütmek gerekiyor, bir sürü para pul işçilik felan işin içinden çıkmaya çalışıyoruz. Ama iyiyiz inşallah.

Bunlar böyle olmasına böyle de ara sıra bu planlamalar içinde can sıkan bir parazit de bugünleri ve birazdan tarifi yapılacak artizi anlatmak için gayet manidardı, onu size de aktarayım, iç dökmüş de olurum böylece. Bizim dükkan sektöründe sıkça karşılaşıldığı gibi yine işçiler değişti ve walla düzgün ücret ödüyom ama bu sohbetleri ettiğim eleman da yenilerden, bir de amcaoğulları var iki tane, ara sıra onlar da geliyor dükkana, bir de ne zaman bu modernize etme meselesini konuşsak damlayıp maydanoz mayonez oluyorlar muhabbete. Ve söyledikleri de her zaman aynı; biz elimizdekiyle işi nasıl geliştirecez diyoz, onlar tutturmuş büyük şirketlerden destek almalıymışız, ticareti başka alanlara yaymalıymışız, zihniyetimiz sınırlıymış, yok efendim rekabet ettiğimiz yandaki dükkanın kavgalı olduğu adamlarla iş tutmalıymışız, bir de biz fazla Kuzey Londralı ya da artık ne demekse yerleşikmişiz, işten anlamıyormuşuz felan. Muhabbeti kesmesinin yanında, her geldiklerinde boş konuştuklarını anlatmak için harcadığım zaman da cabası. Geçen bunlara kızdım diyeydi sanırım, hissetmiş olacaklar dükkana gelen serhoşlar daha az bira aldı gibime geldi bile.

Neyse işte, böyle dışardan mayonez ketçap oldukları halde bize mayonez diyen adamlar, bir de psikolojik olacak ne zaman muhabbete girsek, dükkanda yapılacak başka şeylere gözüme takılıyor, kızdığımda geometrik şekiller uçuşur gözlerimin önünden, iş üstüne iş çıkarıyorlar. İşte tam bu demde, bizim işçinin emmioğulları bir yana, yesyeni sağlık bakanımız Wes Streeting göze çarpıp durdu bu ay. Parlak ergenin geçmişine sonra geçeriz ama bakanlığının bütçesi kesinleştiği halde “sağlık hizmetinin geleceğini halka danışarak çözeceğiz” diye bu ay yaptığı açıklama yeniyetme bir artiz olarak statüsünü resmileştirirdi.

Daha Temmuz’dan beri Sağlık Bakanı olsa da yediği naneler az değil arkadaşın. Hem İsrail hem Filistin dostu olan dallama Temmuz seçimlerinde kıl payı tekrar milletvekili olmadan önce seçim kampanyası sırasında partisinin hangi hastanelere öncelik verdiğini bile hatırlamıyordu. Filistin konusunda partisi gibi bir şey söylemezken Yahudi karşıtlığına dair bol keseden atmaya devam etti. Son günlerde yaptığı “sağlığı halka danışacaz” açıklamasının yanında sağlık hizmeti NHS’e yatırım yapmak da yetmez derken bu hizmetin belli parçalarının ticari şirketlere peşkeş çekilmesine de bir şey dediği yok. Pampası maliye bakanı Rachel Reeves bütçeyi açıklamadan önce nasıl büyük patronlara danışıp ortamı tatmin etmeye çalışmışsa aklınca kendisi de millete söz hakkı verip yarın işleri mahvettiğinde gelecek lanetlemelerin önünü kesmeye çalışıyor.

Ne yapılacağını tespit etmek o kadar zor mu 100 binden fazla işçi açığı, kaynak ve personel eksiği olan NHS’i? O nedenle arkadaşın başlattığı yoklamada da millet ağzının payı vermiş. Biri kalkmış hatta bence koğuşlara elektrik üreten bir bisiklet koyalım, en fazla kim elektrik üretirse o erken görülsün demiş. Bir diğeri de fazla sağlık hizmeti kullananlara eşantiyon dağıtılsın demiş. Diğeri de hastalar koğuştan birbirlerini oyla atma hakkına sahip olsun demiş. Ne olacak işte millet strest atmak için yazmış bunları, sonra da sildi yüce sağlık bakanlığının personeli bu yorumları.

2015’den beri milletvekili arkadaşımız eski öğrenci sendikası (NUS) liderlerinden. Halkın anlamadığını anlayan zeki politikacı ya o dönemde paralı eğitime he demiş. Aynı demde yine halka yararı sonsuz Tony Blair savunucu Progress düşünce çukuru kuruluş için çalışmış. Labour Party liderliği için onun bunun peşine düşmüş, desteklediği kendisi gibi adaylar da hırpalanınca Starmer yamuğuna yaranıp yükselmeye devam etmiş. Utanmaz politikacı eksikliğinde ve geldiği Cambridge Univeristy geçmişiyle hükümetin gözdelerinden biri haline de böyle gelmiş. Geçen ay Starmer ve diğerlerinin aldığı hediye rüşvetleri savunuyordu, bu ay da çocuğu ölen bir anneye gönderdiği kopyala-yapıştır mektubuyla gündemdi. Toplumsal cinsiyet kampanyacılarıyla ara ara dalaşması da arkadaşın uğraşlarından.

İşte Streeting geyiği, işte Streeting artizi. Yeni hükümetlerin zoraki ürettiği bir artiz olmaktan çok zoraki hükümetin ürettiği zamane artiz arkadaşımız. Yeni tür demek gereğinden fazla kompliman olur arkadaşa, çünkü yenilikten çok aymazlık özelliği hükümetin, zamane iktidarlar gibi. Bu nedenle bir yeniliği varsa o da ayarı artmış yüzsüzlüğü bu artiz numunesinin. Ve bir artiz olarak temsil ettiği ayrım da arkadaşın kariyer politikacılığını taşıdığı demagoji katsayısı. Bunu tabii diğerleriyle yapıyor. Önceden buraya konu olan ablası maliye bakanı Rachel Reeves gibi mesela. Yani mesele artizliğinin orijinalliği değil, tipikliği; o nedenle aldığı tepkilerin başında da yine geldi tipini sevdiğimin denilmesi kendisine bir yerde görünce daha da doğrusu söylediği saçma bir şeyle fırlayınca. Fırlayışını da göreceğiz artizimizin bu hükümetin ipliği pazara çıkmaya devam ettikçe. Ki akıbeti başkalarınınkine, yarandığı yılışlarınkine bağlı olacak ergenin, kaderinin kendi elinde olmaması.

Tipik olmayan günler efendim.

 

Don’t Move ( Kıpırdama )

Bu ay size, Netflix’te bir süredir gördüğüm ama daha yeni izleyebildiğim bir filmi tanıtmak istiyorum. Türkçeye Kıpırdama olarak çevrilen Don’t Move, önce, acaba sürükleyici mi izletir mi diye kendini kendime sormama rağmen bir solukta izlediğim bir film oldu. Günümüzde örneklerine toplumun her anında ve her yerinde rastlayabileceğimiz, ruhsal problemler yaşayan insanların kendi sınırlarını negatif yönde zorlamasını konu edinmiş bir film. IMDb puanı 6.0 ancak sanki biraz haksızlık edilmiş gibi.

Iris isimli kadının çocuğunun hayatını kaybetmesinden sonra aynı yere gelip intihara kalkışma sahnesiyle başlıyor film. Ardından Richard isimli bir karakterin Iris’i vaz geçirmeye çalışmasıyla devam ediyor. Muhtemelen Richard denilen karakter bir şizofren ve tanımadığı ve hiç ilgisi olmayan farklı şehirdeki insanlara zarar vermeyi kendisine görev edinmiş biri.

Richard tipik şizofren hareketleriyle izleyicileri film boyunca germeye devam ediyor. Filmin belli başlı sahnelerinde Iris’in aklını kullanarak bir yere kadar kaçabildiği ancak günün sonunda tekrar yakalandığını görebiliyoruz. Iris kendisne enjekte edilen bir kimyasal yüzünden motor becerilerini, kasların işlevselliğini ve konuşma yetisini kaybediyor. Ancak akılcılık her şeyde galip geliyor. Iris öz savunmasını yaparak var olan tehlikeden kendini uzaklaştırabiliyor. Aslında verilen mesaj çok açık. Iris ne kadar ölmek istese de yaşamın ne kadar kıymetli olduğunu adama son sahnede dediği ‘’thank you’’ ile vurguluyor.

Aslında böyle senaryoları artık daha çok filmlerde değil de haberlerde görmeye başladık. Öldürülen hayvanlar, katledilen kadınlar, silahlı saldırılarla yaralanan insanlar, trafik magandalarının kurbanları … ve bunun yanında son zamanlarda İngiltere’de de tanıklık ettiğimiz giderek sayıları artan ruhsal sorunları olan insanlar…