DIŞ MÜDAHALELER
ABD doğrudan müdahil olmuştu. Ülkenin kuzeyinde Kürtlerin denetimindeki bölgede askeri üssü bulunuyor. Burada İngiliz askerlerine de yer açmıştı. Zaman zaman hava bombardımanlarına Fransa da katıldı.
Rusya Esad’ın davetiyle gelmişti ve hala ülkenin batısında hava ve deniz üsleri bulunuyor.
İran, Devrim muhafızları ve Kudüs Gücüyle baştan beri rejime desteğe, gerçekteyse İran’ın savunmasını Suriye’den başlatmaya gelmişti. Lübnan Hizbullah’ı Halep ve Humus’un rejimin elinde kalmasına önemli katkıda bulundu.
Türkiye’nin eli başından beri Suriye’den hiç çıkmadı. Muhalifler denen şeriatçı çeteleri destekleyip çoğuna kendi topraklarında karargâh ve lojistik sağlarken, ÖSO’yu besleme çeteler toplamı olarak finanse edip örgütledi ve gerek Suriye’de gerekse bir bölümünü Libya’da kullandı. Üstelik Kürt özerkliğini ileri sürerek Suriye’nin kuzeyine üç askeri harekât düzenledi, Afrin’le doğuya doğru iki Kürt-yoğun bölgeyi daha işgal etti.
Başta Çeçenistan olmak üzere Orta Asya’dan çok sayıda şeriatçı Suriye’ye doluşmuş, El Kaide ve IŞİD içinde örgütlenmişti. HTŞ, sırasıyla ikisinden de koparak “bağımsızlık” ilan etti ve Halep’in ardından çekildiği İdlib’te Türkiye’nin korumasında “kendi” düzenini kurdu.
ABD, İNGİLTERE, İSRAİL, TÜRKİYE, SUUDİLER, BAE BİRLİKTELİĞİ
İşler rutininde giderken Ekim sonunda düğmeye basıldı ve HTŞ İdlib’ten önce Halep’e, oradan Hama ve Humus üzerinden Şam’a kadar hemen hiç direnişle karşılaşmadan ilerleyerek, on gün içinde Esad rejimine son verdi.
Tabii ki HTŞ bir maşadır. Kendi başına yalnızca kendi gücüyle Şam’ı zapt etmesi olanaksızdı.
İsrail’in, özellikle ABD ve İngiltere’nin desteğinde, geçen yıl Ekim’de HAMAS’ın saldırısına anında yanıt verip neredeyse taş taş üstünde bırakmadığı Gazze’nin ardından Lübnan’da hemen bütün öne çıkan komutanlarını suikastlarla öldürdüğü Hizbullah’ın sevk-idaresini kırmakla yetinmedi. İsrail’in savaşı hava bombardımanı ve füzelerle Suriye ve İran’a yaymaya yönelmesi Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinin sadece bir işaret fişeği değildi. Sınır ve güç ilişkilerinde değişiklikleri de kapsayan “yenilenme” başlamıştı. ABD ve İngiliz donanmasından gemiler doğu Akdeniz’le Basra Körfezi girişini tutmuştu.
Türkiye, önceden başlattığı görüşme çağrılarını ciddileştirmiş, Esad’a boyun eğdirip teslim alma peşindeydi. Bir yandan da Türkiye-Suriye sınırı ve güneyinde sağladığı olanaklarla Amerikan istihbaratı asker kaçaklarını örgütlemeye ve Esad’ın kontrolündeki Suriye Ordusu’na sızıp giderek komuta kademelerine ulaşarak satın alma işlemlerine başlamıştı. Türkiye’nin sağladığı koruma kalkanı ardında ABD özellikle HTŞ’yi silahlandırıp donatmada pinti davranmadı ve buna Türkiye de katıldı.
İsrail bombardıman ve suikastları son derece etkiliydi ve Hizbullah komutanlarıyla sınırlı kalmadı. Lübnan’daki İran Devrim Muhafızlarının iki komutanı da birbirinin peşi sıra suikastla öldürülürken, gerek Lübnan ve gerekse Suriye’deki Kudüs Gücü ve Afganistan’dan getirdiği Şii Fatımuyyun Tugayı üsleri ve silah depoları bombalanarak ciddi hasar aldı.
ABD (İngiltere’nin de katıldığı) yönlendirmesinde gerçekleştirilen organizasyonda Türkiye ve İsrail’le Katar, Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında görüş ve eylem birliği sağlandı ve HTŞ bu organizasyon kapsamında hareket geçti.
Hatırlanacaktır; Irak işgalinde de Saddam ordusu –Enformasyon bakanının olanca üst perdeden açıklamalarına karşın– ciddi bir direniş gösterememiş, çünkü kilit komutanları satın alınmıştı. Esad devrilirken de böyle oldu. Koşullar zaten saldırı karşısında bir zafer vaat etmiyordu ve direnişin beyhudeliğine ikna olmuş Esad’ın komutanları moral bozukluğunun üstüne binen satın alma operasyonlarıyla bertaraf edilerek, Colani’nin şeriatçı çeteleri ellerini kollarını sağlayarak Şam’a girdiler.
İRAN’I ZOR GÜNLER BEKLİYOR
Lübnan ve Suriye’deki doğrudan ve dolaylı güçleri darbelenmiş İran Irak’tan da Haşdi Şabi güçlerini Suriye’ye getiremedi. Üstelik, hedef tahtasına konduğu ilan edilmekle kalınmayıp füze saldırılarına uğramakta olan kendi ülkesi ve liderlerinin suikastlara hedef olabileceği tedirginliğindeki İran önemli ölçüde kendi derdine düşmüştü.
Rusya, Ukrayna batağında olmasına karşın şüphesiz ikinci bir cephede savaşabilme yeteneğine sahipti; ancak hem kendi zorlukları hem de İran ve Suriye’nin tanık olmakta olduğu zayıflıkları böyle bir çatışmaya güç ve finansman ayırmasının gereksizliğini göstermekteydi. Ve olasılıkla ABD ve HTŞ ile görüşmelerinden Esad sonrası bölgede hala güç olabilmeyi sürdürebileceğini öngörerek silaha el atmadı.
YA SONRASI?
Esad kolay devrildi. İran sadece Suriye’de değil ama genel olarak Ortadoğu’da önemli ölçüde güç kaybetti. Desteklediği rejim devrilen Rusya’nın da güç kaybettiği su götürmez.
ABD’nin (ve İngiltere’nin) yanı sıra Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilişinin örtülü ittifak halindeki iki başlıca gücü olan İsrail’le Türkiye bundan böyle bölgenin daha fazla sözü geçen ülkeleri olacak. Bir farkla ki, İsrail ABD-İngiltere’nin tam desteğine sahipken, Türkiye, siyasal stratejik yaklaşım ve tutumlarında Kürt sorunu dolayısıyla önemli açı farkı dolayısıyla bu iki yön verici/belirleyici ülkenin strateji ve taktiklerini gözetip uyumlanma durumunda. Suriye ordusunun hemen bütün silah yığınaklarını bombalayıp tahrip eden İsrail ülkenin güneyinde Golan Tepelerini çoktan aşıp işgalini Dürzi bölgesine de genişletti. Sonradan adı MSO olarak değişen ÖSO’nun Kürt güçlerince kolaylıkla püskürtülen zayıf saldırılarıyla ilerleme şansı olmayan Türkiye’nin ise, Rusya ile ABD arasındaki sürtüşmelerden yararlanarak gerçekleştirebildiği kuzeydeki üç işgalini artık ABD onayı olmadan ilerletebilme olanağı yok!
Bu nedenle Bahçeli “Öcalan gelsin DEM Grubunda konuşsun” manevrasına başvurmak zorunda kalmıştı. Şimdi ancak görüşmeler ve önceki “Barış Süreci”nde olduğu gibi Kürtlere hiç hak tanımadan Öcalan’ı iknaya uğraşma yoluyla ilerleme sağlama peşinde Türkiye. Ancak az-çok belirli haklar tanınmadan böyle bir ilerleme olanağı olmadığının anlaşılması uzun sürmeyecektir.
Artık sürecin nasıl şekilleneceği zamana kalmıştır. HTŞ’nin Suriye’ye egemen olması, gücü yetmeyecek olması bir yana, kısa sürede gerçekleşebilecek şey değil. Türkiye’nin HTŞ üzerinden ilerlemeyi zorlaması bu nedenle de zor. Üstelik HTŞ’nin YPG/SDG ile baş edebilmesi mümkün değil.
Karmaşık pazarlık formülleriyle Türkiye’nin de belirli ölçüde kabulleneceği Rojava Kürtlerinin sahip oldukları özerkliği bir biçimde koruyacakları, Amerikan-İngiliz “himayesinde” Selefi Sünni ağırlıklı bir Suriye şimdilik en güçlü ihtimal durumunda.