Ana Sayfa Blog Sayfa 66

Frankenstein’ı yaratan kadın

Türkçe okunuşuyla Frankenstein, bir zamanlar o müthiş korku filmini seyretmiş olanların hatıralarında mutlaka özel bir yer tutar. Mezarlıklardan toplanan ceset parçalarından, fizik, kimya, mekanik ve elektrik bilgilerinin yardımıyla yaratılan korkunç mahlûk, kolay kolay unutulmaz. Filmin adı yüzünden, pek çoğumuz yeniden hayata döndürülen cesedin adını Frankenstein zannederiz.

Oysa Frankenstein, onu yaratan doktorun adıdır. Mahlûkun adı ise, kendisi tarafından belirlenmiştir. Bir yerde doktora, “Ben senin Âdem’inim” demiştir. O yüzden onu Âdem (İngilizcede ADAM) olarak anabiliriz. “Yaratanım sensin, unutma. Âdem’in olmam gerekirken haksız yere mutluluktan mahrum edilen, cennetinden kovulmuş bir meleğe benziyorum.” Bu duygu ve bilgi fışkıran cümleden de anlaşılacağı üzere, Âdem, görenlerin tüylerini diken diken eden bu canlı ceset, aslında derin düşünceleri olan bir “insan”dır. Fakat korkunç görünüşü yüzünden dışlanır ve bir köle olarak kullanılmak istenir.

Doktor Frankenstein ise, elinde tuttuğu bilimin gücünü ve “yaratıcı” olmanın üstünlüğünü kullanarak her şeye hâkim olmak isteyen ihtiraslı bir zalime dönüşmüştür. Bu şiddetli gerilim üzerine kurulan roman, şu kadarcık özetten de anlaşılabileceği gibi, son derece önemli felsefi ve teolojik sorunları ele almakta ve o dönem İngiltere’sinin toplumsal ilişkilerini derinlemesine eleştirmektedir.

Mary Shelley, İngiltere’nin önde gelen siyaset filozoflarından William Godwin ile “feminizmin annesi” Mary Wollstonecraft’ın çocukları olarak dünyaya geldi. Annesi Mary Wollstonecraft, hem özel hayatıyla, hem de eserleriyle fırtınalar yaratmış bir devrimciydi. Laf olsun diye devrimci demiyoruz, Büyük Fransız Devrimi henüz dumanı üstünde bir ateş halindeyken Fransa’ya gitmiş, sürüp giden mücadeleye katılmış, özellikle kadınların özgürlük mücadelesine ciddi katkılarda bulunmuştu.

Mary Wollstonecraft’ın hayatı ve mücadelesi tozlu tarih sayfaları arasından çıkarılıp hatırlanmayı hak edecek kadar zengin ve ilginçtir. Şimdilik onu saygıyla bir kenara koyup dünyaya getirdiği müthiş kıza bakalım. Hemen söyleyeyim ki, Mary Wollstonecraft, kızını doğurduktan on bir gün sonra öldü!

Frankenstein’in diğer adı, “Modern Prometheus”… Mary Shelley, ateşi tanrılardan çalıp insanlara veren yarı tanrıyla kendi kahramanını özdeşleştirmiştir. O, yaratıcılık marifetini tanrıların elinden almış, kendisi de bir “insan” yaratmıştır. Dr. Victor Frankenstein, ölüleri hayata döndürerek doğanın döngüsünü bozmaya çalışan bir bilgindir. Ancak yeniden can verilen ceset parçalarından oluşan bu insan, kendi canavarca yaratılışından tiksinir ve doktoru terk eder. Dünya tarafından sevilmek ve kabul edilmek istemekte, efendisine karşı öfkeden başka bir duygu beslememektedir. Ondan, yalnızlığını gidermesi için bir kadın arkadaş ister. Victor da başlangıçta aynı fikirdedir. Ancak bu yapay insanların üreyip insan ırkının yok olmasına yol açabileceğini düşünerek, yaratmaya çalıştığı kadını parçalar. Canavar intikam yemini eder ve bir trajediye yol açar. Mary Shelley, burada dinsel dogmaların iddiasına karşı kendi görüşünü söyler: Tanrı, yarattığı insanları yalnızlaşmaya ve yabancılaşmaya mahkûm edildiği bir toplumda yaşamaya mecbur bırakmıştır. Tıpkı Dr. Frankenstein gibi, acımasız, hırslı ve kötüdür.

Frankenstein’i yazıldığı dönem içinde değerlendirmek gerekir. On sekizinci yüzyılın sonları, fabrikaların ve makinelerin hızlı bir şekilde yükseldiği sanayi devrimi dönemiydi. Sanayi devriminin yarattığı kapitalist pazar, kır evine dayalı küçük sanayileri çökertti, birçok insanı, kadın-erkek, işsiz bıraktı. Bu aynı zamanda bilimin, yine kapitalizmin hizmetinde bütün dünyaya hâkim olabileceği inancının zirveye çıktığı bir dönemdi. Mary Shelley, başta eşi olmak üzere çağdaşı bütün romantikler gibi, kapitalizmin kökenini tam anlamadıkları bütün kötülüklerine karşı doğaya dönmeyi, saf ve iyi insanın özünü bulmayı istiyordu. Kadınların ezilmesine, insan sayılmamasına karşı mücadelesi de bu özlemler üzerinde yükseliyordu.

Frankenstein, bilim kurgu türüne öncülük etti, birçok uyarlama ve yeniden anlatımla popüler kültür piyasasının sıradan bir malı haline getirildi. Mary Shelley’in sert bir sosyal eleştirmen, öncü bir feminist ve dinsel dogmalara karşı çıkan bir aydın olduğu ise, hep göz ardı edildi.

 

Siz Liz’i nasıl bilirsiniz?

Birleşik Krallık’ın çiçeği burnundaki başbakanı Liz Truss 7 Eylül’de başbakanlık koltuğuna oturdu. Medya yeni başbakanı mercek altına alıp “Siz Liz’i nasıl bilirsiniz?” sorusuna yanıt aramaya başlamıştı ki ertesi günü Kraliçe II Elizabeth yaşamını yitirdi. Haliyle gündem değişti.

Partisinin güvenini yitirdiği için koltuğu bırakmak zorunda kalan Boris Johnson yalancı birisiydi. Türk kökenli olmasına karşı “Birleşik Krallık AB’den çıkmazsa burayı Türkler dolduracak” yalanını atmış sonra da çamura yatmıştı. Her ne kadar Türkiye’deki sağ basın “Boris Johnson Türk kökenli olduğu için harcandı” iddiasında bulunsa da kökenleriyle hiç mi hiç ilgisi yoktu… “Eh bari gelen gideni aratmasın” diye düşünürken Liz, kabinedeki maliye bakanı rakibi Rishi Sunak’ı eleyerek koltuğu kaptı. Geleneklerin tersine Sunak ve ekibi ile kendisine yakın olmayanlara kabinesinde yer vermemesi benmerkezci, kindar ve hırslı birisi olduğunu düşündürdü.

Liz seçilince “hanelerin yanı sıra şirketlere de enerji konusunda destek vereceği” vaadinden dolayı Domino’s Pizza gibi restoranların hisseleri yüzde 6’dan fazla yükseldi. Times bu gelişime temkinli yaklaşarak “Artık sözünü tutmalı” diye yazdı. Muhafazakar liderlerin sözünü tutmakta karneleri kırıklarla dolu olduğunu hatırlatan Daily Mirror da “Fazlasıyla bozduğunuz ülkeyi tamir edin” manşetini attı. Ülkenin ciddi ekonomi gazetelerinden Financial Times da hükümetlerin eski taktiği tüketicilere kaşıkla verip yine aynı tüketiciden kepçeyle geri alma taktiğinin olası enerji desteğinde pek işe yaramayacağını savunarak “Bu yüzden enerji destek maliyetini vergi mükelleflerinin üstlenmesi gerekecek” yorumunu yaptı.

Peki basında pek tartışılmayan, bizim başlıktaki “Siz Liz’i nasıl bilirsiniz?” sorusunun yanıtına gelirsek, sosyal medyadaki bir paylaşımdan alıntı yapayım efeeem:

“Yeni başbakan Liz Truss… Karıştığı skandallar nedeniyle istifa etmek zorunda kalan Boris Johnson kabinesinin dışişleri bakanı. Katı ama pragmatik sağ görüşleriyle tanınıyor. Türkiye’de adı en çok İngiltere’nin reddettiği ilticacılar için Ruanda’nın yanında Türkiye’de de göçmen kampları kurdurma önerisiyle duyulmuştu. Yaşadığımız sorunları dış güçlere bağlayarak geçiştirmeye çalışanlar paranın ucunu görünce sessiz kalmayı tercih etmişlerdi. Liz Truss sol eğilimli bir ailenin kızı. 1980’lerde çocukken ailesi ile birlikte nükleer silahlara karşı kampanya örgütü CND gösterilerine katılıyor. 1990’larda Oxford’da öğrenci iken Liberal Demokrat partili. Kraliyete son verilip cumhuriyet kurulması kampanyalarında aktif yer alan bir öğrenci lideri. Daha sonra Muhafazakar Parti’ye giriyor. 2010’da 35 yaşında milletvekili seçiliyor. Derken çeşitli bakanlık görevleri yapıyor. Brexit kampanyasında o sıradaki başbakan David Cameron’la birlikte AB’de kalmayı savunuyor. Referandumda az farkla ayrılma sonucu çıkınca o da Brexit’çi oluyor ve kampanyanın başını çeken Boris Johnson’un güvenini kazanıyor. Şimdi yıllar önce yıkılması için çalıştığı Kraliyet’in başındaki adaşı Kraliçe Elizabeth tarafından başbakan olarak atanacak. Böylesine ilkeli(!) ve tutarlı(!) bir başbakan İngitere’ye ve dünyaya hayırlı olsun!”

***

Kraliçenin vefatıyla gündeme gelen “Siz Kraliçe Elizabeth’i nasıl bilirdiniz?” sorusu da bizim toplumu sosyal medyada ikiye böldü. Feodal dönemden kalan monarşinin dolayısıyla tahtın çocuklara geçtiği kraliyetin tarihin tozlu raflarına bir daha geri gelmemek üzere kaldırılmasını isteyenler ile Kraliçeyi; ardından yasin okutacak, helva yapıp dağıtacak, sarayın kapısına çiçek gönderecek kadar çok sevenler…

Son paragrafımda da bizim bazı toplum üyelerinin sosyal medyadaki yorumlarına (isim vermeden) örnek vereyim efeeem: “Toplumda bu kadar kraldan çok kralcı olmasına şaşırdım”, “En değerli mektup arkadaşımı yitirdim (Kraliçeye gönderdiği hediye ve mektuplarına karşı ‘alındı ve teşekkür’ mektubu alan birisi)”, “Kraliçe’nin verdiği sakatlık parasıyla Türkiye’de hava atarlar. Bir de Kraliçe’ye sömürgeci diyorlar. Bunlar ne yiyor Kraliçe olmasaydı haliniz ne olurdu? Nankörleri toplayıp Türkiye’ye göndereceksin!”, “Önümüzdeki birkaç gün ve hafta boyunca, İngiltere’nin kraliyet ailesini eleştiren ve özellikle Kraliçe’yi kınayan insanlar olacak. Lütfen cehaletleri ve merhametsizlikleri ile bu ailenin önemini, kaybettiklerini, ülkenin kaybının farkında olmamalarını görmezden gelin. Ayıp be. (Eski bir dernek başkanı)”

İskoçya kiraları dondurdu

0

İskoçya özerk yönetiminin başbakanı Nicola Sturgeon, hayat pahalılığı ile mücadele kapsamında kamu ve özel sektörde kiraları dondurma ve bu kış evden atılmaları yasaklama kararı aldıklarını duyurdu. Yaz tatilinin ardından ilk kez toplanan İskoçya Parlamentosu, ‘insani acil durum’ olarak tanımladığı hayat pahalılığının yarattığı baskıyı azaltmak için bir dizi önlem aldı.

İskoçya Parlamentosunun, kiraların dondurulması ve evden atılmaların yasaklanmasının yanı sıra aldığı önlem arasında:

  • Scot Rail ücretlerinin en az Mart 2023’e kadar dondurulması
  • İlkokul 6. ve 7. sınıf öğrencilerine de ücretsiz okul yemeği verilmesi
  • Bir ulusal bakım hizmetinin kanunla oluşturulması
  • Sıfır emisyonlu bir ısıtma ve ortak ısıtma sistemi oluşturmak için 25 milyonluk karbonsuzlaştırma fonu oluşturulması var.

Kiracılar atılan adımı yeterli bulmadı

31 Mart 2023 tarihine kadar geçerli olan düzenlemeler ile Belediye ve özel sektörün, kiralara zam yapması ve evden atması yasaklandı. Kiracılar ve kiracılar birliği, memnuniyetle karşıladığı bu düzenlemelerin kapsamının ve süresinin daha da geliştirmesini talep ediyor. İşkoçya’da son 10 yıl içinde kiraların %60 arttığını ve kiraların çok yüksek olduğunu dile getiren kiracılar, kiraların dondurulmasının, hükümetin kiraları kontrol edecek bir mekanizma geliştirene kadar devam ettirmesini talep ediyor.

Sturgeon krizi referanduma dayanak yapmanın peşinde

İskoçya lideri Sturgeon yeni Başbakan Liz Truss’a da bir mektup yazarak, kriz döneminde ailelere destek olmaya odaklanan bir toplantı için dört ulusun politik liderlerini kapsayan bir toplantı yapmasını talep etti. Yakaladığı her fırsatta İskoçya’nın bağımsızlık referandumunu gündeme getiren Sturgeon hayat pahalılığına karşı etkili önlemleri de referanduma bağladı. Holyrood (İskoçya Parlamentosu)’un vergi ve borçlanma konusunda sınırlı yetkiye sahip olmasından dolayı zor kararlar almak mecburiyetinde kaldıklarını dile getiren Sturgeon, tam yetki için bir kez daha referandumu işaret etti.

 

Polis bir genci daha vurdu

0

Kullandığı araç mobese kameraları tarafından şüpheli olarak tanımlanan 24 yaşındaki siyah genç Chris Kaba, kendisini takibe alan polisler tarafından vurularak öldürüldü. Arabasında yapılan aramada silahsız olduğu ortaya çıkan Kaba, 5 Eylül akşamı kafasına aldığı tek kurşunla yaşamını yitirdi.

Kurumsal ırkçılık devam ediyor

Siyahlara yönelik şiddetin ve ırkçılığın kurumsallaştığı İngiltere’de, 1990’dan beri, 1880’den fazla insan ya doğrudan güvenlik güçlerinin müdahalesi ile ya da resmi kurumlarda gözaltına alındıktan sonra can verdi. Polisin ve devlet kurumlarının elinde can verenlerin ezici çoğunluğunu siyah ve etnik kökenliler oluşturuyor. Polisin üst aramaları ve kontrollerine maruz kalanların ezici çoğunluğunu siyahların ve etnik azınlıkların oluşturduğu ise şimdiye kadar yapılan sayısız araştırma ile defalarca kanıtlandı. Kurumsallaştığı kabul edilmiş olmasına rağmen ne polisin ne de devlete ait kurumların ırkçı ve ayrımcı politikalarında bir değişiklik olmadı. Ve şimdiye kadar hiçbir polise ve kamu görevlisine ceza verilmedi. Bu nedenle ChrisKaba’nın vurularak öldürülmesi polis ve ilgili devlet kurumları tarafından sıradan adi bir adli vaka olarak kabul edilerek üzeri kapatılmaya çalışıldı.

Adalet sokaklarda aranır oldu

Kaba’nın ailesi ile yakınları polis ve devlet elinde can verenler, seslerini duyurabilmek ve adalet talep etmek için hemen harekete geçerek, ilk hafta sonuna denk gelen 9 Eylül günü Londra’nın merkezinde bir protesto düzenlediler. Başta BBC olmak üzere İngiltere’deki tüm ulusal basının protestodan bir gün önce hayata veda eden Kraliçe 2. Elizabet’in ölümü ve yasına kilitlendiği saatlerde Londra’nın merkezinde 5 bin kişi adalet talep etmek için yan yana geldi. Seslerini duyurmaya çalıştı. Kaba’nın ailesinin adalet talebini ve 5 bin kişinin seslerini duyurmak için yaptığı yürüyüşü görmezden gelen polis ve ilgili kurumlar, aradan yaklaşık bir hafta geçmesine rağmen Kaba’nın canını alan silahı ateşleyen polisin ifadesini dahi almadı. Polisin, tahammül sınırlarını zorlayan keyfi yaklaşımını protesto etmek ve tecelli etmesin istenen adaleti talep etmek üzere binlerce kişi bir kez daha Londra polis teşkilatı ScotlandYard önünde toplanma kararı aldı.

Güneşli bir Sonbahar günü olan 16 Eylül’de kimileri Kraliçe 2. Elizabeth’in tabutunun tutulduğu Westminster Salonu’na varmak kimileri de Chris Kaba için adalet talep etmek için Westminster Metro istasyonun yolunu tuttu. İngiltere Medyası’nın 96 yaşında ölen Kraliçe 2. Elizabet için 19 Eylül’de yapılacak cenaze töreninin detaylarının derdine düştüğü saatler de,

24 yaşında polis tarafında vurularak öldürülen siyah genç Chris Kaba için adalet talep edenler bir kez daha Londra polis teşkilatı Scotland Yard önünde toplandı. Başbakanlık Konutu, Parlamento Binası, Big Ben, London Eye ve Kraliçe 2. Elizabeth’in tabutunun tutulduğu Westminster Salonu’na yürüme mesafesinde olan Scotland Yard önünde yapılan protestoda, adalet ve hakikat hep bir ağızdan atılan öfkeli sloganlar ile talep edildi. Yapılan konuşmalarda Siyahlara yönelik sistemli bir şekilde devam ettirilen ve kurumsalmış olan polis şiddetine dikkat çekildi, ırkçılık ve ayrımcılık her bir konuşmacı tarafından ayrı ayrı protesto edildi.

Siyah olmak suç değil

Chris Kaba için Adalet (JusticeforChris Kaba) ve Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk (Stand Up Against Racism) tarafından düzenlenen eylemde Kaba’nın yakınlarının yanı sıra, yakınları polis tarafından öldürülen aileler, Siyah Hayatlar Önemlidir Kampanyası içerisinde yer alanlar ve İşçi Partisi eski lideri Jeremy Corbyn katılımcılara seslendi. Yapılan konuşmalarda Kaba’yı vuran polisin ancak kamuoyunda yükselen tepkiler sonrasında açığa alınmasının ve hala sorgulanmamış olmasının kabul edilemez olduğu vurgulandı. Siyah olmanın bir suç olmadığı dile getirildi. Öfkenin hâkim olduğu protestoda katılımcılar, mücadele kararlılıklarını ‘adalet yoksa barış da yok’ sloganları ile dile getirdi. Aynı gün polisin işlediği cinayeti protesto etmek ve adalet talep etmek için İngiltere’nin birçok şehrinde de dayanışma eylemleri yapıldı.

Adalet arayanlar birleşiyor

Polis ve devlet kurumları karşısında on yıllardan beri adalet arayanların buluşma noktasına dönüşen bu protesto ve eylemler aynı zamanda, binlerce insanın yaşadığı acıları bir kez daha tetikliyor. Acıları ve öfkeleri ortak olan aileler, yıllar içinde adalet arayışlarını ortaklaştırarak bir kampanyaya dönüştürdü. United Familiesand Friends (Birleşmiş Aileler ve Arkadaşlar) adıyla bir oluşum kuran ailelerin ortak adalet talebi,yürütülen düzenli çalışmalar ile kamuoyu gündeminde tutuluyor. Birleşmiş Aileler ve Arkadaşlar kampanyasının en etkili etkinliklerinden bir tanesi, her yıl Ekim ayının son haftasında Londra’da düzenlenen yürüyüş ve buluşma. Türkiye’deki Cumartesi Anneleri’nin buluşmasına benzeyen bu etkinlik, her yıl Trafalgar Meydanı’nda başlıyor ve Başbakanlık Konutu önünde devam ettiriliyor. Bu yıl 29 Ekim Cumartesi günü düzenlenecek etkinlikte Chris Kaba’nın ailesi, aynı adaletsizliği yaşayan 1882 aile ile acılarını ve adalet arayışını ortaklaştıracak.

 

‘Yeter artık’ diyerek işçiler meydanlara indi

İngiltere’de tarihin en etkili grevlerinden biri gerçekleştirildi. Demir yollarında örgütlü 4 sendika, (RMT, ASLEF, TSSA, UNITE) posta işçilerinin üye olduğu CWU aynı gün greve giderek hükümet ve işverenler üzerinde daha fazla baskı kurmaya çalıştı.

Liverpool liman işçileri de grevdeydi. Yaklaşık 250 bin işçi 1 Ekim’de greve çıktı. Demir yollarında trenlerin sadece yüzde 11’nin çalıştığı açıklandı. Bu trenlerin çalışması da, müdürlerin trenleri sürmesi ve acentalardan tehmin edilen işçilerin çalıştırılmasıyla mümkün hale getirildiği belirtiliyor.

Posta hizmeti tamamen durdu. 115 bin postacının hiçbiri dağıtıma çıkmazken, mektup ve paketlerin toplandığı depolara ulaştırılması için şoför bulunamadı. İletişim İşçileri Sendikası CWU, Kraliyet Postası patronlarının masaya oturmaması nedeniyle, yıl sonuna kadar ayrı ayrı günlerde toplam 19 gün daha grev kararı aldıklarını duyurdu.

İşçiler hükümeti de hedefine koydu

Greve giden işçiler, sadece işe gitmemekle kalmadı ve tepkilerini sokakta gösterdi. Liz Truss’ın açıklamaları ve yaklaşımlarına öfkeli olan işçiler, geri adım atmayacaklarını ve patrona karşı verdikleri mücadeleyi hükümetin düşürülmesi yönünde de ilerleteceklerini belirttiler.

Hayat pahalılığa karşı ücret artışının gerçekleştirilmesi, son 3 yıldır ücretlere yapılamayan zamların 3 yıl öncesinden geçerli olacak şekilde yapılması, iş güvenliği ve iş garantisinin sağlanmasını isteyen işçiler, tamamen patronların yanında yer alan iktidarın istifası için de baskı yapacaklarını açıkladılar.

50 şehirde gösteriler yapıldı

Ücret artışı, gıda sorununun yok edilmesi, enerji fiyatlarının düşürülmesi ve zenginlerden daha fazla vergi alınması talebiyle geçtiğimiz aylarda kurulan ve şimdi yaklaşık 1 milyon üyesi olan “Enough İs Enough” (Yeter Artık) kampanyasının çağrısıyla 50 şehirde kitlesel eylemler gerçekleştirildi.

Daha önce 13 merkezi büyük şehirde planlanan eylemler, demir yollarının çalışmaması nedeniyle herkesin kendi şehrinde eylem organize etmesi çağrısı yapıldı.

Başta Liverpool olmak üzere bir çok şehirde işçiler yapılan çağrıya uydu ve gösterilere kitlesel katıldı. Londra, Liverpool, Glasgow, Manchester, Cardiff, Brighton, Norwich, Nottingham ve Newcastle şehirlerinde en az 10 biner kişi katılırken, diğer şehirlerde de binlerce kişi sokağa çıktı. Tüm şehirlerde yapılan gösterilerde ortak bir mesaj vardı. “Yeter Artık”

“Sınıfımızın mücadelesini vereceğiz”

Londra’da Kings Cross istasyonu önünde yapılan eyleme de 10 binden fazla kişi katıldı. Burada, RMT Genel Sekreteri Mick Lynch, Ulusal Eğitim Sendikası (NEU) Genel Senreteri Kevin Courtney, CWU Genel Sekreteri Dave Word, İşçi Partisi eski lideri Jeremy Corbyn, RMT Genel Sekreter Yardımcısı Eddie Dempsey, Kollej ve Üniversite Çalışanları Sendikası (UCU) Genel Sekreteri Jo Grady, comedyen Rob Delaney ve çok sayıda kampanya sözcüsü birer konuşma yaptı.

Mick Lynch, “Bizi din üzerinden, milliyet üzerinden ve işkolu üzerinden bölmeye çalışıyorlar. Biz hiç bir zaman bölünmeyeceğiz. Ortak yanımız, hepimizin işçi olmasıdır. İşçi sınıfının mensubu olmamızdır. Sınıfımızın kazanımı için, sınıfımızın mücadelesini kollarımızı birbirimizin boynuna sararak, elele tutarak mücadelesini vereceğiz” dedi. Lynch, konuşmasına İran’daki kadınların mücadelesini selamlayarak başlaması, işçilerin coşkuyla alkışlamasına neden oldu.

Diğer konuşmacılar da, işçilerin birlik içinde mücadele etmesinin önemine değinerek, sermayenin arkasında durup, işçi sınıfına saldıran iktidarın da alaşağı edilmesi için de mücadelenin büyütülmesi gerektiğinin altını çizdiler.

Postacılara DAY-MER’den anlamlı destek

İngiltere’de toplam 115 bin postacının grevleri devam ediyor. 1 Ekim günü de greve çıkan postacılara DAY-MER üye ve yöneticileri yapılan gösteriye katılarak destek verdi.

Tottenham’daki dağıtım deposunun önünde toplanan postacıların sabah saat 6’da yanında olan Daymerliler, işçi sınıfının kazanımları için omuz omuza olmaya devam edeceklerini belirterek, tüm üyelerinin yapılan grevlerde bölgelerindeki postacı eylemlerine katılarak destek vermesi çağrısı yaptı.

Day-Mer Turk ve Kürt Toplumu Dayanışma Merkezi - Logo

 

Postacılara Day-Mer'den Destek. Grev

Sendikalar hükümetten kamu hizmetlerinde ‘sağlam garanti’ istiyor

Sendikalar, hükümeti Liz Truss’un verimlilik tasarrufuna” ihtiyaç olduğunu belirtmesinin ardından, kamu hizmetlerinde sakatlayıcı bir kesinti olmayacağını “sağlam garanti” vermeye çağırdı.

TUC ve 18 sendikadan ortak bir mektup, Başbakan ve Şansölye Kwasi Kwarteng’i, geçen haftaki mini Bütçenin ekonomi üzerindeki yıkıcı etkisinin ardından süper zenginler için ön saflardaki hizmetleri “feda etmemeleri” konusunda uyarıyor.

Bütçe duyurusundan bu yana ilk kamu açıklamasında, Truss, hükümet dairelerinin reel halinde düşen mevcut harcamalarını telafi etmek için verimlilik tasarrufları bulması gerektiğinin sinyalini verdi. Başbakan, milletvekillerinin, kampanyacıların, sendikaların ve ulusal ve uluslararası grupların yaygın eleştirilerine ve sterlinin düşen değerine rağmen “bankacıların bütçesini” savundu.Truss, kaosla ilgili kamuoyuna yaptığı ilk yorumda vergi kesintisi önlemlerinin “doğru plan” olduğunu söyledi.

Kwarteng ise, hükümetin ekonomiyi iyileştirmek için “kesinlikle gerekli” olan planlara bağlı kaldığını söyleyerek uyarılara kulaklarını tıkadı. Şansölye, milletvekillerine gönderdiği bir mesajda, “Endişenizi anlıyorum. Biz tek bir takımız ve odaklanmamız gerekiyor.“Planımızın sağlam, güvenilir olduğunu ve büyümeyi sağlamak için çalışacağını göstereceğiz” dedi.

Fakat TUC genel sekreteri Frances O’Grady, yıllarca süren kemer sıkma politikalarının ardından daha fazla verimlilik için hiçbir alan kalmadığını söyledi.“12 yıl boyunca tamamen kesilen hizmetlerinden sonra, kesilecek hiçbir şey kalmadı,” dedi.”Muhafazakârlar verimlilik tasarrufu derken, bu genellikle kesintiler için bir koddur.”

Mektup, Truss Tory liderlik kampanyası sırasında harcamalarda daha fazla kesinti olmayacağına dair verdiği sözünü yerine getirmeye çağırdı. Kamu sektörü çalışanlarının maaş kesintileri ve ücret dondurmaları nedeniyle yaşam standartlarının “kırıldığını” ve daha fazla kesintinin “ulusal bir vandalizm eylemi ve İngiliz halkına büyük bir ihanet” olacağını söyledi mektup.“Ön hat hizmetleri zaten kırılma noktasında. En tepedeki yüzde 1’i daha da zenginleştirmek için feda edilmemeliler.“Sendikalar, hükümetin kamu hizmetlerini ve bu hizmetleri sunan muhteşem personeli yoksullaştırmasına seyirci olarak izin vermeyecektir.”

Unison genel sekreteri Christina McAnea, hükümetin “kaosu durdurması” ve “mali deneyini” bırakması gerektiğini söyledi.”Süper zenginler için büyük vergi indirimlerini finanse etmek için borç almak, Birleşik Krallık ekonomisini kaosun eşiğine sürükledi ve değer verdiğimiz birçok şeyi riske atma tehlikesiyle karşı karşıyayız.“Yükselen enflasyonla faydaların artmayacağı ve kuşatılmış kamu hizmetlerinin sıkıştırılacağı yönündeki öneriler ürkütücü bir ihtimal.

“Hükümet, gözüpek yaklaşımının yol açtığı zarar hakkında hiçbir fikri yok gibi görünüyor.”

McAnea, temel hizmetlerin daha fazla kesilirse “topluluklara onarılamaz şekilde zarar verecek” olduğunu, kesintilerden ziyade desteğe ve yatırıma ihtiyacı olduğunu söyledi.Ayrıca, “insanlar Başbakanın, hepimizi bir el arabasıyla cehenneme götürme planları hakkında gerçekten ne düşündüklerini söyleyebilsin” diye genel bir seçim çağrısında bulundu.

Çarşamba günü İngiltere Merkez Bankası’nın fiyat düşüşünü durdurmak için devlet tahvili alacağını açıklamasıyla kısa bir süre toparlandıktan sonra Truss’un açıklamalarının ardından sterlinin değeri yeniden düştü.Ayrıca, sterlinin değeri Uluslararası Para Fonu’nun hükümete planlarını iptal etmesi için yaptığı çağrıdan da etkilendi.

 

Hükümet neredeyse “emeklilik fonu”nu satıyordu

İngiltere basını İngiltere Merkez Bankası’nın 29 Eylül’de uzun vadeli tahvillerde 65 milyar sterlinlik geçici alım müdahalesinin emekli fonlarının satışını engellediğini yazdı.

Liz Truss hükümetinin zenginlerden daha az vergi kesintisi, dolayısıyla bütçede oluşacak kara deliğin de halkın vergileriyle kapatmayı öngören mini bütçe açıklamasından sonra ekonomik çalkantı derinleşmişti. Hükümetin 29 Eylül günü emeklilik fonlarını satma planı da Merkez Bankası’nın piyasaya 65 milyar dolarlık müdahalesiyle köşeden döndü.

Bazı gazetelerdeki ekonomik çalkantı ve piyasaya müdahale yorumu şöyle:

– The Guardian: “Merkez Bankası’nın finansal krizi 65 milyar sterlinlik önleme çabası” manşetiyle, Başbakan Truss’ın milletvekillerinden maliye bakanını görevden alması ve 150 bin sterlinin üzerindeki en yüksek gelir grubunun vergisinin yüzde 45’ten yüzde 40’a indirilmesi kararının geri çekilmesi için baskı altında olduğunu yazdı. gazeteye göre bunun sebebi kararın seçmenler açısından destek görmemesi.

– i gazetesi: Yaşanan çalkantıyı Merkez Bankası’nın acil durum yardımı emeklilik fonlarını kurtardı- kamuda kesintiler yolda’ manşetiyle gördü. Hükümet dairelerine açığı azaltmaya yardımcı olmak için “verimlilik planları” hazırlamaları talimatı verildiğini aktaran gazete, kamu sektöründe kesintilerin artık kaçınılmaz olduğunu da belirtti.

– The Mirror: İngiltere Başbakanı Liz Truss’ın soyadına gönderme yaparak ‘Acemi Destek’ başlığına yer verdi. Gazete, İngiltere Merkez Bankası’nın Çarşamba günü başlattığı 65 milyar sterlinlik tahvil alım programının ülkenin emeklilik fonlarının “çöküşünü” durdurduğunu ancak yaşananların İngiltere’yi “arafta” bıraktığını yazdı.

– Financial Times: ‘İngiltere Merkez Bankası’ndan tahvil piyasasında krizi önlemek için 65 milyar sterlinlik müdahale’ manşetini attı. Gazete bankanın ekonomiye yeni basılan milyarlarca sterlinlik para sürdüğü programın, emeklilik fonlarının alacaklılarına ödemek için ellerinde tuttuğu bonoları satmak zorunda kalıp fiyatları aşağı çektiği ve bunun da daha fazla satışa neden olduğu olası bir kısır döngüyü önlemeyi amaçladığını aktardı.

– The Sun: Yaşanan türbülansı ‘Bozuk Fon Zamanı’ manşetiyle gördü ve Çarşamba günü emeklilik fonlarından yaklaşık 1,000,000,000,000 sterlinlik kaybın yaşanmak üzere olduğunu yazdı.

– The Telegraph: Krizin Muhafazakar Parti’nin özel ve kamu destekçileri arasında alarma yol açtığını ancak Downing Street’in başbakanın istifa etmesi gerektiği yönündeki her türlü öneriyi reddettiğini belirtti.

Süresiz kontak kapatma kararı alan otobüs şoförleri kazandı

Kuzey Londra kapsayan tüm güzergâhlarda çalışan 2 bin şoför talep ettikleri ücret zammını almak için süresiz olarak kontak kapatma kararı aldı. UNITE Sendikasına üye olan otobüs şoförlerinin 4 Ekim’de başlatacakları grevler, 30 Eylül’de sağlanan anlaşma ile iptal edildi.

Süresiz grev, Kuzey Londra’daki sekiz otobüs garajını kapsıyordu. Bu garajlar; Ash Grove, Barking, Clapton, Edmonton, Enfield, Palmers Green, Tottenham ve Wood Green. Grev kararı, gerçek enflasyon oranında zam talebiyle alındı. Düşük ücretler ve artan hayat pahalılığı ile başa çıkabilmek için Londra dışında yaşamaya zorlandıklarına dikkat çeken otobüs şoförleri % 12.3 oranında ücret artışı talep ediyordu. Sendika ve Arriva arasında yapılan görüşmeler sonrasında, %11 ücret artışı ile anlaşma sağlandı. 15 Ekim’den geçerli olmak üzere ücretlerini %11 artıran otobüs şoförleri ayrıca geriye dönük olarak 1 Nisan’dan 15 Ekim’e kadar da %10 ek zam almayı başardı.

Arriva’nın Kent bölgesinde işlettiği otobüslerin şoförleri de aynı gerekçeyle 30 Eylül’den itibaren aralıklı olarak grevler gerçekleştirecek. Kent’de çalışan 600 otobüs şoförü gerçek enflasyon oranında zam alabilmek için 6, 7, 10 ve 11 Ekim’de de grevde olacak.

 

Joe Biden ile Liz Truss’ın görüşmesine NI protokolü damga vurdu!

İngiltere’nin AB’den çıkışının ardından Kuzey İrlanda (NI) ve İrlanda Cumhuriyeti arasındaki gümrük kontrollerini sağlamak için tasarlanan NI protokolü öngörülenin aksine Britanya ile Kuzey İrlanda arasındaki ticareti bozdu. Brexit anlaşmasının bir parçası olan NI protokolü, 2021 yılının başındayürürlüğe girmesiyle birlikte İngiltere ile AB arasında da anlaşmazlıklara yol açtı.

BM zirvesi için New York’a giden Liz Truss ile Joe Biden ilk görüşmesine NI protokolü damgasını vurdu. İngiltere’nin NI protokolünü geçersiz kılma konusundaki ısrarlı adımları yüzünden iki lider arasında daha ilk görüşmede gerginlikler ortaya çıktı. Görüşmenin asıl gündemi olan iki ülke arasındaki ticari anlaşma bu gerginlikten dolayı güme gitti. Anlaşmayla ilgili sorunların “sürüncemede kalmasına” izin vermeyeceğini söyleyen Başbakan Truss, New York’ta verdiği demeçte “doğudan batıya ve kuzeyden güneye serbest akışlı ticaret” sağlanması gerektiğini söyledi. Truss konuşmasında, Kuzey İrlanda’da yeni bir hükümetin kurulmasını engelleyen sorunların çözülmesi gerektiğine de vurgu yaptı.

Her iki başbakan da, Boris Johnson’un başbakanlığı döneminde imzalanan protokolden ötürü anlaşmazlığa ilişkin müzakerenin Londra ile Brüksel arasında gerçekleştirilebileceği konusunda hemfikir olduklarını beyan etti.

“Hayırlı Cuma Anlaşması” zarar görmemeli

Başbakan Truss konuya ilişkin şunları söyledi: “Bu konuyla başa çıkmak için müzakere edilmiş bir çözüm olduğu konusunda hep açık oldum ve bu arayışı devam ettireceğim. İzin vermeyeceğim tek şey ise bu durumun sürüncemede kalmasıdır.”

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan verdiği demeçte, Joe Biden’in,‘İngiltere ve AB’yi Kuzey İrlanda’yı Hayırlı Cuma Anlaşması’nın temel prensiplerini tehdit etmeyecek etkili bir anlaşmaya teşvik etmeye çalışacağını’ ifade etti. ‘’Ayrıca Truss ile bu konuyu ayrıntılı bir şekilde konuşacağını’’ da belirtti. Danışman, Biden’ın ‘’Hayırlı Cuma Anlaşması’nın Kuzey İrlanda’da barış ve istikrarının mihenk taşı olduğu ve korunması gerektiğine dair güçlü görüşünü ileteceğini’’ de sözlerine ekledi.

Öte yandan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile protokolü görüşmeyi reddeden ve şu an için ABD ile herhangi bir ticaret anlaşması olmadığını itiraf eden Başbakan Truss, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursulavon der Leyen ile de bu konuya ilişkin bir görüşme gerçekleştirdi.

Muhafazakârlara kızan DUP, yerel hükümetin kurulmasını engelliyor

Kuzey İrlanda’da gerçekleşen Stormont seçimlerinde en büyük ikinci parti olarak çıkan ve Theresa May zamanında kurulan Azınlık Hükümeti içinde yer alan Demokratik Birlik Partisi (DUP) protokole karşı çıkıyor. DUP şu anda Kuzey İrlanda’da işleyen bir yönetim olmamasına rağmen endişeleri çözülene kadar hükümet kurulmasında yer almayı reddettiğini bildirdi.

Brüksel’in bu durum üzerine yasal işlemleri devam ederken, İngiltere hükümeti Büyük Britanya’dan Kuzey İrlanda’ya taşınan mallar üzerindeki gümrük kontrollerini ertelemeye devam edeceğini AB’ye iletti.

Her ne kadar AB ve diğer eleştirmenler, İngiltere’nin anlaşmanın bazı kısımlarını askıya alarak uluslararası hukuku ihlal ettiği uyarısında bulunsalar da İngiltere hükümeti tartışmalı NI Protokolü ile ilerlemekte ısrarcı görünüyor.

Başbakan’ın resmi sözcüsü, Biden’in attığı twete istinaden “Truss’a atıfta bulunduğu” yönündeki yorumları “gülünç” olarak nitelendirirken Dışişleri Bakanı Gillian Keegan ise “Söz konusu tweet İngiltere’den ziyade ABD ekonomisine bir gönderme!” şeklinde yorumladı. Biden’in “damlayan ekonomiden bıktığı” yönündeki tweetini BBC Breakfast’a verdiği demeçte etraflıca yorumlayan Dışişleri Bakanı Gillian Keegan, “Hükümetin yaklaşımını damlama olarak tanımlamanın doğru olmadığını ve bunun politikalarının bir yansıması olduğunu sanmadığını” söyledi.

Kraliçe’nin cenazesi vesilesiyle İngiltere’ye gelen Biden ile Başbakan Truss’ın planladığı buluşma da gerçekleşmedi.