Ana Sayfa Blog Sayfa 6

Kadınlar Trump’ı protestolarla karşılayacak

Söylemleri ve uçuk görüşleri ile sadece ABD’de değil, dünyanın dört bir tarafındaki sağcılara, ırkçılara, cinsiyetçilere, homofobiklere, göçmen karşıtlarına ve kadın haklarını tanımayan hükümetlere güç ve cesaret veren Trump, İngiltere’de dahil dünyanın birçok yerinde yapılacak olan kadın yürüyüşleri ile protesto edilecek. İkinci kez ABD Başkanlık seçimlerini kazanan Trump, ilk yemin töreni öncesinde de dünyanın dört bir tarafında yapılan yürüyüşlerle protesto edilmişti. Trump’ın ilk yemin töreni öncesi ABD’de kadınlar tarafından 2017 yılında gerçekleştirilen yürüyüş, George Floyd protestoları başlayana kadar ABD tarihinin en kitlesel eylemi olarak tarihe geçti. 21 Ocak 2017’de Washington’da yapılan protesto ile eş zamanlı olarak Londra’da yapılan yürüyüşte yine tarihsel bir katılımla gerçekleşti. Londra’da sokaklara çıkan yaklaşık 100 bin kadın Amerika’daki hem cinslerine destek verirken kendi hükümetlerinin Trump’la olan ilişkilerini de protesto ettiler.

İngiltere’deki yürüyüşler 13 Kasım’da kurulan UK Women’s March 2025, isimli kadın grubu tarafından örgütleniyor. Faaliyetlerini ağırlıklı olarak sosyal medya üzerinden yapan grubun üye sayısı şimdiden 15 bini geçmiş durumda. Gazetemizin baskıya hazırlandığı sırada Londra yürüyüş güzergahını daha kesinleştirmemiş olan UK Women’s March 2025’in yürüyüşe dair çağrısını sizinle paylaşıyoruz.

Donald Trump’ın Ocak 2025’te ABD başkanı olarak geri döneceği ve Nigel Farage’ın Birleşik Krallık’ta kürtaj karşıtlığını üstleneceği şu günlerde sesimizi duyurmanın zamanı geldi.

Yürüyoruz çünkü Birleşik Krallık’ta kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet 2018’den bu yana % 37 arttı ve artık ulusal acil durum ilan edildi.

Yürüyoruz çünkü İngiltere ve Galler’de kürtaj, 1967 tarihli Kürtaj Yasası’nın katı gerekliliklerine göre yapılmadığı takdirde, teknik olarak hala en fazla ömür boyu hapis cezası gerektiren bir suçtur.

Yürüyoruz çünkü ABD’de üreme hakları eyalet eyalet ortadan kaldırılarak güvenli kürtaja erişim giderek zorlaştırılıyor ve bir kadının hayatını kurtarmak için hayati önem taşıyan sağlık hizmetlerine ihtiyaç duyuluyor.

Yürüyoruz çünkü trans kadınlara ve kız çocuklarına yönelik ayrımcılık ve şiddet dünya çapında artmıştır. Trans karşıtı söylemler, kadınları yüzyıllardır baskı altında tutan toplumsal cinsiyet kalıplarını pekiştirerek kadınların karşılaştıkları gerçek sorunları ele almalarını engellemektedir.

Yürüyoruz çünkü Taliban yönetimi altındaki Afganistan’da kadınların toplum içinde konuşmaları yasaklanarak fiilen susturuldular. Artık eğitim almalarına ya da çalışmalarına izin verilmiyor ve ifade özgürlüğü engelleniyor.

Yürüyoruz çünkü İran’da 13 yaşındaki kız çocukları evliliğe zorlanıyor ve yasa koyucular bu yaşı 9’a indirmeyi planlıyor. Kadınlar kıyafet kısıtlamaları ile karşı karşıya kalmakta ve ihlalleri halinde hapis ve 74 kırbaç cezasına kadar varan ağır cezalara çarptırılmaktadır.

Bunlar, kadın düşmanlığı ve ataerkilliğin dünyanın dört bir yanındaki kadınları etkilediği pek çok yoldan sadece birkaçı. Biz öfkeliyiz ve siz de öfkelenmelisiniz.

Dünya çapında ezilen tüm kadınlarla dayanışmak için 18 Ocak 2025 Cumartesi günü Birleşik Krallık’ın dört bir yanındaki şehirlerde yürüyoruz. Seslerini yükseltemeyenler için sesimizi yükselteceğiz. Tüm kadınlar özgür olana kadar kadınlar özgür değildir.

Şimdi yürüyüş zamanı.

 

Irkçılığı Yenen Sportmen kardeşliği…

100 metre yarışlarında “üstün ırk” temsilcisi Lutz Long idi. Onun iki büyük rakibi “Rüzgârın Oğlu” Afrikalı-Amerikalı Jesse Owens ve Japon atlet Naoto Tajima idi. Yarışı Jessy Owens kazandı. Yalnızca 100 metre yarışını değil, 200m, 4x100m bayrak yarışı ve uzun atlama dallarında da hep o birinci geldi ve dört altın madalya kazandı.

Madalya töreninde, Jesse Owens bir Amerikan askeri gibi, Lutz Long da Nazi selamıyla başarılarını ilan ettiler. Ama Owens da Long da bu resmî tavırlarının ardında bambaşka kişiliklere sahiptiler. Long asla bir ırkçı ve Nazi değildi, Owens ise, olimpiyatlarda başarı kazanan beyaz atletlerden ayrı tutulmuş, aslında bir ırkçı olan Amerikan başkanı Franklin D. Roosevelt tarafından Beyaz Saray’a davet edilmemişti. Sonradan Owens, “beni Hitler değil, Roosevelt aşağıladı” demişti.

Lutz Long ve Owens çok yakın iki arkadaş oldular. 1936 Olimpiyatları’ndan II. Dünya Savaşı günlerine kadar sık sık mektuplaştılar. Savaş sırasında Long Kuzey Afrika ve Sicilya’da savaşırken bile, iki büyük sporcu yazışmaya devam ettiler. Eşleri, aileleri, umutları, korkuları ve aşkları hakkında dertleştiler.

1943’te Kuzey Afrika’da, çölde, Lutz Long “kardeşim” diye hitap ettiği Jesse Owens’a son mektubunu yazdı. Bu mektup Lutz’un insancıl duygularını ve aynı zamanda herhangi bir Alman askerinin yenilgiyi kabul etmiş olmasının ruh halini de yansıtıyor:

Kardeşim Jesse, sadece kuru kum ve ıslak kanın olduğu bir yerdeyim. Kendim için çok korkmuyorum, evde olan kadınım ve babasını hiç tanımamış olan küçük oğlum Karl için korkuyorum.

Dürüstçe söylemem gerekirse, kalbim bana, bunun yazacağım son mektup olduğunu söylüyor. Eğer öyleyse, senden bir şey istiyorum. Bu benim için çok önemli bir şey. Bu savaş bittiğinde Almanya’ya git, bir gün Karl’ımı bul ve ona babasından bahset. Ona, Jesse, bizi savaşın bile ayıramadığını anlat. Diyorum ki—ona bu dünyada insanlar arasında güzel şeyler olabileceğini anlat. Sana duymak istediğini bildiğim bir şey söylüyorum. Ve bu doğru. Berlin’de seninle ilk konuştuğum o saatte, dizinin yere değdiği o saatte, dua ettiğini biliyordum. O zaman nasıl bildiğimi bilmiyorum. Şimdi biliyorum. Bir araya gelmemizin asla tesadüf olmadığını biliyorum. Şimdi, 1936’daki o saatte, der Berliner Olympiade’da olduğundan daha büyük bir amaç için sana geldim.

Ve inanıyorum ki sen dostluğumuzdan daha büyük bir amaç olmadığını bilerek bu mektubu okuyacaksın. Bunun gerçekleşeceğine inanıyorum. Sana söylemem gereken şey bu, Jesse.

Sanırım Tanrı’ya inanıyorum.

Ve ona dua ediyorum ki, bunun sana ulaşması asla mümkün olmasa bile, yazdığım bu sözlerim yine de senin tarafından hissedilecek.

Kardeşin, Lutz

Jesse Owens mektubu aldı, ancak bu sırada arkadaşı ve kardeşi Lutz Sicilya’ya gönderilen askerler arasındaydı ve Amerikan ve İngiliz kuvvetlerine karşı savaşırken öldü.

Savaştan otuz yıldan fazla bir süre sonra, yaşlı Jesse Owens Almanya’ya gitti ve en yakın arkadaşının oğlu Karl Long’u buldu. Jesse Owens en iyi arkadaşına verdiği sözü tuttu. Ona hiç tanımadığı babasından, benzersiz arkadaşlıklarından bahsetti. Ona babasının iyi, cesur ve onurlu bir adam olduğunu anlattı. Jesse Owens, Karl’la tanıştıktan kısa bir süre sonra öldü. Faşizmin ve emperyalizmin yalanlarını yere çalan bu iki büyük sporcuya selam olsun.

Suriye: Esad’ın devrilmesi ve sonrası…

DIŞ MÜDAHALELER

ABD doğrudan müdahil olmuştu. Ülkenin kuzeyinde Kürtlerin denetimindeki bölgede askeri üssü bulunuyor. Burada İngiliz askerlerine de yer açmıştı. Zaman zaman hava bombardımanlarına Fransa da katıldı.

Rusya Esad’ın davetiyle gelmişti ve hala ülkenin batısında hava ve deniz üsleri bulunuyor.

İran, Devrim muhafızları ve Kudüs Gücüyle baştan beri rejime desteğe, gerçekteyse İran’ın savunmasını Suriye’den başlatmaya gelmişti. Lübnan Hizbullah’ı Halep ve Humus’un rejimin elinde kalmasına önemli katkıda bulundu.

Türkiye’nin eli başından beri Suriye’den hiç çıkmadı. Muhalifler denen şeriatçı çeteleri destekleyip çoğuna kendi topraklarında karargâh ve lojistik sağlarken, ÖSO’yu besleme çeteler toplamı olarak finanse edip örgütledi ve gerek Suriye’de gerekse bir bölümünü Libya’da kullandı. Üstelik Kürt özerkliğini ileri sürerek Suriye’nin kuzeyine üç askeri harekât düzenledi, Afrin’le doğuya doğru iki Kürt-yoğun bölgeyi daha işgal etti.

Başta Çeçenistan olmak üzere Orta Asya’dan çok sayıda şeriatçı Suriye’ye doluşmuş, El Kaide ve IŞİD içinde örgütlenmişti. HTŞ, sırasıyla ikisinden de koparak “bağımsızlık” ilan etti ve Halep’in ardından çekildiği İdlib’te Türkiye’nin korumasında “kendi” düzenini kurdu.

ABD, İNGİLTERE, İSRAİL, TÜRKİYE, SUUDİLER, BAE BİRLİKTELİĞİ

İşler rutininde giderken Ekim sonunda düğmeye basıldı ve HTŞ İdlib’ten önce Halep’e, oradan Hama ve Humus üzerinden Şam’a kadar hemen hiç direnişle karşılaşmadan ilerleyerek, on gün içinde Esad rejimine son verdi.

Tabii ki HTŞ bir maşadır. Kendi başına yalnızca kendi gücüyle Şam’ı zapt etmesi olanaksızdı.

İsrail’in, özellikle ABD ve İngiltere’nin desteğinde, geçen yıl Ekim’de HAMAS’ın saldırısına anında yanıt verip neredeyse taş taş üstünde bırakmadığı Gazze’nin ardından Lübnan’da hemen bütün öne çıkan komutanlarını suikastlarla öldürdüğü Hizbullah’ın sevk-idaresini kırmakla yetinmedi. İsrail’in savaşı hava bombardımanı ve füzelerle Suriye ve İran’a yaymaya yönelmesi Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinin sadece bir işaret fişeği değildi. Sınır ve güç ilişkilerinde değişiklikleri de kapsayan “yenilenme” başlamıştı. ABD ve İngiliz donanmasından gemiler doğu Akdeniz’le Basra Körfezi girişini tutmuştu.

Türkiye, önceden başlattığı görüşme çağrılarını ciddileştirmiş, Esad’a boyun eğdirip teslim alma peşindeydi. Bir yandan da Türkiye-Suriye sınırı ve güneyinde sağladığı olanaklarla Amerikan istihbaratı asker kaçaklarını örgütlemeye ve Esad’ın kontrolündeki Suriye Ordusu’na sızıp giderek komuta kademelerine ulaşarak satın alma işlemlerine başlamıştı. Türkiye’nin sağladığı koruma kalkanı ardında ABD özellikle HTŞ’yi silahlandırıp donatmada pinti davranmadı ve buna Türkiye de katıldı.

İsrail bombardıman ve suikastları son derece etkiliydi ve Hizbullah komutanlarıyla sınırlı kalmadı. Lübnan’daki İran Devrim Muhafızlarının iki komutanı da birbirinin peşi sıra suikastla öldürülürken, gerek Lübnan ve gerekse Suriye’deki Kudüs Gücü ve Afganistan’dan getirdiği Şii Fatımuyyun Tugayı üsleri ve silah depoları bombalanarak ciddi hasar aldı.

ABD (İngiltere’nin de katıldığı) yönlendirmesinde gerçekleştirilen organizasyonda Türkiye ve İsrail’le Katar, Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında görüş ve eylem birliği sağlandı ve HTŞ bu organizasyon kapsamında hareket geçti.

Hatırlanacaktır; Irak işgalinde de Saddam ordusu –Enformasyon bakanının olanca üst perdeden açıklamalarına karşın– ciddi bir direniş gösterememiş, çünkü kilit komutanları satın alınmıştı. Esad devrilirken de böyle oldu. Koşullar zaten saldırı karşısında bir zafer vaat etmiyordu ve direnişin beyhudeliğine ikna olmuş Esad’ın komutanları moral bozukluğunun üstüne binen satın alma operasyonlarıyla bertaraf edilerek, Colani’nin şeriatçı çeteleri ellerini kollarını sağlayarak Şam’a girdiler.

İRAN’I ZOR GÜNLER BEKLİYOR

Lübnan ve Suriye’deki doğrudan ve dolaylı güçleri darbelenmiş İran Irak’tan da Haşdi Şabi güçlerini Suriye’ye getiremedi. Üstelik, hedef tahtasına konduğu ilan edilmekle kalınmayıp füze saldırılarına uğramakta olan kendi ülkesi ve liderlerinin suikastlara hedef olabileceği tedirginliğindeki İran önemli ölçüde kendi derdine düşmüştü.

Rusya, Ukrayna batağında olmasına karşın şüphesiz ikinci bir cephede savaşabilme yeteneğine sahipti; ancak hem kendi zorlukları hem de İran ve Suriye’nin tanık olmakta olduğu zayıflıkları böyle bir çatışmaya güç ve finansman ayırmasının gereksizliğini göstermekteydi. Ve olasılıkla ABD ve HTŞ ile görüşmelerinden Esad sonrası bölgede hala güç olabilmeyi sürdürebileceğini öngörerek silaha el atmadı.

YA SONRASI?

Esad kolay devrildi. İran sadece Suriye’de değil ama genel olarak Ortadoğu’da önemli ölçüde güç kaybetti. Desteklediği rejim devrilen Rusya’nın da güç kaybettiği su götürmez.

ABD’nin (ve İngiltere’nin) yanı sıra Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilişinin örtülü ittifak halindeki iki başlıca gücü olan İsrail’le Türkiye bundan böyle bölgenin daha fazla sözü geçen ülkeleri olacak. Bir farkla ki, İsrail ABD-İngiltere’nin tam desteğine sahipken, Türkiye, siyasal stratejik yaklaşım ve tutumlarında Kürt sorunu dolayısıyla önemli açı farkı dolayısıyla bu iki yön verici/belirleyici ülkenin strateji ve taktiklerini gözetip uyumlanma durumunda. Suriye ordusunun hemen bütün silah yığınaklarını bombalayıp tahrip eden İsrail ülkenin güneyinde Golan Tepelerini çoktan aşıp işgalini Dürzi bölgesine de genişletti. Sonradan adı MSO olarak değişen ÖSO’nun Kürt güçlerince kolaylıkla püskürtülen zayıf saldırılarıyla ilerleme şansı olmayan Türkiye’nin ise, Rusya ile ABD arasındaki sürtüşmelerden yararlanarak gerçekleştirebildiği kuzeydeki üç işgalini artık ABD onayı olmadan ilerletebilme olanağı yok!

Bu nedenle Bahçeli “Öcalan gelsin DEM Grubunda konuşsun” manevrasına başvurmak zorunda kalmıştı. Şimdi ancak görüşmeler ve önceki “Barış Süreci”nde olduğu gibi Kürtlere hiç hak tanımadan Öcalan’ı iknaya uğraşma yoluyla ilerleme sağlama peşinde Türkiye. Ancak az-çok belirli haklar tanınmadan böyle bir ilerleme olanağı olmadığının anlaşılması uzun sürmeyecektir.

Artık sürecin nasıl şekilleneceği zamana kalmıştır. HTŞ’nin Suriye’ye egemen olması, gücü yetmeyecek olması bir yana, kısa sürede gerçekleşebilecek şey değil. Türkiye’nin HTŞ üzerinden ilerlemeyi zorlaması bu nedenle de zor. Üstelik HTŞ’nin YPG/SDG ile baş edebilmesi mümkün değil.

Karmaşık pazarlık formülleriyle Türkiye’nin de belirli ölçüde kabulleneceği Rojava Kürtlerinin sahip oldukları özerkliği bir biçimde koruyacakları, Amerikan-İngiliz “himayesinde” Selefi Sünni ağırlıklı bir Suriye şimdilik en güçlü ihtimal durumunda.

 

Ortadoğu’nun Çıkmazı

Günümüz dünyasında din ve mezhep savaşları husunda özellikle Ortadoğu yangın yerdir. Irak, Afganistan, Yemen, Lübnan, Bahren ve Suriye gibi ülkelerde mezhepsel iç savaşlar yaşanırken, Türkiye ve İran gibi mezhepçi rejimler bu savaşlarda tarafları mezhebi doğrultusunda destekleyip kışkırtmaktadırlar.

Erkeklerin yürüttüğü savaşların acısını en çok kadınlar ve çocuklar çekmektedir. Esir alınan kadınların ve kızların ganimet olarak görülüp köle pazarında satılması insanlığın büyük ayıbıdır. 2016 yılında İŞİD tarafından esir alınan 3000 bin Ezidi kadının akıbeti halen bilinmemektedir.

Kadını köle olarak görüp aşağılamak, kendisinden olmayanın’’katli vacip’’ deyip hedef göstermek, ’’şehitlik’’ deyip yoksullara yaşamı değil ölümü kutsamak, cahilce nüfus artışını teşvik etmek, artan nüfusu egemenlerin çıkarları doğrultusunda savaşlarda eritmek ve kullanmak insanlık onurunu ayaklar altına almak demektir.

Her çatışma halkların birlikte barış içinde yaşamasını engelleyen ve halklar arasında onlarca, yüzlerce yıl sürecek olan düşmanlık tohumları ekilerek yeni çatışmalara yol açmaktadır.

Halkların barışa ve huzura ihtiyacı vardır. Bütün dinler ve mezhepler insanlığın zenginliğidir ve kültürel zenginliğin şekillenmesinde rolleri büyüktür. Yalnız hiçbir din veya mezhep barışın ve sevginin mezhebi ve dini olarak barışı inşa edemez.

Dolayısıyla barışı inşa etmek için halkların dinler ve inançlar konusunda aydınlanması son derece önemlidir.

Bugün eril dinlerin egemen olduğu Mezopotamya ve Ortadoğu bundan 3000 yıl önce dişil inançların ve dinlerin binlerce yıl hüküm sürdüğünü halkların bilmesi gerekir.

Dünyadaki dinlere ve inançlara bakıldığında bugün aralarındaki fark ne olursa olsun aslından hepsinin kaynağının aynı olduğu, benzer evrelerden geçtiğini görmek zor değildir.

Avrupa’nın 376 yıl önce geride bıraktığı din ve mezhep savaşlarının halen Ortadoğu’da sürmesi insanlığın ayıbıdır.

1618 yılında Avrupa’da başlayan din ve mezhep savaşları 30 yıl sürmüş ve milyonlarca insanın hayatına mal olmuştur. Sonuçta 1648 yılında Vestfalya Antlaşmasıyla barış sağlanmış ve bu antlaşmanın din özgürlüğü üzerinde kapsamlı etkisi olmuştur. Farklı mezheplere inanan insanların bir arada yaşamasının temeli atılmış oldu.

Yıllardır Sünni ve Şii mezhepleri Müslüman siyasetine de iki ayrı siyasi güç olmuştur. Bugün Suriye’de gördüğümüz mezhepsel yaklaşın barışı ve bir arada yaşamayı zorlaştırdığını görüyoruz.

Sonuç olarak Avrupa bundan 376 yıl önce barış antlaşmasıyla, din ve mezhep savaşları denen karanlıktan çıkmış oldu. Ortadoğu’nun da din ve mezhep savaşlarından çıkmaktan başka yolu yoktur. Çıkmalı ki, gelecek kuşakların birbirlerine bakmaya yüzü olsun.

 

Şam’ın düşmesi Hackney’deki emekliyi nasıl etkiler?

İngiltere Merkez Bankası (BoE), 4 milyondan fazla ev sahibinin önümüzdeki üç yıl içinde daha fazla mortgage faizi ödeyeceğini duyurarak ev sahiplerinin gardlarını almalarını istedi. Buna göre; 2027’ye kadar yaklaşık 4,4 milyon hanenin yapacağı ödeme artacak, 420 bin hane için bu artış ayda 500 sterlin bulacak.

Hükümete “Hani ekonomi iyi gidiyordu?” diye sorabilirsiniz tabii. Hükümetten bağımsız BoE topu küresel gelişmelere atıyor. BoE’ye göre; küresel ekonomiye yönelik risklerin arttı. Savaşlar, ticarette gerginlik, siber saldırılar ve jeopolitik sıkıntılar finansal istikrar için “önemli” riskler oluşturuyor.

BoE’nin açıklamasından Suriye’de cihatçıların iktidarı ele geçirmesinin Londra Hackney’deki emekli bir çiftin mortgage faizinin ikiye katlanacağı anlamını çıkarabiliriz. “Yurtta barış, dünyada barış”ı istemek için bir neden daha dostlar. 2021’in sonlarında salgın bitiminde ekonomik kriz ve enflasyon bahanesiyle artmaya başlayan faiz oranları ev ve tüketici kredisi faizi ödeyen çalışanlar ile dezavantajlı yurttaşları zora sokmuştu. Pek çok ev alt gelir grubundan üst gelir grubuna geçmişti. Şimdi de BoE kötü haberi veriyor: Daha beteri yolda! BoE’nin açıklamasına göre “ama kaygılanmamalıymışız”, çünkü faize yani lağıma giden paralarımız artacak olmasına karşın bankacılık sistemi el uzatmaya devam edecek güçteymiş. Biliyoruz bunu zaten. Salgında biz yoksullaşırken bankalar daha da zenginleşmişti.

Ulusal basına göre BoE’nun sözünü etmediği ya da unuttuğu bir risk unsuru da Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna oturması sayılıyor… Trump’ın Kanada, Meksika ve Çin’den gelen mallara ithalat tarifeleri koyma planları ticaretin “küresel parçalanma potansiyelini” arttıracağı sanılıyor. Şam’ın ele geçirilmesi Hackney’deki emekliyi etkileyecek domino etkisi yaratması gibi Trump’ın ticari politikalarının “İngiltere’nin finansal istikrarı için riskler oluşturacağı” öngörülüyor.

***

Sosyal hukuk devletinde vatandaşların konut sorunundan işsizliğine pek çok sosyal konuda çözüm üretmek devletin görevidir. Çözemezse de bunu tazmin etmek zorundadır. İngiltere’de yurttaşlar II. Dünya Savaşı sonrasındaki işçi sınıfının bu sosyal kazanımlarından yararlanmayı hâlâ sürdürüyor. Her ne kadar sağından solundan kırpılsa ve özelleştirilse de belediye evleri buna bir örnek.

Geçen hafta yerel basında yer alan habere göre; Tottenham Hale’in merkezinde, 272 yüksek kaliteli sosyal konutun inşası önemli bir aşamayı geride bıraktı. Ashley Road Depo alanında gerçekleştirilen tören, projenin en yüksek noktasına ulaştığını simgeliyor. Törene, Belediye Lideri Cllr Peray Ahmet, Belediye Başkan Yardımcısı Cllr Sarah Williams ve Kabine Üyesi Cllr Ruth Gordon’ın yanı sıra projenin ortakları da katıldı.

Park View Road üzerinde, Tottenham Hale İstasyonu’nun yakınında yer alan konutların tamamı, belediyenin konut listesinde yer alan sakinlere tahsis edilecek. Cllr Sarah Williams, projeyle ilgili “Yeni sakinler, Down Lane Park’a bakan muhteşem manzaralı evlerde yaşayacak. Sürdürülebilir ve ısıtması ekonomik olan konutlar inşa etmek bizim için çok önemli. İnşaatta kullanılan çevre dostu malzemeler, bu konutların hem çevreye hem de kiracıların bütçelerine dost olmasını sağlayacak” diye konuştu.

Belediye, 2031’e kadar 3 bin sosyal konut hedefliyor; bu hedef doğrultusunda 2 bin konutun inşası başlamış veya tamamlanmış durumda. Umarım hedef sekteye uğramaz.

 

Avrupa 2024-25: Krizler, çelişkiler ve mücadele

0

Yücel Özdemir (Evrensel)

Avrupa’nın değişik ülkelerinde 2024’te gerçekleşen ve ortak özellik taşıyan olayların başında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kapitalist sistemin temel dayanağı sosyal demokrat ve muhafazakar Hristiyan demokrat partilerin güç kaybetmeye kısmen devam etmesi, aşırı sağın ise yükselmesi geliyor. 9 Haziran’da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri bunu çarpıcı olarak gösterdi. Fransa, İtalya, Hollanda ve Avusturya’da aşırı sağcı, milliyetçi partiler birinci olurken Almanya’nın da aralarında olduğu birçok ülkede ikinci oldular.

Keza, İngiltere’de yapılan genel seçimlerde her ne kadar 14 yıl aradan sonra İşçi Partisi yeniden birinci parti olup hükümeti kursa da aşırı sağcı Reform Partisi de oylarını yüzde 12.3 artırarak, yüze 14.3 ile ilk kez meclisin üçüncü büyük gücü oldu. Donald Trump’ın ABD’de yeniden seçimleri kazanmasını da Avrupa’daki gelişmelere eklediğimizde, son birkaç yıldır yükseliş içinde olan aşırı sağ, milliyetçi ve faşist parti ve liderler 2024’te yerlerini sağlamlaştırdı. Daha önce sermaye partilerini protesto amacıyla verilen oylar, giderek kalıcı hale geliyor. Asıl tehlikeli ve belirleyici olan da bu kalıcılık.

Bunun da etkisiyle Avrupa genelinde göçmenler ve mültecilere yönelik uygulamalar sertleşti, temel hak ve özgürlükler biraz daha kısıtlandı. Burjuva partileri arasında göçmenler ve mültecilere karşı hoşgörüsüzlük arttı. 14 Mayıs’ta yürürlüğe giren Avrupa Ortak Sığınma Sistemi, AB’ye gelip iltica başvurusunda bulunmayı adeta imkansız hale getirdi. Aşırı sağın kullandığı demagojik söylemlerle mücadele yerine, onları alıp kullanma ve uygulama yaygın hale geldi.

Bu eğilimin 2025’te de devam edip etmeyeceğinin ilk göstergelerinden biri Almanya’daki erken seçimler olacak. Bu yıl içinde Doğu Almanya’daki üç eyalette yapılan seçimlerde ortalama yüzde 30 oy alan aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) Partisinin 23 Şubat’taki geçimlerde oylarını iki katına çıkarma ihtimali var. Bu da Almanya’da, Fransa’dakine benzer bir “siyasi kriz”in kapıda olduğu anlamına gelecek. Almanya ve Fransa’da ekonomik ve sosyal sorunların etkisiyle “siyasi istikrarsızlığın” sertleşerek devam edeceği anlaşılıyor.

Avrupa’da 2024’ün ortaya çıkardığı bir diğer önemli gelişme olan AB’nin motor ülkesi Almanya’dan başlayarak ekonomideki durgunluk 2025’te de devam edecek. Avro Bölgesi’nde büyüme 0.8 olurken, en büyük ekonomiye sahip Almanya’da büyüme oranı 0.1’de kaldı. Yani büyümedi. Genel olarak enflasyonda bir gerileme olurken bunun temel gıda maddelerine yansıması az oldu. Almanya merkezli yapılan değerlendirmelerin çoğu durgunluğun 2025’te de devam edeceği, buna bağlı olarak fabrika kapanmalarının, işten atmaların hız kazanacağı yönünde… Küresel rekabetin de etkisiyle Avrupa’da özellikle otomobil sektöründe “aşırı üretim krizi” kendisini en açık şekilde Volkswagen’de gösterdi. Bunun Avrupa’da yeni tekelleri içine alarak genişleme potansiyeli yüksek. Trump’ın 20 Ocak’ta göreve başlamasından sonra AB ürünlerine gümrük vergisi getirmesi durumunda ise kriz hızlanacak.

Dış politika açısından ise AB’nin önümüzdeki süreçte daha bölünmüş, daha parçalı hale gelmesi bekleniyor. Ukrayna savaşı ekseninde son bir yıl içinde olup bitenlere baktığımızda her ülkenin kendi çıkarlarına göre hareket ettiği, ortak bir dış politikanın olmadığı görüldü. Buna rağmen AB’nin kaynaklarından Ukrayna’ya mali ve ekonomik destek akmaya devam etti. Rusya ile karşı karşıya gelmek istemeyen ülkeler, savaşın uzaması durumunda daha fazla aykırı davranacaklar. Macaristan Başbakanı Viktor Orban, temmuz ayında AB dönem başkanı sıfatıyla Ukrayna savaşının başlamasından bu yana Putin’i Moskova’da ziyaret eden ilk liderdi. Almanya Başbakanı Olaf Scholz iki yıllık aradan sonra Putin ile ilk telefonlaşan lider oldu. Son olarak da bu hafta başında Slovakya Başbakanı Robert Fico, Putin’i ziyaret etti.

Ukrayna savaşının uzaması durumunda AB içinde Rusya konusundaki görüş ayrılıkları 2025’te derinleşerek devam edecek gibi görünüyor. ABD’nin Ukrayna’ya verdiği askeri ve mali desteği kesmesi durumunda savaşın nasıl devam edeceği de bir muamma.

Bu nedenle 2025 Ukrayna savaşı için bir “kader yılı” olabilir.

Emekçi sınıflar, antifaşist ve savaş karşıtı hareketler açısından 2024 hareketli geçti. Yılın başında Avrupa genelinde çiftçiler traktörleriyle yollara dökülerek AB’nin tarım politikasını protesto ettiler. Almanya’da yükselen aşırı sağa karşı ocak ayında başlayarak haftalarca süren eylemlerde 4 milyona yakın insan ırkçılığa, milliyetçiliğe ve faşizme tepkisini ortaya koydu. Fransa’da emeklilik yaşına karşı başlayan mücadele 2024’te de etkisini hissettirdi, sosyal temelli eylemler devam etti. Almanya’da işten atmalara karşı, ücret artışları için yüz binlerce metal işçisi eylemlere katıldı. İtalya’da aşırı sağcı hükümetin yaptığı sosyal kısıtlamalara karşı sendikalar iki kez grev çağrısı yaptı.

Birçok ülkede sermaye, askeri harcamaların da etkisiyle büyüyen bütçe açıklarının faturasını emekçi sınıfların sosyal haklarından, ücretlerinden kesintiler yaparak denkleştirmek istiyor. Sınıflar arası çelişkilerin, yoksulluğun her geçen yıl biraz daha arttığı kıta Avrupa’sında halkın bu politikalara daha fazla seyirci kalmayacağını ise Fransa, Almanya, İtalya sokaklarındaki eylemler gösteriyor.

 

Belalı 2024 Soan erdi, 2025’e hangi çöpler kaldı?

Dünya, 2024’e Japonya’nın Noto Yarımadası’nda meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki depremle girdi. 1 Ocak‘ta meydana gelen deprem sonucu 241 kişi hayatını kaybetti, 1286 kişi yaralandı.  Sarsıntılar sonrası oluşan tsunami nedeniyle bölge genelinde 1.9 kilometrekarelik alan sular altında kaldı.

ABD’li nöroteknoloji şirketi Neuralink’in kurucusu Elon Musk, 30 Ocak’ta, ilk kez bir insana beyin çipinin yerleştirildiğini açıkladı. Musk, yaklaşık bir ay sonra, beyin çipi yerleştirdikleri kişinin düşünce yoluyla bilgisayar faresini kontrol edebildiğini belirtti.

24 Şubat itibarıyla, Rusya-Ukrayna savaşı üçüncü yılına girdi. ABD’nin yeni başkanı Donald Trump, Ukrayna’daki savaşı “bir günde” bitirmeyi taahhüt etmişti. Rusya’nın Ukrayna’nın Dnipro şehrine yeni bir tip balistik füzeyle saldırmasının ardından gerilim iyice tırmandı. Son durumda, Kiev, Trump’ın göreve gelmesiyle birlikte Ukrayna ve Rusya arasında müzakere sürecini başlatmaya çalışmasını bekliyor.

22 Mart‘ta Rusya’da başkent Moskova’da Crocus City Hall adlı konser salonunda düzenlenen saldırıda 145 kişi hayatını kaybetti. Dört saldırgan öldürülürken, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün üstlendiği saldırı sonrası Rusya’da yas ilan edildi.

ABD’li fizikçi ve yazar Michio Kaku, yapay zekanın insanlığa bir tehdit oluşturabileceğini fakat bunu kontrol altına almak için hâlâ zaman olduğunu söyledi.

19 Mayıs‘ta İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’yi taşıyan askeri helikopter, Azerbaycan sınırındaki Culfa kasabası yakınlarında düştü. Kazada Reisi’nin yanı sıra Dışişleri Bakanı Hüseyin Emirabdullahiyan, Tebriz Valisi Malik Rahmeti ve İran lideri Ali Hamaney’in Tebriz Temsilcisi Muhammed Ali Al-i Haşim ve helikopterdeki personel de öldü.

14 Temmuz‘da Trump’ın başkanlık seçimleri öncesinde Pensilvanya’da düzenlediği seçim kampanyası sırasında kürsüde konuşurken yaklaşık 7 el silah sesine benzer patlamalar duyuldu.

Yine temmuz ayında dünya gündemine damga vuran olay, Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye’nin İran’ın başkenti Tahran’da öldürülmesiydi. 31 Temmuz’daki Haniye suikastı, o gün itibarıyla, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’de düzenlediği saldırılara verilen en büyük yanıt oldu.

Bangladeş’te 1971’deki Bağımsızlık Savaşı’nda görev alan kişilerin çocuklarına kamuda kontenjan ayrılması kararının ardından ülkede büyük protestolar baş gösterdi.

Gösteriler sırasında şiddet olayları artarak devam ederken Başbakan Şeyh Hasina 5 Ağustos‘ta resmi konutundan ayrılarak askeri helikopterle Hindistan’a gitti, göstericiler ise bu sırada Başbakan’ın resmi konutunu bastı.

Eylül ayında dünya gündemine İsrail’in Lübnan’daki saldırıları damga vurdu.

17 ve 18 Eylül’de, Hizbullah’a ait binlerce çağrı cihazı ve yüzlerce telsiz eş zamanlı olarak patlatıldı. Lübnan hükümetine göre saldırılarda en az 12’si sivil 42 kişi öldü, en az 4 bin kişi de yaralandı.

İsrail, 27 Eylül’de ise bu kez Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı başkent Beyrut’un güneyindeki Dahiye mahallesinde düzenlediği hava saldırılarında öldürdü.

Güney Afrika Cumhuriyeti, İsrail’in 7 Ekim 2023’ten itibaren Gazze’de işlediği fiillerle 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni ihlal ettiği gerekçesiyle UAD’de 29 Aralık 2023’te dava açarak geçici tedbir kararı alınmasını talep etti.

ABD’de 5 Kasım‘da yapılan seçimlerde, Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Donald Trump, Demokrat rakibi Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i yenerek yeniden başkan seçildi.

Yılın son ayında ise gündemi Suriye’deki gelişmeler belirledi. Ülkede 13 yıldan uzun süren iç savaşın ardından yeni bir döneme girildi. Heyet Tahrir eş-Şam öncülüğündeki muhalif grupların Humus’u almaları ardından 8 Aralık’ta başkent Şam’a girmesiyle Esad yönetimi çöktü.

Beşar Esad, ülkesinden ayrılarak Rusya’ya kaçtı. Kremlin, Esad’ın sığınma başvurusunu kabul etti.

Yılın son haftasında, Yemen’deki Husilerin lideri Abdulmelik el-Husi, Husilere bağlı Yemen Silahlı Kuvvetlerinin, Gazze’ye destek operasyonları kapsamında füze ve insansız hava araçlarıyla (İHA) ABD ve İsrail hedeflerine yönelik 22 saldırı düzenlediğini duyurdu.

Sonuç olarak dünya gündemini belirleyen bütün bu gelişmeler, 2025’e devredildi.

TÜRKİYE’DE 2024

Türkiye’de yılın son haftası, asgari ücret tartışmalarıyla geçti ve sonunda bütün işçi ve emekçileri, bu arada elbette emeklileri de perişan eden bir sonuç ortaya çıktı.

Çeşitli sermaye çevrelerinin beklentisi doğrultusunda yapılan faiz indirimiyle birlikte açıklanan asgari ücret düzeyi, yoksulluğun ve çaresizliğin bütün sınırlarını zorladı. 2025, Türkiye işçi sınıfının, kendisine yönelik bu açık düşmanlığa birleşik ve güçlü bir karşılık verip vermediğiyle belirlenen bir yıl olacak.

İmralı görüşmeleri sonucu açıklanan belgeler, Abdullah Öcalan’ın Türkiye gerici güçleriyle Ortadoğu’da büyük bir plan çerçevesinde “çözüm” aradığını gösterdi. Yerel Seçimlerden başarıyla çıkan CHP ise, bu “büyük plan” içinde ayağını sürüyerek, çeşitli gerici gerekçeler ileri sürerek ağız kenarıyla muhalefet ederek bu plan içinde yer almaya niyetli olduğunu gösterdi. 2025, bu yeni girişimin Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye ve bölge halklarına neler getireceğini ya da belki hiçbir şey getirmeyeceğini gösterecek.

Bütün bir 2024 yılı boyunca ülkenin çeşitli işyerlerinde farklı işkollarında işçi grevlerine, uzun soluklu ve kimi zaman başarılı direnişlere sahne oldu. Bütün imkansızlıklara, sendikal ayak oyunlarına ve sendika şeflerinin ikiyüzlülüklerine rağmen, işçi sınıfı kendi gücünü denedi, özellikle sınıfın birlik ve dayanışması sağlandığında neler başarabileceğini gösterdi.

Ülke bütününde, çöken tarım ve hayvancılık politikalarının kurbanı olan kırsal nüfus, diğer taraftan ormanlarına, akarsularına sahip çıkarak çok önemli çevre direnişlerine imza attı.

Türkiye’nin içine sürüklendiği toplumsal çürümenin bir işareti olan çocuk ve kadın cinayetleri, 2024’e acıların ve korkuların damgası vurdu. Bu çerçevede yine aynı çürümenin devlet boyutunu gösteren adaletsiz kararlar, yargının rüşvet ve yolsuzluk batağına batmış olduğunu gösterdi. Yargıdaki çürümenin bir başka göstergesi ise, Anayasa Mahkemesi’nin fiilen devre dışı bırakılması oldu. Gerek uluslararası mahkemelerin gerekse Türkiye’deki yüksek yargının kararlarının hiçe sayılması, diktatörlüğün pervasız saldırılarını gözler önüne serdi.

Parlamentonun tümüyle işlevsizleştirilmesi, başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin etkisizleştirilmesi tek adama diktatörlüğünün duvarlarını pekiştirdi.

Bununla birlikte bir bütün olarak kafa ya da kol emeğiyle geçinmeye çalışanların artan öfkesi ve mücadele etme arzusu yükseliyor ve halk muhalefeti kendisini örgütlemeye ve mücadeleye yöneltecek bir güç arayışına devam ediyor.

Dünya gibi Türkiye de 2025’e çözümü için kapitalizmin ve emperyalizmin yıkılmasının zorunlu olduğu sorunlar yığınıyla giriyor.

 

DGB ve BAF Suriye’de Alevilerin ve azınlıkların katledilmesini protesto etti

Demokratik Güç Birliği Britanya ve Britanya Alevi Federasyonu tarafından 30 Aralık Pazartesi günü ortaklaşa düzenlenen protesto, izlediği politikalarla HTŞ ve bileşenlerini meşrulaştıran ve azınlıklara yönelik soykırımlara ve baskılara sesiz kalarak destek veren İngiltere Başbakan’ı Sir Keir Starmer’ın resmi konutu önünde gerçekleştirildi. İngiltere’de yerli ve yabancı turistlerin en çok ziyaret ettiği yerlerden biri olan Başbakanlık Konutu önünde İngilizce ‘‘Azınlıklar Suriye’de Cihatçılar Tarafından Öldürülüyor’’ pankartı açan göstericiler taleplerini ve tepkilerini dile getiren İngilizce dövizler de taşıdılar. Taşınan dövizlerde ‘’ HTŞ ve IŞİD Suriye’de Alevileri Öldürüyor’’, ‘’Radikal İslamcılar Suriye’de Alevileri Katlediyor’’, Birleşik Krallık, HTŞ’ye Desteğini Kes’’, ‘’Suriye’deki Aleviler Yalnız Değildir’’, Erdoğan ve Colani Suriye’de Alevileri Katlediyor’’ ve ‘‘Suriye’deki Azınlıklar İçin Ayağa Kalk’’ gibi talep, kaygı ve çağrılar yer aldı. İngiltere kamuoyunu bilgilendirmek için çıkartılan İngilizce bildirilerin de dağıtıldığı protesto boyunca hoparlörlerden de deyişler çalındı.

Britanya Alevi Federasyonu tarafından hazırlanan basın açıklaması hem İngilizce hem de Türkçe olarak okundu. Basın açıklamasında, uluslararası destekle Suriye’de tüm kontrolü ele geçiren İslamcı çetelerin azınlıkların hayatlarını ve geleceklerini tehdit ettiğine dikkat çekildi. Basın açıklamasında Britanya ve uluslararası güçlerin radikal çeteleri desteklemek yerine Suriye de tüm halkların eşitliği ve geleceği için yatırım yapması, yardım ihtiyacı olan insanlara destek olması, bölgeye silah satmak yerine insani yardım götürmesi, tıbbi donanımlı ekiplerin çocuklar başta olmak üzere tüm ihtiyaç sahibi insanlara destek sağlaması, Türkiye’nin bölgeye yönelik agresif tavırlarından vazgeçmesi için yaptırımların uygulanması talep edildi.

Basın açıklamasında ayrıca, Britanya ve uluslararası güçlerin radikal çeteleri desteklemek yerine Suriye de tüm halkların eşitliği ve geleceği için yatırım yapması, yardım ihtiyacı olan insanlara destek olması, bölgeye silah satmak yerine insani yardım götürmesi, tıbbi donanımlı ekiplerin çocuklar başta olmak üzere tüm ihtiyaç sahibi insanlara destek sağlaması, Türkiye’nin bölgeye yönelik agresif tavırlarından vazgeçmesi için yaptırımların uygulanması talep edildi. Uluslararası kamuoyunda meşrulaştırılmaya çalışılan radikal cihatçı grupların, sahada masum insanlara en vahşi yöntemlerle saldırdığına vurgu yapılan basın açıklamasında Aleviler, etnik azınlıklar ve farklı inanç toplulukları, bu vahşetin başlıca hedefi haline getirildiğine dair şu tespit ve kaygılara yer verildi.

‘‘Suriye’de Alevilere ve diğer azınlıklara yönelik yapılan zulüm, insanlık değerlerini ayaklar altına almaktadır. Kutsal mekânlar yakılmakta, ibadethaneler yağmalanmakta, mezarlıklar tahrip edilmektedir.

 

Alevi köyleri bombalanmakta, insanlar katledilmekte ve yerlerinden edilmektedir. Mallarına ve mülklerine el konulmakta, ganimet gibi paylaştırılmaktadır.

Bu vahşet dünyanın gözü önünde yaşanırken, Britanya ve diğer uluslararası güçler sessiz kalmakta hatta HTŞ gibi düne kadar terör listesinde olan guruplara milyonlarca pound yardım yapılmaktadır. Evrensel değerlerle bağdaşmayan bu hukuk tanımazlık derhal son bulmalıdır.’’

Basın açıklamasında katliamlar ve baskılar karşısında Alevilerin adalet ve direniş geleneklerini sürdürdüğü ve mücadele kararlılığı da dile getirildi. ‘‘Dün Kerbela’da Hüseyin’in safında nasıl dimdik durduysak, Banaz’da Pir Sultan, Dersim’de Seyyid Rıza olduysak, bugün de Suriye’deki katliamların karşısında aynı kararlılıkla duruyoruz. Aleviler, bu kanlı planlara boyun eğmeyecek, asla diz çökmeyecektir.

 

Dost da düşman da bilmelidir ki, bu katliamların faillerini de destekçilerini de sessiz kalanları da unutmayacağız. Tarih bu utancı yazacak ve hak ettikleri lanetle anacaktır. Bugün susmak, yarın aynı zulmün kapımıza dayanmasına göz yummaktır.’’

Basın açıklaması dayanışma çağrısı ile son buldu.

Britanya Alevi Federasyonu’nun basın açıklamasının ardından Demokratşk Güç Birliği Britanya ve Suriye’deki Arap Alevileri temsilen de birer konuşma yapıldı. Yapılan konuşmalarda Aralarında İngiltere’nin de olduğu Batılı ülkelerin desteği ile Suriye’de iktidarı ele geçiren İslamcı cihadistlerin tüm etnik azınlıklar için tehlike oluşturduğu ifade edildi. İsrail’in Filistin’de uyguladığı soy kırımın suç ortağı olan İngiltere’nin şimdi de radikal dinci gruplarla suç ortaklığı yaptı dile getirilerek, olası bir soykırımın önlenebilmesi için hemen harekete geçilmesi talep edildi.

Başbakanlık Konutu 10 Downing Street önünde yapılan protesto gösterisi, Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak yapılacak olan eylem ve etkinliklere katılım çağrısı ile son buldu.

 

Londra’da kayıp Türk profesörün cesedi bulundu

26 Kasım günü Londra’da kaybolan 48 yaşındaki makine mühendisi Profesör Orhan Ekren’i arama çalışmaları 3 haftadır devam ediyordu. Ekren’in cansız bedenine 20 Aralık’ta ulaşıldığı açıklandı.

Başkentin bir saat kadar dışındaki Milton Keynes’de yaşayan Ekren kaybolduğu gün bir vize görüşmesi için Londra’ya gelmişti. Londra’yı gezerken fotoğraflar paylaştığı eşi, kendisini ortak kullandıkları bir uygulama üzerinden takip ettiğini anlatmıştı.

Ekren’in, kentin eğlence merkezlerinden Camden’da bir pub’dan eşiyle paylaştığı mesaj, aralarındaki son temas oldu. Akademisyen Banu Ekren, kaybolduğu gün son kez eşiyle iletişim kurmaya çalıştığında aramanın meşgule düştüğünü ve sonra telefonun sinyal vermeyi kestiğini aktardı.

AA’nın haberine göre, Prof. Dr. Orhan Ekren’in cansız bedeni, telefonunun son olarak sinyal verdiği nokta yakınlarında bulundu. Eşi Banu Ekren, Türk akademisyenin cansız bedeninin Londra’daki Regent kanalında bulunduğunu açıkladı. Ekren’in paylaştığı bilgilere göre, 15 Aralık’ta bir temizlik işçisi, Londra’nın Camden bölgesinden geçen Regent kanalında bir cansız beden bulunduğu ihbarı yaptı. Polisin kimlik tespiti için aileye fotoğraflar gönderdiğini anlatan Ekren, kimlik tespitinin 17 Aralık’ta tamamlandığını kaydetti.

Ekren, İngiltere’de otopsi çalışmalarının devam ettiğini, cenaze töreninin Orhan Ekren’in cenazesinin teslim alınmasından sonra İzmir’in Torbalı ilçesinde yapılacağını söyledi. Çift, Türkiye’den 3 yıl önce iki kızlarıyla birlikte İngiltere’ye taşınmış, Orhan Ekren enerji sektöründe çalışıyordu.

 

Malezya’dan Londra’ya uzanan “Nefes Köprüsü”

Malezyalı göçmen ressam Alya Hatta, Londra’da ilk sergisini gerçekleştirdi. İlk gününü özel olarak basın ve yakın çevresine ayıran Hatta, Türkiye’den de Evrensel ve Londra’dan Gerçek’i davet etti.

Londra’nın merkezinde Oxford Street yakınlarında bir salonda gerçekleşen sergiye ilgi yoğun oldu. İlk sergisini geçtiğimiz yıl Berlin’de gerçekleştiren sanatçı, geri dönüşümün önemine vurgu yapmak için de özel materyallar kullanmış.

“Dünyamızda o kadar çok sorun yaşıyoruz ki…”

8 yıl önce Malezya’dan Londra’ya okumak üzere gelen genç sanatçı, ailesi ile olan diyaloglarını, uzaklarda olmasının verdiği zorlukları ve telefon görüşmelerinin kendisi üzerinde bıraktığı etkilerini fırçasına yansıtmış.

Ressamın Malezya’dan, kardeşlerinin ve akrabalarının eski elbiselerinden oluşan kumaşları kullanması dikkat çekti. Çeşitli ağaç dallarını da çizgileri ile buluşturan sanatçı, bu materyallerin hepsini Malezya’dan temin ediyor.

Her şeyin geri dönüşümde değerlendirilmesine dikkat çeken genç ressam, doğduğu bölgeden elde ettiği çeşitli kumaşlar üzerinde yaptığı resimlerle izleyici karşısına çıktı. “Dünyamızda o kadar çok sorun yaşıyoruz ki, hangi birine dikkat çekeceğini şaşırıyorsun” diyen sanatçı, kültürel farklılıklara da vurgu yapıyor. Sergi 8-30 Kasım tarihleri arasında açık kaldı.

Salona giren her davetliyi karşılayan Alya Hatta, Malezya’dan Londra’ya bir “nefes köprüsü” kurmaya çalıştığını belirtti.

Dünyanın devasa sorunları karşısında, bazen küçük ve anlamlı eleştirilerle etkili mesajlar vermek gerektiğini söyleyen sanatçı, sadece geri dönüşüm politikalarının ele alınmasıyla dünyanın halinin ortaya çıkacağını belirtiyor.

Müslüman bir ailede dünyaya geldiğini ve bazı sınırları aşarak farklı kültürlerin kaynaşmasının da insana nefes aldırdığını belirten sanatçının eserlerinde yeşili çok kullanmış olması da dikkat çekiyor.

Çeşitli canlı yaprak ve dalları da kullanan sanatçı, canlı renklerle manzara ve güzellikler içine gözyaşlarını yerleştirerek, güzel dünyamızda mutlu olmamanın eleştirisini sergiliyor.

Birçok eseri, ailesi içinde yaşadıkları ve diyaloglarının verdiği fikirle çizdiğini söyleyen sanatçı, sergisinin, dünyanın bir başka köşesinde yaşananları anlamanın vesilesi olabileceğini düşünüyor.