İsrail’in saldırıları dur-durak bilmezken Lübnan’da ateşkes ilan edildi. Ne kadar uyulacak ve sürecektir, bilinmez, ancak, bu ateşkes tüm Ortadoğu’da suların durulması anlamına gelmiyor.
İsrail Filistin ve özellikle Gazze’den geriye pek bir şey bırakmadı. Haniye başta olmak üzere önde gelen HAMAS lider ve komutanlarını öldürürken kendi verdiği rakamlarla sayısı 50 bine ulaşan Filistinliyi kadın-çocuk genç-yaşlı demeden katletti. Lübnan Hizbullah’ının lideri de içinde pek çok komutanını suikast ve hava saldırılarıyla öldürdü. Güney Lübnan’da ilerlemekte zorlanması nedeniyle ateşkesi kabul etti, ancak bunun geçici olduğu öngörülmek gerekirken Suriye ve İran’a yönelik hava saldırıları sürüyor.
Saldırgan İsrail’in kendi özel amaçlarıyla stratejik ve taktik hedef ve planları olduğu kuşkusuz. Ancak bundan ibaret olmadığı ve İsrail’e sınırsız destek sağlayan Amerikan emperyalizminin onu, bölgeye yönelik kendi amaç ve hesapları doğrultusunda kullandığından da kuşku duyulamaz. Ortadoğu’da “birinci kemanı” İsrail olsa bile “orkestra şefi” ABD’dir. Nitekim, bu gerçek, ABD’nin yanına Fransa’yı da alarak kendisini Lübnan’daki ateşkesin baş gözlemcisi ve garantörü olarak dayatıp kabul ettirmesiyle de kanıtlıdır.
Garantörü ABD olan hiçbir gelişmeden hayır geldiği görülmemiştir. Bu ateşkesin de ABD merkezli yeni hamlelerin dayanağı olacağını tahmin etmek için kâhin olmak gerekmiyor.
Ortadoğu, II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından Nasır ve Süveyş Kanalı krizi vb. ile başlayıp Rus sosyal emperyalizminin Mısır, Suriye ve Irak’ı dayanak edinen bölgedeki yayılmasıyla ABD açısından sorun olageldi. Petrol ve gaz rezervleri ve iki kıtayı birbirine bağlayan stratejik konumuyla emperyalistlerin tam bir kapışma alanı.
Şimdi Suriye’nin geleceği, ama onunla sınırlı olmayarak, rejimi değiştiremese bile İran’ın “Şii hilali” denen etki alanından püskürtülmesi, Rusya’nın dayanaksızlaştırılarak bölgeden çekilmeye zorlanması ve Avrupa’yla Afrika’ya yönelik ihracatıyla enerji ithalatının %60’ını Ortadoğu (BAE) üzerinden yapan Çin’in lojistiğinin kesilerek güçsüzleştirilmesi ABD’nin bölgeye yönelik başlıca amaç ve hedefleri durumunda. Bu, başarılabilirse, Ortadoğu’nun ülkelerin sınırlarıyla birlikte yeniden şekillendirilmesi demek. En azından İsrail’i de yönlendiren Amerikan hesabı bu.
Bahçeli ve Erdoğan’ın Öcalan üzerinden “umut hakkı” ve “iç barışın sağlanması” konulu son girişimleri de, tek adam yönetiminin ülke içinde zorlanmasının yanında bölgede yüz yüze kaldığı ABD-İsrail dayatmaları. Erdoğan-Bahçeli, oynamakta oldukları “Kürt kartını” geliştirme peşindeki ABD hamlesi karşısında pozisyonlarını sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. Ülke içinde sosyal ve ulusal patlamalardan kaçınmaya çalışırken olabilirse Öcalan’ı ikna edip Rojava’yı da kapsayarak bölgede inisiyatif alma uğraşındalar. Talip oldukları, tabii ki İsrail’le (ve Suudiler başta olmak üzere Arap gericiliğiyle) el ele İran’dan boşalacak alanları kontrol edecek bir bölge gücü olmaktır.
ABD, savaş tehdidiyle, İran’ı etki alanlarının elinden alınmasına yanıt veremez kıldı. Az değildir; “Barış Gücü”ne zaten verilen Türk askerleriyle, İsrail’in mevzilerini bombalamakta olduğu Haşdi Şabinin devreden çıkarılmasıyla Irak’a, Kudüs gücü ve Hizbullah’ın kovalanmasıyla Suriye’ye, Husilerin etkisiz kılınmasıyla Yemen’e uzanacak bir alanda etkili güç olmak Erdoğan’la Bahçeli’nin hülyasıdır!