Ana Sayfa Blog Sayfa 27

Binlerce kişi hayati önem taşıyan tedaviler için beklemeye devam ediyor

Sağlık hakları savunucuları A&E bekleme sürelerindeki son “dehşet verici” artışı kınadı.

Ocak ayında 54.308 kişi kaza ve acil servis bölümüne yatırılma kararının alındığı andan kararın yürürlüğe girdiği ana kadar 12 saatten fazla beklemek zorunda kalmış. Bu sayı Aralık ayındaki 44.045’ten keskin bir artış göstermiş.

Rakamlar aynı zamanda rutin hastane tedavisi için bekleme sürelerinin de kötüleştiğini ortaya koydu. Kasım ayında 18 aydan fazla bekleyen 11.168 hasta varken Aralık sonunda bu sayı 13.164’e yükseldi. Kraliyet Acil Tıp Koleji’ne (Royal College of Emergency Medicine) göre, acil bakımdaki gecikmeler nedeniyle her hafta 500 kadar kişi hayatını kaybediyor. NHS Kamuda Kalsın (Keep Our NHS Public) eş-başkanı Dr. John Puntis bu artışı “gerçekten dehşet verici” olarak nitelendirdi. “A&E, NHS söz konusu olduğunda tehlike çanlarının çaldığı yerdir,” dedi.”Toplum ve sosyal bakım desteğinin eksikliği hastaneden taburcu olmayı engelliyor, bu da mevcut yetersiz sayıdaki yatakların dolu kalması ve yeni kabuller için yer kalmaması anlamına geliyor. Bu durum, hükümetin hem sağlık hem de sosyal bakımı ihmal etmesinin hastalar açısından yarattığı yıkıcı sonuçların en çarpıcı örneklerinden biridir.”

Bizimdir (WeOwnIt) kampanyası lideri Johnbosco Nwogbo, bekleme sürelerinin “birbirini takip eden hükümetlerin Ulusal Sağlık Hizmetlerimizi (NHS) baltalamasının kaçınılmaz sonucu” olduğunu söyledi.”Bu sorunun üstesinden gelmek istiyorsak, NHS’imizi düzgün bir şekilde finanse etmek gerekir. Özel hastanelerin Acil Servisleri yok.” Boşa para harcayan özel sektöre fon aktarmayı bırakmanın ve NHS’e doğru düzgün bütçe ayırmanın zamanı geldi.” Nwogbo, İngiltere ile benzer nüfusa ve daha küçük bir ekonomiye sahip olan Fransa gibi ülkelerin sağlık hizmetlerine kişi başına yaklaşık yüzde 1 daha fazla harcama yaptığına dikkat çekti.”Politikacılarımız bu mümkün değilmiş gibi davranmaya devam ederken onlar bunu nasıl yapabiliyor?” diye sordu.

Başbakan Rishi Suank, Nisan 2023’e kadar 18 aydan uzun bekleme sürelerini ortadan kaldırma sözü vermişti. Ancak bu sözünü yerine getiremediği açık. Unison sendikasının sağlıktan sorumlu başkan vekili Helga Pile şunları söyledi: “Başbakan vaadini yerine getirmek istiyorsa, çalışanların ücretleri konusunda harekete geçmelidir. “Hemşireler, sağlık görevlileri, temizlikçiler, sağlık asistanları ve diğer NHS personelinin Nisan ayı maaş zamlarını zamanında alabilmeleri için ücret görüşmelerinin şimdi yapılması, NHS’deki kadro açığını doldurmaya başlayacak ve hastaların çok daha erken görülmesini sağlayacaktır.”

Bir araştırma ise yetişkinlerin neredeyse dörtte birinin ruh sağlığının aile hekimi ya da hastane randevusu için çok uzun süre beklemekten etkilendiğini ortaya koydu.

Ulusal İstatistik Ofisi (Office for National Statistics) anketine katılanların yaklaşık yüzde 18’i fiziksel sağlıklarının da bu durumdan etkilendiğini bildirmiştir.

Ocak ayında NHS England, Kasım 2023’te 6,39 milyon hasta tedavi sürecinin tamamlanması için beklediğini açıkladı.

Pratisyen hekimlerin sendikası ve Royal College of GPS’nin başkanı Profesör Kamila Hawthorne, “hastanelerdeki ve toplum hizmetlerindeki ciddi personel ve kaynak sıkıntısının” ele alınması gerektiğini belirtti.

 

Sağlıkta neler oluyor?

İncelenen Her İnsan Plasentası Dokusunda Mikroplastik Bulundu

ABD’deki New Mexico Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada test edilen 62 insan plasentasının tümünde mikroplastik bulundu. Araştırmacılar, mikroplastiğin gelişmekte olan fetüsler üzerindeki sağlık etkileri konusunda endişeli.

62 doku örneğinde tespit edilen en yaygın plastik, poşet ve şişe yapımında kullanılan polietilen. İkinci bir çalışmada, test edilen 17 insan damarının tamamında mikroplastikler tespit edildi ve bunların kan damarlarının tıkanmasıyla bağlantılı olabileceği öne sürüldü.

Mikroplastikler yakın zamanda insan kanında ve anne sütünde de tespit edilmişti. Bu durum insanların vücutlarında yaygın bir kirlenme olduğunu gösteriyor. Sağlık üzerindeki etkisi henüz bilinmemekle birlikte, mikroplastiklerin laboratuarda insan hücrelerine zarar verdiği görüldü. Parçacıklar, hava kirliliği parçacıklarının yaptığı gibi dokulara yerleşip iltihaplanmaya neden olabilir ya da plastiklerin içindeki kimyasallar zarar verebilir.

Çevreye atılan büyük miktarlarda plastik atık var ve bunlardan kopan minik plastik parçacıklarolan mikroplastikler Everest Dağı’nın zirvesinden en derin okyanuslara kadar tüm gezegene yayılmış durumda. Diğer canlılar gibi insanların bu küçük parçacıkları gıda ve su yoluyla tüketiyor ve soluyor.

Araştırmayı yöneten Profesör Matthew Campen, “Eğer plasentalar üzerinde etkiler görüyorsak, bu gezegendeki tüm memeli yaşamı etkilenebilir demektir” ve insan dokusunda artan mikroplastik konsantrasyonu, iltihaplı bağırsak hastalığı (IBD), 50 yaşın altındaki kişilerde kolon kanseri ve azalan sperm sayısı gibi bazı sağlık sorunlarındaki şaşırtıcı artışın nedeni olabilir. 2021 yılında yapılan bir çalışma, IBD hastalarının dışkılarında %50 daha fazla mikroplastik bulunduğunu ortaya koymuştu.

DSÖ Yeni Salgınların Önlenmesi Ve Adil Aşı Dağıtımı Üzerinde Çalışıyor

Birleşmiş Milletler’e bağlı Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 194 üyesi, olası salgınlara hazırlanmak için yeni bir anlaşma üzerinde müzakere ediyor.

DSÖ Başkanı Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, Covid-19 salgını sırasında “aşı ayrımcılığının” yaşandığını söyledi.

Gelişmekte olan ülkeler, zengin ülkelerin satın aldığı aşılara erişmede zorlanırken, dünya genelinde yaklaşık yedi milyon insan Covid salgınında hayatını kaybetti.

Bağlayıcı olacak anlaşmanın taslağının 27 Mayıs 2024’e kadar sağlık bakanlarının katıldığı Dünya Sağlık Meclisi’ne sunulması gerekiyor.

Zengin ve yoksul ülkeler arasındaki üç temel anlaşmazlık konusu ise şunlar:

1. Fikri mülkiyet ve aşı ve ilaç üretimi için gereken bilginin paylaşımı

2. Gelişmekte olan ülkelerin pandemilere hazırlanma ve müdahalesi için gereken finansman

3. Genetik kaynaklara erişim ve bunların kullanımıyla ilgili paylaşım

 

Pratisyen doktorlar 10. kez greve çıktı: NHS’e daha fazla bütçe

Pratisyen hekimler, ücretlerinin iyileştirilmesi için Birleşik Krallık’ı oluşturan üç ülkede ayrı ayrı grevler gerçekleştirdi. Grevler İngiltere ve Galler’de eş zamanlı olarak 24 Şubat’ta hayata geçirildi. Kuzey İrlanda’da ise pratisyen hekimler 48 saatlik grevlerini 6 Mart’ta başlatma kararı aldı. Pratisyen hekimler İngiltere’deki 10. grevlerinde 100 saat, Galler de ise 72 saat greve çıktılar. İngiltere’de yapılan son grevlerle beraber pratisyen hekimlerin greve çıktığı gün sayısı 44’e yükselmiş oldu.

Ulusal Sağlık Servisi NHS bünyesinde çalışan doktorların neredeyse yarısını oluşturan pratisyen doktorların grevi nedeniyle, yine on binlerce ameliyat ve randevu iptal edildi. Uzman doktorlar kendi yaptıkları işleri bırakıp pratisyen hekimlerin açığını kapatmaya zorlandı. Hükümete seslerini grevler ile duyurmaya çalışan pratisyen hekimler, sağlık çalışanları ve halkın desteğini almak için 26 Şubat Pazartesi sabahı, Londra, Manchester ve Birmingham’da merkezi noktalardaki hastaneler önünde kitlesel gösteriler yaptılar. Yapılan gösterilere katılarak pratisyen doktorların haklı taleplerini sahiplenen halk, hükümetin ve sağcı basının tüm propagandasına rağmen grevlere destek verdi. Son grevler öncesi Savanta adlı şirket tarafından yapılan bir anket rekor seviyelere ulaşan grevlere rağmen, halkın %53’ünün pratisyen hekimleri desteklemeye devam ettiğini de gösteriyor. Grevlere karşı çıktığını belirtenlerin oranı ise ancak grevlere destek verenlerin yarısı kadar.

En son yaptıkları grev oylamasında altı ayı geride bırakan pratisyen hekimler bir taraftan greve çıkarken diğer taraftan da yeni bir grev oylaması başlattılar. Muhafazakâr Hükümet’in 2016 yılında çıkartmış olduğu anti sendikal yasa bir oylamada alınan grev kararının geçerlilik süresini altı ayla sınırlandırmakta. Pratisyen hekimlerin grev oylamasının sonucu Mart sonunda belli olacak. O zamana kadar bir anlaşmaya varılamaması halinde grevler ilkbahardan itibaren kaldığı yerden devam ettirilecek.

NHS’e yeterince bütçe ayrılmamasının yükü sağlık çalışanlarının üzerine yıkılıyor

NHS, Muhafazakâr Parti’nin on yıllardan beri sistematik olarak devam ettirdiği kesinti ve özelleştirmelere politikaları nedeniyle ihtiyacı karşılayamaz hale gelmiş durumda. Sadece İngiltere’de NHS’in yıllık ihtiyacı olan bütçe 7 milyar sterlin iken, hükümetin bütçeden ayırdığı miktar 3 milyar 300 bin sterlin. Sağlık hizmetleri için 2010 ila 2019 yılları arasında Birleşik Krallık’ta kişi başına yapılan harcama Avrupa Birliği ortalamasından %18 daha azdı. Avrupa Birliği’nin kişi başı sağlık harcaması ortalaması 3 bin 655 iken Birleşik Krallık’ın kişi başı sağlık harcaması 3 bin 55 sterlinde kaldı. Halk sağlığı için ayrılan pay 2015/16 mali bütçesinden bu yana kişi başına %24 oranında kesilmiş durumda. Yeterince personelin, yatağın, hastanenin ve ekipmanın olmamasının bedelini pandemi döneminde çok açık bir şekilde görüldüğü gibi halk ve sağlık çalışanları canları ile ödedi ve ödemeye devam ediyor. 2 bin 100 sağlık ve bakım çalışanı kovid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. 10 binden fazla sağlık çalışanı Uzun Kovid tedavisi görüyor. Sağlık ve bakım çalışanlarının %21’i yüksek düzey depresyon yaşıyor. (Pandemi öncesi oran %5). GP açığı 4 bin 200 ki OECD ortalamasını yakalaması için ihtiyaç duyulan GP sayısı 16 bin 700. Eğer Birleşik Krallık, Almanya’nın sağlığa ayırdığı kadar bütçe ayırmış olsa mevcut doktor sayısı %50 ve bütçesi yıllık olarak 40 milyar sterlin artmış olurdu. Ücret ve çalışma koşullarının ağırlığından dolayı, 2022 yılında 40 bini hemşire olmak üzere 169 bin 512 sağlık çalışanı NHS’i terk etti.

Başta pratisyen hekimler olmak üzere sağlık çalışanları, 2010 yılından beri NHS’in özelleştirilmesine ve bütçesinde yapılan kesintilere karşı mücadele ediyor. Gelinen aşamada tüm dünyanın gıpta ile baktığı NHS, 47 bini hemşireler olmak üzere 132 binin üzerindeki personel eksiliği ve bütçe açığından dolayı işlemez hale gelmiş durumda. Tedavi için sadece İngiltere’de randevu bekleyenlerin sayısı 7 milyon 750 bin civarında. Her hafta 500’den fazla hasta zamanında müdahale yapılmadığı için hayatını kaybediyor. Pandeminin başlangıcından buyana 30 bin hasta kalp tedavisi için sıra beklerken hayatını kaybetti.

Başbakan Rishi Sunak vaadini tutturamadığını itiraf etti

Tüm bu verilere rağmen, Muhafazakâr Parti Lideri ve Başbakan Rishi Sunak, sağlıkta yaşanan sorunların faturasını, her yıl eriyen ücretlerine ve ağırlaşan çalışma koşullarına rağmen kendi sağlıklarını ve hayatlarını hiçe sayarak hastalarının tedavisi için uğraşan pratisyen hekimler ve sağlık çalışanlarının üstüne yıkmaya çalışıyor. Geçen yılın başında NHS bekleme listesinde olanların sayısını azaltacağını vaat eden Sunak, tutturamadığı hedefinin sorumluluğunu greve giden doktorların ve sağlık çalışanlarının üstüne yıkmaya çalıştı. NHS’in bekleme listesinde olanların sayısı azalmak bir yana Sunak’ın vaadinden bu yana 400 bin daha artmış durumda. Sunak katıldığı bir televizyon programında vaadini yerine getiremediğini kabul ederken gerekçe olarak greve çıkanları işaret etti. Sunak’ın bu açıklamasına hem sendikacılar hem de meslek örgütleri tepki gösterdi. Unison genel sekreteri Christina McAneaSunak’ı suçlu aramak yerine başarısızlığının ‘sorumluluğunu almaya’ davet etti. İngiltere Tabipler Odası’ndan Profesör PhilBanfield ise Sunak’a, grevlerin olmadığı 2010 ila 2022 yılları arasında bekleme listesinde beş milyonluk bir artış olduğunu hatırlattı. Banfield ‘‘Bekleme listesinin artması hükümetin; sağlık hizmetlerini yıllarca ihmal etmesi, personel yetersizliği, krizi ve kapasitedeki sürekli düşüşü tersine çevirmek için gereken doktorların uzmanlık ve becerilerine değer vermemesinin doğrudan bir sonucudur.” dedi.

Sunak’ın açıklamasına bir tepkide Kraliyet Hemşirelik Koleji direktörü Patricia Marquis’ten geldi. Marquis, bekleme listelerini azaltmadaki başarısızlığının yükünü ön saflarda çalışan hemşirelere bıraktığı için hükümete ateş püskürdü. Marquis, “Başbakan, uzun yıllardır artan bekleme listeleriyle mücadele edemediği için greve çıkanları suçlamak yerine, personel seviyelerini artırmak için hemşirelik işgücüne yatırım yapmalıdır” dedi. Marquis açıklamasının devamında hemşirelerin çalışma koşullarına ve personel açığına “Neredeyse her vardiyada personel açığı var; bir hemşire en az 15 hastaya bakıyor ve sadece İngiltere’de NHS’de 40.000’den fazla hemşire açığı var.” sözleri ile dikkat çekti.

NHS hepimizindir, sermayeye kaptırmamak için mücadele etmek zorundayız

Greve çıkan pratisyen hekimlere bir destek de Türk ve Kürt Toplumu Dayanışma Merkezi Day-Mer’den geldi. Day-Mer, pratisyen doktorların greve çıktığı gün bir basın açıklaması yaparak grevlerin desteklenmesini talep etti ve grevlerin nedenlerine dair kamuoyunu bilgilendirdi. Day-Mer’in yaptığı basın açıklamasında pratisyen hekimlerin taleplerine ve sağlık alanında yaşanan sorunların nedenlerine şu şekilde de yer verildi;

‘‘Pratisyen hekimler 2008 yılından buyana yaşanan ücret kayıplarının telafi edilmesini talep ediyor. Hükümetin şimdiye kadar pratisyen hekimlere sunduğu teklif Nisan’da yapılan %8.3 artışa ek olarak % 3 zam oldu. Yapılan % 3’lük zam pratisyen hekimlerin saat ücretinde sadece 50 penilik bir artış sağlıyor. Saat ücretleri 15.50 sterlin civarında olan pratisyen hekimlerin talebi saat ücretlerinin 21 sterline çıkartılması. Pratisyen hekimler yaptıkları grevlerle ücretlerinin arttırılması kadar, kaynak ve personel yetersizliği ile işlemez hale gelen NHS’in durumuna da dikkat çekiyor. Kaynak ve personel yetersizliği nedeni ile işlemez hale gelen sağlık hizmetlerinin tüm yükünü, geçen Aralık’tan beri grevlerle seslerini duyurmaya çalışan; hemşireler, ambulans şoförleri, uzman doktorlar, pratisyen hekimler, ebeler ve hasta bakıcılarda dahil her kademedeki sağlık çalışanları çekiyor. Kabinesinde her daim multi-milyarderlerin eksik olmadığı Muhafazakar Parti, NHS için kullanılması gereken kamu kaynaklarını kovid-19 öncesi ve sonrasında özelleştirmelerle, kovid-19 döneminde ise kişisel koruma ekipmanları alım kontratları ile temsil ettikleri büyük şirketlere aktardı.’’

Day-Mer yaptığı açıklamada, İşçi Partisi’nin sağlık politikalarını da eleştirirken, kesinti ve özelleştirme politikalarına karşı çıkılması çağrısı da yaptı.

‘‘Hükümetin sağlık alanındaki özelleştirme ve kesintilerine bugüne karşı ses çıkarmayan ve iktidara geldiğinde de NHS’in özelleştirilmesinin önünü açan yasayı iptal edeceğine dair bir tutum ortaya koymayan İşçi Partisi iktidarında da sağlık çalışanları ve halkın aynı sorunlarla uğraşmak zorunda kalacağından kuşku yok. O nedenle yapmamız gereken başta pratisyen hekimler olmak üzere hak arayan işçilerin ve kamu emekçilerinin yanında yer almak ve grevlere destek vermek. Day-Mer olarak pratisyen hekimlerin yaptıkları grevleri destekliyor ve taleplerine sahip çıkıyoruz. NHS’i işlemez hale getiren, greve çıkan doktorlar değil, hükümetin uyguladığı kesintiler ve özelleştirme politikalarıdır. Bugüne kadar olduğu gibi kesinti ve özelleştirme politikalarına karşı çıkmaya ve hak arayan işçi ve emekçilerin yanında durmaya devam edeceğiz.’’

İhtiyacı olan herkese ücretsiz sağlık hizmeti vermek için kurulan NHS, daha kuruluşundan buyana Muhafazakâr Partisi tarafından tasfiye edilerek, özel sermayenin ticaret alanı haline getirilmeye çalışılıyor. Süreç içerisinde izlediği politikalar ile muhafazakârlardan bir farkı kalmayan İşçi Partisi de halkın olan NHS’i sermayeye devretmekte bir sorun görmüyor. Hem iktidarın hem de muhalefetin el birliği ile özelleştirmeye çalıştığı NHS savunmak ise sağlık çalışanları ve halka kalmış durumda. Sağlık çalışanları grevlerle halk ise yürüyüş, eylem, gösteri, imza kampanyaları ve protestolarla hükümete ve muhalefete itiraz ediyor.

Parasız sağlık hizmetlerinden bugün bizlerin yarın da çocuklarımızın yararlanabilmesi için, sağlık çalışanlarının grevlerini desteklemek ve halkın yaptığı eylem ve etkinlere katılmaktan başka çaremiz yok. Hepimizin olan bir NHS için hepimiz mücadele etmek zorundayız.

 

Taşeron şirketler ilticacıların sırtından para kazanıyor

Birleşik Krallık’a iltica başvurusu yapanların kapatıldığı oteller İçişleri Bakanlığı tarafından taşeron şirketlere devredilmiş durumda. BBC tarafından elde edilen bilgilere göre, ilticacıların kapatıldığı otellerin işletmesini üstlenen özel şirketlere günlük olarak milyonlarca sterlin ödeniyor. Önceki yıllara göre sayıları artan ilticacıların konaklaması için 395 otel kapatılmış durumda. İçişleri Bakanlığı ilticacıların konaklaması için uygun gördüğü otellerin sahipleri ile iletişime geçerek, otelin işletmesini kendi adına çalışan taşeron şirketlere devretmesini talep ediyor. Önceden bir uyarı yapılmadan devralınan otellerin, düğün, parti, toplantı vb. gibi önceden yapılmış olan rezervasyonları da iptal ediliyor.

51 BİN İLTİCACI OTELLERDE BEKLETİLİYOR

BBC’nin elde ettiği belgelere göre, 395 otelin işletmesi toplam üç taşeron firma tarafından yapılıyor. Bu şirketlerden biri, Şubat 2022’ye kadar olan 12 aylık sürede vergi öncesi kârını 2.1 milyon sterlinden 6. 3 milyon sterline çıkartmış durumda. İlticacıların kapatıldığı otellerin sayısını hükümet açıktan teyit etmezken, BBC’nin bir hükümet kaynağından elde ettiği bilgilere göre, otel sayısı 395; otellerde tutulan ilticacı sayısı 51 bin. Otellerin işletmesi için yapılan günlük harcama ise 6 milyon sterlin. Bu otellerden 363’ü İngiltere’de, 20’si Kuzey İrlanda’da, 10’u İskoçya’da ve ikisi de Galler’de.

İçişleri Bakanlığı verilerine göre, 2010 yılında keskin bir şekilde düşen ilticacı sayısı, geçen yıl son 20 yılın rekor düzeyine ulaştı. İltica sayısındaki artış, Ukrayna savaşı, Afganistan’ın Taliban tarafından ele geçirilmesi, Suriye, Irak, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde yaşanan çatışmaların bir nevi yansıması. İlticalar her geçen gün daha da zorlaştırılmasına rağmen, her yıl on binlerce insan ölümü göze alarak, Birleşik Krallık’a sığınmaya devam ediyor. Özellikle son yıllarda Manş Denizi’nin karşı kıyısından plastik botlarla Birleşik Krallık’a sığınan sayısında büyük bir artış var. Geçen yıl iltica edenlerin yüzde 45’ini botla gelenler oluşturuyor. Artan iltica sayısı, sonuçlanmayı bekleyen dosya sayısında yığılmaya neden olmuş durumda. İltica başvurusu için bekleyen dosya sayısı şu an 166 bin civarında.

İLTİCACILARA SUÇLU MUAMELESİ YAPILIYOR

Birleşik Krallık, canını kurtarmak için kendisine sığınanlara insanca yaşayabilecekleri koşulları sağlamak yerine onlara birer suçlu gibi davranmayı tercih ediyor. Çalışma ve sosyal yardımlardan yararlanma hakkı verme yerine, ilticacıları adeta birer toplama kampı ya da hapishaneye dönüştürülen otellere kapatmayı tercih ediyor. İltica edenler arasında geldikleri ülkeye göre ayrımcılık da yapan İçişleri Bakanlığı, parlamentoya sunduğu “İllegal Mülteci Yasa Tasarısı” ile iltica hakkını gasp ederek, bu hakkı suç kapsamına almaya hazırlanıyor.

İlticacılara, def edilmesi gerekenler gözüyle bakan İçişleri Bakanlığı, ilticacıların konaklama sorumluluğunu devrettiği taşeron şirketlerin adları yolsuzluk, hak ihlali ve skandallarla anılıyor. İngiltere merkezli otellerin 109’unu Serco adlı şirket işletiyor. İngiltere, İskoçya ve Kuzey İrlanda’daki otellerden 80’i Mears Grup, diğerleri ise Calder Conferances tarafından işletilmekte. Her üç taşeron firma da ilticacılar üzerinden kârlarını rekor seviyelerde artırdı. Taşeron firmalara ve otellere yaptığı ödemelerle ilticacıların her türlü ihtiyacını rahatlıkla karşılayabilecek olan hükümet, yine politik bir tercih yaparak, bir taraftan toplumun en korumasız kesimleri üzerinden kendi yandaşlarını zengin ederken, bir taraftan da toplu halde tuttuğu ilticacılar ile yerel halkı karşı karşıya getirip ırkçılığı kışkırtarak, kronikleşen tüm sorunları ilticacı ve göçmenlerin üzerine yıkmaya çalışıyor.

 

İngiltere’de Amazon işçileri greve çıktı

Greve çıkan işçiler, dünyanın en zengin şirketlerinden birisi olan Amazon’un “sadaka benzeri” ücret artışı teklifine karşı saat ücretinin 15 sterline çıkarılmasını talep ediyor.

E-ticaret tekeli Amazon’un İngiltere Coventry’deki deposunda çalışan işçiler bir kez daha greve çıktı. GMB sendikasına üye yaklaşık 700 işçi 24 ve 26 Mayıs günü iş bıraktı.. Böylece Amazon’un Coventry deposunda işçiler toplam 16 gün greve çıkmış oldu.

İşçiler, dünyanın en zengin şirketlerinden birisi olan Amazon’un “sadaka benzeri” ücret artışı teklifine karşı saat ücretinin 15 sterline çıkarılmasını talep ediyor.

Grevdeki işçiler ayrıca ülke çapında hemen her işkolunda örgütlü olan ve yaklaşık 600 bin üyesi bulunan GMB (Genel-İş) sendikasının, Amazon’da yetkili sendika olarak tanınması için yapılan başvurunun sonuçlanmasını bekliyor.

GMB sendikası söz konusu başvuruyu 11 Mayıs’ta İngiltere’de iş hukuku alanında yetkili olan Merkezi Arabuluculuk Komitesine (CAC) yapmıştı.

GMB’den yapılan açıklamada, grevin Coventry’de yaşayan bölge halkının yanı sıra dünyanın dört bir yanındaki Amazon çalışanlarından da büyük destek gördüğü ifade edildi.

Sendika, Amazon’un üst düzey yöneticilerinin işçilere karşı dengesizce bir taktik izlediğini, bir gün alışveriş kuponları vaatleriyle işçileri kazanmaya uğraşırken, ertesi gün işçi sendikası temsilcilerini uzak tutmak için sipariş karşılama merkezlerinin etrafını bariyerlerle kapattıklarını belirtiyor.

GMB ayrıca Amazon’un Rugeley ve Mansfield’deki depolarında çalışan işçilerin de greve katılmak için oylamasının devam ettiğini duyurdu.

 

Angry Brigade KIZGIN TUGAY

“Kar kapitalizmini ve insanlık dışılığı reform edemezsiniz. Yıkılana kadar tekmele.”

— Kızgın Tugay, bildiri.

1970 ile 1972 yılları arasında Kızgın Tugay, mülklere yönelik bir dizi sembolik saldırıda silah ve bomba kullandı. Eylemlere, hedef seçimini ve Kızgın Tugay felsefesini açıklayan bir dizi bildiri eşlik etti: özerk örgütlenme ve mülkiyete saldırıların yanı sıra militan işçi sınıfı eyleminin diğer biçimleri. Hedefler arasında baskıcı rejimlerin büyükelçilikleri, polis karakolları ve ordu kışlaları, butikler ve fabrikalar, hükümet daireleri ve Kabine bakanlarının, Başsavcı ve Metropolitan Polis Komiserinin evleri yer alıyordu. Üst düzey siyasi isimlerin evlerine yapılan bu saldırılar sonuç alma baskısını artırdı ve çığ gibi polis baskınlarına yol açtı. Polis, başından beri toplumun tamamen yabancı bulduğu bir kesimini kavramakta zorlukla karşı karşıyaydı. Ve bir organizasyonla mı yoksa bir fikirle mi karşı karşıyaydılar?

Bu kitap, Angry Brigade’in 1960’lardaki devrimci mayalanmadaki köklerini ele alıyor ve kampanyalarını ve polis soruşturmasını, İngiliz hukuk tarihindeki en uzun ceza davası olan Old Bailey’deki “Stoke Newington 8” komplo davasıyla sonuçlanana kadar takip ediyor. Hem özgürlükçü muhalefet hem de polis arasında yapılan kapsamlı araştırmaların ardından yazılan bu kitap, Britanya’nın ilk şehir gerilla grubu hakkında temel çalışma olmaya devam ediyor.

Bu genişletilmiş baskı, “Öfkeli On Yıl”ın kapsamlı bir kronolojisini, ekstra illüstrasyonları ve Kızgın Tugay’ın polis görüntüsünü içeriyor. Stuart Christie ve John Barker’ın (“Stoke Newington 8″ sanıklarından ikisi) yaptığı tanıtımlar, Öfkeli Tugay’ı zamanının siyasi ve sosyal bağlamında ve onun uzun vadeli önemini tartışıyor.

Kitapla ilgili şu ifadeler kullanılıyor:

“Bunca zamandan sonra bile Carr’ın kitabı Kızgın Tugay’ı doğuran kültür ve harekete en iyi giriş olmaya devam ediyor. Katılımcının tüm belgeleri ve sesleri tek bir yerde toplanıncaya kadar bu, o günlerin sürükleyici, okunabilir ve güvenilir anlatımı olarak kalacak. Mutlaka okunması gereken bir eser ve PM Press’i bunu bize sunduğu için tebrik etmek gerekiyor.”

—Barry Pateman, Yardımcı Editör, The Emma Goldman Papers, Berkeley’deki California Üniversitesi

Yazar hakkında:

Artık emekli olan Gordon Carr, BBC Television News için araştırmacı belgeseller hazırlayan bir gazete ve televizyon gazetecisidir. Carr ayrıca PM Press tarafından yayınlanan The Angry Brigade belgeselinin yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendi.

Şehre inen traktörler, saman balyasından barikatlar: Avrupa’da çiftçiler neden ayakta?

0

Almanya, Fransa, İtalya, Yunanistan, Polonya, Litvanya…. Haftalardır Avrupa’nın değişik ülkelerinde çiftçiler ulusal ve AB tarım politikalarına karşı protesto eylemleri sürdürüyor.

SERDAR DERVENTLİ / Köln

Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde üretici çiftçiler haftalardır sokaklara çıkarak hükümetlerini ve Avrupa Birliği’nin (AB) tarım politikalarını protesto ediyorlar. Çiftçilere verilen sübvansiyonları kesme planlarına karşı başlayan eylemler AB ve ulusal yasal düzenlemelere, bürokrasiye ve serbest ticaret sözleşmelerine karşı devam ediyor. Yüksek enflasyon, susuzluk ve yüksek enerji fiyatları çiftçilerin en büyük sorunları olmaya devam ediyor. AB genelinde her yıl binlerce çiftlik iflasa sürükleniyor.

Traktör konvoyları, işgal edilmiş kavşaklar, saman balyalarıyla barikatların kurulduğu otoyollar, ziraat odalarının ve belediyelerin önüne atıkların dökülmesi ve binlerce öfkeli çiftçi.

Son bir haftadır eylemler Fransa’da yoğunlaşıyor. Ülkenin birçok bölgesinde otoyolları traktör konvoyları ve saman balyalarıyla işgal eden Fransız çiftçileri, hükümetlerin uzun yıllardır çiftçiler lehine politika yapmamasından şikayetçiler. Kendilerine sürekli vaatler verildiğini ama bunların yerine getirilmediğinden yakınan çiftçiler için bardağı taşıran son damla, tarım araçlarında kullanılan mazota uygulanan sübvansiyonu kaldırma kararı oldu.

Şiddetli protestoların ardından Fransa Başbakanı Gabriel Attal geri adım attı ve mazota uygulanmak istenen vergi artışı masadan kalktı. Ancak çiftçilerin protestoları devam ediyor, çünkü hükümetin verdiği sözleri yine tutmayacağını düşünüyorlar. Taleplerin başında tarımsal mazot fiyatlarının düşürülmesi, daha az bürokrasi ve çevreyi koruma adına hazırlanan yasal düzenlemelerin geri alınması geliyor.

Güney Fransa’da yaygınlaşan eylemler giderek başkent Paris’e yaklaşıyor. İspanya sınırını uzun süre bloke eden çiftçiler, AB’nin kendilerini sattığını düşünüyorlar. Güney Amerika ülkeleri ve AB arasında uzun yıllar devam eden müzakereler sonucunda hazırlanan Mercosur Serbest Ticaret Anlaşması’nın yürürlüğe girmemesi de çiftçilerin talepleri arasında.

AB ile Güney Amerika Mercosur ülkeleri Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay arasındaki anlaşma 2019 yılında tamamlandı ancak bugüne kadar henüz onaylanmadı. Fransa ve Avusturya, kendi çiftçilerini korumak için katı çevre koruma şartlarında ısrar ederlerken Almanya ise anlaşmanın hızla onaylanmasından yana. Son aylarda Almanya, anlaşmayı onaylamaları için Avusturya ve Fransa üzerinde baskıyı artırmıştı.

Hükümetten gelen vaatlere rağmen Fransız çiftçiler protestolarını sürdürmek istiyor. Çiftçi sendikaları tarafından yapılan açıklamalarda 101 ilin 85’inde eylemler devam edecek ve başkent Paris’in geniş çaplı ablukaya alınması gündemde.

POLONYA: ‘UKRAYNA’YA VERGİ UYGULANSIN’

Polonya’daki çiftçilerin aylardır sürdürdüğü protestolar ise ilk etapta hükümetin Ukrayna politikasını hedef alıyor. Ukrayna’ya destek için bu ülkeden ithal edilen tahıl ve diğer tarım ürünlerinin gümrük vergisinden muaf tutulmasına Polonyalı çiftçiler karşı çıkıyor. AB’nin tarım politikaları nedeniyle zaten zor durumda olduklarını belirten çiftçi örgütleri, özellikle Almanya, Avusturya, Hollanda ve Fransa gibi tarımın son derece sanayileşmiş olduğu ülkelerle rekabette zorlandıklarını söylüyorlar.

LİTVANYA: ‘RUS TAHILINA GEÇİT YOK’

Litvanya’daki çiftçiler ise Rus tahılının kendi ülkelerinden transit geçişine son verilmesini istiyor ve hükümetin AB kararlarını uygulamamasını talep ediyorlar. Söz konusu kararlarda doğayı koruma adına tarım koşullarının kaldırıldığını ileri süren çiftçi örgütleri, tüm bu uygulamaların, gelirlerinin daha da düşmesine neden olduğunu belirtiyorlar. Özellikle süt taban fiyatlarının çok düşük olmasından yakınan Litvanyalı çiftçiler, mazot fiyatlarının da diğer ülkelerde olduğu gibi yükseleceği konusunda endişeliler.

ROMANYA’DA HÜKÜMET “SÖZ” VERDİ

Almanya’daki eylemlerin ardından Romanya’daki çiftçiler ve nakliyeciler de eylemlere başlamıştı. Macaristan, Sırbistan ve Ukrayna sınır kapıları da dahil olmak üzere birçok otoyol günlerce traktör ve kamyonlarla işgal edildi. Hükümet, çiftçilerin ve nakliyecilerin ana taleplerinden biri olan araç sigortası maliyetlerinin düşürülmesi konusunda adım atma sözü verdiği için protestolar önemli ölçüde azaldı.

ÜRETİCİ ÇIFTÇILERDE HAYAL KIRIKLIĞI BÜYÜYOR

“Agriculture Stratégies” (Tarım Stratejileri) adlı düşünce kuruluşunun Araştırma Başkanı Alessandra Kirsch’e göre, “Tüm Avrupalı çiftçiler bir süredir bıkmış durumda. Daha önce tarımsal fiyatlar iyiydi ve çiftçiler kendilerini güvende hissediyorlardı. Ancak yılın başlangıcı zordu ve fiyatlar düşüyordu. Bardağı taşıran son damla için pek bir şey gerekmedi. Herkes giderek daha fazla feragat etmek zorunda kaldıkları duygusunda”.

Kirsch, eleştirilerin ana hedefi olarak AB’nin ortak tarım politikasını görüyor. AB her yıl on milyarlarca dolar destek ödemesine karşın sübvansiyonların aslan payı büyük toprak sahiplerine, tarım sanayisine gidiyor ve bu da çiftçiler arasındaki hayal kırıklığının büyümesine neden oluyor.

ALMANYA: MESELE MAZOT DEĞİL, YAPISAL DEĞİŞİM

Bugün Almanya genelinde sokağa çıkarak uygulanan politikaları protesto eden çiftçileri anlamak için son 20-30 yıl içinde büyük bir hızla gerçekleşen yapısal değişimi görmek gerekiyor. İklim değişikliğiyle birlikte dünya genelinde tarımsal alanda su sıkıntısının büyümesi ve tarım alanlarının azalması, büyük yatırım fonlarının gıda şirketleriyle birlikte üretim alanlarına yönelmelerine neden oldu. Sonuçta tarımsal alanın azalması, spekülasyon alanının artması anlamına geliyor.

Kurulan dev şirketler yüksek düzeyde makineleşmiş üretim biçimlerini gündeme getirdiler. Tarımda milyonlarca insanı doğrudan etkileyen derin bir değişim yaşandı. Son yıllarda küresel gıda endüstrisindeki şirket birleşmeleri, yutmalar, büyük perakende zincirlerinin artan gücü, üreticiler üzerindeki baskının artmasına neden oldu. Bu şirketlerin özellikle süt ve süt ürünlerine, et ve et ürünlerine uyguladıkları damping fiyatlar nedeniyle bu değişim daha da vahim bir hal aldı. Bu sektörlerdeki birçok çiftlik artık kârlı bir şekilde faaliyet göstermiyor ve önemli bir bölümü çiftliklerini terk etmek zorunda kaldı.

Almanya’da 1950’de yaklaşık 1.6 milyon olan çiftlik sayısı 1980’lerin sonunda 0.7 milyona düşerken bugün 275 bin civarında. 2020’de tarımda istihdam edilen kişi sayısı 580 bin olup, bu sayı Almanya’daki toplam iş gücünün yüzde 1.3’üne tekabül ediyor.

 

Day-Mer Kadın Komisyonu’ndan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü çağrısı

0

Kadınlar, 167 yıllık bir geleneğin mirasıyla bugün de mücadele etmeyi sürdürüyor: 167 yıl önce, ABD’nin New York eyaletinde 8 Mart 1857’de daha iyi çalışma koşulları ve insanca yaşam istemiyle greve giden on binlerce dokuma işçisi kadına polis saldırmış, 129 kadını fabrikaya kilitleyerek çıkan yangında yaşamlarını yitirmelerine neden olmuştu. Clara Zetkin’in 1910’da 2. Uluslararası Kadın Kongresinde yaptığı öneriyle 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar günü olarak kabul edildi.

Kadınlar, bu mücadeleleri sonucunda toplumsal yaşamda daha fazla yer alıyor, kendilerine biçilmiş rolün ötesine geçiyor, eşitsizliğe ve ayrımcılığa karşı daha yüksek ses çıkarıyorlar. İş yaşamında sömürüye, güvencesizliğe karşı eşit ücret, sosyal hak ve adalet için örgütleniyor, direniyorlar…

Günümüzde, çıkan savaşlar, çatışmalar ve artan yakıt ve gıda fiyatları nedeniyle, son tahminler ülkelerin yüzde 75’inin 2025 yılına kadar kamu harcamalarını azaltacağını gösteriyor. Bu da kemer sıkma politikaları demek. Bu politikalar ise en çok kadınları ve çocukları olumsuz etkiliyor. Covid salgını, jeopolitik çatışmalar, iklim felaketleri ve ekonomik kargaşa, 2020’den bu yana fazladan 75 milyon insanı ciddi yoksulluğa itti. Bu, 2030 yılına kadar 342 milyondan fazla kadın ve kız çocuğunun yoksulluk sınırının altında yaşamasına yol açacağını gösteriyor. İş sektöründe ise, mesleki ayrımcılığın sürdüğünü, kadınların ucuz işgücü olarak değerlendirildiğini, sektördeki olumsuz çalışma koşullarının işgücüne ve istihdama katılımlarının önünde engel oluşturduğunu görmekteyiz.

Pandemi sonrasında özellikle kadınlar açısından üretime katılımda ciddi bir artış oldu ancak bu artış kadın istihdamını artırmak üzere değil, geçim sıkıntısının günden güne katlanarak artması nedeniyle oldu. Kadınlar hâlâ “eve destek atan” bir pozisyonda kendilerini görmek zorunda bırakılırken, bizler de bu 8 Mart’ta evde, işte, sokakta, hayatın her alanında, yaşamlarımızla sınanmaya, işten atma tehditlerine, aynı işe verilen düşük ücretleri, ilk işten çıkarılan olmayı, haklarımızın gasp edilmesini, kölece çalışmayı, insanlık dışı yaşam koşullarını hak etmiyoruz; eşit insanca bir yaşam istiyoruz.

Mobbinge, tacize, baskıya, eşitsizliğin derinleştirilmesine, medeni haklarımıza yönelik saldırılara, gençlerin, çocukların hayatlarının karartılmasına, geleceksiz bırakılmalarına karşı özgür, eşit, şiddetsiz bir yaşam istiyoruz.

Bu istediklerimiz ne yazık ki bize altın tepside sunulmuyor, sunulmayacak da. Oturup beklemek, hep başkasının harekete geçmesini istemek nefes alamadığımız o çemberin daralmasından başka bir işe yaramıyor. Çünkü o beklenen kahraman asla gelmeyecek! Oturup beklemesi öğütlenen milyonların yan yana gelerek istediklerini söke söke alması tek seçenek.

Bugün en önemli meselemiz, her yerde irili ufaklı direnişlerde, mücadele alanlarında sözünü söyleyen, öfkesini ortaya koyan kadınların seslerini birleştirmesi, birlik olması, bir araya gelmesi.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününü, yaşadığımız her alanda hep birlikte örgütleyelim. İşyerinde, mahallede, okulda birlik olup, birlikte kazanalım. Unutmayalım: Özgür, eşit, şiddetsiz bir yaşam bizimle mümkün.

Birlikte kazanacağız… Kadınlar kazanacak!

 

Ayın Artizi: Tottenham’la alakası olmayan Tottenham Milletvekili ve Gölge Dışişleri Bakanı David Lammy pirimiz

0

Oldu olacak ben de beynelmilel takılayım bu ay; ne tartışılmayıp da tartışılması gereken konular üzerinden bir artize işaret etmekte, ne de vuku bulan artizliklerle insan düşünsel yaşamında yaratılan tahribat ve dumurlar üzerinden kavramsal yolculuklara çıkmakta her daim keramet olmuyor ne de olsa.

Ama şu bizim protestan İngiliz demokratları ya da Türkiye’den ithal en son diğer “temiz-politika” simsarları gibi gözümün önündekinden değil de binlerce kilometre ötede olanlar hakkında konuşacak olsam bile bunu güzelim Tottenham’ımla birleştireyim: sonuç ise David Lammy kardeşimiz. Artizlik tahlilinin sonucunu da baştan söyliyeyim, İsrail devletinin yürüttüğü katliama karşı en önde gelen görevimiz bunu tesis eden kendi emperyalistlerimize karşı mücadeleyse, bunun da gözümüzün önündeki David Lammy’nin artizliğinin ifşasıyla bir yerlerden sürmesi lazım.

90’ların sonundan beri bölge milletvekilliğini ve ne menem bir siyaset yürüttüğünü bilirsiniz. Corbyn dışındaki yıllarda her daim partisinin sağcı kanadının önde gelenlerine yavşamasıyla isim yapan Lammy pirimiz, Blair döneminde tüm oylamalarda onu ve Irak savaşını desteklemiş, ırk meseleleri konusunda kendisini bilirkişi ilan edip bunun ünlülüğünü satmış arada da Tottenham’da kumarhanelere karşı hayali kampanyalar yürütmüştü. Gençler hala danışmalarını betshoplarda görüyorlarmış. Neyse sağcıların biyografileri uzmanlık alanım değil, isteyen açıp okusun, bize de anlatsın, zaten yazımın konu ve mantığı da, son yaptıklarının nasıl artizlikle taçlandığını ortaya koymak. Ve gene. Çünkü ikincidir seçiliyor bu mertebeye Lammy, eskiden artizdi, şimdi artiz gölge bakanı ya da gölge bakanı artiz, yani pire yeni eklenmiş bir artizlik katmanı daha.

Corbyn döneminde sağcı, sığ, bir şey bilmediği halde bilgiçlik ya da halka yukardan bakmasını bir meziyet gibi satması para etmedi: parti içindeki sözde Yahudi karşıtlığına karşı kampanyaya katılarak Corbyn’i deviren ekip içinde yer aldı. Starmer liderliği boyunca da Tottenham dışında her yerde görülmeye başladı. En son da 7 Ekim’de başlayan Filistin’deki olaylardan sonra da konuyla ilgili yaptıklarıyla.

Birkaç hafta önce kendi burjuva işçi partisinin yine kendisi gibi herşeyi bildiğini sanan ama buna rağmen siyasi sığlıklıklarıyla tavan yapan Fabian grubunun düzenlediği bir toplantıda konuyla ilgili konuşuyor, birkaç seyirci çıkıp “o’lm kes fasafisoyu, katliama dair bir şey yapmıyorsunuz” diye kendisine haklı olarak bağırıp çağırdı; ilginçtir Lammy “bu sorunlar protestoyla değil iktidarla çözülür” diye kulağa hiç de fena gelmeyen bir şekilde yanıt verdi. Ki artizlerin söylediklerinin ilk duyulduğunda kulağa hoş gelmesi de artizliklerinin bir belirtisidir, ki bu sözlerin içtensizliğinin ortaya çıkmasının kaçınılmazlığıdır artizliğin ainesi.

Öyle de oldu. Birkaç gün sonra BBC4 radyoda konuşuyor, “Netanyahu’nun Filistin halkının varlığını ve bir devlet kurma hakkını kabul etmemesini kınıyoruz” diyor. Yani protesto. Turşu-perhiz ikilemlerinde karlı mevsimler. Kınamaktan başka birşey öneriyor mu? Birşey yok ortada. Diet sosyalist Corbyn döneminde İsrail boykotu, Filistin’in derhal tanınması politikaydı. Lammy hafta sonunda Channel 4’da da ateşkes çağrısı yaptı. Ekim’de İsrail’in saldırı hakkını savunuyordu. Ya ancak 3 ayda aklı yerine gelmiş ya da yalan söylüyor.

Şu açıdan ya da bu nedenden artiz, falan. Ama Lammy’nin bu son artizliklerinin ya da artizliğinin bu son döneminin somut olarak gösterdiği artizlerin içtensizlik, kofluk ve kibrinin yanında artık sığlık, cahillik, becerisizlik, yardakçılık gibi meziyetlerinin daha fazla prim yaptığı. Gericileşen ve saldırganlaşan bir dünyada artizliğin de, düşen kalitesi demiyim de yükselişte olan yüzsüzlüğüyle evrim halinde olduğu; artizliğin artık olasılığı artan uluslararası savaşların cephe gerisinin hizmetine girdiği. İngilizlerin Ozan Arif’lerinin ordan burdan yeşermesini seyredin artık, Lammy’nin beyazların yapamadığı provokatörlüğe nasıl evrildiğini. Tottenham’ı seni beni değil de Lammy kimi memnun ediyor düşünürsek belli oluyor bu.

Anlayacağınız, Filistin sorunu üzerinden Lammy’nin yaptığı son yaptıklarının artizlik açısından gösterdiği daima taşımaya meyilli olduğu Stockholm sendromu unsuru – yani kendisini tutsak edenlere aşık olma eğilimi. Yazımınız hakkında olmadığı ırk sorunu bir yana, Lammy bu yardakçılığı dağ dağ yerine getiriyor dümdüz Tottenham’dan. Ama bu özel yön artizliğin başka ve daha genel bir boyutuyla ezilmeye mahkum, o da yardakçılığın faniliği, zamanı geldiğinde çöpe atılırlığı, artizliğin geçiciliği.

Kalıcı anılar efendim.

 

Sağlıkta neler oldu?

0

Eczacılar da 7 hastalık için ilaç yazabilecek

Boğaz ağrısı ve kulak ağrısı gibi yedi yaygın rahatsızlık için GP’den randevu almak yerine eczaneye gidebilecek.

Pharmacy First (Önce Eczane) programı kapsamında, İngiltere’deki eczacılar konsültasyon yapabilecek ve gerekli gördüğünde antibiyotik verebilecek.

Böylece hastaların daha kolay yardım almaları ve milyonlarca GP randevusunun daha ciddi sorunlar için kullanılması amaçlanıyor.

Eczaneler bu programı memnuniyetle karşıladıklarını, ancak kapanan eczane sayısı ve programın finansmanı konusunda endişeli olduklarını belirtiyor.

Eczacılar şu rahatsızlıklar için ilaç verebilecek:

  • boğaz ağrısı
  • kulak ağrısı
  • sinüzit
  • impetigo (özellikle çocukları etkileyen, kaşıntılı ve bulaşıcı cilt enfeksiyonu)
  • zona
  • enfekte böcek ısırıkları
  • kadınlarda komplike olmayan idrar yolu enfeksiyonları

50 yaş altı bağırsak kanseri ölüm oranlarında üçte bir artış bekleniyor

Uzmanlara göre 50 yaşın altındaki insanların bağırsak kanserinden ölme oranı bu yıl üçte bir oranında artacak. Endişe verici bu artışın obezite, kötü beslenme ve fiziksel hareketsizlikteki artıştan kaynaklandığı belirtiliyor.

2015-19 yılları arasındaki beş yıllık ortalamaya kıyasla, 25 ila 49 yaş arasındaki ölüm oranlarının 2024 yılında kadınlar arasında %39, erkekler arasında ise %26 oranında artacağı tahmin ediliyor.

Araştırma ayrıca Britanya’da her yaştan kadında bağırsak kanserinden ölüm oranlarının artacağını öngörüyor; bu ise diğer kanser türlerinin çoğunda görülen azalma eğilimine ters düşen bir başka endişe verici gelişme olarak değerlendiriliyor.

Uzmanlar, yetişkinlerin daha erken yaşlarda daha sağlıklı yaşam tarzları benimsemeye teşvik edilmesi gerektiğini belirtirken, insanların daha erken taramadan geçmeleri çağrıları da artıyor.

Cancer Research UK’ye göre Britanya’daki bağırsak kanseri vakalarının yarısından fazlası (%54) önlenebilir. Vakaların dörtte birinden fazlası (%28) çok az lifli gıda tüketmekten, %13’ü işlenmiş et yemekten, %11’i obeziteden, %6’sı alkol almaktan ve %5’i çok az fiziksel aktiviteden kaynaklanıyor.

Tek kullanımlık elektronik sigaralar yasaklanacak

Hükümet, gençlerin elektronik sigara kullanımının artmasına karşı mücadele planının bir parçası olarak tek kullanımlık elektronik sigaraların yasaklanacağını açıkladı. Tek kullanımlık olmayan elektronik sigaranın çocuklara pazarlanmasını ve reşit olmayanlara satışını engellemek için de önlemler alınacak.

Sigara kullanımı ve sağlık üzerine çalışan yardım kurumu ASH’in verilerine göre, 11 ila 17 yaş arasında düzenli ya da aralıklarla elektronik sigara kullanım oranı yüzde 7,6. Bu oran 2020’de yüzde 4,1’di.

Başbakan Rishi Sunak, elektronik sigara kullanımının şu an çocuklar arasındaki en endişe verici trendlerden biri olduğunu, yaygın hale gelmeden harekete geçmeyi hedeflediklerini söyledi.