William Cowper, Sanayi Devrimi’nin başlangıç ve gelişme dönemlerinde yaşamış ve zamanın çelişkili gelişme koşullarını ve yarattığı çelişkili duygusal atmosferi yansıtmış önemli bir şairdir. Devrimci olmadı hiçbir zaman. Monarşinin kaldırılmasını değil, kralların yasalara ve halkın özgürlüğüne saygı duyarak egemen olmalarını isteyen liberal bir hümanistti. Bir dostuna yazdığı mektupta, “Tanrı bizi korusun da bir ihtilal olmasın; ama eğer reformlar yapmazsak, mutlaka ihtilal olacak” demişti.
Büyük İngiliz romantiklerinin hepsinde devrim korkusu ortak özellik gibi görünüyor. Ama yine hepsi, Büyük Fransız Devrimi’ni heyecanla, coşkuyla karşılamıştır. Galiba, uzaktan güzel görünen devrim, kendi ülkeleri için düşünüldüğünde, asla terk etmeye niyetli olmadıkları hülyalı düşüncelere dalma zevkini bozacak bir şey olarak korkunç bir hal alıyordu.
Bastil’in devrimci halk tarafından ele geçirildiğini duyunca şu dizeleri yazdı:
Bir tek İngiliz yüreği yoktur ki, sevinçten hoplamasın
Senin (yani Bastille’in) sonunda yıkıldığını duyunca!
The Task adlı eseri, Fransız Devrimi patlak vermeden dört yıl önce, l 785’te yayımlandığı halde, Cowper bu devrimin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” çağrısının coşkun bir savunucusu olarak kendisini ortaya koymuştur.
W. Cowper birinci ve ikinci kuşak İngiliz Romantikler ayarında büyük bir şair olmadığı halde, doğa ve insan sevgisini elinden geldiğince yalın bir biçimde dile getirerek, onların öncüsü sayılmaya hak kazanmıştır. Daha sonra gelen romantiklerin coşkulu bir tutku halinde dile getirdikleri doğa ve insan sevgisi, basit hazlardan büyük duygular çıkarma becerisi, Cowper’ın dikkat çekici yanlarından biri olarak değerlendirilmiştir. Kendisinden önce şiire konu olamayacak kadar basit sayılan keyifli anlara, örneğin bahçesinde çiçek yetiştirmek ya da kış akşamlan ocağın önünde oturup arkadaşlarıyla çay içmek gibi küçük mutluluklara İngiliz şiirinde ilk yer veren odur.
Cowper doğa sevgisinden ötürü Romantik şairlere yakın olduğu gibi, siyasal tutumu ve sıradan yoksul insanlara beslediği sevgiden ötürü de onlara yakındır. Örneğin, âşık olduğu adam tarafından baştan çıkarılıp terk edilen, sonra da çıldıran, gece gündüz ıssız yerlerde dolanıp duran Deli Kate’in öyküsü kendisinden sonra gelen pek çok yazara ve şaire ilham vermiştir.
Büyük şiiri The Task’ın bir bölümünde, tüm insanlara karşı ne denli büyük bir sorumluluk içinde olduğunu anlatır. Çok bilge geçinen bir filozof, “Başkalarından sana ne?” diye sorunca, Cowper şöyle bir yanıt verir:
Ben kadından doğdum; merhamet kadar tatlı
Bir süt içtim insan memelerinden.
Düşünüyorum, konuşuyorum, gülüp ağlıyorum;
Bir insanın tüm işlevlerini yerine getiriyorum.
Öyleyse ben ve yaşayan herhangi bir insan
Nasıl yabancı kalabiliriz birbirimize!
Cowper’ı korkunç savaşların Avrupa’yı kasıp kavurduğu sıralarda, savaştan nefret eden bir barışsever olarak görürüz. Ona göre, savaşları önlemenin tek yolu, askere alınanların savaşmayı kesinlikle reddetmeleridir. Zorba bir krala boyun eğdikleri için Fransızları ayıplamasından birkaç yıl sonra devrimin gerçekleştiğini görür. Ama kendi kralına karşı yalnızca adil ve iyi kalpli olmasını istemekten öte itirazı yoktur.
Annesini altı yaşında yitiren, yatılı okulda büyük sıkıntılar çeken Cowper’ın yaşamı pek mutlu geçmemişti. Belki de bu yüzdendir ki, daha sonraları bir akıl hastalığına tutuldu. Tanrı’nın onu lanetlediği, bağışlanması için ölmesi gerektiği saplantısına kapılarak, bir bunalım anında canına kıymaya kalktı. Ömründe iki kez, bir yıldan fazla bir süre için akıl hastanesine kapatılması gerekti. Hastalığının sebebi olarak, dünyaya egemen olan sosyal adaletsizliği gösterdi. “My soul is sick”, çünkü dünya adaletsiz! Hayvan satın alırcasına insan satılıp alınan bir çağda, Cowper köle ticaretinden öylesine nefret eder ki, bir köleye sahip olmaktansa, kendi köle olmayı yeğ tutar.
Cowper’ın şiiri, İngiliz Aydınlanmasının temel özelliklerinin çelişkili duygusal ve estetik boyutlarını gösterdiği için tartışılmaz bir önem taşımaktadır.