Ana Sayfa Blog Sayfa 57

İşçi Partisi Lideri’nin Sağlıkta “reformu” doktorları korkutuyor

İşçi Partisi Lideri Sir Keir Starmer, sağcı Daily Telegraph gazetesine NHS’te reform yapılmasını savunan bir makale yazdı. Reform yapılmadığı takdirde NHS’in öleceğini iddia eden Starmer, NHS’e duyulan saygı ve iyi niyetin hayati önemde olan reformların önünde engel olduğunu savundu.

özelleştirmeye verilen destek, reform adı altında gizleniyor

İşçi Partisi Lideri Starmer, bu makalesinde savunduğu görüşleri nedeni ile hem doktorlardan hem de partisi içindeki milletvekillerinden eleştiri aldı. İşçi Partisi’nin bir önceki lideri Jeremy Corbyn’e yakınlığı ile bilinen Kuzey Hackney Milletvekili Diane Abbott, Morning Star gazetesi için yazdığı makalede, Starmer’ı Muhafazakâr Parti’nin söylemlerini kullandığı için eleştirdi. Starmer’in söyleminin örtülü olarak NHS’in özelleştirilmesine destek vermek anlamına geldiğine dikkat çeken Abbott, NHS’in reforma değil yeterli bütçeye ihtiyacı olduğunu dile getirdi.

Doktorlar, Starmer’ın reformlarından kaygı duyuyor

Ulusal Sağlık Sistemi NHS içerisinde önemli bir yere sahip olan doktorlar ise Starmer’a bir mektupla cevap verdi. Doktorlar, İşçi Partisi’nin gelecekte uygulamaya koymayı düşündüğü planların neden olduğu kaygılarını mektupta dile getirdi. Starmer yazdığı makalede, GP randevularının ‘işe yaramadığını’ iddia ederek, İşçi Partisi’nin fizik tedavi ve iç kanamalar gibi rahatsızlıklarda hastaya kendisini sevk etme yetkisi vermeye imkân sağlayacak reformlara hazır olduğunu dile getirdi. Starmer’ın bu reform önerisine doktorları temsil eden Doctors’ Association ve GP Survival ortak bir mektupla cevap verdi. Mektupta, “Bu mesleği her gün icra eden doktorlar olarak, hastalarımızın yaşadıklarını herhangi bir politikacının hiçbir zaman anlamayacağı kadar iyi anlıyoruz, size çağrımız bizimle iletişime geçin ve bizi dinleyin.” dendi.

NHS İşçi Partisi yönetiminde de güvende olmayacak

Birleşik Krallık Doktorlar Birliği DAUK (Doctor’sAssociation UK) adına mektubu imzalayanlardan Lizzie Toberty ise yaptığı açıklamada, “açık ki İşçi Partisi liderleri bu fikirlerini geliştirirken hiçbir doktor ile görüşmemiş ve öyle görünüyor ki NHS onların yönetimi altında, mevcut hükümetten daha iyi durumda olmayacak.” görüşlerine yer verdi. Toberty ayrıca, “Burada düşman biz değiliz, tek istediğimiz gurur duyacağımız bir sağlık sisteminin olması” sözleri ile NHS’e verdikleri önemin altını çizdi. Mektupta imzası olan DAUK eş başkanı Dr. Ellen Welch ise Starmer’in “dahiyane” önerisinden duyduğu kaygıları “eğer ‘iç kanamanız varsa’ en son isteyeceğiniz şey hangi teste ihtiyacınız olduğuna ya da hangi uzmana kendinizi sevk etmeniz gerektiğine karar vermek zorunda kalmanız olacak – ki karar verene kadar ölmüş olabilirsiniz” sözleriyle ifade etti. Doktorların hastalığı teşhis ve hastalara en iyi şekilde yardım edebilmek için 10 yıldan fazla tecrübe kazandıktan sonra GP olduklarına dikkat çeken Welch, “İşçi Partisi’nin bunu önermesi şok edici. Aynı anda hem GP’lerin uzmanlığının değerini düşürüyor hem de hastaları da riske atıyor” eleştirisinde bulundu.

NHS’in ihtiyacı reform değil yeterli bütçe

Parti içindeki muhalifler ve doktorların eleştirisine maruz kalan Starmer’ı korumaya çalışanlar, Starmer’ın bu açıklamayı, Muhafazakârların NHS’i özelleştirmesinin önüne geçmek için yaptığını iddia ettiler. Starmer’in şimdiye kadarki pratiğini bilenler bunun bir yanıltma ve hedef saptırma taktiği değil, Starmer’in gerçek niyetlerinin ifadesi olduğunu çok iyi biliyor. Özelleştirme ve kesintilerle işlemez hale getirilen NHS’in yeniden eski gücüne kavuşabilmesinin tek yolu ihtiyaç duyduğu bütçenin sağlanması ve özel şirketlerin NHS’ten çıkartılması. Etkisi azalsa da hâlâ devam eden Covid-19 pandemisi sürecinde hepimizin en çok ihtiyaç duyduğu ve değerini bir kez daha anladığı NHS ve ücretsiz sağlık sisteminin varlığını sürdürebilmesi için politikacıların ve sermayenin NHS’ten elini çekmesi şart. Bunu sağlayacak olan ise şimdilerde liberallerin ve mücadele kaçkınlarının bel bağladıkları İşçi Partisi değil, NHS’i ve halk sağlığını hayatı pahasına sahiplenen sağlık çalışanları ve halkın örgütlü mücadelesi olacak.

 

Ruhsal sağlığı bozulan çocukların sayısı hızla artıyor

0

Resmi veriler İngiltere’de ciddi ruhsal sağlık sorunlarından dolayı tedaviye ihtiyaç duyan çocukların son bir yılda % 39 oranında arttığını gösteriyor. Uzmanlara göre çocukların ruhsal sağlığının bozulmasına; pandemiden daha çok toplumsal eşitsizlikler, kemer sıkma politikaları ve internet kaynaklı sorunlar yol açmakta.

Mevcut ruh sağlığı hizmetleri ihtiyacı karşılamaya yetmiyor

Ulusal Sağlık Servisi NHS bünyesinde hizmet veren ruhsal sağlık servislerine son bir yıl içinde sevk edilen 18 yaş altı hasta sayısı bir milyon 100 bin olarak açıklandı. PA Media tarafından incelenen verilere göre pandeminin ilk yılında ruhsal sağlık hizmetlerine sevk edilen çocukların sayısı 839 bin 570 iken, bu sayı hızla artarak bir milyonun üzerine çıktı. Ruhsal sağlık hizmetlerine sevk edilenler arasında intihara eğilimli olanlar, kendisine zarar vermek isteyenler, ciddi depresyon ve endişe bozukluğu ile yeme bozukluğu yaşayanlar var.

Kraliyet Psikiyatri Koleji’nde çocuk ve ergen psikiyatri fakültesi başkanlığı yapan Dr. Elaine Lockhart, artan ihtiyaç ve servislerin yetersiz kalmasından dolayı uzman servislerin en acil ve en rahatsız olanları tespit ederek müdahale etmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Öncelikli müdahale edilmesi gerekenler içerisinde psikoz semptomları ve intihara meyilli olanlar ile şiddetli anksiyete bozukluğu yaşayanlar yer alıyor. Lochart, yaptığı açıklamada zamanında yapılmayan müdahalelerin rahatsızlıkları daha da şiddetlendirdiğine ve tedaviyi zorlaştırdığına da dikkat çekti. Lockhart, çocukların ruhsal sağlığının pandemi öncesinde de, giderek artan toplumsal eşitsizlikler ve internet kaynaklı sorunlardan dolayı arttığını ‘pandemi ve kısıtlamalarla birlikte sağlıklı olanlar hassaslaştı ve hassas durumda olanlar ise rahatsızlandı’ vurgusu yaptı. Çocuklara İşkenceyi Önleme Derneği NSPCC bu rakamları alarm verici olarak değerlendirdi.

Milyonlarca çocuk yoksul ve yardımlardan yoksun

Dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip olan İngiltere’de 3,9 milyon çocuk yoksulluk içinde yaşıyor. Bir taraftan giderek artan yoksulluk diğer taraftan da kemer sıkma politikaları ile çocuklara yönelik servislerdeki kesintiler başta ruhsal sağlık olmak üzere çocukların yaşadığı sorun ve sıkıntıları körüklüyor. Çocuklara ve bakıma muhtaç olanlara ayrılmayan kaynaklar, vergi muafiyetleri, ekipman kontratları, özelleştirmeler ile sermayeye aktarılıyor.

 

Amazon’un Coventry deposundaki işçiler de greve çıktı

İngiltere’de grevler hız kesmiyor. Son olarak Amazon’un Coventry’deki deposunda çalışan işçiler de greve çıktı. Bu işçiler, Birleşik Krallık’ta resmi olarak greve çıkan ilk Amazon çalışanları oldu.

İşçilerin “hakaret” olarak gördüklerini söyledikleri saatlik 50 penilik ücret artışı teklifi sonrasında geçen yıl ağustos ayında Amazon’un İngiltere’deki depolarında irili ufaklı fiili grevler başlamıştı. Devamında, genel hizmetlerde çalışan işçilerin sendikası olan GMB’ye üye Amazon işçileri, yaptıkları oylamada yüzde 98 ile greve “evet” demişti.

Değerlendirmelerde, sendikalaşma faaliyetleri uzun süre engellenen Amazon işçilerinin, sonunda İngiltere’de örgütlü olarak ilk kez greve çıkmalarının tarihi önemine vurgu yapılıyor.

SAATLİK ÜCRETTE 4,5 POUND ARTIŞ TALEBİ

Coventry deposunda salı günü, gece vardiyasındaki işçilerin şirketteki ücret eşitsizliğini protesto etmek için iş yerlerini terk etmesiyle başlayan ve çarşamba günü de devam eden 24 saatlik greve GMB sendikasının yaklaşık 300 üyesi katıldı.

İşçiler saat ücretinin 10,50 pounddan 15 pounda çıkarılmasını talep ediyorlar. İşçiler ayrıca çalışma saatlerinde sürekli gözetim altında oldukları ağır çalışma koşullarının da düzeltilmesini istiyor.

ASGARİ HİZMET DÜZENLEMESİYLE MÜCADELE ÇAĞRISI 

Genel grevin yasak olduğu İngiltere’de Amazon işçilerininki gibi özel sektör grevlerinin yanı sıra kamu sektöründe de son 30 yılın en büyük grev dalgası yaşanıyor. Geçen yıl yaz aylarında demiryolu işçilerinin öncülüğünde başlayan grevler ulaşım sektörünün yanı sıra sağlık ve eğitim alanında da giderek yayılıyor.

Sendikalar hemen hemen tüm iş kollarındaki koordineli grevlerle daha etkili eylemlere hazırlanıyor. Bu doğrultuda Kamu Hizmetleri Sendikası PCS, Demiryolu, Denizcilik ve Taşımacılık Sendikası RMT, Tren Makinistleri Sendikası ASLEF, üniversite çalışanlarının üye olduğu UCU, ülkenin en büyük ikinci sendikası UNITE ve Ulusal Eğitim Sendikası NEU üyesi toplamda yarım milyondan fazla işçi 1 Şubat’ta greve çıkacak.

Toplam 56 sendikanın üye olduğu Sendikalar Konfederasyonu TUC da yaptığı açıklamayla 1 Şubat’ta tüm sendikaların eylemlere katılmasını istemişti.

TUC Genel Sekreterliğine bu yıl seçilen Paul Nowak, hükümetin grevleri etkisizleştirmeye dönük asgari hizmet yasa teklifine karşı mücadele çağrısı yapıyor.

Hükümetin söz konusu asgari hizmet düzenlemesi ve aylardır süren grevlerde uzlaşma sağlanmasını engelleyen tutumu nedeniyle koordineli grevlerin yanı sıra ülkede genel grev çağrıları da yükseliyor. Sendikacılar hükümetin bu tutumunun iddia edildiği üzere ücret-enflasyon sarmalı endişesi ya da kaynak sıkıntısı nedeniyle olmayıp, ülkede yeniden canlanan işçi hareketini engellemeye ve Ulusal Sağlık Sistemi (NHS) gibi alanlarda kapsamlı özelleştirmelerin önünü açmaya dönük olduğunu ifade ediyorlar.

İŞÇİLERLE ANLAŞMANIN MALİYETİ DAHA AZ OLURDU

Hükümetin demiryollarından sorumlu kamu görevlisi Huw Merriman, geçtiğimiz hafta yaptığı bir açıklamayla sendikacıların bu tespitini dolaylı olarak doğruladı. Merriman açıklamasında, tek başına demiryolu grevlerinin şimdiye kadar Birleşik Krallık ekonomisine 1 milyar sterlinden fazlaya mal olduğunu ve aylar önce sendikalarla ücretler ve çalışma koşulları konusunda anlaşmazlığı çözmüş olsalardı toplam maliyetin bundan az olacağını kabul etti.

Hükümetin grevlerde anlaşma sağlanmasını kasten engellediğini pek çok kez dile getiren RMT Genel Sekreteri Mick Lynch ise bu durum karşısında önümüzdeki ilkbaharda 24 saatlik bir genel greve çıkılması gerektiğini söylüyor. Geçtiğimiz cumartesi günü Galler’de katıldığı bir etkinlikte sendikaların böyle bir genel grevi koordine edebileceğini söyleyen Lynch, geçen hafta Evrensel’e yaptığı açıklamada da hükümetin, “asgari hizmet” düzenlemesi ile grevleri etkisiz hale getirmenin yolunu aradığını ve işçilerin bu yasaya karşı nasıl mücadele edileceğini değerlendiklerini söylemişti.

BAŞBAKAN KAMUDA SENDİKA ÜYELİĞİNİ YASAKLAMAYI DÜŞÜNMÜŞ

Hükümetin grevlerin etkisini azaltmak için yürürlüğe koymaya çalıştığı asgari hizmet düzenlemesi, NHS gibi kamu sektörlerinde, işverenlerin “asgari standartların” karşılanmaması durumunda sendikalara dava açabilmesinin ve grevdeki işçileri işten çıkarabilmesinin önünü açıyor.

Kısa süre önce basına sızan Başbakan Rishi Sunak’ın danışmanları ile arasındaki bazı e-posta yazışmalarına göre, Sunak ülkedeki grev dalgasının önünü kesmek için asgari hizmet düzenlemesinin dışında sınır muhafaza memurları gibi kamu sektöründe işçilerin sendikalara üye olmasını yasaklamayı da düşünmüş.

Yazışmalar hakkında basında yer alan haberlere göre, sendika üyeliğini yasaklamanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHM) aykırılığı nedeniyle hükümet tarafından savunulmasının güç olacağının düşünüldüğü ve bu nedenle Sunak’ın “asgari hizmet” düzenlemesi ile yetindiği anlaşılıyor.

PCS Sendikası Genel Sekreteri Mark Serwotka, konuyla ilgili açıklamasında, sızan yazışmaların, hükümetin görünüşte “Anlaşmazlığı çözmek istiyoruz” derken aslında perde arkasında temel hak ve özgürlüklere yönelik İngiltere’de nesiller boyu görülebilecek en büyük saldırıya hazırlandığına işaret ettiğini söylüyor.

 

Öğretmenlere ailelerden anlamlı destek

Yıllardır yeterli maaş zammı alamayan öğretmenler, yıllar sonra grev kararı aldılar. Öğretmenlerin grevini hükümet, “Çocuklarımızın eğitimini engelliyorlar” diyerek karalamaya çalışırken, aileler çocuklarının öğretmenlerine sahip çıkarak dayanışma grupları kurdular.

Bu dayanışma gruplarından biri de Haringey’de kuruldu. 1 Şubat ve sonrası yapılacak öğretmen grevine desteklerini açıklayan aileler, “maaşı ve morali yerinde olmayan öğretmenlerin çocuklarımıza eğitim vermesi de zorlaşıyor” diyerek, öğretmenlerin taleplerinin kabul edilmesini talep ediyor.

“Kraliçenin cenaze töreninde okul kapandığında eğitim zarar görmedi mi?”

Yaklaşık 500 ailenin oluşturduğu “NEU grevini destekleyen aileler” Whatsapp grubunda yapılan tartışmalarda, öğretmenlere verilecek aile desteğinin tüm desteklerden daha önemli olacağına dikkat çekildi.

Birçok çocuk velisi, “Kraliyet ailesinin herhangi bir töreni ya da kraliçenin ölümünde tatil edilen okullarda eğitim verilmediği zaman, hükümet yetkilileri sesini çıkarmıyordu” diyerek, Eğitim Bakanlığı ve hükümetin, “Öğretmenler greve giderek çocuklarımızın eğitimine engel oluyorlar” sözlerine tepki gösteriyor.

Aileler, ülkenin dört bir köşesinde olduğu gibi Haringey’deki tüm okullarda yapılan grevlerde öğretmenlere destek vereceklerini duyurdular.

 

Eğitimciler grev tarihlerini açıkladı

Daha önce grev kararını açıklayan Yüksek Öğrenim çalışanlarının sendikası UCU, grev tarihlerini de açıkladı. Ülkenin en büyük eğitim sendikası olan Ulusal Eğitim Sendikası (NEU) da geçtiğimiz yıl sonunda yaptığı grev oylamasının sonucunu aldı. Öğretmenlerin yaklaşık yüzde 54’ü oylamaya katılırken, oylamaya katılan öğretmenlerin yüzde 90’ı grevden yana oy kullandı ve NEU yönetimi de grev tarihlerini kamuoyu ile paylaştı.

16 Marta kadar grev tarihleri açıklandı

NEU, başta ücret zammı ve iş koşullarının iyileştirilmesi olmak üzere, sıraladığı taleplerinin kabul edilmemesi durumunda 16 Marta kadar yapılacak planlanan grevlerden sonra da yeni grev tarihleri belirleyeceklerini duyurdu.

NEU üyesi 300 binden fazla öğretmen, 1, 14, 28 Şubat ve 1, 2, 15, 16 Mart tarihlerinde greve çıkacak.

Üniversitelerde 18 gün grev yapılacak

Yüksek öğrenimde de grev dizisinin tarihleri açıklandı. UCU Genel Sekretery Jo O’Grady tarafından üyelerine duyurulan grevin çeşitli aralıklarla 22 Marta kadar süreceği belirtildi.

Ücretlerine zam isteyen ünivertite hocaları ve çalışanları emeklilik haklarına yönelik saldırı planlarının da durdurulmasını istiyor. Eğitim Bakanlığı ve hükümet yetkilileriyle defalarca görüşmek istediklerini ve grevler başlamadan sorunun çözülmesi için büyük çaba sarf ettiklerini belirten O’Grady, bakanlığın hiç bir şekilde görüşmelere yanaşmadığını belirterek, grev silahının kullanılmasından başka çarelerinin kalmadığını belirtti.

70 binden fazla üniversite hocalası ve çalışanlarının 1, 9, 10, 14, 15, 16, 21, 22, 23, 27, 28 Şubat ve 1, 2, 16, 17, 20, 21, 22 Mart tarihlerinde greve çıkacak.

 

Büyük grev dalgası başlıyor

Yaklaşık bir yıldır grevlerle sarsılan Birleşik Krallık’ta yeni bir grev dalgası daha geliyor. Bir çok sendika, grevler sonucunda büyük zaferler elde ederken, hâlâ kazanılmamış bazı talepler için yeni grevlere hazırlanıyor.

1 Şubatta başlayan ve yarım milyondan fazla işçinin katıldığı grevlerin Şubat ve Mart aylarında kitleselleşerek devam etmesi bekleniyor.

Limanlarda, belediyelerde, bazı ulaşım ağlarında, bir çok sanayi biriminde ve dağıtım ağlarında büyük kazanımlarla grevlerden çıkan işçiler ve sendikalar, ülkenin sürekli gündeminde olan sağlık, eğitim, ulaşım ve iletişim alanındaki grevlerin de başarıyla sonuçlanması için kolları sıvadı.

Bazı iş kollarında yeni grev tarihleri belirlenirken, bazı iş kollarında da 6 aylık grev oylama süresi tamamlandığı için yeni grev oylamasına başlanacak.

Hükümet, tüm ülkenin gündeminde olan 41 bin demir yolu işçisi, 300 bin hemşire, yaklaşık 600 bin eğitimci ve 115 bin postacının taleplerini kabul etmemek için direniyor. Bu grevlerin başarıya ulaşmasının hükümetin büyük yenilgi alması anlamına geleceği belirtiliyor. Bu yüzden Rishi Sunak Hükümeti dayanabileceği kadar dayanmaya çalışıyor. Öte yandan grevlere ve işçilere halkın desteğinin artması Sunak iktidarını en fazla zora sokan durum olarak görülüyor.

YÜZ BİNLERCE EĞİTİMCİ ETKİLİ GREVLERE HAZIRLANIYOR

UCU sendikası üyesi 70 bin öğretim görevlisi ve üniversite işçisi, daha önce yaptıkları 3 günlük grevden sonra 18 günlük grev kararı daha aldı. UCU Genel Sekreteri Jo O’Grady, ücret zammının yanı sıra, iş garantisi istediklerini ve emeklilik haklarına yönelik saldırı planlarının da derhal geri alınmasını istedi. Şubat ve mart ayında yapılacak grevlerin nisanda yapılacak üniversite sınavlarını da etkilemesi bekleniyor.

50 bin İskoçyalı öğretmen de nisana kadar yapacakları grevlerin sayısını açıkladı. 28 Şubat’ta başlayacak grevler, aralıklarla 22 gün sürecek. Nisanda başlayacak sınavlara kadar bu grevlerin etkili olması bekleniyor. İskoçya Eğitim Enstütüsü (EIS) üyesi öğretmenler, İskoçya yerel hükümeti tarafından teklif edilen yüzde 5 oranındaki ücret zammını kabul etmemiş ve grevlerine devam edeceklerini açıklamışlardı. Öğretmenler en az yüzde 11 zam talep ediyor.

İngiltere ve Galler’de 450 bin öğretmenin grev oylaması belli oldu. Katılımın yüzde 53 olduğu oylamada, yüzde 90 ‘evet’ oyu kullanıldı. Öğretmenler 1 Şubatta başladıkları grevleri çeşitli aralıklarla 16 Marta kadar sürdürecek.

HEMŞİRELER YİNE SOKAĞA ÇIKACAK

Ülkede en çok haksızlıklara uğrayan kesimlerin başında sağlıkçılar geliyor. Pandemide canhıraş günde 16 saat çalışarak hizmet veren ve tüm ülkede alkışlanan sağlıkçılar, son üç yıldır ücretlerine zam alamadılar. Kapı eşiklerine çıkıp alkışlayanlar, hâlâ günde 12 saat çalışmalarına rağmen sağlıkçılara zam vermemekte direniyor. Buna karşı sağlıkçılar grevlere devam kararı aldı. On binlerce hemşire, ücret zammı, iş koşullarının iyileştirilmesi, daha fazla sağlıkçının işe alınması ve hastanelere daha fazla yatak konulması talebiyle 18 ve 19 Ocak’ta yapılan grevin ardından yeni grevlerle mücadelelerine devam edecek.

POSTACILAR YENİ GREV OYLAMASINA GİDİYOR

2022’nin son çeyreğinde ve 2023’ün ilk haftasında greve giden 115 bin postacı, yaptıkları grev oylamasının 6 aylık süresi dolduğu için yeni bir grev oylamasına gidecek. Daha önceki grev oylamasına katılan işçilerin yüzde 98’i grevden yana oy kullanmıştı. Posta işçilerinin üye olduğu CWU, 23 Ocak’ta yeni bir grev oylamasına başlayacağını ve bunun sonucunu 16 Şubat’ta açılayacağını duyurdu. Grevden yana karar çıkması durumunda, bahar aylarında etkili posta grevleri gerçekleşecek. Daha önceki grevlerden dolayı biriken postaların hâlâ yerlerine ulaştırılamadığı belirtiliyor.

“HÜKÜMETİN MİNİMUM SERVİS YASASINA İZİN VERMEYECEĞİZ”

Büyük grev dalgasını geçtiğimiz haziran ayında başlatan Demir Yolu İşçileri Sendikası Genel Sekreteri Mick Lynch, hükümetin yeni yasa hazırlığı ve işçilerin tutumuna ilişkin Evrensel’e konuştu.

Liynch şunları söyledi: “Hükümet, grevlerin gerçekleştirilmesine engel olmak ve gerekirse grev yapan işçi ve sendikacılara ceza vermenin yolunu arıyor. “Minimum servis” adı altında aslında grevleri etkisiz hale getirmenin yollarını arıyorlar. Bu yasa ile tam olarak ne yapmak istedikleri açık değil. Bekleyip göreceğiz.

Ayrıntıları gördüğümüzde, bu yasaya karşı nasıl bir mücadele vereceğimize de karar vereceğiz. Mahkeme yoluyla mı, diyalog yoluyla mı yoksa sokakta eylemlerimizle mi bu yasaya karşı mücadele yöntemimizi belirleyeceğiz.

Parlamentoda oylamaya sunulacak. Umarız bu yasa hiç çıkmaz. Ve umarız muhalefetteki İşçi Partisi buna karşı çıkar ve parlamentodan geçmesine izin vermez.

Sonuç ne olursa olsun, işçilerin örgütlenmesine ve grev silahını kullanmasına engel olmak isteyen her tür yasaya karşı çıkacağız ve mücadele edeceğiz. Çünkü grev hakkı, hem bir insan hakkıdır ve hem de sendikaların özgürce örgütlenmesine ve yoğun sömürüye karşı tutum almasının bir aracıdır. Sendikaların ve işçilerin özgürce örgütlenmediği bir toplum da özgür değildir. Herkes buna karşı çıkmalıdır. Tüm demokratlar, tüm sendikalar ve sendikalar konfederasyonu TUC.

Tüm sendikalar bu yasaya karşı çıkmalı ve mücadele etmelidir. Kitle örgütleri, demokratik kurumlar, kampanya örgütleri ve işçi hareketi içinde örgütlenen herkes buna karşı ortak bir tutum sergileyip mücadele etmelidir.”

 

Öğretmenler neden greve gidiyor?

İngiltere ve Avrupa’nın en büyük eğitim sendikası Ulusal Eğitim Sendikası (NEU), yapmış olduğu grev oylaması ile ulusal çapta greve gitme kararı aldı. Anti-sendikal yasa ve uygulamalara rağmen, 121, 253 (%90,4) üyesinin enflasyon üzerinde bir zam talebine EVET oyu kullanması, öğretmenlerin tepkisini ve mücadele isteğini simgeledi. Bu oylama sonucu ile NEU sendikası şimdilik toplam 7 günlük bir grev takvimi çıkardı. Grevlerin üç günü ulusal çapta olurken, diğer 4 günü bölgesel grevler olarak uygulanacak. Hükümetin son dönemlerde peş peşe çıkarmış olduğu anti-sendikal yasalar, aynı sendika çatısı altında grev oylaması yapan yardımcı öğretmenlerin, %84’lük evet oyuna rağmen, greve gitmesini engelledi.

Öğretmenler daha iyi ücret talebi ile greve giderken, aynı kampanya kapsamında daha iyi bir eğitim talebini de dile getiriyor. 2010’dan bu yana hükümetin kamu sektöründe yapmış olduğu kesintiler ve enflasyon altında kalan ücret zamlarıyla, öğretmenler %21,6-27 arası gelir kaybına uğradı. Özellikle mesleğe yeni başlayan genç öğretmenler, %12 den %13,5’e artan vergi oranları, %9 Student Loan ödemeleri ve %8,6’ya varan emeklilik katkı paylarıyla maaşlarındaki küçülmeyi mesleklerinin ilk gününden itibaren hissetti. Maaşlarda düşme sadece genç öğretmenlerle sınırlı kalmadı; tecrübeli öğretmenlerde, emeklilik yasasındaki değişiklik dolayısıyla artan katkı payı ile maaşlarında düşüşü hissetti. Katkı payı oranı, aynı dönemde ortalama %6,4’ten %9,6’ya çıkarak, öğretmenleri yoksullaştırdı.

Öğretmenlerin çilesi bununla bitmedi. Verilen yetersiz bütçe okullarda iş yoğunluğunu arttırdı ve birçok öğretmenin mesleği bırakmasına yol açtı. Hükümetin Eğitimi Kurtarma sorumlusu olarak göreve getirdiği Sir Kevan Collins, okullardaki bütçe açığının kapatılabilmesi için önerdiği 15 milyar sterlinlik eğitimi kurtarma paketi hükümet tarafından reddedilince geçen yıl istifa etti. Hükümet harcamalarındaki son artışlardan sonra bile, günlük kamu harcamalarının 2009-10’a kıyasla 2024-25’te kişi başına reel olarak %20 daha düşük gerçekleşecek olması, hükümetin kamusal alanlara vermiş olduğu değeri açık olarak gösterdi.

Son dönemlerin en kötü yaşam maliyeti krizi sırasında çalışan öğretmenlere sadece yüzde 5’lik bir maaş artışı teklif edildi. Yükselen enflasyonla birlikte, bu, yüzde 7’lik bir maaş kesintisi anlamına geliyor. Ötesinde, öğretmenlere %5 zamlı maaş ödemesi için okullara ek bütçe verilmedi ve okulların bu zammı kendi bütçelerinden tasarrufla karşılamaları istendi. Bu anlayış öğrenci başına harcamayı azaltıp, okulların bütçelerini küçülttü. Bu, okulları aynı işi daha az bütçe ile yapmaya zorladı.

Eğitimdeki bu gelişmeler öğretmen yetiştirme ve iş olanağını da etkiledi. İstatistiklere göre, şu anda dört öğretmenden biri, öğretmen yeterlilik diplomasını aldıktan sonraki iki yıl içinde mesleği bırakıyor. Bu oran, beş yıl sonra yaklaşık üçte bire yükselir. Hükümet, bu yıl yeni ortaokul öğretmenlerinin işe alınması hedefini %41 ile kaçırdı ve gerekenden yaklaşık 1/3 daha az öğretmen staj eğitimine başladı. 2022’de stajyer öğretmen alımında, bir önceki yıla göre yüzde 23’lük bir düşüş oldu. Son on yılda öğretmenlik

. diplomasi alan öğretmenlerin ise yaklaşık üçte biri öğretmenliği bıraktı. 2019’da diploma alan öğretmenlerin yüzde 13’ü öğretmenliği bırakmış durumda.

Öğretmenlerin son 10 yılda yaşadıkları, onlar kadar öğrencileri ve eğitimi etkiliyor. Grev kararını hiç küçümsemeyen öğretmenler, hükümetin bilinçli şekilde kendilerine ve kamusal alanlara saldırı içinde olduğunu inanıyor. Öğretmenler, bu grevle kendi çalışma ve ücret koşullarına sahip çıkarken, eğitime de sahip çıkıyor. Bu mücadelede en büyük destek onların her günkü çalışmalarının tanığı olan veliler ve öğrenciler olacak

Herkesi bu mücadeleyle dayanışma içinde olmaya davet ediyorum.

 

Faşizm

Faşizm, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yükselişe geçti ve 1922 yılında İtalya’da Mussolini öncülüğünde iktidarı ele geçirdi. Almanya’da Hitler Nazizmi ve İspanya’da Franko faşizmiyle benzer rejimlerin yolunu açmış oldu. İnsanlık için büyük bir yıkım olan bu kanlı faşist rejimleri tanımlamak için birçok çalışma yapıldı. Faşizmin en bilinen tanımını Dimitrov yapmıştır. Dimitro, faşizmi sınıfsal temelde ele alarak “iktidardaki faşizm, finans kapitalin en gerici, en şovenist, en emperyalist öğelerinin açık terörist diktatörlüğüdür” diye tanımlar. Dimitrov’unki tek tanım değildir. Mussolini “faşizm bir dindir” der. George Mosse, faşizmi temelde pozitivizme ve liberalizme karşı olarak tanımlar. Griffin ise, faşizmi insan yaratıcılığını ezmek için kullanılan bir dizi güçle totalitarizm, devlet terörü, beyin yıkama, sosyal mühendislik, kör itaat, organize şiddet ve fanatizmle açıklar.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Faşizm tanımı, konuya hangi perspektiften bakıldığıyla yakından ilgilidir. Bütün faşist rejimler anti-komünisttir. Faşizmin farklı ülkelerde öncelikleri ve hedefleri farklılık gösterdiği için farklı versiyonları vardır. Örneğin Mussolini milliyetçilik ve vatandaşlığı ön plana alırken, Hitler’de kan bağı/ırkçılık ön plandaydı. Hitler’in hedefi Yahudilerdi, bugün AKP-MHP faşizminin hedefi Kürtlerdir. Ancak faşizmin tanımı hangi perspektiften yapılırsa yapılsın, hangi formda gerçekleşirse gerçekleşsin, bilim insanlarının aşağı yukarı üzerinde uzlaştıkları ortak özellikler vardır.

Bu özellikler şunlardır: Faşizm ekonomik eşitliğin ve sınıfsız sömürüsüz bir toplum öngören komünist/sosyalist sistemin düşmanıdır. Faşizmde aslolan devlettir. Birey sadece devletin hizmetinde bir araçtır. Tek adam diktatörlüğüne dayanır, demokrasi düşmandır. Faşizmde eşitlik diye bir kavram yoktur, her şeye ırk temelinde bakan ırkçı bir ideolojidir. Buna göre insanlar üst ve alt ırklar olarak yaratılmışlardır. Dolayısıyla alt ırkları yönetip ezmek üst ırkların hakkıdır. Militarist ve emperyalisttir. Zayıf ulusları fethetmeyi, talanı ve yönetmeyi büyüklük olarak görür.

Faşizmin Birinci Dünya Savaşından sonra yükselişe geçmesi ve iktidar olmasının başlıca iki nedeni vardır; birincisi savaşın yaratmış olduğu ekonomik kriz ve toplumsal bunalım, ikincisi kapitalist sisteme alternatif olan 1917 Ekim sosyalist devrimidir. Savaşta galip gelen İtalya umduğunu bulamamıştır, ekonomik kriz içindedir. Almanya ise aldığı yenilginin bedelini ödemektedir. Gelişen işçi hareketi karşısında faşist hareket; İtalya’da savaştan yeni çıkmış, işsizlik ve yoksulluk içindeki alt sınıflara ümit dağıtarak, sosyalizm demagojisiyle devşirdiği anti-kapitalistlerden, kimi sosyal demokratlardan, liberallerden ve proleterleşme korkusu çeken orta sınıftan destek alarak iktidar oldu. Finans kapitalin en gerici, en şovenist, en emperyalist öğelerin açık terörist diktatörlüğünü kurdu. Almanya’da Hitler de aynı yolu izledi, ama onunla yetinmeyerek hedefleri arasına anti-Semitizmi de alarak etnik temizlik yaptı. Mussolini ve Hitler seçimle iktidara geldiler. Faşizm İtalya’da 1922-1943, Almanya’da 1933-1945 yılları arasında iktidarda kaldı. Milyonlarca insanın hayatına mal olan bu rejimler İkinci Dünya Savaşı ile yıkıldı. Avrupa’da yıkılan faşist rejimler, 21. yüzyılda Bolsonaro ve AKP-MHP faşizmi ve benzerleriyle tekrar insanlığın karşısına dikildi.

Dünyada faşizme karşı  toplumun farklı kesimleri yan yana geldiği gibi, bugün Türkiye’de toplumun farklı kesimleri ve farklı politik gelenekler yan yana gelmiş durumda. Uyuşturucu baronları, mafya ve çetelerle kol kola girmiş AKP-MHP rejimi insanlığa karşı suç işlemektedir. Sadece içerde değil, dışarda da, başta Kürdistan olmak üzere, Ortadoğu, Kafkaslar ve Akdeniz’de Osmanlıcı-Turancı yayılmacı bir siyaset izlemektedir. Dolayısıyla bu iktidarın alt edilmesi sadece Türkiye halkları için değil, sözü edilen bölgelerde yaşayan halklar için de bir zulüm karargahının alt edilmesi olacaktır.

 

Oxfam: Adaletin bu mu dünya?

Hayır kurumu Oxfam’ı bilirsiniz. Ana caddede vergiden muaf ikincil el ve bağış ürünleri satan Oxfam dükkânlarına mutlaka uğramışsınızdır. Genellikle gönüllü çalışanlarıyla faaliyet gösterir. Bir zamanlar yönetici kadrosunun yüksek maaşları eleştiri konusu olsa da, Oxfam elde ettiği gelirleri Afrika başta olmak üzere yoksul ülkelerin yoksul insanlarına gönderiyor. II. Dünya Savaşı dönemi 1942’den bu yana faaliyetteki kurum günümüzde Müslümanlardan zekât da kabul ederek hayır işlerini sürdürüyor.

Oxfam sosyal araştırma ve yoksulluğun kaynağı üzerine hazırladığı raporlarıyla da tanınıyor. Yayınladığı “En Zenginlerin Hayatta Kalması” başlıklı yeni raporunda, dünyanın en zengin yüzde 1’inin 2020’den bu yana ortaya çıkan 42 trilyon dolarlık yeni küresel servetin yaklaşık üçte ikisini aldığını açıklayan Oxfam, çözüm olarak da sistemi değiştirmek yerine zenginlere yeni vergilerin konmasını istedi. Arabesk bir çözüm! Kim kimden vergi alacak? Bir önceki başbakanı Liz Truss zenginlerden daha az vergi almaya kalkmadı mı? Başbakan Rishi Sunak’ın milyarder eşinin vergilerini İngiltere’de ödemediği ortaya çıkmadı mı? Daha geçen hafta Başbakanı Sunak, Maliye Bakanlığı görevini üstlendiği esnada vergi kaçakçılığı yaptığı iddia edilen Muhafazakâr Parti Başkanı Nadhim Zahawi’yi görevden almadı mı? ABD’nin eski başkanı Donald Trump vergi kaçırmaktan yargılanmıyor mu? Orhan Veli’nin dediği gibi “Geç bunları, anam babam, geç!”

Oxfam International’ın Yönetici Direktörü Gabriela Bucher yoksulluğun fotoğrafını, “Sıradan insanlar yemek gibi temel ihtiyaçlar için günlük fedakârlıklar yaparken, süper zenginler en çılgın hayallerini bile aştılar” diye anlatıyor. Bucher, “Süper zengin ve büyük şirketleri vergilendirmek, günümüzde bitmek bilmeyen krizlerden çıkış kapısıdır. Süper zenginler için kırk yıllık vergi indirimleri, yükselen bir dalganın tüm gemileri kaldırmadığını, sadece süper-yatları kaldırdığını gösterdi” diye devam ediyor. Direktörü Oxfam’ın çözüm önerisiyle çelişiyor.

Dostlar, işte sermeye emek çelişkisinin püf noktası da bu: Pastanın adil paylaşımı… Kapitalizmde patronlar ne kadar kolay sermaye biriktirirse yatırımları da o kadar büyük olur ve ülke kalkınır savıyla sermayenin önündeki bütün engellerin kaldırılması istenir. Patronların hammaddeyi aldığı çiftçiden, fabrikadaki işçisini sömürmesi, maliyeti düşürmek adına vergi kaçırması, doğayı katletmesi de “hayırlara vesile” olarak görülür. Yok, siz “üretici ve emekçiler hakkını alsın, insan gibi yaşasın, doğaya zarar vermeyelim” derseniz bu döngüye çomak sokmaya çalışmış olursunuz, eğer çomağınız etkili olursa kapitalizmin çanları çalar, yasal ve illegal sistem koruyucuları devreye girer. Eğer onların da bileğini bükebilirseniz, işte o zaman pastadaki payınızı büyütürsünüz. Birleşik Krallık’taki işçi sınıfının İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalizmin bileğini bükerek kazandığı sosyal hakları kullanıyoruz hâlâ.

Günümüzde; Birleşik Krallık işçilerinin Oxfam’ın açıkladığı o pastadaki paylarını korumak ve büyütmek için grevlerine tanık oluyoruz. 2022’de işçi ve emekçilerin grevler sonucunda büyük zaferler elde ettiği İngiltere, Galler ve İskoçya’da demiryolu işçileri, sağlık emekçileri, öğretmenler ve postacılar greve hazırlanıyorlar. Yaklaşık bir yıldır grevlerle sarsılan ülkede yeni bir grev dalgası daha geliyor. Bir çok sendika, grevler sonucunda büyük zaferler elde ederken, hâlâ kazanılmamış bazı talepler için yeni grevler planlanıyor.

Dostlar sanırım tarihi günlere tanıklık ediyoruz. Grev dalgası yani bu seferki çomak İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki gibi çanları çaldırmış olmalı ki sistem alarmda… Hükümet, “yaşamı korumak” adıyla aslında sömürüye dayalı bu sistemi korumak için (grevler sırasında kamu hizmetlerinin belirli bir seviyede tutulmasını öngören ve bazı işçilere çalışma zorunluluğu getiren) yasa tasarısını parlamentoya sundu. Haliyle sendikalar, bazı sendika üyelerinin grev sırasında çalışmaya devam etmelerini gerektirecek tasarıyı “antidemokratik, uygulanamaz ve yasadışı” olarak niteledi. Tasarı onaylanırsa sendikalar üst mahkemeye başvuracaklarını, İşçi Partisi de iktidara geldiklerinde iptal edeceklerini açıkladı. İktidarı bekleme şimdiden bastır hacı!

Dostlar Muhafazakar Başbakan Thatcher döneminden başlayarak tırpanlanan ve elde küçülmüş olarak kalan sosyal haklarımızı korumak ve sonrasında büyütmek için bu antidemokratik tasarıya karşı çıkmalı ve grevleri desteklemeliyiz. Hangi partiden olursa olsun bölgemizdeki milletvekillerine protesto e-postaları göndermek, grev ziyaretlerinde bulunmak ve gösteri yürüyüşlerine katılmak her zaman işe yaramıştır inanın. Gelmekte olan dev grev dalgası da önündeki bütün bentleri aşabilecek, o bileği bükebilecek güçte. Biz de elimizden geleni ardımıza koymamalıyız!

 

İngiltere’ye sığındıktan sonra kaybedilen çocuklar: Mülteci politikasının bir sonucu

İngiltere’de 200 mülteci çocuk kayıp! Gerçek’e konuşan Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk örgütünden Michael Bradley: “Kayıp çocukların durumu, hükümetin acımasız düşmanlık politikasının bir sembolü.”

İngiltere’ye sığınan çocukların kaybolması büyük endişeler doğururken, tepkiler artıyor. İngiltere İçişleri Bakanlığı yetkilisi Simon Murray, geçtiğimiz hafta, son 18 ay içerisinde İngiltere’ye sığınan 200 çocuğun İçişleri Bakanlığınca yerleştirildikleri otellerden kaybolduğunu açıkladı.

Sığınmacı çocukların kaybolması dün Londra’da İçişleri Bakanlığı önünde protesto edildi. Gözaltılara ve Sınır Dışı Edilmelere Karşı Hareket (The Action Against Detention and Deportation-AADD) isimli kampanya örgütü tarafından organize edilen eylemde, hükümete kayıp çocukların akıbeti soruldu ve yeni gelen çocukların da tehlikede olduğu belirtilerek aynı şeylerin yaşanmaması için harekete geçme çağrısı yapıldı.

“KAYIP ÇOCUKLAR MÜLTECİ KARŞITI POLİTİKANIN BİR SEMBOLÜ”

Stand Up to Racism (Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk) örgütünün Ulusal Kampanyalar Direktörü Michael Bradley, Gerçek’e konuyla ilgili yaptığı açıklamada, çocuk sığınmacıların ortadan kaybolmasının İngiltere için “kara bir leke” olduğunu söyledi. Bradley bu durumu, mültecilere ve göçmenlere karşı halihazırda Başbakan Rishi Sunak ve İçişleri Bakanı Suella Braverman’ın eliyle yürütülen “acımasız düşmanlık politikası”nın bir sembolü olarak tarif etti.

Michael Bradley “düşmanlık politikası” uygulamaları bağlamında İçişleri Bakanı Braverman’ın, ırkçılığın ve faşizmin yeni mevziler kazanmasına kapı aralayan ve göçmenleri “günah keçisi” ilan eden söylemlerine değindi ve Bakan’ın Holokost’tan kurtulan bir kişi ile karşı karşıya geldiği olayı hatırlattı.

Toplumların, çocuklara nasıl davrandıkları ile değerlendirilebileceğini belirten Bradley, “İngiltere’deki mevcut hükümet, işçi sınıfını bölme girişimlerinin başarıya ulaşması için savunmasız çocukların ortadan kaybolmasına göz yumuyor” dedi.

ÇOCUKLARIN KAYBOLMASI NEDEN İNFİAL YARATMADI?

Aralarında bir kız çocuğunun da bulunduğu ve en az 13’ü 16 yaşından küçük olan çocuklarla ilgili skandal, kimliği gizli bir otel görevlisinin, The Observer’da (The Guardian grubuna bağlı hafta sonu gazetesi) yayımlanan ifşasıyla ilk kez ocak ayında gündeme geldi.

Olayın duyulmasının ardından çeşitli hak örgütleri Başbakan Rishi Sunak’a sığınmacı çocukların güvenliğinin sağlanması ve bu çocukların otellerde tutulmasına son verilmesi çağrısı yaptı. Sunak parlamentoda konuyla ilgili olarak kendisine yöneltilen sorulara, İngiltere’nin çok sayıda mülteciye ve sığınmacıya karşı müşfik davrandığı ve sığınmacı çocukların kaybolmasının aslında yerel yönetimlerin sorumluluk alanında olduğu cevabını verdi.

Söz konusu çocukların büyük kısmının kaybolduğu bölgenin (Hove) İşçi Partili temsilcisi Peter Kyle ise Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada, bir kısmının organize suç örgütleri tarafından kaçırıldığı sabit olan kayıp çocukların göçmen olması nedeniyle bu skandalın infial yaratmadığına dikkat çekti.

Peter Kyle, “Bu odada bulunanlardan herhangi birisiyle akraba olan tek bir çocuk kaybolsaydı o anda dünya dururdu. Temsilcisi olduğum bölgede önce 1 çocuk, sonra 5 çocuk, sonra 10, daha sonra 50 çocuk derken toplamda 76 çocuk kayboldu. Ve sanki hiçbir şey olmadı” sözleriyle olayın vahametine vurgu yaptı.

UZATILAN İLTİCA İŞLEMLERİ VE RUANDA KORKUSU ETKİLİ

Konuyla ilgili basında yer alan değerlendirmelerde, sığınmacı çocukların yerleştirildikleri otellerde kötü muameleye maruz kaldığı; İçişleri Bakanlığı çocukların iltica işlemlerini pek çok örnekte kasıtlı olarak “gerçek yaş tespiti” bahanesiyle sürüncemede bıraktığı için kötü koşullarda geçen sürenin çok uzadığı ve bu nedenle de kimi çocukların sokakta yaşamayı bu otellerde kalmaya tercih ettiği aktarılıyor.

Ayrıca kimi örneklerde organize suç çetelerinin çocukları “Ruanda’ya gönderileceklerini” söyleyerek kandırıp kaçırdığı belirtilerek bu skandalın İçişleri Bakanlığı’nın göçmenler konusundaki saldırgan politikalarının doğrudan bir sonucu olduğu ifade ediliyor.