Ana Sayfa Blog Sayfa 32

NHS’i çökerten doktorların grevi değil, kesintiler ve özelleştirme politikaları

Ulusal Sağlık Servisi NHS, Muhafazakar Parti’nin on yıllardan beri sistematik olarak devam ettirdiği kesinti ve özelleştirme politikaları nedeniyle ihtiyacı karşılayamaz hale gelmiş durumda. Yeterince personelin, yatağın, hastanenin ve ekipmanın olmamasının bedelini pandemi döneminde çok açık bir şekilde görüldüğü gibi halk ve sağlık çalışanları canları ile ödedi ve ödemeye devam ediyor. Başta pratisyen hekimler olmak üzere sağlık çalışanları 2010 yılından beri NHS’in özelleştirilmesine ve bütçesinde yapılan kesintilere karşı mücadele ediyor. Bundan tam sekiz yıl önce pratisyen hekimler 40 yılın ardından ilk grevlerini, şimdiki Maliye Bakanı Jeremy Hunt’ın sağlık bakanı olduğu dönemde gerçekleştirdiler. Pratisyen hekimlerin aylarca süren hak talebi karşısında kılını kıpırdatmayan Hunt, tarihe en nefret edilen sağlık bakanı olarak geçti. Pratisyen hekimlerin ardından hemşireler, ebeler, ambulans şoförleri, temizlik ve bakım çalışanları da dahil hemen hemen tüm sağlık çalışanları ücret ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için grevlere çıktılar. Muhafazakârlar, çoğu yıllar maaşlarını dondurduğu sağlık çalışanlarına enflasyonun çok altında kalan ücret artışı dışında hiçbir destekte bulunmadı. Hükümet NHS’in bütçesini düşürerek, çalışanların iş yükünü ve çalışma koşullarını da ağırlaştırdı.

Rakamlarla NHS

Gelinen aşamada tüm dünyanın gıpta ile baktığı NHS, 47 bini hemşireler olmak üzere 132 binin üzerindeki personel eksikliği ve bütçe açığından dolayı işlemez hale gelmiş durumda. Tedavi için sadece İngiltere’de randevu bekleyenlerin sayısı 7 milyon 750 bin civarında ve bu rakamın pratisyen hekimlerin en son yaptıkları grevlerden bağımsız olarak gelecek yılın Ağustos’una kadar 8 milyonu aşacağı tahmin ediliyor. Her hafta 500’den fazla hasta zamanında müdahale yapılmadığı için hayatını kaybediyor. Geçen yıl 500’den fazla hasta 15 saat boyunca ambulans beklerken can verdi.

Ekim 2023 verilerine göre 107 bin hasta tedavilerinin başlaması için 65 haftadan fazla beklemek zorunda bırakıldı. Geçtiğimiz Kasım’da acil servise gidenlerin %30’u muayene edilebilmek için en az dört saat beklemek zorunda bırakıldı. Yine Ekim 2023 verilerine göre kanser için acil tedavi edilmek üzere GP’leri tarafından sevk edilenler iki aydan fazla bekletildi. Geçen yılın Kasım’ında ölümcül rahatsızlıkları olanlar ambulans gelmesi için ortalama olarak sekiz dakika 32 saniye bekletildi ki bu yedi dakika olarak belirlenen hedefin çok ötesinde. Felç ve kalp krizi gibi İkincil grup olarak tanımlanan rahatsızlıkları olanlar ise 18 dakika yerine 38 dakika 30 saniye beklemek zorunda kaldı.

NHS’e bütçeden ayrılan pay 1948’in gerisinde

NHS bütçesinde en çok kesintilerin yapıldığı dönemde sağlık bakanlığı yapan şimdinin Maliye Bakanı Jeremy Hunt en son açıkladığı sonbahar bütçesinde NHS’e önümüzdeki iki yıl için 6.6 milyar sterlin bütçe ayırdı. Bu bütçenin NHS’i içinde bulunduğu açmazdan çıkartmaya yetmeyeceği uzmanlar tarafından dile getirilmiş olmasına rağmen ne hükümet ne sağlık bakanı ne de maliye bakanı harekete geçti. NHS bütçesindeki kesintiler David Cameron döneminde uygulamaya konan kemer sıkma politikaları ile başladı. 1948 ila 2010 yılları arasında NHS için ayrılan bütçe her yıl % 3.7 oranında arttırılırken bu oran 2010’dan sonra %1.4’e düşürüldü. Artan nüfus ve yaş ortalamasından dolayı NHS’in arttırılması gereken bütçesinin kesilmesi verilen sağlık hizmetlerinin aksamasına yol açtı. Sağlık bütçesinin yanı sıra belediyelerin bütçelerinde yapılan kesintiler ve bakım hizmetlerinin belediyelerin sırtına yıkılması da NHS çalışanlarının üzerindeki yükün artmasına neden oldu. Yerel bakım hizmetleri ihtiyacı karşılayamadığı için tedavisi tamamlanan yaşlılar ve hastalar taburcu edilemedi. Yeterince yatak olmadığı için de yatak ihtiyacı olan hastaların bekleme süreleri uzadı.

Verilerle NHS’in özelleştirilmesi

NHS her geçen yıl daha fazla hastanın özel sektörde tedavi edilmesiyle ve en karlı operasyonların özel sağlık şirketlerine verilmesi ile istikrarlı bir şekilde özelleştirilmektedir. Oxford Üniversitesi tarafından yapılan bir çalışmaya göre geçen yıl 2 milyondan fazla NHS hastası özel şirketler tarafından tedavi edildi, bu da tüm tedavilerin %10’undan biraz daha az bir orana tekabül ediyor. 2011’de bu oran %3 civarındaydı.

Aynı çalışmada, 2013 ve 2019 yılları arasında NHS’den kâr amacı güden özel şirketlere 11 milyar sterlinden fazla kaynak aktarıldığının tespiti de var. Yapılan analizler NHS’nin kâr amacı güden şirketlere harcadığı miktarlarda istikrarlı bir artış olduğunu gösteriyor. Araştırma aynı zamanda özelleştirmenin tedavi edilebilir nedenlerle daha fazla insanın ölümüne yol açtığını ortaya koymakta. 2013 ile 2019 yılları arasında özelleştirmedeki artışa atfedilebilecek tahmini 557 ek ölüm olduğu hesaplanmıştır. Araştırmanın yayınlanmasının ardından NHS’in özelleştirilmesine karşı çıkan kampanya grupları ‘Özelleştirme Öldürür’ adıyla Parlamento meydanında 557 kişinin katılımı ile bir protesto düzenledi. Gazeteler ‘NHS’teki ölüm oranlarının artışı Muhafazakarların özelleştirmelerinden kaynaklı’ manşetleri ile çıktılar.

Tony Blair, Margaret Thatcher’dan devralarak uyguladığı Özel Finans İnisiyatifleri (Private Finance Initiatives) neredeyse NHS’in iliğini kurutacak düzeye varmış durumda. Özel girişimlere döner sermayeden ödenmek koşulu ile yaptırılan 100 hastanenin bütçesi 13 milyardan 80 milyar sterline çıktı. Nerdeyse her 10 hastaneden dokuzunu devralan özel şirketler geride 55 milyar sterlinlik borç bıraktılar. Özel Finans İnisiyatifleri’ne kişi başına düşen borcun miktarı 1200 sterlin.

Muhafazakârlar tarafından 2012 yılında çıkartılan Sağlık ve Bakım Yasası ile NHS’in özelleştirilmesinin önündeki tüm engeller kaldırıldı. NHS 200’den fazla ‘klinik Komisyon Grubu’na bölünerek, özel sektör ile arasında rekabet başlatıldı.

Özel sağlık sektörünün en yaygın olduğu alanlardan biri ruh sağlığı hizmetleri.

2012 Yasası yürürlüğe girmeden önce bile, NHS’nin özel ruh sağlığı hizmeti sağlayıcılarına yaptığı harcamalar 2012-13 yıllarında reel olarak yüzde 15 arttı. Kasım 2018’de Parlamento’da verilen rakamlar, özel sektör harcamalarının beş yıl içinde yüzde 27 oranında artmaya devam ettiğini göstermekte. Özel sektör 304 milyon değerindeki ‘kilitli koğuş rehabilitasyonu’ servislerinin yüzde 97’sini elinde bulunduruyor. Yanı sıra Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı (CAMHS) için yapılan 355 milyon sterlinlik NHS harcamasının yüzde 44’ü özel sağlayıcılara gidiyor. En akut hasta çocuklar için çocuk psikiyatrik yoğun bakım yataklarının yaklaşık yüzde 60’ı özel sektör tarafından sağlanmaktadır. Birleşik Krallık’taki akıl sağlığı yataklarının yüzde 30’u özel sektörün eline geçmiş durumda. NHS’nin yatılı bakım için yaptığı tahmini 5.2 milyar sterlinlik harcamanın üçte birinden fazlası (1.8 milyar sterlin) artık özel sağlayıcılara gidiyor.

Doktorlar ne istiyor?

Pratisyen hekimler İngiltere tarihinin en uzun süreli grevini NHS’in sorunlarının bu derece kronikleştiği ve sağlık hizmetlerine ihtiyacın en çok duyulduğu bir dönemde gerçekleştirdiler.

Toplamda 144 saat süren grev 75 yıllık NHS tarihinin en uzun süreli grevi olarak kayıtlara geçti. Pratisyen hekimler grevler ile hem kendileri hem hastaları hem de Ulusal Sağlık Servisi NHS’in ihtiyaç duyduğu kaynak ve koşulların yaratılması taleplerinde ısrar ettiler.

Pratisyen hekimler 2008 yılından bu yana yaşanan ücret kayıplarının telafi edilmesi için %35’lik zam talebiyle 33 gün greve çıktılar. Pratisyen hekimler bu grevlerden bazılarını İngiltere tarihinde ilk kez uzman doktorlarla eş zamanlı olarak gerçekleştirdi. Hükümetin şimdiye kadar pratisyen hekimlere sunduğu teklif Nisan’da yapılan % 8.3 artışa ek olarak % 3 zam oldu. Bu ücret artışını yetersiz bulan pratisyen hekimler taleplerinin karşılanması için en son Aralık’ta 3, Ocak ayı başında da 6 gün kesintisiz grev yaptı. Yapılan % 3’lük zam pratisyen hekimlerin saat ücretinde sadece 50 penilik bir artış sağlıyor. Saat ücretleri 15.50 sterlin civarında olan pratisyen hekimlerin talebi saat ücretlerinin 21 sterline çıkartılması.

Pratisyen hekimlerin altı gün kesintisiz olarak gerçekleştirdikleri grevler; başta doktorlar olmak üzere sağlık çalışanlarına en çok ihtiyaç duyulan bir döneme denk geldi. Grevlerin etkisini, sadece ameliyat ve randevuları iptal edilen hastalar değil, acil servisleri kullanan hastalar da hissetti. Grevin daha ilk gününde pratisyen hekimlerin acil müdahalesine ihtiyaç duyulduğuna dair 20 çağrı yapıldı. Pratisyen hekimlerin örgütü İngiltere Tabipler Birliği (BMA) gelen çağrılara dair yaptığı değerlendirmede, çağrıların sağlık değil hükümetin politik baskıları nedeniyle yapıldığını ifade ederek üyelerinin hak talebinin arkasında durdu. Nottingham NHS sağlık personeli eksikliğinden kaynaklı ‘’aşırı baskı’’ nedeniyle kritik durum ilan etti.

Pratisyen hekimlere destek giderek büyüyor

Kamuoyunun destek verdiği pratisyen hekimler tüm baskılara karşın grevlerini kararlılıkla devam ettirdi. Grevin ikinci gününde aralarında şair-yazar Michael Rosen, komedyen Jo Brand, aktör Stephen Fry, komedyen ve eski bir doktor olan Adam Kay’in de bulunduğu 73 bin kişi imzaladıkları açık bir mektupla pratisyen hekimlere destek verirken, hükümete acil olarak harekete geçmesi çağrısı yaptılar.

Yapılan açıklamada, milyonlarca insanın “randevu beklerken daha da hastalandığı’’na dikkat çekildi. Başbakan Sunak’ın NHS bekleme listesini azaltmanın en önemli önceliklerinden biri olduğunu söylemesinin birinci yıldönümünde durumun kendilerinde “endişe ve belirsizliğe” yol açtığı da açıklamada dile getirildi.

Geçtiğimiz Ocak ayında Muhafazakâr Parti lideri “NHS bekleme listeleri düşecek ve insanlar ihtiyaç duydukları bakımı daha hızlı alabilecekler” sözünü vermiş ve ülkenin bu sözü yerine getirme konusunda kendisinden hesap sormasını istemişti.

Kampanya grubu 38 Degrees tarafından yayınlanan mektupta şu ifadeler yer alıyor: “Hesap verme zamanınız geldi.

“Hastaları ve NHS çalışanlarını karşı karşıya getirme girişimlerinize son vermenizi talep ediyoruz. “Bekleyemeyiz, beklemeyeceğiz. Bekleme sürelerinin derhal düşürülmesi için NHS’e ihtiyacı olan her şeyi veren bir acil durum planına ihtiyacımız var.”

NHS’in kronikleşen sorunlarının bedelini sağlık çalışanları ve halk ödüyor

Pratisyen hekimler yaptıkları grevlerle ücretlerinin arttırılması kadar, kaynak ve personel yetersizliği ile işlemez hale gelen NHS’in durumuna da dikkat çekmiş oldu. Bu sorunları içeren sağlık hizmetlerinin tüm yükünü, geçen Aralık’tan beri grevlerle seslerini duyurmaya çalışan hemşireler, ambulans şoförleri, uzman doktorlar, pratisyen hekimler, ebeler ve hasta bakıcılar da dahil her kademedeki sağlık çalışanları çekiyor. Kabinesinde her daim multi-milyarderlerin eksik olmadığı Muhafazakar Parti, NHS için kullanılması gereken kamu kaynaklarını kovid-19 öncesi ve sonrasında özelleştirmelerle, kovid-19 döneminde ise kişisel korunma ekipmanları (PPE) alım kontratları ile temsil ettikleri büyük şirketlere aktardı. Kamu kaynaklarının sağlık hizmetleri ve çalışanları yerine, şirketlerin kasasına gitmesinin bedelini ise sağlık çalışanları ve halk canıyla ödedi ve ödemeye devam ediyor. Şimdiye kadar kamu alanında yaşanan tüm grevlerde olduğu gibi Muhafazakâr Hükümet, grevlere gidenlerin taleplerini karşılamaya yetecek büyüklükteki parayı, taşeron şirketlere ve acente işçilerine ödemekte tereddüt etmiyor. Halkın ücretsiz sağlık hizmetlerine ihtiyacı her geçen gün artarken, sermayenin temsilcisi olan Muhafazakâr Parti, politik bir tercih olarak NHS’i işlemez hale getirerek özel sağlık hizmetlerinin önünü açmak istiyor. Hükümetin sağlık alanındaki özelleştirme ve kesintilerine bugüne kadar ses çıkarmayan ve iktidara geldiğinde de NHS’in özelleştirilmesinin önünü açan yasayı iptal edeceğine dair bir tutum ortaya koymayan İşçi Partisi iktidarında da sağlık çalışanları ve halk aynı sorunlarla uğraşmak zorunda kalacak görünüyor.

Bu durumda, başta pratisyen hekimler olmak üzere hak arayan işçilerin ve kamu emekçilerinin yanında yer almak, grevlere verilen desteği daha da görünür kılmak, bunun için sendikalarda örgütlenmek ve örgütlerimize sahip çıkmak gerekecek.

 

18 Yüzyılda İngiltere’de suç ve ceza

Dickens, İngiliz Edebiyatının en sahici yazarlarından biriydi ve hâlâ öyledir. Gerçeğe sımsıkı bağlı, sözünü esirgemez bir özgürlükçüydü. Bütün romanlarında yoksulları, yetimhane çocuklarını, açlık içinde çırpınan işsizleri, dilencileri ve suça itilmiş insanları anlattı. Dickens, toplumsal yaşam koşullarını iyileştirmek için, eğitimin ve çocuk sömürüsünün yasaklanmasının kâfi geleceğine inanıyordu. Devrim istemiyordu, çünkü Fransa’da bu yolu deneyen yoksulların ipin ucunu kaçırdıklarını düşünüyordu.

Bugün, onun “İki Şehrin Hikâyesi” adlı romanından, İngiltere’de 18. Yüzyılda suç ve ceza ilişkisini anlatan bir bölümü sunuyoruz.

“İngiltere’de ulusal gururu haklı kılacak ne düzen, ne güvenlik var. Geceleri silahlı kişiler başkentte bile soygun düzenliyorlar. Eşkıya yolları kesiyor. Kentten uzaklaşacak ailelere yetkililerin verdiği öğüt, eşyalarını depolamaları! Gece yol kesen haydut, gündüz esnaf oluyor. Esnaf arkadaşlar›, yollar n kesenin yüzünü tan yorlar. Kendine “Kaptan” adını takmış. Kafasından vuruluyor. Posta arabası yedi haydut tarafından durduruluyor. Arabacı üçünü öldürüyor, kalan dört kişi onu vuruyor. Cephanesi çıkışmamış. Sonra da arabayı rahat rahat soyuyorlar. Turnham Green’de Londra Valisi her şeyini haydutlara vermek zorunda kalıyor ve herkesin önünde rezil oluyor. Londra hapishanelerinde tutuklular gardiyanlara karşı savaş vermekte. Adaletin yüceliği, üzerlerine ateş açıyor. Saray odalarındaki soylu beylerin boyunlarından elmaslı harçlar yürütülüyor. St. Giles’de kanunsuz malları araştıran silahşorlara serseriler ateş açıyor, silahşorlar de kalabalığa. Ve tüm bu olayları olağan saymayan kimse yok.

Bütün bu olup bitenin orta yerinde ise cellât var. Sürekli iş başında her zamankinden daha işe yaramaz ve her zamankinden çok aranan, o. Uzun kuyruklar çözüyor. Cumartesi günü ev soyan birini Salı günü yakalanır yakalanmaz asıyor, Newgate’de düzinelerle el yakıyor, Westminster’da ise düzinelerle bildiri. Bugün bir katilin, yarın çiftçinin oğlundan metelik çalan hırsızın canını alıyor.

Bunlar ve binlerce benzer olay, bin yedi yüz yetmiş beş yılını da doldurup tamamladılar. Oduncu ve çiftçi umursamaksızın çalışırken, geniş çehrelilerle güzel ve sıradan suratlılar ayaklarını sıkı basıp, kutsal yetkilerini bol keseden kullanmaktaydılar. Bin yedi yüz yetmiş beş yılının önüne katıp sürüklediği haşmetliler ve öykümüze konu olacak milyonlarca ufak yaratık bunlardı işte.”

 

Filistin bir İngiliz mangasıydı

Birleşik Krallık, Filistin’deki Osmanlı Devleti hâkimiyetine son verdikten sonra, İtilaf Devletleri tarafından kararlaştırılan ve Milletler Cemiyeti tarafından Haziran 1922’de resmen onaylanan bir kararla Filistin’de bir manda hükümeti kurdu. Manda yönetimi denilen ve aslında sömürgeciliğin örtülü biçimi olan yönetim tarzı, Birinci Dünya Savaşından mağlup çıkan ve parçalanan Osmanlı İmparatorluğu ve Almanya’nın topraklarında kurulan yeni devletler güçlenip kendilerini yönetebilecek hale gelinceye kadar Milletler Cemiyeti tarafından atanacak veya belirlenecek bir ülke tarafından yönetilmesini ifade ediyordu.

Manda yönetiminde olan ülkelerin doğal zenginlikleri Manda yönetimi tarafından sömürülmeye açılıyordu.

I. Dünya Savaşı sırasında General Edmund Allenby komutasındaki Mısır Seferi Kuvvetleri, Türk kuvvetlerini yenerek Filistin’i ele geçirdi. Birleşik Krallık, savaş öncesinde bölgenin Arap önderlerinden olan Şerif Hüseyin ile anlaşarak Osmanlı İmparatorluğu’na isyan etmeleri karşılığında bağımsız bir Arap devleti vaadinde bulunmuştu. Birleşik Krallık ayrıca Sykes-Picot Antlaşması ile bölgeyi Fransa ile paylaşmıştı. Savaş bittikten sonra Birleşik Krallık Başbakanı Arthur James Balfour’un Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulması hakkında yayınlamış olduğu deklarasyon işleri daha da karıştırmış, bölgede günümüze kadar devam eden kaos, şiddet ve savaş gibi olayların önünü açmıştır. Savaş bittikten sonra Birleşik Krallık İşgal Yönetimi, Filistin’de Suriye’den ayrı bir işbirlikçi hükümet kurdu. İngilizler, bölgenin sürekli kontrolü sağlamak için meşruiyet aradı ve bunu Haziran 1922’de Milletler Cemiyeti’nden verilen bir görev alarak elde etti. Esasen Milletler Cemiyeti’nin manda sistemi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan Arap topraklarını Birleşik Krallık’ın elinde tutması için paravan görevini görmüştü.

Filistin Mandası 1946 yılına kadar Mavera-i Ürdün Emirliği’ne bağlı bir özerk bölge iken, bu tarihten sonra bağımsızlığını kazanarak Ürdün’den ayrıldı. Ancak Filistin’deki Birleşik Krallık hâkimiyeti 1948 yılına kadar devam etti. Bu hâkimiyet İsrail’in 1948 yılında kurulması sonucunda Filistin Mandası’nın yıkılması ile son buldu.

İngiliz Mandası döneminde Yahudi ve Arap milliyetçileri arasında ilk çatışmalar başladı. 1936-1939 Arap İsyanı ve 1947-1948 İç Savaşı ile Filistin’de Yahudi varlığı büyümeye devam etti. 1948 yılında İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesi, akabinde 1948 Arap-İsrail Savaşı’nın başlamasıyla Ürdün, Batı Şeria’yı, Mısır ise Gazze Şeridi’ni işgal ederek bu bölgelerin İsrail’in eline geçmesini engelledi. Tüm bu olaylardan sonra manda yönetimi 1948’de resmen ve fiilen sona erdi.

Aralık’ta kültür-sanat etkinlikleri

Sümer Erek’ten İstanbul sergisi

Londra’da yaşayan Kıbrıslı ressam Sümer Erek “Yırtık Hava – Tearing the Air” adlı kişisel sergisini 28 Kasım – 12 Aralık arasında İstanbul’da açacak…

Sümer Erek’in, 2021’de ürettiği ‘Yaşam Sanat ve Ötesi’ adlı katılımcı projeden ortaya çıkan bir resim serisi İstanbul Teşvikiye’de BBprojekTT art’ta salıdan cumartesiye saat 12-18 arasında ziyaret edilebilecek.

IDMC Event’ten yılsonu konseri

IDMC Event’in, 31 Aralık’ta düzenleyeceği yılsonu konserinde Oğuz Aksaç, Yaşar Gümüş, Gülbahar ve Gamze Ayata sahneye çıkacak. Prince and Princess Düğün Salonu’nda yapılacak etkinlikle ilgili ayrıntılı bilgi Mehmet Karakuş’tan (07957396065) alınabilecek.

Göksunlular’dan yılsonu gecesi

Göksunlular Sosyal Dayanışma ve Kültür Derneği, 29 Aralık akşamı düzenleyeceği konserde Dodan, Sasa, Dursun Can Cakın, Kadir Okatar, Mert Osku, Cemile Gül budak, Göksunlular Korosu ve Kamil Karaoğlan sahneye çıkacak.

İAKM-Cemevi 30’uncu yılını kutlayacak

İngiltere Alevi Kültür Merkezi ve Cemevi (İAKM-Cemevi) bu yıl kuruluşunun 30’uncu kuruluş yılını kutluyor. “30 Yıl Semaha Durduk” başlığı ile 9 Aralık Cumartesi günü saat 17’de başlayacak etkinlik “9 Broadway Wood Green N22 6DS” adresindeki Dominion Centre’da düzenlenecek. Etkinlik İAKM- Cemevi sosyal medya platformlarında Ruhi Karadağ yönetiminde canlı olarak yayınlanacak. İAKM-Cemevi Başkanı İbrahim Has “Kuruluşumuzun 30. yılını coşkuyla gururla, onurla ve umutla kutluyoruz” dedi.

Şu Fatsa’nın Yolları Londra’da gösterilecek

12 Eylül öncesinde Fatsa’da yürütülen mücadeleyi anlatan belgesel film “Şu Fatsa’nın Yolları”, Almanya’dan sonra Londra’da da gösterilecek. Nurşen Bakır’ın yönettiği belgesel Babel Art House’da 16 Aralık 14.30 ve 19.30’da gösterilecek. İlk gösterim sonrasında yönetmen ve belgeselde anlatılan dönemin efsane belediye başkanı Fikri Sönmez ile birlikte çalışan Aynur Tandoğan Elibal ile söyleşi gerçekleşecek. Biletlerin 5 sterlin olduğu açıklandı.

Rengin Kadın Korosu’ndan “Dünyayı Ben Oynatırım” klibi

Londra`da 3 yıldır faaliyetlerini sürdüren Rengin Kadın Korosu`nun beklenen ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü`ne adanan “Dünyayı Ben Oynatırım” isimli klibi Youtube kanalında yayınlandı. Klip şarkısının sözleri, Rengin Kadın Korosu Sanatsal Üretim Komisyonu`nda yer alan Yeliz Uğur ile Dilek Dağdelen`e, müziği ise yine Yeliz Uğur`a ait. Müzisyen ve yönetmen Levent Canen`in yönettiği klibe çok sayıda kadın katılım gösterdi. Rengin Kadın Korosu Youtube kanalı ve sosyal medya hesapları şöyle:

 

Ayın Artizi: Yeni İçişleri Bakanı Usül Tüccarı ve Akıl Küpü James Cleverly Dayımız

0

Ay ayrımlar ayıydı. Artizi de, bu nedenle ayrışan.

Siz şimdi benim Filistin meselesinden dolayı dünya çapında şekillenen ayrımdan ya da ayrışmadan bahsedeceğimi sanıyorsunuzdur ama alakası yok.

Bişeyler anlatayım konuyla ilgili, umarım sizin anlamak istedikleriniz olur. Ki böylece de anlatmak istediğim ayrımın bu ayrım olmadığını ve bu ayrışımla da alakası olup olmadığını anlatırım böylece.

Efendim bugünlerde dükkânın dizaynını değiştirdik, bir re-fit yaptık. Şimdi ben ne kadar bir işletmeci olayım olmayıyım, bu değişim artık koşulların gerekli kıldığı, ben değil başkası olsa da yapılması gereken bir değişimdi. Take-in’e hâlâ yansımadı ama iyi oldu. Çağa uyacan işte, ortalık eski püskü, bazı yerler karanlık, kimi şelfler tozlu, olmaz öyle, siz ne kadar 90’lar oflaysıns dekorlarına dair nostalji yapmak isteseniz de. Mesela bu değişim keyfi olarak yapılabilecek bir değişimden ayrılıyor. Zorunlu ile yeterli arasındaki demezseniz buna istenilenle gerekli olan arasındaki ayrım deyin. Bilemediniz doğal olanla insani değişim arasındaki ayrım. Bizim bir dükkân gibi her yapı, mesela yerine başkası konsun konmasın, eskir ya da siz köpeğinizi ne kadar eğitirseniz eğitin ya da eğitmeyin hayvanların toplumsal olarak değişen yerlerine, kentleşmeye vs bağlı olarak çocukluğunuzda bildiğiniz hayvanlardan farklı olmaları gibi bir değişim.

Bayağı bir ayrım ağbi diyecekseniz ve artizle alakası ne ola ki? Anlatıyorum canlarım, ciğerlerim, anlatıyorum: yine mesela ayrımlardan devamla, geçen bir toptancı temsilcisi geldi, malların hangisinin satılıp hangisinin kaldığını ve hesabın ne olduğunu anlamak için harcadığı zaman kadar bizim üç dükkân ötemize dükkân açmış arkadaşının dedikodusunu yapmakla geçirdi. Hem geldiğinde dışarıda park edilmiş arabasına, hem de giderken dışarıda sigara içen cüssesinin kendisine göre yamukluğuna küfür ederek. Hesapları arada yaptık. Dedikodunun, verip vermesinin nedeni de kıskançlık, başka bir şey yok. Şimdi bizim gibi toplumsal ve ekonomik adalet yanlısı dükkân sahibi bir Anadolu efendisi için kıskançlık kolay kolay bir açıklama olmasa da bu durumda öyleydi, çünkü toptancının verip veriştirmesinde ilke ve doğrularla ya da hadi bilemedin ahlakla ilgili bir şey yoktu: söylediklerinin hepsi, onda var bende yok, dükkan ve para için gereksizce çok çalıştı gibi bayat laflar. Alın gerekli ve gereksiz çalışma ayrımı. Lan olm dedim, iki kapı öteye başka yer yokmuş gibi dükkan açarak işine ket vurduğu benim, sana ne oluyor diyerek bir de gerekli konulara ilgi verme ile gereksiz konulara ilgi verme arasındaki ayrıma dikkat çekmiş oldum. Ayrımlar ağı böyle serpildi gitti işte.

Neyse bunun da gösterdiği ayrımlarla şekillenen bir kafadan dolayı nefret tükürüğü Braverman, bütçe açıklamalarında halkı kim sever diyerek yüzsüzlük pazarlamayı sürdüren maliye bakanı Jeremy Hunt, ne idüğü belirsiz başbakan Sunak ya da akıl fakiri Starmer ya da kuzey Londra’da hepsinin Kürt veya Türk temsilcileri değil de hepsinin olmak istediği yeni içişleri bakanımız James Cleverly bu ayın artizi oldu. Alın başka bir ayrım: başka artiz olmak isteyen artizler ve kendisini artizliğin tanımı sayan artizler, the artiz, James dayımız.

Şekil şükül o biçim, çizgili takımlar, ince ütüler, bürokratik ağız, Dışişlerinde kural dışına çıkmamalar, Boris gelsin Truss gitsin Sunak tırmansın, herkesle pampalıklar. David Lammy’i kim sever alın size alıştığınız Asya erkânından farklı bir çokkültürlü muhafazakârlık ya da gericiliğin sömürgeleştirdikleri tarafından desteklenmesi timsali, adı güzel, kendi güzel, Cleverly dayı, dost dost dost. Bizim Kürt Nadim Zahawi kadar olmasa da siyasi hayatına ev kiraya vermekten kazandığı servetle de atılan James kardeşimiz, Londra belediye meclisindeki görevinden sonra 2015’te milletvekili oldu. O günlerde siyah gençlerin Hıristiyanlıktan uzaklaşmalarının da sorunlarının kaynağı olduğuna dair şeyler söyleyip yine kendisi gibi olmaya özenen o dönem belediye başkanı adayı Shaun Bailey gibi salakların, ırkçılığa maruz kalmış toplumlardan gelmelerine rağmen söyledikleri ırkçı salaklıkları destekledi. Bunların hepsinin içinde de askeri madalyalar almayı da sürdürdü tabi. 2022’de Dışişleri Bakanı olmadan da önce 2019’da da Kraliyet Meclisine (Privy Council) seçildi.

Dediğim gibi öyle göze batar bir şey de yapmadı bu ay. Artizliği olduğu boş, sığ ve çapsızlığa rağmen güçlülerden yana rolünün gerektirdiklerini samimiyetsiz biçimde yerine getirmesi. Alın size bir artiz tanımı ve alın önceki yazılarda verilen tanımlardan bu açıdan ayrımı. Demek ki ayrımları da koordine edip birbirleri açısından anlamlı kılan da pratik açıdan gerekli olup olmadıkları. Ki Cleverly dayımızın artizliği tüm yönleriyle gözler önündeydi. İçişleri koltuğuna geçer geçmez, daha önce Braverman liderliğinde bakanlığının geçirmeye çalıştığı ve göçmenlerin başvuruları sonuçlanana kadar Ruanda’da tutulmasıyla ilgili yasa tasarısının Yargıtay tarafından red edilmesinden sonra ne derse beğenirsiniz. Tamam dedi James dayımız Cleverly, Yargıtay göçmenlerin Ruanda’ya gönderilmesinin önünde engeller olduğunu söylüyor, biz de bu engelleri ortadan kaldırırız, bu konuda hükümetin planları yerine yine de gelir dedi. Usul usul ama sarsılmazca sadık Cleverly dayımız efendilerinin program ve planlarına. Ukrayna’da hava attığı savaştan bu yana, Çin konusunda ilişkiler geliştirilebilir şeklindeki artizliklerinden ve Hakan Fidan abimizle görüşüp Türkiye ile Brexit sonrası ilişkilerin hayatiliğinden dem vurmasından da sonra bunlar.

Ne de olsa yaşına göre parlak, usülü de sonradan görme öğrenilen bir usül olarak deneyim gereği kolay öğretilebilir olduğu için usül öğretiyor James emmi. Ama diğer artizlerin dayı hakkında düşünüp özendiklerini dayı da yaşadığını sandığı ama anlamadığı gerçeklikten bekliyor ki bilmiyor, samimiyetsizce sandığı düzgünlük hiçbir zaman bu toplumsal düzende mümkün olmadığından, sürdükçe de ortamın sadece Sunak ve Braverman gibi süprüntüleri götüreceğini anlayacak gibi değil. Kendisinin şöhretinin nedenin de Braverman gibi başkalarına ihtiyaç duyulmamasından! Vay ki vay! Anlasaydı artiz olmazdı, kendi olmazdı. Cleverly’nin Enfield tezahürleri milletvekilleri gibi mesela.

Daha da kötü şeyler olmamamıza efendim.

Day-Mer Kadın Komisyonu’nun 25 Kasım etkinliği

0

Day-Mer Kadın Komisyonu’nun 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü vesilesiyle düzenlediği etkinlikte onlarca kadın savaşa, şiddete ve yoksulluğa karşı bir araya geldi.

Londra Toplum Merkez’inde buluşan kadınlar, “Savaş ve Kadın” temasının öne çıktığı etkinlikte, şiddetle mücadele gününün tarihçesini, şiddet biçimlerini ve neler yapılabileceğini konuştu.

Etkinlik, Kaplumbağalar da Uçar adlı filmin gösterimiyle başladı. Film, savaşların sebep olduğu göçlerde, insanların çektiği zorlukları anlatırken özellikle çocukların oyun oynaması gereken yaşlarda silah sesleri arasında yiyecek, barınma, ısınma gibi en temel ihtiyaçlardan uzak yaşamını, özellikle kız çocuklarının karşılaştığı zorlukları gözler önüne seriyordu.

Day-Mer Kadın Komisyonu adına sunum yapan komisyon üyesi Selvi Özdemir, 25 Kasım tarihini vurguladıktan sonra bugün açısından şiddete karşı mücadele etmenin önemine dikkat çekti ve “Bugün haklarımıza saldırılar hiç olmadığı kadar artmış durumda bu saldırılara karşı bizlerin hep birlikte ses çıkartması gerekiyor, bizlerin daha çok mücadele etmesi gerekiyor” dedi.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin sonucunda yaşanan her  türlü şiddet ve ayrımcılığın sadece kadınların değil tüm toplumun sorunu olarak görülmesi gerektiğini belirten Özdemir şöyle devam etti:

“Bu nedenle 25 Kasım’da bir kez daha kadınların ayrımcılığın ve şiddetin esas hedefi olmasına ve şiddeti yaratan, besleyen, körükleyen bütün bu uygulamalara hayır diyor ve duyarlı herkesi şiddete karşı çıkmaya seslerimizi duyurmaya ve birleştirmeye çağırıyoruz. Mücadelemiz; yaşamın her alanında eşitliğin inşa edilmesi, eşitliğin kalıcı hale gelmesi ve kadınların şiddetten, yoksulluktan, işsizlikten, güvencesizlikten uzak hayatlar kurabilmesi içindir. Eşitsizliğin, şiddetin, sömürünün, ayrımcılığın olmadığı, kadınların özgürce yaşamlarını sürdürdüğü bir gelecek mümkün.”

Etkinliğe katılan kadınlarla, şiddete karşı neler yapılabileceği tartışıldı. İngiltere’de emeğiyle çalışan kadınların erkek şiddetine maruz kaldığı ve buna karşı mücadelenin gerekliliği vurgulandı.

Filistinli şairlerin şiirlerinden okunan şiir dinletisiyle etkinlik sona erdi.

 

Ankara Anlaşmalıların sayısı 12 Eylül mültecilerini solladı

Birleşik Krallık (BK) İçişleri Bakanlığı’nın son verilerine göre; toplum tarihimizin son 20 yılına damgasını vuran Ankara Anlaşmalılar 2002 – 31 Aralık 2023 arasında 43 bin 600’ü erkek 18 bin 600’ü kadın olmak üzere 62 bin 200 dolayında olduğu saptandı. Bu rakamın çocukların da katılmasıyla 75-80 bin ulaşması öngörülüyor.

Ankara Anlaşması, Türkiye ile o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) üyesi ülkeler arasında ticaretin geliştirilmesi ve iş hacmini artırmak amacıyla 12 Eylül 1963’te imzalandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin unuttuğu bu anlaşma 2000’de Londra’da açılan bir davayla 2002’den itibaren uygulama alanı buldu. 31 Aralık 2020’de de Brexit nedeniyle bu anlaşma son bulmuş oldu.

Türkiye’nin Londra Başkonsolosu Brexit sonrası Ankara Anlaşması’nın yerine geçecek bir anlaşma için çalışmalar yapıldığını belirtmesine karşın bir sonuç çıkmadı.

Ankara Anlaşması dışındaki çalışma vizesiyle kaçan nitelikli göç de kaygı verici durumda. Örneği Türk Tabipleri Birliği’ne yurtdışına gitmek için iyi hal belgesi için başvuran hekim sayısında rekor kırıldı. 2023’ün ilk 11 ayında 2 bin 785 hekim başvurdu. 2012’de bu rakam 52’ydi.

BK’DEKİ İLTİCACI SAYISI

BK İçişleri Bakanlığı verilerine göre; demokrasinin rafa kaldırıldığı 1980 diktatörlük döneminde yine ülkesinden ayrılmak zorunda kalan ve BK’ye sığınma isteyenlerin sayısı 1980-2011 arasında (2002 sonrası AKP dönemine giriyor) 39 bin 836 Türk vatandaşı olarak saptanmış. Türkiye’den Kürtlerin yoğun göç yılları 1993-2001 arasında ise toplam 20 bin 840 sığınma başvurusu olmuş.

Son yıllarda Türkiye’den artan kaçış Almanya’daki rakamlarda da görülüyor. Federal Göç ve Sığınmacılar Dairesi’nin yıllık raporuna göre; Almanya’ya geçen yıl yapılan iltica başvurularında Suriye ve Afganistan’dan sonra 24 bin kişi ile Türkiye 3’üncü sırada. Raporda 2021 yılında dördüncü sırada olan Türkiye’den yapılan iltica başvurularının bir yıl içinde yüzde 238,7 oranında arttığı saptandı. Yukarıdaki rakamlara göre AKP iktidarı, benzer zaman diliminde 12 Eylül cunta döneminden neredeyse iki katı yurttaşı BK’ye kaçırtmış.

 

Milletvekilleri Lammy, West ve Feryal Clark “Ateşkes” oylamasına katılmadıkları için protesto edildi

0

İsrail’in Filistin’de yapığı katliam ve soykırımın son bulması için İngiltere’nin dört bir yanında milyonlarca insan eylem halindeyken, Parlamento’da yapılan “Ateşkes” oylamasında milletvekillerinin birçoğu Gazze’de ateşkesi ya reddetti ya da oy kullanmayarak sessiz kaldı. Oylamaya katılmayanlar arasında Tottenham milletvekili David Lammy, Wood Green milletvekili Catherine West ve Enfield milletvekili Feryal Clark da bulunuyor.

16 Kasım’da yapılan oylamada, İskoçya Ulusal Partisi (SNP) tarafından verilen önergeye sadece 125 milletvekili lehte oy verdi, saldırıların derhal durmasını, İngiltere hükümetinin “Ateşkes” çağrısı yapmasını istedi.

İşçi Partisi’nin ateşkes çağrısını reddeden ve onun yerine “insani ara”yı savunan resmi tutumuna rağmen 56 milletvekili parti çizgisine karşı gelerek ateşkes yönünde oy kullandı.

Ancak 222 milletvekilinin katılmadığı oturumda, 294 vekilin karşı oyuyla önerge reddedildi.

Oylama öncesinde Day-Mer milletvekillerine mektupla çağrı yapmış ve ateşkes çağrısı yapmaları yönünde talepte bulunmuştu.

Seçmen tepkili

Türkiyeli toplumun yoğun yaşadığı bölgelerdeki Türkiyeli derneklerin yanı sıra yerli sendikaların ve mücadeleci kampanya gruplarının oluşturduğu Haringey TUC ve Haringey CAN gibi kurumlar bölgelerini temsil eden milletvekillerinin Gazze’ye yönelik tutumlarını, katliama onay verdikleri gerekçesiyle protesto ettiler.

Hâlâ protestoların yapıldığı Haringey bölgesinin yanı sıra Enfield’da da Filistin Dayanışma Komitesi bir açıklama yaparak, Feryal Clark’ın parlamentoya gitmeyip “Ateşkes” oyu kullanmayarak katliamın devamından yana tutum sergilediğini söyleyerek “Utanç duymalısın” diye seslendi.

2019 seçimleri öncesi Londra Toplum Merkezi’nde bir araya gelen bölge milletvekilleri partinin seçim manifestosunda yer alan şu vaatle Türkiyeli seçmenlerden oy istemişlerdi:

“Yıllardır süren başarısız dış müdahaleleri ve savaşları sona erdireceğiz. ‘Önce bombala, sonra müzakere et’ yaklaşımı yerine, barış, adalet ve insan haklarına dayalı bir dış politika izleyeceğiz.”

 

NHS bekleme listesi yine bildiğiniz gibi

0

Bizim de sürekli yazdığımız NHS krizi çözülmek şurada dursun gittikçe daha kötü bir hal alıyor.

Geçtiğimiz haftalarda yayınlanan yeni rakamlara göre NHS’de tedavi için randevu bekleyenlerin sayısı yeni rekor kırdı. Temmuz ayında 7.68 milyon kişi tedavi için sıra beklerken bu sayı Ağustos sonunda 7.75 milyonu buldu.

Maalesef bu sayı kayıtların tutulduğu 2007 yılından bu yana rekorunu kırarak artmaya devam ediyor. Başbakan Rishi Sunak her fırsatta NHS bekleme listelerinin önceliği olduğunu ve bu sorunu en yakın sürede çözeceğini belirtse de henüz atılmış bir adım yok.

Yine aynı kayıtlara göre İngiltere’de 8.998 kişi sadece rutin hastane tedavisi için 18 aydan fazla sıra bekliyor. Bu sayı Temmuz ayında 7,289 idi.

Öte yandan Muhafazakâr Parti bakanları bu krizin çözüldüğünü söylemek konusunda ısrarcı. Muhafazakârlar NHS kesintileri ve özelleştirme girişimleri nedeniyle yapılan kesintilerden söz etmezken, bu bekleme listesi artışının devam eden grevler nedeniyle olduğunu söylüyorlar.

Hâlbuki NHS sorunun bir diğer kaynağı da yeterli NHS çalışanı, özellikle hemşire pozisyonunda bulunamaması. Genel bekleme listesi hemşire sayısından 4 kat hızlı arttığını gösteren analizle bu iddialar da çürütüldü.

Royal College of Nursing (RCN) tarafından yapılan araştırma, hükümetin tedavi bekleme listesini hafifletmek için 50,000 hemşireyi işe alma hedefinin yetersizliğini ortaya koydu. Sendikanın rakamları, sağlık hizmetlerinde hala tehlikeli personel açığı olduğunu gösteriyor.

RCN, işe alım taahhüdünün verildiği 2019 yılından bu yana İngiltere’de hemşirelik personelinde yüzde 16’lık bir artış olduğunu, ancak buna karşın hasta bekleme listelerinin yüzde 70 oranında büyüdüğünü tespit etti.

Taahhüdün verilmesinden bu yana geçen dört yıl içinde resmi hemşire açığı sayısı biraz azaldı fakat İngiltere’nin kayıtlı hemşirelik işgücünde 43.339 pozisyon hala doldurulamadı; bu sayı taahhüt sırasında 43.452 idi.

RCN ayrıca, yeni hemşirelerin neredeyse yarısının (yüzde 48), zayıf hükümet politikaları nedeniyle, çoğu sağlık çalışanı sıkıntısı çeken kırmızı listedeki ülkelerden olmak üzere, yurt dışından işe alındığını vurguladı.

Sendika, büyük ölçekli uluslararası işe alımların, küresel hemşire açığı ışığında pahalı, sürdürülemez ve etik dışı olduğunu söyledi.

RCN ayrıca, bu yıl İngiltere’de hemşirelik kurslarına katılanların sayısında yüzde 12’lik bir düşüş olduğunu açıklarken, hükümetin insanların yurt içinde hemşirelik eğitimi almalarını desteklemek için daha fazlasını yapması gerektiği konusunda uyardı.

Rapora göre, İngiltere’deki yaygın bölgesel farklılıklar, hasta bakımı için bir ‘posta kodu piyangosu’ olduğu ve bazı bölgelerde önemli ölçüde daha az hemşire bulunduğu anlamına geliyor.

Leicestershire, Kuzey Yorkshire ve Cornwall’daki NHS hizmetlerinde 10.000 kişiye sadece 47 hemşire düşerken, bu sayı Londra’nın kuzeyinde 79.

RCN İngiltere direktörü Patricia Marquis şunları söylüyor: “Hasta sayısı ve talep bu kadar yüksek olduğunda, personel seviyeleri tehlikeli derecede yetersiz hale gelmektedir.

“Bir hemşirenin aynı anda 10, 15 ya da daha fazla hastaya bakması ve yatakların koridorlara ya da diğer uygunsuz yerlere konulması hem hastalar hem de profesyoneller için güvensiz bir durumdur.”

Marquis, yeni Sağlık Bakanı Victoria Atkins’i önümüzdeki Sonbahar Bildirisinde hemşirelik işgücüne acil yatırım yapılmasını sağlamaya çağırdı.

“Bu, hemşirelik öğrencileri için öğrenim harçlarının kaldırılması ve personele adil ödeme yapılması anlamına geliyor. Ancak o zaman hastalara ihtiyaç duydukları ve hak ettikleri bakımı verebilecek yeterli sayıda hemşire olacaktır” dedi.

 

Gazze’deki soykırım karşısında Londra’daki toplum üyesi politikacılar nerede?

Sahi hiç birinden ses seda yok. Ülke çapında 100’den fazla belediye meclis üyesi partilerinin Gazze’deki Siyonist soykırımını görmezden gelmelerini eleştirerek istifa etti. Ben de olsa öyle yapardım. Madem partim soykırıma “terörist avı” diyor, topraklarını savunanlara “terörist” yaftası yapıştırıyor, “Ben bu kana ortak olmam!” der giderdim.

Londra’daki belediyelerin meclislerinde Türk ve Kürt 50’ye yakın siyasetçi var. Çoğu İşçi Partisi’nden olan bu arkadaşlar insanlık için turnusol kâğıdı sayılan Gazze’deki soykırım karşısında partilerinin İsrail yanlısı politikalarına boyun eğdiler. Oylarımızı da kirlettiler…

Haringey Belediye Başkanı Kıbrıs kökenli Peray Ahmet, belediyenin web sitesinde “İsrail ve Filistin’de gelişen olayları hepimiz giderek artan bir şok ve dehşetle izledik. Korku ve can kaybının haddi hesabı yok” diyerek bölgede yaşayan iki toplumdan toplum üyelerine nasıl destek olunacağı konusunda çalışmalar yapıldığını belirtiyor. Peray Ahmet nasıl bir açıklama bu? Gazze’deki soykırıma tutulan 15 bine yakın çoğu çocuk siviller bu açıklamanızın neresinde? Siyonizm’inin orantısız gücünü eşit göstermeniz doğru mu?

Ya Feryal Demirci Clark’a ne demeli? Demirci Clark 2019’da yine toplumun yoğun olduğu Kuzey Enfield’den milletvekili seçildiğinde hepimiz sevinmiştik. Kürt ve Alevi kökenli bir milletvekili olarak bizim de sesimiz ve vicdanımız da olacağını düşünmüştük. Büyük hayal kırıklığı! Bizimkisi ilk iş olarak İşçi Partisi’nin lideri Jeremy Corbyn’e “yahudi düşmanı” yaftası ile altını oymaya çalışan ve onun koltuğuna oynayan Lisa Nandy’yi destekledi. Wikipedia’dan öğrendiğimce de İşçi Partisi İsrail’in Dostları Grubu’nun da üyesi olmuş. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu Demirci Clark? Siyonist devlete dost olmak size mi kaldı?

15 Kasım’da İngiltere Parlamentosu Gazze’de acil ateşkes çağrısı yapan tasarıyı reddetti, İşçi Partisi’nden 56 milletvekili Sir Keir Starmer’e rağmen tasarı lehine oy verdi. Oylama sonrasında Sir Keir Starmer sekiz milletvekilini isyana katıldığı gerekçesiyle ya görevinden aldı ya da istifa etmek zorunda bıraktı. Gönül isterdi ki Demirci Clark’da bu 56 onurlu milletvekili arasında olsun.

Neyse dostlar… Geçen Eylül’de partinin Gölge Sağlık Bakanlığı’na getirilen Demirci Clark’ın bana gönderdiği “Faruk abi” diye başlayan yanıtın ilk kısmını sizinle paylaşayım: “Ne yazık ki geçen hafta Çarşamba günü yapılan oylama için Parlamento’da değildim çünkü doğum iznimin ardından aşamalı olarak işe dönüş yapıyorum. Covid’e yakalandığım için parlamentoya dönsem bile oylamaya katılamayacaktım. Ama ne yazık ki ateşkesi istemek ile bunu güvence altına almak farklı şeyler. Geçen Çarşamba günü yapılan oylama hiçbir zaman ateşkes sağlamayacaktı. Eğer öyle olacağını düşünseydim hiç tereddüt etmeden oy verirdim…”

Enfield’de İşçi Partisi eski milletvekili Joan Ryan’ı da unutmamak gerekir. Bir zamanlar eski başbakanlardan Gordon Brown’un Kıbrıs özel temsilcisi ve Britanya Alevi Federasyonu’nun öncülüğünde 2015’te kurulan Britanya Parlamentosu Alevi Sekretaryası’nın (APPG For Alevis) başkanlığını yapmıştı. Jeremy Corbyn’e karşı bayrak açan bu hanımefendi İşçi Partisi’nde Friends of Israil grubunun başkanıydı!

Filistin halkının haklı mücadelesine meydanlarda yürümekten başka yollarla da sahip çıkabiliriz. Nasıl mı? Yorum sizin dostlar…