TarihFrankenstein'ı yaratan kadın

Frankenstein’ı yaratan kadın

Türkçe okunuşuyla Frankenstein, bir zamanlar o müthiş korku filmini seyretmiş olanların hatıralarında mutlaka özel bir yer tutar. Mezarlıklardan toplanan ceset parçalarından, fizik, kimya, mekanik ve elektrik bilgilerinin yardımıyla yaratılan korkunç mahlûk, kolay kolay unutulmaz. Filmin adı yüzünden, pek çoğumuz yeniden hayata döndürülen cesedin adını Frankenstein zannederiz.

Oysa Frankenstein, onu yaratan doktorun adıdır. Mahlûkun adı ise, kendisi tarafından belirlenmiştir. Bir yerde doktora, “Ben senin Âdem’inim” demiştir. O yüzden onu Âdem (İngilizcede ADAM) olarak anabiliriz. “Yaratanım sensin, unutma. Âdem’in olmam gerekirken haksız yere mutluluktan mahrum edilen, cennetinden kovulmuş bir meleğe benziyorum.” Bu duygu ve bilgi fışkıran cümleden de anlaşılacağı üzere, Âdem, görenlerin tüylerini diken diken eden bu canlı ceset, aslında derin düşünceleri olan bir “insan”dır. Fakat korkunç görünüşü yüzünden dışlanır ve bir köle olarak kullanılmak istenir.

Doktor Frankenstein ise, elinde tuttuğu bilimin gücünü ve “yaratıcı” olmanın üstünlüğünü kullanarak her şeye hâkim olmak isteyen ihtiraslı bir zalime dönüşmüştür. Bu şiddetli gerilim üzerine kurulan roman, şu kadarcık özetten de anlaşılabileceği gibi, son derece önemli felsefi ve teolojik sorunları ele almakta ve o dönem İngiltere’sinin toplumsal ilişkilerini derinlemesine eleştirmektedir.

Mary Shelley, İngiltere’nin önde gelen siyaset filozoflarından William Godwin ile “feminizmin annesi” Mary Wollstonecraft’ın çocukları olarak dünyaya geldi. Annesi Mary Wollstonecraft, hem özel hayatıyla, hem de eserleriyle fırtınalar yaratmış bir devrimciydi. Laf olsun diye devrimci demiyoruz, Büyük Fransız Devrimi henüz dumanı üstünde bir ateş halindeyken Fransa’ya gitmiş, sürüp giden mücadeleye katılmış, özellikle kadınların özgürlük mücadelesine ciddi katkılarda bulunmuştu.

Mary Wollstonecraft’ın hayatı ve mücadelesi tozlu tarih sayfaları arasından çıkarılıp hatırlanmayı hak edecek kadar zengin ve ilginçtir. Şimdilik onu saygıyla bir kenara koyup dünyaya getirdiği müthiş kıza bakalım. Hemen söyleyeyim ki, Mary Wollstonecraft, kızını doğurduktan on bir gün sonra öldü!

Frankenstein’in diğer adı, “Modern Prometheus”… Mary Shelley, ateşi tanrılardan çalıp insanlara veren yarı tanrıyla kendi kahramanını özdeşleştirmiştir. O, yaratıcılık marifetini tanrıların elinden almış, kendisi de bir “insan” yaratmıştır. Dr. Victor Frankenstein, ölüleri hayata döndürerek doğanın döngüsünü bozmaya çalışan bir bilgindir. Ancak yeniden can verilen ceset parçalarından oluşan bu insan, kendi canavarca yaratılışından tiksinir ve doktoru terk eder. Dünya tarafından sevilmek ve kabul edilmek istemekte, efendisine karşı öfkeden başka bir duygu beslememektedir. Ondan, yalnızlığını gidermesi için bir kadın arkadaş ister. Victor da başlangıçta aynı fikirdedir. Ancak bu yapay insanların üreyip insan ırkının yok olmasına yol açabileceğini düşünerek, yaratmaya çalıştığı kadını parçalar. Canavar intikam yemini eder ve bir trajediye yol açar. Mary Shelley, burada dinsel dogmaların iddiasına karşı kendi görüşünü söyler: Tanrı, yarattığı insanları yalnızlaşmaya ve yabancılaşmaya mahkûm edildiği bir toplumda yaşamaya mecbur bırakmıştır. Tıpkı Dr. Frankenstein gibi, acımasız, hırslı ve kötüdür.

Frankenstein’i yazıldığı dönem içinde değerlendirmek gerekir. On sekizinci yüzyılın sonları, fabrikaların ve makinelerin hızlı bir şekilde yükseldiği sanayi devrimi dönemiydi. Sanayi devriminin yarattığı kapitalist pazar, kır evine dayalı küçük sanayileri çökertti, birçok insanı, kadın-erkek, işsiz bıraktı. Bu aynı zamanda bilimin, yine kapitalizmin hizmetinde bütün dünyaya hâkim olabileceği inancının zirveye çıktığı bir dönemdi. Mary Shelley, başta eşi olmak üzere çağdaşı bütün romantikler gibi, kapitalizmin kökenini tam anlamadıkları bütün kötülüklerine karşı doğaya dönmeyi, saf ve iyi insanın özünü bulmayı istiyordu. Kadınların ezilmesine, insan sayılmamasına karşı mücadelesi de bu özlemler üzerinde yükseliyordu.

Frankenstein, bilim kurgu türüne öncülük etti, birçok uyarlama ve yeniden anlatımla popüler kültür piyasasının sıradan bir malı haline getirildi. Mary Shelley’in sert bir sosyal eleştirmen, öncü bir feminist ve dinsel dogmalara karşı çıkan bir aydın olduğu ise, hep göz ardı edildi.

 

- Advertisment -spot_img
- Advertisment -spot_img
- Advertisment -spot_img

DİĞER HABERLER

KÖŞE YAZILAR

Trump’ın Başkanlığı bir Kabus mu?

Aydın Çubukçu

Ortadoğu’nun Çıkmazı

Aynı kategoridenOkuyun
Aynı kategoriden okuyun