Ana Sayfa Blog Sayfa 59

Ev ekonomisine siyasilerin “vatanseverlik” propagandası sökmedi

KKTC vatandaşlarının Türkiye’nin ve KKTC’nin “Rum Kesimi” diyerek tanımadığı Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu başvuruları her geçen gün artıyor. İngiltere’den Kuzey Kıbrıs’a gidenlerin yüzde 78’e yakınının Güney’deki havaalanlarını kullandığı basına yansıdı.

Kıbrıs’ta Rum lider Anastasiadis, geçen yıl “Kıbrıs kimliğine, pasaportuna sahip 97 bin Kıbrıslı Türk” olduğunu açıklamıştı. KKTC eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın kendi adını taşıdığı torunu Rauf Kürşat Denktaş’ın da Rum kimliği alması geçtiğimiz yıllarda adada yoğun bir şekilde tartışılmıştı. KKTC’nin ikinci ve üçüncü Cumhurbaşkanları Mehmet Ali Talat ve Derviş Eroğlu, geçtiğimiz yıllarda Rumların pasaport ve kimlik vermeyi suiistimal ettiğini belirterek halka pasaportları iade etme çağrısı yapmıştı.

Öte yandan Londra Gazete’nin haberine göre; İngiltere’den Kuzey Kıbrıs’a gidenlerin yüzde 78’e yakını Güney’deki havaalanlarını kullandı.

Uçak biletlerindeki astronomik fiyatlar İngiltere’den Kuzey Kıbrıs’a gidişlerde rotayı değiştirdi. Bu yılın 10 aylık döneminde İngiltere’de yaşayan Kıbrıslı Türkler’ in yüzde 78’i adaya Güney Kıbrıs’tan gitti

Bu yıl KKTC Havaalanı üzerinden Kuzey Kıbrıs’a giden Birleşik Krallık pasaportuna sahip Kıbrıslı Türk sayısı 9 bin 907 kişi olurken, Güney’den gidip kara kapılarını kullanarak Kuzey’e geçenlerin sayısı 33 bin 859 kişi oldu.

 

Hayat pahalılığı halkı vuruyor, kapitalistler keyif sürüyor!

İngiltere’de önceki ay 11.1 olan yıllık enflasyon oranı, en son 10,7’ye düştü. “4 aylık artıştan sonra düştü” denerek hükümet ve burjuva medyası sevinçten uçuyor. Oysa bir yere düştüğü yok. Ne zamlar bitti ne de hayat pahalılığı sona erdi. Enflasyon yine artıyor; sadece artış hızı 0.4% yavaşladı.

Yine geçen yıla kıyasla her şeyi yüzde 10’dan daha fazla pahalı kullanıyoruz. Ve sadece ortalama. Halkın en çok tükettiği ürünlerle hizmetler ise daha da çok pahalandı. Gıda ürünlerinde örneğin artış yüzde 16.5. Ekmekte daha da yüksek. Enerjide de öyle, toplu taşımada da.

Ve hükümet başlıca geçinebilmek için ücretlerine artış isteyen grevci işçilerin ücretlerini hiç değilse enflasyon oranı kadar kendisi artırmadığı gibi, “yol olur” düşüncesiyle özel şirketlerin artırmasını da engelliyor.

Bütün bu pahalılık ve geçim derdi ise sadece halkın derdi. Enflasyon ve hayat pahalılığının tüm yükü halkın sırtında…

Kimse, “ama zenginler de her şeyi pahalı alıyor” demesin. Onların karşılayacak gücü var, hem şimdi daha çok kazanıyor, hem de hiçbir giderlerini kısmak zorunda kalmıyor, tersine artırıyorlar. Onların fazladan kazandıkları da işçilerin fazladan döktükleri alın terinin sonucu. İşçilerin hakkının daha azını verirken daha çok sömürüyorlar, ellerine daha çok para geçiyor. Kârlarını artırıyorlar.

İki örnek biliniyor. Halkın belini büken en çok elektrik, petrol ve doğalgazdaki fiyat artışıyken, enerji şirketleri kârlarını katladı. Hem de ham petrolün varil fiyatı ciddi ölçüde düşmüşken. Shell’in bu yılın 3. Çeyreğinde (Temmuz-Ağustos-Eylül) net kârı 9.5 milyar dolar oldu. Geçen yılın aynı dönemine kıyasla neredeyse 3 kat artırdı kârını. BP’nin kârı ise 8.2 milyar dolar. O da katladı kârını.

Bu ikisi sadece örnek. Kapitalistler kârlarını fırsattan istifade genel olarak artırdı. Ve hayat pahalılığı onlar için bir anlam ifade etmediği gibi, tersine lüks tüketimlerini artırdılar.

Ünlü danışmanlık firmasıBain&Coile İtalyan lüks markalar temsilcisi Altagamma bir ortak araştırma yaparak rapor yayınladı. Araştırma, 2022’de dünya lüks tüketim pazarının yüzde 21, yani 1/5’ten çok büyüdüğünü gösterdi. Bu yılın sonunda lüks tüketim harcamalarının 1.4 trilyon Euro’ya ulaşması bekleniyor. Lüks tüketimdeki bu artış, üstelik dünyanın genel bir durgunluğa girdiği ve resesyonun beklendiği koşullarda gerçekleşti. ABD, Avrupa ve Çin’de lüks tüketim artışta. Rapor, günümüzde artık lüks ürün tüketicisi kesimi genişlemiş olduğunu, örneğin 2008 krizi dönemine göre daha geniş olduğunu ortaya koydu.

Kim bu lüks ürün tüketicisi kesimler? Öncelikle nüfusun en zengin yüzde 1’lik kesimi. Üretim ve dolaşım araçları ezici çoğunlukla bu yüzde 1’lik kesimin ya doğrudan elinde toplanmış ya da bu kesim tarafından denetleniyor. Bu kesimin geliri, tüm gelirlerin neredeyse yarısı (45.8%) kadar. Dünya nüfusunun yüzde 55’lik çoğunluk kesimi tüm servetin sadece yüzde 1,3’ine sahip. Tabii ki, bu yüzde 1’lik kesim önünü ardını düşünmeden her istediğini tüketebiliyor. Lüks ve sefahat onlar için.

Bu kesim kadar zengin olmasa bile, yine de –işçilerin alın terinin ürünü– yeterince birikime sahip olan, yeterli alım güçleriyle fiyat artışlarından etkilenmeden durumlarını sürdüren dünya nüfusunun yüzde 10’luk bir kesimi de orta ve üst-orta sınıfları oluşturuyor ve lüks tüketime hem güçleri yetiyor hem de lüks iştahları yerinde.

Kimi soğuktan korunmak için kaloriferini açamıyor, çocuğuna süt alıp yeterli besleyebilmek için başka temel ihtiyaçlarından vaz geçiyor, kârlarını katlayan kimleriyse lükse gömülmüş. Sunak ve benzerlerinin hükümetleri de bu eşitsizlik dünyasının bekası için uğraşıyor.

 

“Faiz Artışıyla Enflasyon Fren Yaptı” Denilse De Hayat Pahalılığı Rekora Koşuyor

İngiltere Merkez Bankası (BoE) ABD Merkez Bankası FED’i takip ederek politika faizini 50 baz puan artışla yüzde 3,5’e yükseltti. Kasım’da enflasyon yüzde 0,4’lük düşüşle 10,7 olarak saptanmasına karşın uzmanlar alım gücündeki düşüşle hayat pahalılığındaki artışın ise hala 40 yılın en yüksek seviyesine yakın olduğunu öne sürdü.

Üst üste artışla faizi 14 yılın en yüksek seviyesine çıkartan BoE, ücretler ve fiyatlardan kaynaklı ısrarcı yurtiçi enflasyon baskıları ile başa çıkmak için daha fazla faiz artırımının gerekli olabileceği konusunda görüş birliğine vardıklarını açıkladı.

Açıklamada, “İş gücü piyasası sıkı olmaya devam ediyor ve yurtiçi fiyat, ücretlerdeki enflasyonist baskı daha güçlü bir para politikası yanıtının haklı olabileceğine işaret ediyor” denildi.

BoE Başkanı Andrew Bailey, Faiz kararına ilişkin olarak Maliye Bakanı Jeremy Hunt’a yazdığı mektupta, BoE’nin tahminlerinin İngiltere’de enflasyonun tepe noktasına ulaştığına işaret ettiğini, ancak enflasyonun önümüzdeki aylarda “çok yüksek” kalmaya devam etmesini beklediklerini ifade etti.

Geçtiğimiz ay İngiltere ekonomisinin uzun bir resesyona girmekte olduğunu savunan BoE, bugünkü toplantıda 2022’ün 4’ncü çeyreği için GSYH daralma beklentisini yüzde 0,3’ten yüzde 0,1’e indirdi.

17 Kasım’da açıklanan bütçenin gelecek 1 yılda GSYH’ya 0,4 puan katkı yapacağını öngördü.

ENFLASYONDA FREN, GIDA FİYAT ARTIŞINI DURDURAMADI

İngiltere’de Kasım ayında yıllık enflasyon yüzde 10,7’ye düştü. Bu 4 aylık artıştan sonra ilk düşüş oldu. Ulusal İstatistik Ofisi (ONS) Aralık verilere göre, Ekim ayında 41 yılın rekorunu kırarak yüzde 11,1’e yükselen Tüketici Fiyat Endeksi, Kasım’da yüzde 0,4’lük düşüşle 10,7 olarak saptandı.

Uzmanlar hayat pahalılığındaki artışın ise hala 40 yılın en yüksek seviyesine yakın olduğunu aktardı.

ONS enflasyondaki düşüşün “özellikle motor yakıtlar ve ikinci el otomobillerdeki fiyat değişiklikleri” ile tütün, konaklama hizmetleri, giyim ve ayakkabı, oyun, oyuncak ve hobilerdeki fiyat değişikliklerinden kaynaklandığını belirtti. Fiyatları kısmen yukarı çeken en büyük etken ise restoran, kafe ve barlardaki alkol fiyatlarıydı. ONS’in 2022 yılı istatistiklerine göre, gıda ve alkolsüz içeceklerde fiyatlar Kasım’a kadarki 12 ayda yüzde 16,5 oranında arttı. Bu, 1977’den bu yana görülen en yüksek artış. Ekim’de bu oran yüzde 16,4 olarak kaydedilmişti. Fiyatlardaki artışı en çok ekmeğin etkilediği belirtildi. Meyvedeki fiyat düşüşü ise artış oranını kısmen dengeledi.

ONS Baş Ekonomisti Grant Fitzner, fiyatların yükselmeye devam ettiğine ancak artışın önceki aylara kıyasla yavaşladığına dikkat çekti. “Fiyatlar hala artıyor, ancak bu artış başta akaryakıtlarda olmak üzere geçen yılın bu zamanlarına kıyasla daha az” diyen Fitzner, “Bazıları enflasyonda zirveye ulaştığımızı söylüyor ama bunu söylemek için henüz çok erken. 40 yılın en yüksek seviyesine ulaştığımızdan bu yana ilk defa düşüş kaydediyoruz, birkaç ay daha beklemeliyiz” diye devam etti.

Maliye Bakanı Jeremy Hunt ise salgın ve Ukrayna savaşının devam eden etkileri yüzünden yüksek fiyatların “Avrupa ekonomilerini rahatsız etmeye devam ettiğini” vurgulayarak, “Zorlu bir dönemden geçiyoruz. Gelecek yıl enflasyonu yarıya indirmek için de yeni bir plan uyguluyoruz” dedi.

UZMANLAR KAYGILI

Uzmanlar, ONS’in açıklamasından önce yıllık enflasyonun Kasım’da yüzde 10,9 olacağını tahmin etmişti. Ekonomist Yael Selfin’e göre fiyat artışları müşterilere daha geniş bir şekilde yansıtıldıkça enflasyon kalıcı hale gelebilir ve bu İngiltere ekonomisi için hala “önemli bir tehdit.” İngiltere Ticaret Odası Araştırma Başkanı David Bharier ise, fiyat artışlarının önümüzdeki aylarda hissedilmeye devam edeceğini söyledi. Öte yandan Capital Economics adlı danışmanlık şirketinde İngiltere Baş Ekomomist Paul Dales, fiyatların zirveye ulaşmış olabileceğini öne sürdü, birçok farklı kalemde fiyat düşüşü yaşanmasının “ümit verici” olduğunu söyledi.

 

Yeni yıla borçla girenlerin sayısı artıyor

Maaşların ve sosyal yardımların temel ihtiyaçları karşılamaktan giderek uzaklaşması borçla yaşayanların sayısını arttırıyor. Tesco Bank tarafından yapılan bir araştırma Britanya nüfusunun %25’in den fazlasının yeni yıla borçla gireceğini ortaya koydu. Araştırmaya göre borçlananların %43’ünü 18 ve 34 yaş arasında olanlar oluşturuyor.

Temel ihtiyaçlar borçla gideriliyor

Borçlanma için seçeneklerin fazlalığının borçlanmadaki artışta payı olsa da asıl neden gelir ile gider arasındaki makasın hızla açılıyor olması. Borçlananlar; banka, kredi kartı, kredi, şimdi al sonra öde gibi seçeneklerin yanı sıra akraba ve arkadaşlarından da borç alıyor. Borçlanmanın hayat pahalılığı ile doğrudan bağlantısı da borçlanma nedenlerine dair verilen cevaplar arasında yer alıyor. Araştırmaya katılan 2 bin kişiden üçte biri hayat pahalılığının uzun vadeli borçlanmalarına neden olduğunu ifade ediyor. Yüksek meblağlara ulaşan enerji faturaları ve kira ödemeleri borçlanmanın en önemli nedenleri arasında.

Borçların geri ödemesinin ortalama olarak iki yıl süreceğinin ifade edildiği araştırmada, geri ödeme zorluğu çekeceği için maddi zorluklar yaşayacak olanlara da borçlanma konusunda danışmanlık yapan kurumlara başvuru yapmaları tavsiyesinde bulunuluyor. Araştırmaya katılanların %23’ü için, hala bir tabu olan borçlanma hakkında konuşmak ise utanç verici ve sıkıntılı bir konu. Borçlananların %18’i ise borçlandıklarını kimsenin bilmemesi için gizli tuttuğunu itiraf ediyor.

 

Hükümet NHS’i komaya soktu İşçiler kurtarmaya çalışıyor

Ulusal Sağlık Servisi (NHS) bir süredir hizmet veremez durumuna geldi. İhtiyaçlar biliniyor olmasına rağmen hükümet, NHS’i daha da hizmet vermez hale getirmeye çalışıyor. Bunu, NHS’i özelleştirmek için bilerek ve isteyerek yapıyor.

Başta ABD’li bazı şirketler ve İngiltere’deki inşaat şirketleri olmak üzere bir çok sermaye grubu akbaba gibi fırsatı kolluyor. NHS’e ayrılan her kuruşu onu yaşatmak için bir katkı olduğunu bilen hükümet, halkın baskısı olmasa o kuruşu da NHS’e vermeyecek.

İhtiyaçlar nelerdir?

Birleşik Krallık’ta toplam 300 bin sağlıkçı açığı var. Bunun 130 bini çok acil. Doktordan hemşireye, hasta bakıcıdan ambulans şoförüne kadar her hastanenin sağlıkçıya acilen ihtiyacı var.

En az 20 yeni hastane ve 100 bin ek yatak gerekiyor. Bu rakamları, son genel seçimde seçim vaadi olarak devrik başbakan Boris Johnson da ifade etmişti. Johnson, 50 bin yatak ve 20 yeni hastane sözü vermişti. Bir çok şeyde olduğu gibi bu vaadi de uçtu gitti. Adımı bile atılmadı.

Acil servislerde çalışan doktor ve hemşire ihtiyacı giderek büyüyor. Acil servislerde ortalam bekleme saati 4 saatten daha fazla. Geçtiğimiz yıl acil serviste 12 saatten fazla bekleyen hasta sayısı yaklaşık yarım milyon kişi oldu. Bu bir rekordur.

10 yılda yaklaşık 100 milyar sterlin kesinti yapılmış

British Medical Association’a (BMA) göre, her yıl sağlık servisinin bütçesinin en az yüzde 7 arttırılması gerekir. Sadece son 10 yıl hesaplandığında, her yıl yüzde 7 arttırılsaydı, bugün NHS bütçesi 247.9 milyar sterlin olması gerekiyordu. 2021 yılında Maliye Bakanı olan bugünkü başbakan Rushi Sunak 2021 bütçesinde NHS’e 160.9 milyar sterlin ayırmıştı.

2022 NHS bütçesine ise 160.4 milyar sterlin ayrıldı. Personel açığı varken, yeni teknolojilerin NHS’e girme ihtiyacı varken, nüfus artarken ve enflasyon başını alıp gitmişken, arttırılması gereken NHS bütçesi yarım milyon sterlin kesintiye uğradı.

Bu rakamlar da gösteriyor ki, son 10 yılda yaklaşık 100 milyar sterlin sağlık alanından kesinti yapmışlar. Bu kesintiler halka, salgının da vurmasıyla birlikte, kanser dahil milyonlarca hastanın tedavi görememesi olarak dönüyor.

Sendikalar ve işçiler artık isyan etti

RCN, UNITE, UNISON, BMA ve GMB gibi sağlık alanında örgütlü olan sendikalar, sağlık personeli eksiğini yüksek sesle dile getirirken, hükümetin bir kulağından giriyor bir kulağından çıkıyor. Hatta personel sayısı yetersiz olduğu için, hali hazırda çalışan sağlıkçıların bir çoğu uzun çalışma saatleri, düşük ücret ve stresten dolayı sağlık alanını terk edip başka işlere yöneliyorlar. Bu da sağlıkçı açığını giderek arttırıyor.

Sağlık emekçilerinin ihtiyaçları ve taleplerinin karşılanmasının yanı sıra NHS’in yaşadığı sorunlara dikkat çeken sendikalar, hükümet eliyli NHS’in can çekiştirilerek öldürülmeye çalışıldığını dile getiriyorlar.

Grevler NHS’i kurtarmak içindir

NHS bunca sorun yaşarken işçiler ne istiyor?

Öncelikle salgın döneminde hükümet yetkililerinin niye her gün kapı önlerinde alkışladığını bilmek istiyor. Çünkü sağlıkçıların maaşlarına 3 yıldır zam yapılmadı.

Personel eksikliğinden dolayı, şifti bitmiş olsa bile hastayı ameliyat masasında bırakıp evine gidemiyor. Hasta bakıcılar ve hemşireler, bazen iki şifti peş peşe çalışmak zorunda kalıyor. Çünkü bir sonraki şiftte çalışacak hemşire ya da hasta bakıcı olmayacak. Kaç saat ve hangi günler çalışacağını bilmek istiyor.

Uzun çalışma saatleri ve ağır iş koşullarının düzeltilmesini istiyor. Ücretlerine mahkul düzeyde bir zam yapılmasını istiyor. Hepsinden önemlisi NHS’in yaşadığı sorunlardan dolayı hiç bir hastanın ölmemesini istiyor.

İşte bunun için greve gidiyorlar. Hükümet yok etmeye çalışırken sağlık emekçileri NHS’i tekrardan hizmet verir duruma getirilmesini ve yeterince bütçe ayrılıp koşullarının oluşturulmasıyla halkın sağlığının tehlikeye atılmamasını istiyor.

Bunun için, gerek ambulans şoförlerinin gerekse de hemşirelerin grevlerini desteklemeliyiz. Bu sorun sadece o sağlık emekçilerinin sorunu değil. Asıl olarak bizlerin sorunu. Çünkü bizim sağlığımız söz konusu.

Hemşireler 18 ve 19 Ocak’ta yeniden greve çıkacaklar. Tüm Gerçek okurlarının sağlık emekçilerine destek olmaya çağırıyoruz.

İngiltere’de halkın grevlere desteği artıyor

İngiltere’de son bir yıl içinde yüzlerce grev yapıldı. Son 30 yılda yapılan grevlerden daha fazla grev gerçekleşti. Daha önceki grevlere, basın ve hükümet, işçileri ve sendikaları karalayan açıklamalarla halkın destek vermesini engelliyordu. Ama bu yıl yapılan grevlere, hükümet ve medyanın onca çabasına rağmen halkın desteği büyüdü.

En fazla destek sağlıkçılara

İndependent gazetesi için Aralık ayında Savanta ComRes Poll adlı kamuoyu araştırma şirketinin yaptığı araştırmaya göre, halkın yüzde 63’ü sağlık emekçilerinin grevini destekliyor. Halkın sadece yüzde 24’ü greve karşı çıkıyor.

Araştırmaya göre halkın yüzde 49’u öğretmenlerin grevini destekleyecek. Desteklemeyenlerin oranı ise yüzde 30. 450 bin öğretmen bu günlerde grev oylaması yapmaktadır. Ocak ayı sonuna doğru grev günlerinin belli olması bekleniyor.

Posta işçilerine de destek en az yüzde 48 iken desteklemeyenlerin oranı yüzde 31 olduğu belirtiliyor.

Yaz aylarından itibaren grevde olan demir yolu işçilerine de halkın desteği sürüyor. Destekleyenlerin oranı yüzde 43 iken, desteklemeyenlerin oranı yüzde 36.

Diğer iş kollarında da, destekleyenlerin oranı desteklemeyenlerin oranından daha fazla. Bir yıl öncesine kadar, gerçekleşen bir greve en fazla destek yüzde 30 oluyordu.

Hükümet zorda

Her gün bir televizyon kanalına ya da radyoya giderek demeç veren, ya da bir ulusal gazeteye makale yazarak işçileri karalayan bakanlar ve başbakan, ne yapsalarda halkın grevci işçilere desteğini düşüremiyorlar. İşçilerin haklı olduğunu bilen halk, giderek hükümete tepki duymaya başladı. Özellikle, Başbakan Sunak’ın sağlıkçılara fazla zam vermeyeceklerini söylemesi halkın büyük tepkisini topladı.

Gerici sağcı Daily Mail

Sendikacıları karalamak günlük rutin bir propaganda haline geldi. Sağcı basın, her gün bir sendikayı manşet yaparak neredeyse “vatan haini” ilan ediyor. Ama o manşetleri gören emekçilerin sendikalara daha fazla sahip çıkması dikkat çekiyor.

Sağcı ve ırkçı yayınlarıyla bilinen Daily Mail 25 Aralık’taki hemşire grevine ilişkin, “Grev nedeniyle ölecek hastalardan dolayı ömür boyu nasıl bu suçla yaşayacaksınız? diyerek sağlıkçıları neredeyse katil ilan etti.

3 yıldır zam alamayan, 12-14 saat çalışan sağlıkçılara grev yapmayı hak görmüyor bu sağcı basın. Halbu ki, yetersiz maaş, yetersiz personel, yetersiz yatak, yetersiz hastaneden dolayı hükümet resmen katliam yapıyor. Ama aynı Daily Mail buna ilişkin tek kelime bile yazmıyor.

Bir çıkış yolu arıyorlar

Basınıyla ve devlet olanaklarıyla topyekün işçilere saldıran hükümet ve sermaye kesimleri, işçilerin grev yapmasını engelleyecek yollar arıyorlar. Grev oylamalarını zorlaştıracak yasalar çıkarmanın peşindeler.

Halkın grevlere desteğini bilen hükümet, doğrudan müdahale ediyormuş görüntüsü vermemeye çalışıyor. Ama herkes biliyor ki, hükümet tüm olanaklarını kullanarak grevci işileri desteksiz bırakmaya çalışıyor.

 

Bir zafer de Rolls Royce işçilerinden

İngiltere’de, Rolls Royce’un Goodwood kasabasında bulunan otomobil fabrikasındaki 1.200 işçi, fabrika tarihindeki en yüksek zammın kazanıldığı toplu iş sözleşmesini imzaladı.

İngiltere’de, Rolls Royce’un Goodwood kasabasında bulunan otomobil fabrikasındaki 1.200 işçi, fabrika tarihindeki en yüksek zammın kazanıldığı toplu iş sözleşmesini imzaladı. Hemen hemen tüm sektörlerde grevlerin devam ettiği ülkede otomotiv sanayisinde çalışan işçiler de ücret zammı ve iş koşullarının iyileştirilmesi için mücadele ediyor.

ROLLS ROYCE GREVİ GÖZE ALAMADI

UNITE sendikasında örgütlü işçiler artan hayat pahalılığı karşısında yapılan oylamada yüzde 97 ile grev kararı almıştı. İşçilerin grev kararının ardından, grevi göze alamayan Rolls Royce yönetimi sendika ile masaya oturmak zorunda kaldı. Uzun pazarlıkların ardından işçilerin talep ettiği zam miktarı kabul edildi ve yüzde 17,6’ya varan zamda anlaşma sağlandı.

Sendikanın Genel Sekreteri Sharon Graham, Rolls Royce işçilerinin “birinci sınıf bir anlaşma”ya imza attığını söyledi. Tüm ülkede yapılan grevlerde işçiler ve sendikaları en az enflasyon oranında (yüzde 11.1) zam talep ediyor. Birçok işyerinde son üç yıldır zam yapılmadığı için daha yüksek oranda zam talep ediliyor. Rolls Royce’un yıllardan beri işçilerin zanaatlarına yakışır bir ücret ödemekten kaçındığını belirten Graham, UNITE işyeri temsilcilerinin örgütlenme faaliyetleri sayesinde bu zaferin kazanıldığını vurguladı. Rolls Royce tarafından yapılan açıklamada ise, görüşmelerin yapıcı olduğu ve anlaşma sağlandığı için memnuniyet duyulduğu ifade edildi.

ZAFERLER ARTIYOR

Rolls Royce işçilerinin zaferi en son zaferlerden biri oldu. İngiltere’de hayata geçen grev dalgasının kazanımları ve zaferleri tek tek ilan edilmeye başladı. Liverpool Liman İşçileri, Coventry Belediye İşçileri, Kuzey Londra otobüs şoförleri, İskoçya’da 50 bin sağlık emekçisi, yüksek mahkeme avukatları, Aylesbury makina ve teknoloji işçilerinin zaferleri bunlardan sadece birkaçı. UNITE sendikasının verilerine göre, şu anda UNITE’ın örgütlü olduğu 147 işyerinde grevler devam ediyor. Ağustos’tan bu yana gerçekleşen grevlerin yüzde 80’inde grev zaferle sonuçlandı. Bu zaferler sonucunda işçilerin cebine yılda en az 200 milyon sterlin fazladan para girecek. Bu grevlerde en az 100 bin UNİTE üyesi işçi rol oynadı.

 

4 soruda Ruanda ve İngiltere’nin mültecileri caydırma planı

Sığınmacıları Ruanda’ya gönderme planı yüksek mahkemece onaylandı. Süreci 4 soruda ele aldık: Karara kim, nasıl tepki verdi? Ruanda planı nedir? Karşı çıkanlar ne diyor? Süreç nasıl devam edebilir?

İngiltere’de yüksek mahkeme, bazı sığınmacıların Ruanda’ya gönderilmesine dair insan hakları örgütlerinden ve sınır muhafaza görevlilerinin örgütlü olduğu PCS sendikasından gelen itirazları reddetti ve planın yasal olduğuna hükmetti. Dava konusu olan ve Ruanda’ya gönderilmeleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı ile daha önce engellenen sığınmacıların durumunun yeniden ele alınması gerekecek, ancak bu, Ruanda planın ilerlemesine engel teşkil etmeyecek.

KARARA KİM, NASIL TEPKİ VERDİ?

İngiltere Başbakanı Rishi Sunak, karardan memnuniyet duyduğunu ve ülkeye “yasa dışı yollardan” gelenleri “güvenli bir ülkeye” göndermenin “sağduyulu” bir tutum olduğunu söyledi.

İçişleri Bakanı Suella Braverman da kararın ardından parlamentoda yaptığı konuşmada davayı kazandıklarını, Ruanda’nın sığınmacılar için bir ceza olmadığını ve İngiltere’ye “tehlikeli ve yasa dışı yollardan” gelenler için “insani ve pratik bir alternatif” olduğunu söyledi. Braverman, İçişleri Bakanı olur olmaz yaptığı bir açıklamada en büyük hayalinin, “sığınmacıları taşıyan ilk uçağın Ruanda’ya hareket edişini görmek” olduğunu söylemiş ve büyük tepki çekmişti.

Muhalefet milletvekillerinin Ruanda kararının kamuya maliyetini ve uygulanabilir olup olmadığını sorguladığı parlamento oturumunda, İşçi Partisinin Gölge İçişleri Bakanı Yvette Cooper, planın iltica sisteminde mevcut sorunları daha da derinleştireceğini belirtti ve aynı zamanda etik olmadığını vurguladı.

Karar verilen davada taraflardan birisi olan İngiltere Kamu ve Ticari Hizmetler Sendikası (Public and Commercial Services Union-PCS) ise mültecilere dönük bu politikanın ahlaki açıdan kınanması gerektiğini belirtti. Sendika, İçişleri Bakanlığına bu insanlık dışı uygulamadan vazgeçme çağrısı yaptığı basın açıklamasında ayrıca söz konusu politikanın caydırıcı bir etkisi olmayacağını söyledi.

Açıklamada PCS Genel Sekreteri Mark Serwotka’nın şu ifadesine yer verildi: “İnsanların hayatını korumanın ve Manş Denizi’nde boğulmalarını önlemenin tek yolu, onların güvenli bir şekilde geçişini sağlamaktır. PCS, bunu güvence altına almak için uğraşmaya devam edecek.”

RUANDA PLANI NEDİR?

Ruanda Planı, Muhafazakar Parti hükümetinin seçim vaatleri arasında da yer alan yeni göç ve iltica politikalarının bir parçası. Düzensiz göçmenler ve sığınmacılar için “caydırıcı unsurlar” içermesi planlanan bu politikada mültecilere farklı farklı muamele yapılması öngörülüyor. Kimi sığınmacılar –Napier Kışlası ya da Manston’daki eski hava üssü gibi merkezlerdeki çok kötü koşulların olduğu– “mülteci kamplarında” uzun süre boyunca yaşamaya mecbur bırakılıyor. Kimileri dışarısı ile hiçbir iletişimlerinin olmadığı otellere kapatılıyor, kimi sığınmacıların ise Ruanda Planı’nda öngörülen şekilde iltica başvurusu henüz işleme girmeden bir başka ülkedeki mülteci kampına gönderilmesi planlanıyor. (Napier Kışlası’nın sığınmacılar için yaşamaya uygun olmadığı 2021 yılında mahkeme kararıyla tescillenmişti. Sığınmacılar için bir cehennem olarak nitelendirilen Manston’daki kamptaki sığınmacılar ise PCS sendikası ile Detention Action’ın girişimleri sonucu başka konaklama merkezlerine yerleştirilmişti.)

Yaygın kanının aksine Ruanda’ya gönderilecek sığınmacılardan iltica talepleri kabul edilenlerin Birleşik Krallık’a geri dönmesi planlanmıyor. Ruanda ile yapılan anlaşma uyarınca sınırlı sayıda sığınmacının sığınma talebi Ruanda yasalarına göre değerlendirilecek ve Ruanda’da sığınma hakkı verilirse bu kişiler orada kalacak. Ruanda iltica talebini reddettiği sığınmacıları ülkelerine geri göndermekten sorumlu olacak. Yani bu plan uyarınca Birleşik Krallık’ın sığınmacılara karşı sorumlulukları sığınmacıları taşıyan uçak Ruanda’nın başkenti Kigali’ye iner inmez sona erecek. Böylece, diğer mültecilerin iltica talebinde bulunmak için Birleşik Krallık’a gelmeye çalışmaktan caydırılması amaçlanıyor.

PLANA KARŞI ÇIKANLAR NE DİYOR?

Ruanda Planı’na karşı temel argümanlar ise; planın İngiltere’nin de imzacısı olduğu 1951 tarihli Mülteci Sözleşmesi’ne aykırılığı, Ruanda’nın güvenli bir ülke olmayışı ve planın cinsiyet, yaş ve uyruk kriterleriyle mülteciler arasında ayrımcılık içermesi olarak sıralanabilir. Bu bağlamda yapılan eleştirilerde ayrıca sığınmacıların neden başka ülkeler yerine İngiltere’yi tercih ettiğinin de göz ardı edildiği belirtiliyor. Savunmasız durumdaki sığınmacıların İngilizce konuştukları ve/veya Birleşik Krallık’ta akrabaları olduğu ya da Britanya İmparatorluğu’nun sömürgeleştirdiği ülkelerden geldikleri için bu talepte bulundukları hatırlatılıyor.

SÜREÇ NASIL DEVAM EDEBİLİR?

Yüksek Mahkeme’nin bu kararına rağmen sığınmacıların Ruanda’ya yakın bir zamanda gönderilmesi söz konusu değil zira PCS sendikası ile Detention Action ve Care4Calais isimli hak örgütlerinin karara itiraz etmesi ve ne kadar süreceği öngörülemeyen bir temyiz sürecinin başlaması bekleniyor. Yapılan kimi yorumlarda, nihai karar için bir hızlandırma girişimi olabileceği, temyiz sürecinde ilk sırada bulunan mahkemenin (Court of Appeal) pas geçilerek davanın doğrudan son kararı verici mahkemeye (Supreme Court) taşınabileceği belirtiliyor. Bu durumda da, söz konusu mahkemenin (Supreme Court) önceki kararları hükümet politikaları ile uyumlu olduğu için, planın yürürlüğe girmesinin muhtemel göründüğü ifade ediliyor. Bu sürecin sonunda sığınmacıların Ruanda’ya gönderilmemesinin ancak temyiz aşamasının önümüzdeki genel seçimlerden önce sonuçlanmaması ve İşçi Partisi’nin iktidara gelmesiyle mümkün olacağı belirtiliyor.

 

Sığınmacıların Ruanda’ya gönderilmesine Yüksek Mahkemeden onay

İngiltere’de Yüksek Mahkeme, ülkeye gelen bazı sığınmacıların Ruanda’ya gönderilmesine yönelik hükümet planının hukuka uygun olduğuna hükmetti.

Boris Johnson hükümetinin İçişleri Bakanı Priti Patel’in Nisan’da duyurduğu plan, Manş Denizi’nden teknelerle İngiltere’ye ulaşan sığınmacıların doğu Afrika ülkesi Ruanda’ya gönderilmesini öngörüyor.

Sığınmacılara yönelik yardım kuruluşu Care4Calais ve kamu emekçileri sendikası PCS’in yanı sıra bazı insan hakları örgütleri ve hukukçular Ruanda’nın sığınmacılar için güvenli bir yer olmadığını belirterek plana karşı çıkmış ve kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle dava açmıştı.

Haziran ayında Ruanda’ya gönderilecek bir grup sığınmacıyı taşıyacak uçak, protestolar, açılan davalar ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin müdahalesi sonucu iptal edilmişti.

Yüksek Mahkeme 19 Aralık’ta kararını açıkladı ve Ruanda planının yasal olduğuna hükmetti. Mahkeme ayrıca, bakanlığın gönderilecek bazı sığınmacıları seçerken onların özgül koşullarını gerektiği şekilde değerlendirmediğine karar verdi ve Ruanda’ya gidecek ilk grup olarak seçilen sekiz sığınmacının koşullarının yeniden değerlendirilmesine hükmetti.

KARAR PROTESTO EDİLDİ

Mahkeme önünde toplanan Stand Up To Racism grubu kararı protesto etti.

Göstericilerden biri, “İnsanların bu ülkeye güvenli ve yasal bir şekilde gelip iltica edebileceği bir yol yok. Manş Denizi’ni aşıp gelenlerin çoğunun iltica başvurusu kabul ediliyor (yani başvurular temelsiz değil). İnsanların bu ülkeye gelmesini engellemeye çalışıyorlar” diye konuştu.

Ruanda’nın güvenli bir yer olmadığını söyleyerek mahkemede karşı görüş bildiren birçok vakıf ve kuruluşla İngiltere Mülteciler Konseyi de kararı eleştirdi.

Mahkeme kararından sonra konuşan İçişleri Bakanı Suella Braverman, hükümetin Ruanda planını uygulamakta kararlı olduğunu tekrarladı. Bakan Yardımcısı Robert Jenrick de “Ruanda ortaklığının dünyaya örnek olduğunu” belirterek, sayıları kabaran sığınma başvurularına karşı “sert önlemler” almaya ve daha katı yasalar çıkarmaya kararlı olduklarını söyledi.

Mahkemenin kararı hükümet için kısmi bir zafer olarak görülse de, bu, Ruanda uçuşlarının yakında başlayabileceği anlamına gelmiyor. Karara çok sayıda itirazda bulunulması ve sürecin uzaması bekleniyor.

RUANDA PLANI NEDİR?

Plan, İngiltere’ye teknelerle yasa dışı yollardan gelen sığınmacıların Ruanda’ya gönderilmesini öngörüyor. Sığınmacılar iltica başvurularını orada yapacak; başvurusu kabul edilenler Ruanda’da kalacak.

Hükümet, insan hakları örgütlerinin “ırkçı” olarak nitelediği bu planı beş yıl boyunca “deneme amaçlı” sürdüreceğini açıkladı. Tory hükümeti Ruanda planıyla, ülkeye gelen sığınmacı sayısını azaltmayı hedefliyor ve bunun “daha ekonomik” olduğunu savunuyor.

Bu uygulamanın toplam maliyeti açıklanmadı, ama planın İngiltere’ye şu ana kadar, henüz hiçbir sığınmacı gönderilmeden bile 140 milyon sterline mal olduğu belirtiliyor.

4 KİŞİ DAHA TEKNEYLE GEÇMEYE ÇALIŞIRKEN ÖLDÜ

Resmi rakamlara göre, teknelerle Manş Denizi’ni geçerek İngiltere’ye ulaşanların sayısı geçen yıla oranla yüzde 60 artarak, 2022’de 45 bini aştı. Ancak yasal yollarla bu ülkeye gelip sığınma başvurusunda bulunmak, sadece Afganistan, Ukrayna ve Hong Kong gibi çok az sayıda ülke için ve sınırlı sayıda mümkün. Bu nedenle, pek çok kişi tehlikeli koşulları göze alarak teknelere yöneliyor.

Aralık ayında 43 göçmeni taşıyan teknenin Kent kıyıları yakınlarında sorun yaşaması nedeniyle dört kişi daha hayatını kaybetti. Folkestone sahilinde toplanan göstericiler kum üzerine “No More Deaths” (Daha Fazla Ölüm Olmasın) yazdı ve ölenlerin anısına saygı duruşunda bulunup beyaz güller bıraktı. Geçen yıl Kasım ayında da bir teknenin batması sonucunda 27 kişinin hayatını kaybettiğini hatırlatan göstericiler, hükümetin göçmenlere yönelik politikasını değiştirmesini ve sığınmacılar için güvenli geçiş yolları sağlamasını talep ettiler.

SUNAK HÜKÜMETİNİN PLANLARI

Başbakan Rishi Sunak’ın teknelerle geçenlerin sayısını azaltmak için açıkladığı önlemler arasında şunlar yer alıyor:

• Suça karşı eylemleri koordine eden NCA ve askerlerin de katılımıyla yasa dışı geçişleri engellemek üzere Tekne Komuta Merkezi kurulması,

• Yasa dışı çalıştığından şüphelenilen kişilere yönelik baskınların artması,

• Otellere yerleştirilmeleri nedeniyle oluşan masrafı azaltmak üzere 10 bine yakın göçmenin kullanım dışı üniversite binaları ve tatil mekanları gibi alanlara yerleştirilmesi,

• Bekleyen iltica başvurularının en geç 2023 sonunda karara bağlanmış olması,

• Arnavutluk ile yapılan anlaşma uyarınca ve Arnavutluk kökenli yasa dışı sığınmacı sayısını azaltmak üzere Tiran’a daha fazla sayıda İngiliz sınır güvenlik personeli yerleştirilmesi ve iltica başvurusu reddedilenlerin hemen geri gönderilmesi.

 

Kripto para borsasında sarsıcı iflas

Karşılığı olmayan sanal para piyasası son yılların yükselen yıldızıydı. Özellikle “kripto para”yı bir yenilik sayarak gençler benimseyip yüceltmekteydi. Kullanımı kolaydı. İş görür sayılmaktaydı. Oysa yeni bir vurgun kapısıydı.

Türkiye’de birkaç vurup kaçan kripto para şirketi olmuştu. Çarpıp dünyanın bir ucuna kaçmıştı sahipleri. Vurgunları pek de küçük sayılmazdı, ancak ya “Türkiye’de veya benzeri muz cumhuriyetlerinde olur böyle şeyler” denip önemsenmemiş ya da “kripto piyasası”na güven sarsılmasın diye düşünülüp görmezden gelinmişti.

Son büyük vurgun ABD’de gerçekleşti.

İkinci büyük kripto para borsası FTX, hızla battı. Önce şirketin istikrarsızlık içindekimali durumuyla ilgili bilgiler sızdıinternete. Kripto vurgun şirketi 8 gün dayanabildi. FTX’in rakibi Binance, elindeki FTX varlıklarını satacağını açıkladı. Şirketin kriptolarının değeri hızla düşerken herkes elindekileri satmaya çalışmaktaydı. Binance önce kendisine de sirayet edebilecek vurgunculuk iddiasının önünü alabilmek amacıyla FTX’i satın alabileceğini açıkladı, ancak altından kalkamayacağını görüp vazgeçti. 8. gün iflas geldi. CEO’su Bankman-Freidiflas başvurusundan önce istifa etti.

FTX bir milyondan çok yatırımcının parasını toplamıştı. Bu müşterilerin paralarını hiçbir zaman geri alamayabileceği belirtiliyor. İflastaki FTX kayıtları, çoğu müşterisinin Cayman ve Virgin Adalarıyla İngiltere ve Çin’de olduğunu gösteriyor. Müşteriler, Türkiye dâhil 27 ülkeden. FTX’in 50 büyük müşterisinin toplam alacağı 3 milyar doları aşıyor. İlk mahkemede anlaşıldığına göre, 10 büyük alacaklının toplam alacağı 1.5 milyar, bir kişinin alacağı ise 220 milyon dolar.

İlk mahkemede şirket parasıyla kayıtlara geçmeyen evler satın alınması türünden yolsuzluklar ortaya çıkarken, FTX’in 30 yaşındaki kurucu ve CEO’su Fried’in, şirketin parasını, ondan çok miktarda “borç” almış görünen diğer şirketi Alamada Research’e aktarıp aktarmadığı araştırılıyor.

FTX’in iflası kripto piyasasını ciddi ölçüde sarstı. Kripto paranın ilk ve en ünlüsü Bitcoin değeri 2020’den bugüne en düşük seviyesinde. FTX’in iflasını yöneten,2001’de enerji şirketi Enron’un skandal iflasını da yönetmiş olan John Ray, bu iflasın“tarihte görülmemiş türden” olduğunu ve “böylesine tümden çökmüş bir kurumsal yönetim anlayışı görmediğini” söylüyor. Fried internet korsanlarını suçlarken, Ray’a göre, FTX, kripto paraların usulsüz kullanımını örtmek için gizli yazılımlar kullanmış, müşterilerin varlıklarının kaydı doğru tutulmamış ve şirket tarafından yeterli güvenlik de alınmamış.

Ray “şirketin bir grup tecrübesiz ve yetkin olmayan kişi”tarafından yönetildiğini, yönetim ve denetim sistemlerinin çok yetersiz olduğunu söyleyerek durumu toparlamaya ve kripto paraya güvenin bütünüyle sarsılmasını önlemeye çalışıyor.