Avrupa sömürgeciliğinin çok önemli özelliklerinden biri, egemenliği altına aldığı toprakların doğasını, insanını, yer altı ve üstü kaynaklarını bilimsel yöntem ve araçlarla kılı kırk yararcasına incelemesidir. Keşfedilen, ya da ele geçirilmek istenen coğrafya parçasına giden gemiler, yalnızca asker değil, aynı zamanda dilbilimci, biyolog, jeolog, tıp hekimleri ve edebiyatçılar taşırdı… Bunu elbette “bilim gelişsin” diye değil, egemen oldukları yeni toprakları tam olarak kendi mülkleri haline getirmenin yolunu aradıkları için yaparlardı. Bilirlerdi ki, egemenlik denilen şey yalnızca siyasi ve askeri zorla değil, derinlemesine bilgi gücünün bunlara katılmasıyla sağlanırdı.
İngilizlerin Ortadoğu’daki en önemli istihbaratçıları, zamanın en önemli arkeologlarıdır. Thomas Edward Lawrence, Gertrude Bell, Michael Buch ve ünlü “Ortadoğu Mimarı” Sykes bunların en önde gelenleridir. Sümer, Akad, Asur uygarlıklarını bulup çıkaran, sonra da bugün büyük ihtişamla British Museum’da sergilenmeye devam eden uygarlık kalıntılarını Londra’ya taşıyanlar onlardır. Yalnızca kazıp çıkarmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihini aydınlatan olağanüstü bir bilgi birikim yaratmışlardır.
Arkeoloji ve casusluk konusunu başka bir tozlu sayfaya bırakalım. Bu yazımızda, National Gallery’nin portreler bölümünün küflü koridorlarından tarihin tozlu sayfalarına bir “Türk” getiriyoruz.
Edward William Lane, Doğu sanatlarını incelemek ve Arapça öğrenmek üzere 1825’te Mısır’a, İskenderiye’ye gelir. O sırada, Mısır Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın yönetiminde büyük reformlara sahne olmaktadır. Kavalalı Mehmet Ali Paşa, reformlarını gerçekleştirmek için, pek çok Avrupalı bilgin, asker ve siyasetçiyi ağırlamaktadır. Lane, Bir Türk gibi giyinip yaşar, Müslüman gelenek ve görgü kurallarını takip eder, kendisini Mansur Efendi olarak adlandırır. İzlamiyetin yasakladığı yiyecekleri yemez, şarap içmez, yemekte bıçak ve çatal kullanmaz. Lane, o dönem Doğu hayatını öylesine benimsemiştir ki, Mısırlı erkekler gibi, eğitmek için sekiz yaşındayken satın aldığı Nefise adlı kölesiyle evlenir. Mısırlıların tam güvenini kazanır ve hatta bir İngiliz olduğunu bile unutturur. Mısırlılar, ondan duygularını, düşüncelerini herhangi bir kısıtlama uygulamadan paylaşır. Hıristiyan olduğunu açıklamaz, ama inancını Hz. İsa hakkında Kuran’da yazılanları tekrarlayarak savunur.
Arapçasını, bu dilde düşünüp yazacak kadar geliştirir ve gördüğü her şeyi not almaya başlar. Özellikle Mısır’ın Arap ya da Müslüman olmayan halklarının, Kıptilerin, Yahudilerin ve Hıristiyanların özgün kültürlerini, yaşayış tarzlarını, gündelik hayatlarını inceler. Kuran’dan seçtiği kimi bölümleri İngilizceye çevirir. Aynı zamanda iyi bir ressam olan Lane, Mısırlıların gündelik hayatlarına, geleneklerine ve alışkanlıklarına ilişkin pek çok desen çizer. Halk şarkılarının notalarını çıkarır, müzik aletlerini resimlerle tanıtır. Bütün bunları yaparken, 24-25 yaşlarındadır. Çok merak ettiği fakat bir türlü iç dünyalarına giremediği kadınları incelemek üzere kız kardeşi Sophia Lane Poole’ü Mısır’a getirir. O da, özellikle hamamlar ve harem hayatı hakkında bilgi toplar. İzlenimlerini “Kahire Mektupları” adıyla yayınlar.
Lane, ayrıca “Bin bir Gece Masalları”nı da İngilizceye çevirir. 1842’de büyük bir Arapça-İngilizce Sözlüğü üzerinde çalışmaya başlar, ancak 1876’da, Arap alfabesinin 21’inci harfi olan Kaf harfine geldiğinde ölür.
Edward William Lane, belki meraklı bir serüvenci ama yanı zamanda oryantalist, çevirmen ve sözlükbilimci olarak önemli çalışmalar yapmış bir bilim insanıydı.