16.7 C
Los Angeles
Perşembe, Nisan 24, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 19

Gazze İçin Düzenlenen Üniversite İşgalleri Yavaşlama Belirtisi Göstermiyor

0

Okullarının, İsrail’in katliamındaki suç ortaklığını protesto etmek için üniversite kampüslerini işgal eden öğrenci hareketi büyüyor ve öğrenciler güçlü araştırmalarla üniversite liderlerinin yalanlarını ortaya çıkarıyor.

Manchester, Oxford ve Leeds gibi şehirlerdeki Filistin yanlısı öğrenciler üniversite binalarının dışında çadırlar kurdu. Londra Üniversitesi Goldsmiths’teki öğrenciler kütüphaneyi işgal etti. Ve en yakın zamanda Newcastle Üniversitesi’ndeki öğrenciler kampüsteki bir binanın içine barikat kurdular.

Birleşik Krallık üniversiteleri İsrail’in uluslararası hukuk ihlallerine ortak olan şirketlere yaklaşık 430 milyon Sterlin yatırım yapmaktadır. Öğrenciler bu ticari bağların devam etmesine izin vermeyi reddediyor ve şu anda Birleşik Krallık genelinde yatırımların silahlardan arındırılması ve elden çıkarılması çağrısında bulunan 30’dan fazla üniversitede protesto kampı var. Bunların başında, 2012-2022 yılları arasında dünyanın en büyük silah üreticilerinden 72 milyon sterlinden fazla doğrudan fon alan Sheffield Üniversitesi geliyor – bu rakam Birleşik Krallık’taki diğer tüm üniversitelerden ve Oxford ile Cambridge’in toplamından daha fazla. Yalnızca son beş yılda Sheffield Üniversitesi silah şirketlerinden 42 milyon Sterlin almıştır. Geçtiğimiz hafta, Sheffield Üniversitesi kampüsünün arkasındaki örgüt olan Filistin için Sheffield Kampüs Koalisyonu, Soykırım ve Apartheid Suç Ortaklığı Raporunu yayınladı. Rapor, silah üreticilerinden gelen fonların bu şirketlerin öğretim ve araştırma alanlarını etkilemelerine, öğrencilere savunma sektöründe kariyer fırsatları sunmalarına, ürünlerine yeşil ışık yakmalarına ve silah geliştirmek için devlet tarafından finanse edilen araştırmalara erişerek kendi araştırma ve geliştirme maliyetlerine yüzde 4.5 gibi düşük bir oranda katkıda bulunmalarına olanak sağladığını göstermektedir. Bu paranın ne için kullanıldığı genellikle belirsizdir, ancak bu paradan yararlananlardan biri, 2012-2022 yılları arasında üniversiteye 8.5 milyon sterlinden fazla bağışta bulunan İngiltere’nin en büyük ve dünyanın altıncı büyük silah şirketi BAE Systems’dir. BAE şu anda Gazze’de kullanılmakta olan F-35 savaş uçaklarının parçalarını üretiyor. Şubat ayında bir Hollanda mahkemesi, parçaların “uluslararası insancıl hukukun ciddi ihlallerinde” kullanılabileceği “inkâr edilemez riskini” gerekçe göstererek, ülkenin F-35 parçalarının tüm ihracatını durdurmasını emretti.

Sheffield kampından bir sözcü Novara Media’ya şunları söyledi: “Üniversitenin elini kana buladığının farkında olmadığına inanmayı reddediyoruz. Bunun anlamı, basitçe umursamadıklarıdır. Net bir mesajımız var: bizi görmezden gelme ya da uzaklaştırma girişimleri başarısız olacaktır. Öğrenciler ve personel üniversiteye meydan okumaya devam edecektir. Onlar vicdanlarıyla baş başa kalabilirler, biz kalamayız.”

London School of Economics’te (LSE) öğrenciler, adını büyük finansör ve sağcı haber kanalı GB News’in ortaklarından Paul Marshall’dan alan Marshall binasını işgal ettiler.

LSE Filistin Topluluğu da bu ay, LSE’nin Filistin halkına yönelik devam eden soykırıma, silah ticaretine ve iklim değişikliğine yaptığı yatırımlarla suç ortaklığı yaptığına inandıkları konuları inceleyen bir rapor yayınladı. LSE’nin şu anda yaklaşık 485 milyon sterlin değerinde bir bağışı bulunuyor. Rapora göre üniversitenin, “dört korkunç faaliyet” olarak adlandırılan Filistin halkına karşı işlenen suçlar, fosil yakıtların çıkarılması ya da dağıtılması, silahların yayılması veya üretilmesi ve enerji şirketlerinin ya da nükleer silah üreticilerinin finanse edilmesi faaliyetlerine dahil olan 137 şirkette 89 milyon sterlin değerinde yatırımı bulunuyor.

Filistin halkına karşı işlenen suçlara dahil olan şirketlere 48.5 milyon sterlin ve 13 silah şirketine 1.8 milyon sterlin yatırım yapılmıştır. Ayrıca JP Morgan gibi fosil yakıt endüstrisini ve nükleer silah üreticilerini finanse eden kuruluşlara 67 milyon sterlin yatırım yapılmış olup, fosil yakıt şirketlerine ve nükleer silah üreticilerine milyarlarca dolar borç veren sekiz yatırım fonu yöneticisi tarafından 174 milyon sterlin yönetilmektedir.

Protestolar devam ederken, aktivistler hiçbir yere gitmeyeceklerini açıkça ortaya koydular.

Manchester Leftist Action altında örgütlenen Manchester Üniversitesi öğrencileri, kısa süre önce bir binayı işgal etmelerinin ardından yaptıkları açıklamada şunları söyledi: “Filistin’deki soykırımla olan bağlarını sona erdirmesi için üniversite üzerindeki baskımızı arttırmak amacıyla Whitworth binasını ele geçirdik. “Önümüzdeki hafta yüzlerce öğrencinin sınavlara gireceği bu binanın kontrolü tamamen bizde. “Üniversite protestocu öğrencilere disiplin cezası vermeyeceğini taahhüt edene ve diğer talepler konusunda müzakerelere başlayana kadar buradan ayrılmayacağız.”

 

Ayın Artizi: Gerici Reform Partisi Lideri Richard James Sunley Tice Hacı Dayımız

0

Hepinize bahar dolu güzel dilekler efendim, umarım haller vakitler olabildiğince gıcırdır. Biz de olabildiğince formumuzdayız ya da güzel hava olasılıkları kafamıza vuruyor, tuhaf bir neşe doluyor içimize sanki iyi şeyler olacakmış da ramak kalmış gibi.

Neyse bu pozitif psikoloji beyanına rağmen baştan keselim konumuz paranoya endeksli artizlikler. Anlatayım: geçen oflaysınsta oturmuşuz bizim yeni işçiyle biraların hangisinin daha fazla kar getirdiğini konuşuyoruz, bizim yumurtacı çıkageldi yüzünde telaşlı bir ifadeyle. Ağabey dedi, yolda geliyordum, bir araba beni izledi gibime geldi, immigration memuru sanıyorum, benim son oturum başvurumda sorunlar vardı, bu yumurtacılığı da biraz kaçak yapıyoruz, galiba bu adamlar beni yakalamayı kafaya koymuşlar. Arkaya geçelim dedi, öyle de yaptık. Gel zaman git zaman aradan yarım saat geçiti ama bizim yumurtacının geleceğini sandığı immigration memuru felan gelmedi. Böyle olunca da adamı kısa bir sorguya tuttum bunları nereden çıkardığına dair, ağabey dedi tek tek herkes hakkında toplantı yapıyorlarmış, bak son dönemlerde benefit alanlara da dair haberler de dolaşıyor, benim yumurtacılık yaptığımı da duymuşlardır, beni kesin arıyorlar eminim.

Sakinleştirdik, belli ki korkmuş biraz kendini içinde bulduğu belirsiz durumundan, o korkularının da gerçek olduğunu inandırmış kendisine. Kimi kimsesiz olmaması da cabası. Dikkatli olmaya ol da senin için özel bir çabalarının olduğu da şu son dönemlerde dolaşan benefit ve tatil söylenceleri de biraz abartı dedik. Hadi bu tatile gidilirse immigration kayıt tuttacak haberleri rating için yapılan atmacalar da dikkat kendi kendine kafa yapma dedim yumurtacıya, bak gelen giden de yok, sen önlemini al ama sorunla da ortaya çıkınca uğraş, öyle birşey olana dek de kaygılanarak günlerini de kendine zehir etme dedik, 20 kutu falan da yumurta aldık, gönderdik arkadaşı. İki hafta sonra Southend’den telefon etti, deniz kenarına dinleniyormuş, konuşma iyi gelmişmiş.

Neyse bunun da gösterdiği gibi millet bazen başkasına bazen de kendisine verdiği önemden olacak, kendisini yaşamın tam da ortasında konumlandırarak bu paranoyalara giriyor. Tabii toplumsal bir boyutu da var sorunun. Sorun toplum üyelerine, sanır ki belediye, benefit, vergi, elektrik, gaz şirketi çalışanları, başka işleri yokmuş ya da onların yeteri işçisi varmış gibi, oturmuş onları konuşuyor, hayatlarını mahvetmek için komplolar entrikalar düzenleniyor. Keşke durum böyle olsa, olan birşey varsa da bu sorunların çoğunun ihmalden, yeteri işçi olmamasından, çalışma düzeninden felan olması. Neyse, böyle olsa da, herşeye rağmen masum tür bir paranoya bu, ya hayat ya eş dost boşluğunu kanıtlayıp böyle düşünenlere kuruntulu olmamaya dair önemli tecrübeler sağlıyor.

Asıl mesele hiçbir sorun olmadığı halde kendisini böyle hayatın tam da ortasında görüp bunu kullanmaya çalışanlar, bu artizler tabii. Örneği de bunu yeterince bu dönemde somutlayan gerici Reform partisi lideri Richard James Sunley Tice kardeşimiz. 4 değişik adı olsa da kendi arkadaşlarının “pound-shop Nigel Farage’ı” dedikleri yeni gericilik şampiyonlarından. Yerel seçimlerde caka atmasından başka karıştığı bir olayda olmadı ama yaptığı her açıklamada partisinin aldığı desteğin politikalarının ve kendisinin meziyeti olduğunu yansıtması, bu dışarıya dönük paranoyası bu demde artizliğini belirledi.

Richard dayımız 2021’den bu yana eski ismi Brexit şimdiki Reform olan partinin başkanı, eskiden bağış yapanların başında geliyordu, ne de olsa dayımız konut sektörü ve televizyon sunuculuğundan bayağı bir servet toplamıştı, sonra da tuttu partinin başkanı da oldu. Miyadını doldurduğundan parça parça olmaya başlayan iktidar partisinden sadece bir milletvekilinin partiye geçmesinin de gösterdiği gibi Muhafazakarlar açısından bir boşluğu dolduran Reform partisinin gerici şampiyonluğuna da odak olmasını da kendi başarısı sanıyor. Oysa gericilerin saklanacakları başka delik kalmamış ve arkadaş yüz kurtarıcı suçlulara geçici bir han sağlıyor.

Londra meclisinde partisinin bir koltuk kazanmasıyla da medyaya yaranıyor. Geçen gün kalkmış küresel ısınmanın nedeni patlayan volkanlar dedi, bırakın önlemeyi gelin küresel ısınmaya hazırlanalım dedi. Hazırlığı da olsa olsa millete şort tişört dağıtmak herhalde. İktidar partisinden de fazla göçmen düşmanlığı yapıyor arkadaş ve partisi, zamanında AB referandumunu ırkçı gündemi ilerletmek için kullanan önceli Brexit partisi gibi. Tice’nin ne karıştıracağı da belli değil, 1994’dan bu yana başka ülkelerde vergi kaçırmak için sakladığı banka hesapları gibi biraz meçhul arkadaşın yapacakları ama kötü türünden, sağı solu belli olmuyor ki olduğu provakatörlüğe uyuyor.

Fakiri kaygılandıran paranoya böylesi bir yuppy’nin elinde kendini satma malzemesi ki artizin yaptıklarındandır bilirsiniz. Fakir yaşadıklarıyla paranoyasına anlam vermeye çalışıyor, Tice kardeşimiz ise paranoyalarıyla yaşadıklarına. Ama tüm paranoyalar gibi onu olası değil somut gerçekler bekliyor; önümüzdeki seçimlerde partisinin başarısı ne olursa olsun kendi başkanlığının ve artizlik platformunun geçiciliğini. İsterseniz siz yanıtlayın yarın seçimlerden sonra gericiler nerde nasıl örgütlenecekler ve o kadar kodaman ve canavarvari artiz varken Tice’a ne olacağını. 15 dakkadır ünlü olduğu için öyle kalacağını sağlayan salak. Yani demem o ki, fakirler şüphelerini giderirken Tice’ın diğer uca savrulup daha tehlikeli olması olasılığının arttığı, ki diğer uçta kendisini herşeyin merkezinde sanmanın tam tersi, yani herşeyin dışında görmesi. Bu da onun için bir gerçeklik olunca ne tür bir artize evrileceğine ya da artizlerin nasıl evrileceğine dair gösterdiklerine: gericilik üzerinden bir artizlik kuşağının başında olduğumuzu.

Daha güzel evrimler efendim.

 

Yardım alanların yurt dışına çıkış bilgileri DWP ile paylaşılıyor mu?

0

İngiltere’de yaşayan ve kira da dahil, Pension Credit, Universal Credit, Employment and Support Allowance, Income Support, Jobseeker’s Allowance gibi herhangi bir gelir destek yardımı alanların yasal olarak yurt dışında 28 gün tatil yapma hakları var. Yurt dışında 28 günlük tatil hakkı ve tatil amaçlı yurt dışına gidenlerin İngiltere’den çıkış ve girişlerinin takip ve tespitine dair yapılmış herhangi yeni bir düzenleme yok. Bu konudaki uygulama geçen yıl ve daha önceki yıllarda neyse bu yıl da aynı. Yani son bir yıl içinde yapılmış herhangi bir düzenleme yok.

Tatil mevsiminin gelmesiyle birlikte özellikle emeklilik yaşında olanlar arasında en çok tartışılan konulardan biri olan yurt dışında kalma süreleri, mayıs ortasında kamuoyuna da yansıyan bir beyanatın ardından yeniden ‘‘alevlendi.’’ Tatile çıkmış olanlar, çıkmaya hazırlananlar ve biletlerini almış olanlar ‘‘kulaktan kulağa’’ hızla yayılan bu ‘‘beyanat’’ nedeniyle büyük bir ikilem içerisine düşürüldü. Türkiye’ye gitmek için havaların ısınmasını bekleyen yüzlerce emekli tatilini yakma ve yardımlarından olma ikilemi arasında kalmış durumda.

Daha önce kamuoyunda büyük tartışmalar yaratan otomatik bilgi paylaşımı olarak da bilinen ‘Finansal Hesap Bilgilerinin Otomatik Değişimine İlişkin Çok Taraflı Yetkili Makam Anlaşması’ düzenlemesine dair yapılan sansasyonel açıklama ve haberlerin neden olduğu bilgi kirliliğinden kaynaklı mağduriyetler gibi bu tartışmalarda özellikle doğru bilgiye ulaşmakta zorlanan yüzlerce kişiyi mağdur etti.

Mevcut düzenlemeler ve yasalar sosyal yardımlardan sorumlu Çalışma ve Emeklilik Bakanlığı (DWP)’nın havayolu şirketlerinde ve gümrüklerde mevcut olan kişisel verilere erişmesine ve takibini yapmasına olanak tanımıyor. Pasaportlarda ve uçak biletlerinde sosyal yardımların ödenmesi için şart olan sosyal sigorta numarası (National Insurance) yok. O yüzden ne uçak şirketlerinin ne de sınır kontrol memurlarının kimin yardım alıp almadığını bilmesine imkân yok. DWP tüm giriş ve çıkış yapanların bilgisine sahip olsa bile bunlar içerisinde yardım alanları tespit ve takip edecek bir birim ve alt yapıya sahip değil. DWP ancak bir ihbar veya size gönderilen mektuplara cevap vermemenizden kaynaklı bir şüpheli durumda sizden pasaport ve yurt dışı giriş çıkış bilgilerinizi isteyebilir ve ancak sizin paylaştığınız beyan ettiğiniz kadar bilgiye sahip olabilir.

EMEKLİLER BANKA HESAPLARI ÜZERİNDEN TAKİP EDİLECEK

DWP’nin, Pension Credit yardımı alanların yurt dışında uzun süre kalıp kalmadıklarını ve yardım alma haklarını ortadan kaldıracak kadar birikmiş paralarının olup olmadığını tespit etmek için başlattığı bir girişim zaten var. Asıl dikkat edilmesi gereken hususta bu. DWP emeklileri sınır çıkış bilgileri üzerinden değil banka hesap hareketleri üzerinden rahatlıkla takip edebilecek. Yardım alan herkesin ödemelerinin yanında referans olarak, sosyal sigortalar numarası ve alınan yardımın adı yazar. Yani hesaba yatırılan paranın takibini yapmak, hesap sahibinin yurt dışına çıkış yapıp yapmadığını takip etmekten daha kolay. Mayıs 2024 itibarı ile Lordlar Kamarası’nda rapor aşamasında olan bir yasa tasarısı var. Veri Koruma ve Dijital Bilgi Yasa Tasarısı (Data Protection and Digital Information Bill) önümüzdeki yıl yürürlüğe gireceği tahmin edilen bu yasaya dahil edilen bir madde sayesinde DWP yardım paralarını yatırdığı hesaplarda biriken para miktarının 10 bin sterlinin üzerine çıkmasından ve hesaplarda dört haftadan fazla bir zaman diliminde yurtdışına işlem yapılmasından otomatik olarak haberdar edilecek. Yani hesabınızda 10 bin sterlinden fazla para birikmişse ya da yurt dışından dört haftadan fazla bir dönem içinde para çekmiş ya da kartınızdan ödeme yapmışsanız sistem sizi otomatik olarak DWP’ye fişleyecek. Bankalar, birikmiş para limiti ve yurtdışında geçirilen süre ile ilgili önceden belirlenmiş kriterlere dayanarak olası tutarsızlıkları DWP’ye bildirecek. Hesabınız bu uyarı ile fişlenmiş olsa bile sizin onayınız olmadan DWP’nin erişimine açılmayacak.

Araya seçimler girmiş olsa bile bu yasanın 2025 yılında onaylanmasına kesin gözüyle bakılıyor. Çünkü şimdiye kadar bu yasa tasarısına karşı çıkan milletvekili sayısı 51’i geçmiş değil. Tasarının yasalaşmasının ardından tüm bankaların sisteme entegre olması ise ancak 2030 yılına kadar mümkün görünüyor. Elbette büyük bankalar daha kısa zamanda entegre olabilir. Çıkacak olan yeni yasa ile yaklaşık 9 milyon hesap gözetim altında tutulacak. Bu 9 milyon hesaptan 5.8 milyonunu Universal Credit alanlar, 1.6 milyonunu Employment and Support Allowance alanlar ve 1.4 milyonunu ise Pension Credit alanlar oluşturuyor.

DWP için paranın izini sürmek kişilerin izini sürmekten daha kolay. O yüzden gümrüklerdeki giriş ve çıkışları değil bankamatiklerden ve kart makinelerinden çıkan parayı takibe almanın altyapısı oluşturulmakta.

 

Türkiye’nin sağlık turizmine darbe vuracak girişim!

Türkiye’de kilo verme ameliyatında ölen Shannon Bowe’in (28) ailesi İngiltere’deki satış etkinliklerinin engellenmesini istedi. Türkiye’de zayıflama ameliyatı sırasında aort atardamarının iki kez delinmesi sonucu hayatını kaybeden İngiliz kadının ailesi, Türkiye’deki kliniklere İngiltere’de reklam yapmasının engellenmesi çağrısı yaptı. İngiltere’de pahalı hotellerdeki “tanıtım” adı altındaki merdiven altı muayenelerin de yasaklanmasını isteyen aile, “Bu tür etkinliklerin ticari kazanç amacıyla desteklenmesinin derhal durdurulmasını, başka ailelerin Shannon’ın önlenebilir, erken ölümünden bu yana çektiğimiz acı ve duygusal travmadan korunması için yalvarıyoruz” mesajını verdi. Shannon Bowe, geçen yıl tüp mide ameliyatı için gittiği Türkiye’de 2 Nisan’da aşırı kan kaybı sonucu ölmüştü. İskoçya’da özel bir kliniğin sahibi, Shannon’ın ölmeden bir hafta önce mide ameliyatı olmak istediğini ancak tıbbi kriterleri karşılamadığı için reddedildiğini doğruladı.

Ne yazık ki Bowe’un ölümü bir ilk değildi. Üç çocuk annesi Melissa Kerr (31) de, 2019’da İstanbul’daki Medicana Kadıköy Hastanesi’nde Brezilya tipi kalça kaldırma ameliyatı sırasında ölmüştü. BBC Türkiye’ye kilo verme ameliyatı için giden yedi Britanya vatandaşının öldüğünü yazdı. Son beş yılda, tıbbi prosedürler için seyahat eden 28 İngiltere vatandaşının öldüğü basına yansıdı. İngiltere’de açılan soruşturmada adli tabiplik, kozmetik turizmi için giden hastalara yeterli bilgi verilmediğini öne sürülüyor. Soruşturmaya Birleşik Krallık Sağlık Bakanlığı’nın dahil olması davanın Türkiye aleyhine büyüyeceğini gösteriyor. Yakında bir ekip Türkiye’ye giderek konuyu enine boyuna mevkitaşlarıyla görüşecek.

ÖZEL HASTANELERİN ÇARESİ “YABANCI MÜŞTERİ”

Türkiye’de hastalara müşteri olarak bakan özel hastaneler son yıllarda üç nedenle “müşteri”lerini yitirince yurtdışı müşterilerine yoğunlaştılar. İlk nedeni Türkiye’de emekçi ve emeklilerin alım gücünün düşmesi ikincisi TL’nin değer yitirmesi ve üçüncü olarak da Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile anlaşmalı hastane konumlarında kazanç yitirmeleri sayılabilir.

Geçen yıl SGK, kurumla anlaşmalı özel hastanelere kısmi branşlarda değil bütün branşlarda hasta kabul etme zorunluluğu getirme kararı aldı. Bu karar nedeniyle birçok hastane “SGK ile anlaşmalı hastaneler” kapsamından çıktı. Temmuz ayında ise Sağlık Uygulama Tebliği’nde (SUT) yapılan değişiklikle birlikte özel hastanelerin sağlık hizmet bedellerine yüzde 40 zam yapıldı. Bu süreçte hastalar ciddi oranda mağdur olurken devlet hastanelerinde randevu bulamayan hastalar, rutin bir kan testine bile fahiş rakamlar ödemek zorunda kalıyor.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Sekreteri Vedat Bulut, değişiklikler nedeniyle yoksulların sağlık hizmetine ulaşamadığını vurgulayarak “Kişi başına düşen yıllık sağlık masrafı, ortalama 3 bin lirayı geçti. Yani 85 milyonluk nüfus, 250 milyar lirayı aşkın bir parayı, sağlığı için cebinden ödüyor. İnsanlar sağlık, eğitim, adalet ve güvenlik hizmetlerini ücretsiz alabilmek için prim ve vergi ödüyorlar. Ancak sağlık için cepten ödenen ücretler her geçen gün artıyor. Hastalar eczanede reçete bedeliyle birlikte muayene ücreti de ödüyorlar. Hekimler özlük hakları iyileştirilmediği için kamudan ayrılıp özel sektöre yöneliyor. Ancak yurttaşlar da bu özel hastanelere ulaşamıyor” diye konuştu.

TÜRKİYE’DEN İNGİLTERE’YE AKIN VAR

Türkiye’deki özel hastaneler arasında özellikle İngiltere’de (ücretsiz tedavi) NHS kapsamına girmeyen estetik, saç ekimi ve diş implant hizmetlerinde rekabet gücü olması ve TL/Sterlin kurundaki değişim İngiltere pazarını cazip kılan nedenler arasında.

Türkiye’nin önde gelen 80 özel hastane ve kliniği 28-29 Haziran’da gerçekleşecek olan Londra’da Elizabeth II (QEII) Center’deki Sağlık Turizm Fuarı (Health Tourism Expos) katılacak.

Londra’ya sağlık ekibi gönderen özel hastaneler “tanıtım” yapıyoruz kılıfıyla yasadışı olarak tedavi uygulamaları İngiltere basınına da sıkca yansıyor. Geçen Nisan’da The Sun, İngiliz hastalarla tanışmak ve tanıtım yapmak için İngiltere’ye tur düzenleyen Türkiye’den izel bir sağlık şirketinin tanıtım etkinliğine katıldı. İngiltere’deki bir otelde yapılan tanıtımda kalça kaldırma ameliyatı olmak isteyen hasta kılığına giren bir kadın, Türk doktorla görüşmesini gizli kameraya kaydetti. Korsan tedavi Türkiyeli cerrahın İngiltere Tabibler Odası’na kayıtlı olmaması, hastanın izni olmadan kadının iç çamaşırının indirilmesi istenmesi, satış stratejilerinde bulunulması, hastanın tıbbi geçmişinin sorulması, bu ameliyattan dolayı yaşanan ölümler hakkında yalan söylenmesi ve ruhsatsız doktorluk faaliyeti suç olarak İngiltere basınına yansıdı.

The Sun’da yer alan bu haber BBC Türkçe aracılığı ile Türkçe basında yer alması ise özel hastanenin başvurusuyla yargı yasağına takılarak garip bir sansür uygulaması gerçekleşmiş oldu.

Sağlık sosyal hukuk devletinde ücretsiz olması gerekirken, Türkiye’de özel hastanelerin teşvik edilmesi sağlığın her zamankinden daha çok metaya dönüşmesine de çanak tuttu. Türkiye Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2002’de 271 olan özel hastane sayısı 2021’de 571’e yükseldi. Türkiye’de toplam 1547 aktif hastanenin yarıya yakınını özel hastaneler oluşturuyor. 2002’den 2022’ye kadar kamu hastanesi sayısındaki artış yüzde 18.22 olarak gerçekleşirken özel hastane sayısındaki artış yüzde 111.7 olarak gerçekleşti. Devlet ve üniversite hastanelerinin giderek yetersizleşmesi ve kâr güdüsüyle çalışan özel hastanelerin katlanarak büyümesi ülkede sağlık arayışı ve sağlık sistemine erişebilirliğe de darbe vurdu.

Grevlerin ve greve çıkan işçilerin sayısı artıyor

Son 14 yıl boyunca uygulanan kemer sıkma politikaları nedeniyle reel anlamda ücret kaybı yaşayan kamu ve özel sektör çalışanlarının ücret ve çalışma koşullarını iyileştirmek, işlerini korumak için yaptıkları grevler Mayıs boyunca da devam etti. Eğitimden, depo çalışanlarına, havaalanı çalışanlarından nükleer enerji çalışanlarına, sağlıktan temizlik işçilerine, sınır kontrol memurlarından özel güvenlik çalışanlarına kadar onlarca sektörde yüzbinlerce çalışan greve çıktı. Kimi grevler kazanımla sonuçlanırken kimileri ise aylardan beri kararlılıkla devam ettiriliyor. Greve çıkan işçi ve emekçiler arasında yanı başımızdaki Hackney eğitim emekçileri de var Britanya’nın en kuzeyindeki kolej öğretmenleri de var.

Tüm ülke çapına yayılan grevler, ayrı ayrı ele aldığımızda gazetemizin tüm sayfalarını dolduracak kadar çok. Bu nedenle hepsini ayrı ayrı yazmak yerine grevleri talepleri üzerinden kategorileştirerek özet olarak almayı tercih ettik. Dileyenler daha fazla detay için grevleri ayrı ayrı araştırabilir.

Ağırlıklı olarak ücret ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için yapılan grevler arasında öne çıkanlar;

İskoçya’da kolej öğretim görevlilerinin 2022 yılından buyana çözülmesini bekledikleri ücret artışı talepleri için başlattıkları 9 günlük grev, Norwich’de plastik üreten Berry firmasında çalışan 100’den fazla plastik enjeksiyon üreticisinin 8 günlük grevi, batı Londra’da faaliyet gösteren GXO Lojistik firmasının depo çalışanlarının 28 Mayıs’ta başlattıkları ve 18 Haziran’a kadar devam ettirecekleri grev, Job Centerların güvenliğini sağlayan G4S özel güvenlik firmasında çalışan güvenlik görevlilerinin Britanya çapında başlattıkları ve Westminster Parlamentosu önüne taşıdıkları grev ve eylem, Barnet belediyesinin ruhsal sağlık bölümünün sosyal çalışanlarının geçen yılın Eylül’ünden buyana aralıklı olarak devam ettirdikleri ve ellinci güne dayanan grev, Hackney’de otistik çocuklara eğitim veren The Garden School eğitim çalışanlarının başlattıkları grev, Basildon’da CNH Industrial için traktör üretimi yapan 500 civarındaki işçinin başlattığı grev, Eğitim Bakanlığı’nın temizliğini yapan United Voice of World UVW sendikasına üye temizlik işçilerinin ücret artışı ve taşeronlaştırmaya karşı yaptığı grev, Britanya’nın bir çok bölgesinde 1922 yılından buyana makine üretimi yapan British Engines için çalışan 170’den fazla işçinin Mayıs’ın sonunda gerçekleştirdikleri bir haftalık grev ile Barts Health NHS trust bünyesinde çalışan Unite üyesi 700 hademe, temizlikçi ve hizmetçinin yeniden başlattıkları grev vardı. Birmingham’daki 35 okulun kadın yardımcı öğretmenleri, yemekhane çalışanları ise ücret eşitliği talebi ile bir günlük greve gerçekleştirdi. Mayıs ayının son gününde ise Heatrow Havaalanının Sınır Güvenliği çalışanları işten çıkartmalara ve kadro değişikliklerine karşı üç günlük grev başlattılar. PCS sendikasına üye Sınır Güvenliği grevlerin yanı sıra Haziran’ın 25’ine kadar devam edecek iş yavaşlatma ve fazla mesai yapmama kararı da aldı.

Yeni grevler yolda

Mayıs ayında yukarıda sıraladığımız grevlerin yanı sıra grev kararı ile sonuçlanan ve önümüzdeki günlerde hayata geçirilecek grev oylamaları da vardı. Haziran itibarı ile alınan grev kararlı arasında;

Urenco nükleer tesisinde çalışan 500’den fazla GMB üyesinin işverenin dayattığı %5.2’lik ücret artılına karşı aldığı grev kararı, Biritanya çapında faaliyet gösteren zincir marketlerin en büyüklerinden olan Morrisons’ın depolarında çalışan yaklaşık 1000 işçi emeklilik katkı paylarında yapılan kesintiye karşı aldığı üç günlük grev kararı ve Mersey ve West Lancashire NHS Trust için çalışan 700’den fazla hasta bakıcı yıllardan beri yapılan eksik ödemelerden kaynaklı birikmiş paralarını alabilmek için aldıkları grev kararı vardı. Mayıs’ın son günlerinde bir grev kararı da pratisyen hekimlerden geldi. Pratisyen hekimler geçen yıl başlattıkları İngiltere tarihinin en uzun süreli grevlerini genel seçimler öncesinde devam ettirme kararı aldı. Pratisyen hekimlerin almış olduğu beş günlük kesintisiz grev 27 Haziran’da başlayacak.

Kazanımla sonuçlanan grevler

Mayıs’ta, işçi ve emekçilerin hak alma mücadelesindeki en son seçenek olan grevlerin, kaçınılmaz olarak kazanımlarla sonuçlandığını kanıtlayan grevlerde vardı. Kazanımla sonuçlanan grevlerden biri North Yorkshire’da Drax enerji santralinin kantininde çalışan işçilerin 6 hafta devam ettirdikleri grev oldu. Kantin çalışanları kararlı mücadeleleri sonucunda ücretlerini geçen Ocak’tan itibaren %19 oranında arttırmayı başardı. Kazanımla sonuçlanan bir diğer grev ise güney Londra’da Transport UK için çalışan 40 otobüs denetleyicisinin grevi oldu. Yılın başından itibaren toplamda 14 gün greve çıkan otobüs denetleyicileri ücretlerini % 12 arttırmayı başardı. Ücret artışı 2023’ün ocağından itibaren garanti altına alındı. Geçen yıl için ücretlerini %8 arttıran otobüs kontrolleri bu yılın başından itibaren % 4 daha zam almış oldu.

Yaşam ve çalışma koşullarının giderek ağırlaştığı İngiltere’de işçi ve emekçiler son iki yıl içinde grevleri tüm işkollarına ve tüm ülke çapına yayılacak kadar genişlettiler. Geçmiş yıllara göre grevlerin daha fazla kazanımlarla sonuçlanması işçi ve emekçilerin kararlı mücadelesi kadar halkın greve çıkanlara destek vermesi ve grevlerin tüm iş kollarını kapsayacak kadar genişlemiş olmasından da kaynaklanıyor.

 

Şebeke sularında parazit salgını

0

Her yıl hissedarlarına milyonlarca sterlin aktaran özel su şirketleri halka parazitli su içiriyor. İngiltere’nin en Güneybatısında yer alan Devon bölgesine şebeke suyu sağlayan South West Water (SWW)’ın almadığı önlemler yüzlerce kişinin yakalandığı salgına neden oldu. SWW’nin sorumluluğunda olan bir su vanasında meydana gelen arıza hayvansal atıkların ve yeraltı sularının içme suyuna karışmasına neden oldu. Yaklaşık 16 bin kişiye su sağlayan bir şebekede ortaya çıkan kirlilik su kaynaklı bir parazit olan cryptosporidiuma ve dolayısıyla salgına neden oldu.

Şiddetli ishal ve kusma gibi belirtilerle aile hekimlerine çok sayıda kişinin başvurmasına rağmen SWW 14 Mayıs’ta musluk sularında bir sorun olmadığını ve güvenle içilebileceğini açıkladı. Ama salgının artık inkâr edilemez bir biçimde ortaya çıkmasının ardın U dönüşü yaparak 17 bin haneye musluk sularını kullanmadan önce kaynatmaları tavsiyesinde bulundu. Brixham, Boohay, Kingswear, Roseland ve kuzeydoğu Paignton’da okullarda içme suyu olmadığı için eğitime ara verilmek zorunda kalındı.

Parazitten kaynaklanan salgının belirtileri ve neden olduğu rahatsızlıklar arasında; şiddetli sulu ishal, mide ağrıları, bulantı, kusma, hafif ateş ve iştah kaybı var. Hastalık birkaç günde geçtiği gibi bir ay kadar da sürebilmekte. Salgına neden olan parazitin iki haftalık bir kuluçka dönemi olduğu için bölge halkı vaka sayısında yaşanacak artış nedeniyle endişeli. Salgın nedeniyle şebeke sularını kullanamayan bölgeye ziyaretçi ve turistlerin girmesi de engelleniyor. SWW bölge halkının mağduriyetini gidermek için üç su dağıtım noktası kurdu ancak, su dağıtma noktalarından sadece birisi kasabanın içinde. Bölge halkı bir taraftan salgınla baş etmeye çalışırken diğer taraftan kilometrelerce uzaklıktaki su dağıtım noktalarına gitmek zorunda bırakılıyor. Arabalarla gidilmek zorunda kalınan su dağıtım noktalarında hem uzun kuyruklar hem de yollarda trafik oluşuyor.

En az iki hafta daha sürecek salgına neden olan SWW, müşterilerine tazminat olarak sadece 15 sterlin layık gördü. Gelen tepkiler üzerine tazminatı 250 sterline çıkartan SWW geçen yıl hissedarlarına 166.3 milyon sterlin dağıttı. Birleşik Krallık’ın şebeke sularından kar eden diğer özel şirketler gibi SWW’de elde ettiği karı, temiz ve atık su altyapısını inşa etmek, bakımını yapmak için değil hissedarlarını zengin etmek için kullanıyor.

Devon bölgesinin ardından benzeri rahatsızlıklar 26 Mayıs’ta Londra’nın güneydoğusunda da görülmeye başlandı. Thames Water, düzinelerce kişinin mide krampları, kusma ve ishal nedeniyle rahatsızlandığını bildirmesinin ardından laboratuvar testleri için su örnekleri gönderdi. Thames Water’a ait şebeke sularını kullanan Beckenham sakinleri, günlerce kusma ve ishale neden olan bir mide hastalığına yakalandıklarını bildirdiler. Bu kişiler arasında günlerce kusan dört yaşında bir çocuk ile mide ağrısı, kusma ve dehidrasyon nedeniyle acile gitmek zorunda kalan yetişkin bir kadın da bulunuyor.

İngiltere’nin içme suları ve kanalizasyonları tüm varlıkları ve alt yapıları ile birlikte 1989 yılında Margaret Thatcher tarafından özelleştirilerek şirketlere peşkeş çekildi. 35 yıl içinde alt yapı için doğru dürüst kaynak ayırmayan ve devletten sürekli olarak kredi çeken şirketler hissedarlarına 72 milyar sterlin aktarmış durumda. İngiltere’nin sularının ve kanalizasyonlarının işletmelerini devralan şirketler, daha fazla kar elde etmek için her gün saatlerce, arıtılmamış kanalizasyon sularını ırmak ve denizlere döküyor. Son yıllarda giderek artan oranda ve tüm özel su işletmeleri tarafından kanalizasyon sularının yasadışı bir şekilde deşarj edilmesine Muhafazakâr hükümet göz yumduğu için, İngiltere’nin dere, ırmak ve suları hızla kirlenerek canlı yaşamını tehdit ediyor.

Bu şirketler yatırım yapmak için şimdiye kadar kamu kaynaklarından 60.6 milyar sterlin borç para aldı ve bu borcu hala ödemedi. Su ve kanalizasyon işletmelerini devralan bu şirketlerin insan sağlığını ve yaban hayatını hiçe sayan pratikleri, ihtiyaç duyulan yatırımların yapılmaması ve faturaların her yıl artması nedeniyle halk suların tekrar kamulaştırılmasını talep ediyor. 2017 yılında yapılan bir anket, suların kamulaştırılmasını isteyenlerin oranının yüze 83 olarak gösterdi. Aynı yıl Greenwhich Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma, suların kamuda kalmış olması halinde kullanıcıların yıllık olarak 2.3 milyar daha az ödeyeceğini ortaya koydu. Özelleştirme anlaşmalarına eklenen, kamulaştırma için verilmesi gereken ihbar süresi, 25 yıl gibi absürt bir süre olarak belirlendiği için bu şirketlerin kamulaştırma gibi bir korkuları da yok. Bu şirketlerden en büyüğü olan Thames Water yaptığı devasa karlara rağmen devletten aldığı borçların 14.7 milyar sterline ulaşması nedeniyle iflas etmek üzere.

Önceliği kar olan özel şirketlerin insafına terk edilen İngiltere’nin içme suları, ırmakları, dereleri, denizleri kanalizasyon atıklarının arıtılmadan doğrudan sulara dökülmesi nedeniyle hızla kirleniyor ve zamanında önlem alınmazsa Devon ve Londra’nın güneydoğusunda ortaya çıkan salgın tüm ülkeye yayılabilir.

 

Ruanda Yasası genel seçimler nedeniyle askıya alındı

0

25 Nisan’da Kraliyet onayı alarak resmileşen Ruanda Yasası ya da tam adıyla Ruanda Güvenliği (İltica ve Göçmenlik) Yasası 2024 (Safety of Rwanda (Asylum and Immigration) Act 2024) ulusal ve uluslararası çapta en çok tartışılan ve itiraz edilen yasalardan biri oldu. Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi dahi, Ruanda güvenli bir üçüncü ülke olmadığı için hükümetin planına karşı çıktı. Lordlar Kamarası da yasa tasarısına çok sayıda itirazda bulundu. Her dönem göçmenlik karşıtlığı üzerinden kendisine yöneltilen eleştirileri engellemeye çalışan Muhafazakâr Parti, tüm itirazlara rağmen Ruanda Yasasını çıkarttı. Yasayla birlikte Muhafazakâr Parti’nin; İngiltere topraklarına ayak basan sığınmacıları Ruanda’ya göndermesinin önündeki tüm yasal engeller de kalkmış oldu.

Birleşik Krallık’a sığınma talebinde bulunan on binlerce göçmenin kâbusu haline gelen Ruanda Yasası, ilan edilen genel seçim ile birlikte şimdilik askıya alınmış durumda. Ruanda’ya sığınmacıları taşıyacak ilk uçak için hazırlıklarını Temmuz sonrasına yapan Muhafazakâr Parti, alınan seçim kararı ile birlikte, seçimlerden önce hiç kimsenin Ruanda’ya gönderilmeyeceğini de duyurdu. Seçimlerde çıkardığı yasaya yaslanacağından ve rakiplerini de bu yasa üzerinden sıkıştıracağından kuşku duyulmayan Muhafazakâr Parti, seçimi kazanması halinde Ruanda yasasını en kısa zamanda hayata geçirmede kararlı. Seçimleri kazanma ihtimali yüksek olan İşçi Partisi’nin Lideri Sir Keir Starmer ve Gölge İç İşçileri Bakanı Yvette Cooper katıldıkları radyo programlarında ve kendiler ile yapılan röportajlarda Ruanda Yasası’nı uygulamayacaklarını ve kaldıracaklarını beyan ettiler. Ama yasanın ne zaman fesih edileceğine dair bir tarih de vermiş değiller. Eğer Muhafazakâr Parti’ye seçimleri kazandıracak bir mucize olmazsa, sığınmacılar açısından Ruanda tehdidi kalkmış olacak ama oturum alabilmeleri önündeki zorluklar devam edecek. Diğer taraftan İşçi Partisi’nin sınır güvenliğini arttıracak önlemleri ile birlikte Manş Denizi’ni plastik botlarla geçmeye çalışan sığınmacıların hayatta kalma riski daha düşecek.

Seçimler ile birlikte, Ruanda yetkileri kapsamında kamplara alınan sığınmacıların çoğunluğu kefaletle serbest bırakılmaya başlandı. Çünkü bu kişilerin sınır dışı edilmeleri ‘‘hemen’’ (acil) olmayacağı ve herhangi bir tarih teyit edilmediği için tutulmalarının gerekçesi ortadan kalkmış oldu.

Şimdilik uygulanmayacak olsa da İçişleri Bakanlığı’nın yayınlamış olduğu kılavuza göre Ruanda’ya gönderilme kriterleri; 1 Ocak 2022 tarihinde veya sonrasında sığınma talebinde bulunmuş olmak, Birleşik Krallık topraklarına tehlikeli yollardan ulaşmak ve 18 yaşın altında bakmakla yükümlü olduğu çocuğunun olmaması. Bu kriterlere uyanlar önce gözaltına alınacak sonra da Ruanda’ya gönderilecek. Belirli bir süre gözaltında tutulmayanların Ruanda’ya gönderilmesi mümkün değil. Bir sığınmacının yasa uyarınca Ruanda’ya gönderilebilmesi için öncelikle bir gözaltı süresine tabi tutulması gerekmektedir. Birleşik Krallık’taki gözaltı merkezlerinin kapasitesi zaten neredeyse dolmuş durumda ve bu nedenle Ruanda’ya gönderilme riski olan herkesi gözaltına almak pratikte mümkün değil. Ayrıca Ruanda hükümetinin Birleşik Krallık’tan kaç sığınmacıyı kabul edeceğine dair raporlar da çeşitlilik göstermektedir. Hala net bir sayı teyit edilebilmiş değil. Kamuoyuna yansıyan rakamlar 2024 yılı sonuna kadar 200 ila 2,000 arasında değişiyor.

Ruanda’ya gönderilme tehlikesi şimdilik geçmiş olsa bile yukarıda belirtilen kategori içerisinde yer alan sığınmacılar acil bir durumda yardım için aşağıdaki kurumlara başvuru yapabilir.

Eğer gözaltına alınarak bir sığınmacı kampına kapatıldıysanız ve Ruanda’ya gönderilme kaygısı taşıyorsanız aşağıdaki kurumlarla iletişim kurabilirsiniz. Size gerekli olan destekleri vereceklerdir ve sizi savunacak bir avukat temin edeceklerdir. Eğer Brook House veya Tinsley İlticacı Gönderme merkezlerinde iseniz Gatwick Detainees Welfare Group’a bu 01293657070 numaradan ulaşabilirsiniz. Eğer Heatrow İlticacı Gönderme Merkezi’nde iseniz Detention Action’ı bu 08005872096 numaradan arayabilirsiniz. Eğer Harmondsworth, Colnbrook veya Yarl’s Wood İlticacı Gönderme merkezlerinde iseniz SOAS Detainee Support’u bu 07438407570 numaradan arayabilirsiniz. Eğer bunların dışında bir İlticacı Gönderme merkezinde iseniz Bail for Immigration Detainees’i bu numaradan 02074569750 arayabilirsiniz.

 

Ne bu göçmen işçilerin çektiği?

Birleşik Krallık İçişleri Bakanlığı’nın 2023 yıl sonu verilerine göre; toplum tarihimizin son 20 yılına damgasını vuran Ankara Anlaşmalılar 2002 – 31 Aralık 2023 arasında 43 bin 600’ü erkek 18 bin 600’ü kadın olmak üzere 62 bin 200 dolayında olduğu saptandı. Bu rakama çocukları da katarsak sayıyı 75-80 bin olarak öngörebiliriz. Türkiye’nin temsilcileri . 31 Aralık 2020’de de Brexit nedeniyle son bulan anlaşmanın yerini telafi edecek bir başka anlaşmadan söz ettiler ama “yalan” oldu.

Dostlar 1960’larda Londra’ya gelen mavi yakalı işçilerle kıyaslandığında çoğu beyaz yakalı mürekkep yalamış Ankara Anlaşmalılar için de hayat kolay olmadı. Ankara Anlaşmalılar geldiğinde Türkçe konuşan bir toplumu buldular. Konut sorunundan iş bulma çabalarına tutanacakları iyi kötü bir dal vardı. O dal “cürük” çıktı desem abartmamış olurum.

Sözüm bizim toplumdaki bazı işverenlere… İçinde yaşadığımız ülkede farklı bir ticari ahlaka sahip, yasa-kural tanımaz, kendisi emekçi kökenden olmasına karşın emeğe saygı duymaz, empati yapmaz, garibin halinden anlamaz ve para kazanma hırsı gözlerine sterlin işareti olan yansımış bir güruhtan söz ediyorum. Ankara Anlaşmalılardan bazıları salgın döneminde açlıkla sınandı, bir kısmı geri dönmek zorunda kaldı. Dil sorunundan dolayı kendi dilini konuşan patronların yanında çalışanlar ise büyük hayal kırıklığına uğradı. Kendi işini yapanlar ise 2024 İngilteresinde ortaçağı yaşadığını düşünür oldular.

Geçen gün Türkiye’de büyük işlere imza atmış ve resmi kurumlarda denetçilik yapmış Ankara Anlaşmalı bir inşaat mühendisi ile sohbet ettim. “Ben geri dönmek istiyorum fakat eşim çocukların hatırına dayanalım diyor” dedi. Proje çizerek iş yaptığı toplum üyelerinden alacaklarını tahsil edemediğinden dert yanan mühendis arkadaş, “Toplum üyelerinden alacaklarım var ama kiramızı ödeyemeyecek duruma düştük. Hocam sen gazetecisin lütfen söyle, bu nasıl bir ticari ahlak?” diye sordu.

Türkiye’de 1980’lerde enflasyonist dönemde alacaklarını ertelemek esnaf kurnazlığıydı. Ne kadar geç öderse o kadar kazancı çoğaltmış olurlardı. Bu sahtekarlık o dönemden günümüze genlerle taşındı sanki. Başkasının 10’a yapacağı işi 2’ye yaptırdığı mühendisin canına tak etmiş, tuzu kuru esnafın umurunda mı? Yazıklar olsun!

İngiltere’de kadınların 70’lerde büyük mücadeleyle kazandıkları “eşit işe eşit ücret” kavgasını şimdi tam 50 yıl sonra göçmenler vermeye çalışıyor. Toplumda faaliyet gösteren emek odaklı derneklerin biliyorum yükleri ağır ama bu konuyu da gündemde tutmaları gerekiyor. GİK DER’in 2022’de yaptırdığı araştırmaya göre; Londra’daki göçmen Türk ve Kürt işçiler düşük maaş alıyor, tatil ya da hastalık izni kullanamıyor, işçi haklarını bilmedikleri için de sömürüye maruz kalıyor.

Türkiye’de “Ooo Londra’da işiniz iş” diyen dostlarımıza “Aynı Ken Loach’un filmlerindeki gibi yaşıyoruz” diyorum. Eksiği yok, fazlası çok. İzlemeyen izlesin lütfen.

 

Hackney: ‘İsrail Silahlarına yatırım yapmayın, Hayfa ile Bağları Koparın ve Filistin ile kardeşleşin’

0

Filistin yanlısı protestocular son bir aydır Hackney Belediye Binası önünde kamp kurdu ve belediye taleplerini karşılayana kadar yerlerinde kalacaklarını söylüyorlar.

Renkli pankartlar ve çadırlar kuran ve müzik çalan protestocular 23 Mayıs’ta Hackney halktan da destek aldı ve bir dayanışma gösterisi yaptı.

Hackney Belediyesi’nin, işgal altındaki Filistin topraklarında ticari faaliyet yürüten şirketlerde 1.9 milyon sterlin değerinde pasif yatırımı bulunuyor. Protestocular belediyenin emeklilik fonu aracılığıyla yaptığı bu yatırımı geri çekmesini ve İsrail’in silahlanmasını finanse etmekten vazgeçmesini talep ediyor.

Protestocular tarafından elde edilen verilere göre, belediyenin emeklilik fonu şu anda İsrail Savunma Kuvvetleri’ne ekipman tedarik eden Elbit Systems’in 25,700 sterlin değerinde hissesini elinde tutuyor

Protestocular ayrıca Hackney ile İsrail’in Hayfa kenti arasındaki kardeşlik ilişkisinin de sona erdirilmesini talep ediyor.

Arapçada felaket anlamına gelen 1948 Nakba’sı sırasında Filistinliler hayatlarını kurtarmak için kitleler halinde Hayfa’dan kaçmış ya da Siyonistlerin toprakları kendilerine ait olduğunu iddia etmeleri üzerine İsrail tarafından zorla tahliye edilmişlerdi.

Onların çocukları ve torunları Gazze’de yaşayan mültecilerin büyük bir bölümünü oluşturuyorki bu mültecilerin birçoğunun son haftalarda İsrail hava saldırılarında bombalandığını gördük.

Hayfa, İsrail’in batılı destekçilerinden çok sayıda savaş mühimmatı taşıyan geminin yanaştığı bir liman kentidir.

The Citizen, Hackney Belediyesi’ne protestocuların taleplerini karşılayıp karşılamayacaklarını sordu.

Hackney’in Hayfa ile kardeş şehir olmasıyla ilgili olarak bir sözcü gazeteye, belediyenin “bağlantıları yönetmede aktif bir rolü olmadığını; uzun yıllar boyunca kurulan topluluk bağlantılarına dayalı olarak kendi kendini idame ettirdiğini” söyledi.

Tecrit çağrıları konusunda ise, sorumluluğun “emeklilik fonunun bu yardımları ödemeye devam etmek için yeterli getiri sağlamasını temin etmek gibi yasal bir görevi olan” Hackney emeklilik komitesine ait olduğunu eklediler.

İsrail yerleşimlerinde faaliyet gösteren şirketlerdeki dolaylı yatırımların emeklilik fonunun değerinin sadece yüzde 0,1’ini temsil ettiğini ve emeklilik sorumluluklarına ilişkin yasal rehberliği ihlal etmeden herhangi bir değişiklik yapılmasının olası olmadığını söylediler.

Ancak Hackney Belediyesi daha önce Ukrayna’nın işgalinin ardından Rus şirketlerine yatırım yapan hisse senetlerini elden çıkarmış ve bu konuda herhangi bir endişe duymamıştı.

 

Eğitim sorunları seçimin ana gündemi

Hükümetin 4 Temmuz’da genel seçimlere gideceğini açıklamasından sonra, kamuyu temsil eden sendikalar, kendi alanlarındaki sorunlarını ve derinliklerini açıklamaya devam ediyor. Bu konuda ilk adımı atan Ulusal Eğitim Sendikası (NEU), eğitimin içinde bulunduğu durumu şimdiye kadar yapılan araştırma ve raporlar ile gözler önüne sererek, eğitimin seçime katılacak tüm politik partilerin ilk gündemi olması konusunda uyardı.

Ülkenin mevcut eğitim durumunu sert bir şekilde eleştiren birçok rapor, öğrencilerin, öğretmenlerin ve eğitim kurumlarının karşılaştığı zorlukları gözler önüne sererek, on dört yıllık ihmal ve yetersiz finansmanın sonuçlarını açık bir şekilde ortaya koyuyor.

500.000 eğitim emekçisini temsil eden Ulusal Eğitim Sendikası (NEU), eğitimde yaşanan sorunlar ve endişelerini dile getirerek ve durumu düzeltmek için bir dizi acil talep sundu. NEU’nun açıklaması, bir sonraki hükümeti kurmayı hedefleyen herhangi bir partinin eğitim önceliğini somut ve kapsamlı önerilerle ele alması gerektiğini vurguluyor. “Bir sonraki hükümeti kurmak isteyen herhangi bir siyasi parti için eğitim öncelik olmalıdır. Okul öncesi eğitimden 16+’ya kadar olan eğitim sisteminin mevcut durumu, yıllarca süren sistematik yetersiz finansman ve ihmal nedeniyle “paramparça” ölmüş durumda” diyerek durumu özetleyen sendika genel sekreteri Daniel Kabede, “NEU Sendikası, manifestoların belirsiz vaatler ve parçalı çözümler yerine, hasarı tersine çevirecek anlamlı ve uygulanabilir öneriler içermesi gerektiğini” altını çizdi.

NEU sendikasının ve son dönemlerde okulların en endişe verici konulardan biri, okulların kronik yetersiz finansmanı olduğunu söylemek eminim kimseyi şaşırtmayacaktır. Ülkedeki ilkokul sınıf mevcudunun Avrupa’da en yüksek seviyede ve ortaokul sınıf mevcudu ise son kırk yılın en yüksek seviyesine ulaşması birçok ebeveynin yakinen tanık olduğu ve normalleşen bir durum. Öğretmenler, yetersiz maaşlar ve aşırı iş yükü ile büyük zorluklar yaşıyor olması, öğretmen işe alma, ya da işte tutma sayısında var olan hükümetin üst üste hedeflerinin altında kalmasına yol açtı. NEU, iktidara gelen parti kim olursa olsun, bu sorunları çözmek için eğitim çalışanlarının maaş ve çalışma koşullarında önemli değişikliklerin gerekli olduğunu belirterek siyasetçilerin dikkate almasını talep ediyor.

Özel Eğitim İhtiyaçları ve Engellilik (SEND) hizmetleri ve gençler için ruhsal sağlık desteği de acil dikkat gerektiren alanlar olarak öne çıkıyor. NEU, mevcut destek sistemlerini “neredeyse yok” olarak tanımlayarak, öğrencilerin karşılaştığı zorlukların daha da kötüleştiğini belirtiyor. Öğrencilerde ruhsal sağlık sorunlarının artmasında payı olan müfredat ve sınav sistemine de dikkat çeken NEU, bu sistemin değişmesini talep ediyor. Var olan müfredatın öğrencileri gelişme şansı tanımamasının yanında, onların gelişimini engelleyen bir müfredat ve sınav sistemi içinde olduğu vurgusu yapıyor. Ayrıca, birçok okul binasının fiziksel durumu da endişe verici. RAAC (Takviyeli Otoklavlanmış Gazbeton) ve asbest gibi sorunlar binaların kelimenin tam anlamıyla yıkılmasına neden olmaya devam etmesi, NEU’nin dikkat çektiği bir başka önemli konu.

Dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden birine sahip olan İngiltere’nin, içler acısı bir eğitim sistemi içinde olması bu ülkenin çocukları için karamsar bir tabloyu da gözler önüne seriyor. Hem var olan başbakan Rishi Sunak, hem de diğerlerinin dillerine dolamış oldukları, ‘dünya standartlarında’ eğitim sistemi, İngiltere’deki çocuklar uzaklaşan bir hedefin dışına çıkmıyor. Bunun böyle devam etmemesi için, başta eğitim çalışanların, yöneticilerin ve velilerin, bu seçimde seslerini ve seçme haklarını kullanmaları gelecek için önemli bir adım olacaktır.

Seçimlerde ailelere seslenen NEU genel sekreteri Daniel Kabede, “Mesaj açıktır: Eğitime yatırım yapmak şarttır. Yeni kurulacak hükümetin eğitime ve gençlerimize yatırım yapsın. Eğitimi değerli buluyorsanız, eğitim için oy verin. Çocuklarımıza hak ettikleri eğitimi verelim” diyerek herkesi duyarlı olmaya çağırdı.

Seçim boyunca eğitimin önemli gündemler içinde yer almasını sağlamak için çalışmalarına devam edecek NEU sendikası, siyasi partiler manifestolarında eğitime büyük bir yer ayırmaları konusunda uyardı. Yaklaşan seçim, uzun süredir devam eden sorunları ele almak ve ülkenin geleceğine anlamlı bir yatırım yapmak için önemli bir fırsat sunuyor. Bunu işçi, emekçi, yoksul ve göçmen çocuklar için ana gündem yapmak herkesin görevi. Oy kullanma hakkı olan herkesin, her fırsatta eğitimdeki sorunları dile getirmesi, herkesin geleceğine sahip çıkması için önünde duran önemli bir görev, bunu sahiplenelim.