100 metre yarışlarında “üstün ırk” temsilcisi Lutz Long idi. Onun iki büyük rakibi “Rüzgârın Oğlu” Afrikalı-Amerikalı Jesse Owens ve Japon atlet Naoto Tajima idi. Yarışı Jessy Owens kazandı. Yalnızca 100 metre yarışını değil, 200m, 4x100m bayrak yarışı ve uzun atlama dallarında da hep o birinci geldi ve dört altın madalya kazandı.
Madalya töreninde, Jesse Owens bir Amerikan askeri gibi, Lutz Long da Nazi selamıyla başarılarını ilan ettiler. Ama Owens da Long da bu resmî tavırlarının ardında bambaşka kişiliklere sahiptiler. Long asla bir ırkçı ve Nazi değildi, Owens ise, olimpiyatlarda başarı kazanan beyaz atletlerden ayrı tutulmuş, aslında bir ırkçı olan Amerikan başkanı Franklin D. Roosevelt tarafından Beyaz Saray’a davet edilmemişti. Sonradan Owens, “beni Hitler değil, Roosevelt aşağıladı” demişti.
Lutz Long ve Owens çok yakın iki arkadaş oldular. 1936 Olimpiyatları’ndan II. Dünya Savaşı günlerine kadar sık sık mektuplaştılar. Savaş sırasında Long Kuzey Afrika ve Sicilya’da savaşırken bile, iki büyük sporcu yazışmaya devam ettiler. Eşleri, aileleri, umutları, korkuları ve aşkları hakkında dertleştiler.
1943’te Kuzey Afrika’da, çölde, Lutz Long “kardeşim” diye hitap ettiği Jesse Owens’a son mektubunu yazdı. Bu mektup Lutz’un insancıl duygularını ve aynı zamanda herhangi bir Alman askerinin yenilgiyi kabul etmiş olmasının ruh halini de yansıtıyor:
Kardeşim Jesse, sadece kuru kum ve ıslak kanın olduğu bir yerdeyim. Kendim için çok korkmuyorum, evde olan kadınım ve babasını hiç tanımamış olan küçük oğlum Karl için korkuyorum.
Dürüstçe söylemem gerekirse, kalbim bana, bunun yazacağım son mektup olduğunu söylüyor. Eğer öyleyse, senden bir şey istiyorum. Bu benim için çok önemli bir şey. Bu savaş bittiğinde Almanya’ya git, bir gün Karl’ımı bul ve ona babasından bahset. Ona, Jesse, bizi savaşın bile ayıramadığını anlat. Diyorum ki—ona bu dünyada insanlar arasında güzel şeyler olabileceğini anlat. Sana duymak istediğini bildiğim bir şey söylüyorum. Ve bu doğru. Berlin’de seninle ilk konuştuğum o saatte, dizinin yere değdiği o saatte, dua ettiğini biliyordum. O zaman nasıl bildiğimi bilmiyorum. Şimdi biliyorum. Bir araya gelmemizin asla tesadüf olmadığını biliyorum. Şimdi, 1936’daki o saatte, der Berliner Olympiade’da olduğundan daha büyük bir amaç için sana geldim.
Ve inanıyorum ki sen dostluğumuzdan daha büyük bir amaç olmadığını bilerek bu mektubu okuyacaksın. Bunun gerçekleşeceğine inanıyorum. Sana söylemem gereken şey bu, Jesse.
Sanırım Tanrı’ya inanıyorum.
Ve ona dua ediyorum ki, bunun sana ulaşması asla mümkün olmasa bile, yazdığım bu sözlerim yine de senin tarafından hissedilecek.
Kardeşin, Lutz
Jesse Owens mektubu aldı, ancak bu sırada arkadaşı ve kardeşi Lutz Sicilya’ya gönderilen askerler arasındaydı ve Amerikan ve İngiliz kuvvetlerine karşı savaşırken öldü.
Savaştan otuz yıldan fazla bir süre sonra, yaşlı Jesse Owens Almanya’ya gitti ve en yakın arkadaşının oğlu Karl Long’u buldu. Jesse Owens en iyi arkadaşına verdiği sözü tuttu. Ona hiç tanımadığı babasından, benzersiz arkadaşlıklarından bahsetti. Ona babasının iyi, cesur ve onurlu bir adam olduğunu anlattı. Jesse Owens, Karl’la tanıştıktan kısa bir süre sonra öldü. Faşizmin ve emperyalizmin yalanlarını yere çalan bu iki büyük sporcuya selam olsun.