Ana Sayfa Blog Sayfa 31

Londra’dan hahamlar: Filistinliler gibi biz de işgalci devlete karşıyız

İngiltere’de Yahudi toplumunun en yoğun yaşadığı Londra’nın Stamford Hill semtinde Haham Elhanan Beck ve Haham Haim Sofer’le İsrail’in Gazze saldırılarını konuştuk.


İngiltere’de Yahudi toplumunun en yoğun yaşadığı Londra’nın Stamford Hill semtinde Haham Elhanan Beck ve Haham Haim Sofer’le İsrail’in Gazze saldırılarını konuştuk. Hahamlar, kendi bölgelerinde yaşayan 20 binden fazla Yahudi’nin çoğunun İsrail’e karşıtı olduklarını ve Filistin topraklarından çekilmesi gerektiğini savunduklarını açıkladılar.

İŞGALCİ DEVLETE KARŞIYIZ

Öncelikle Londra’da yaşayan Yahudi toplumunun 7 Ekim ve sonrasına ilişkin reaksiyonunu öğrenmek istiyorum. Tepkiler neler?

Haham Beck: Londra’da, Stamford Hill’de Yahudi toplumunun hemen hemen hepsi siyonizme karşıdır. Burada binlerce aile, yüzlerce okul ve kurum var. Hiçbirinde İsrail bayrağı göremezsiniz. Çünkü İsrail devleti onların umurunda değildir. Hatta barış içinde, kan dökülmeden İsrail devletinin son bulmasını, yok olmasını istiyorlar.

Tamamen İsrail devletine karşılar mı?

Haham Beck: Evet. Çoğunluğu öyle. 6-7 tane sinagog var bu bölgede ve en az 1000 kişi her seferinde ibadet ediyor. Hiç biri İsrail devletini savunmaz. Çünkü İsrail devleti Yahudileri temsil etmiyor. İsrail devleti siyonizmi temsil ediyor. Siyonist İsrail devleti, Yahudi dinini kullanarak katliamlar yapıyor ve Filistin halkının topraklarını işgal ediyor. Filistinliler gibi biz de böyle bir işgalci devlete karşıyız ve sonunun gelmesi için dua ediyoruz.

İNSANLARIN ÖLDÜRÜLMESİ VE TOPRAKLARININ ÇALINMASI EN BÜYÜK GÜNAHTIR

Bir röportajınızda, “İsrail devleti tüm dünyadaki Yahudiler için en tehlikeli devlettir” demiştiniz. Bunu, İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarından dolayı mı söylüyorsunuz?

Haham Beck: İsrail’in Filistin halkına saldırıları gerçekten büyük bir haksızlık ve suçtur. İnsanların öldürülmesi ve topraklarının çalınması en büyük günahtır. İsrail, “Yahudiler için güvenli bir bölge yaratmak istiyoruz” iddiasında. Ama gerçek bu değil. Zaten Yahudilerin büyük bir bölümü sürgünde. Avustralya’dan ABD’ye, Güney Afrika’dan Avrupa’ya kadar.

Bakın, şu anda dünyanın en tehlikeli yeri İsrail devletinin olduğu yerdir. Yahudilere barış içinde yaşayacakları bir bölge sunmadıkları gibi, kuruluşundan bu yana kan ve ölüm saçıyor. Dünyanın başka yerlerindeki Yahudiler barış içinde yaşarken, İsrail devletinin olduğu yerde Yahudiler hiçbir şekilde güvende değiller. Bu da gösteriyor ki; İsrail devleti Yahudiler için en tehlikeli devlettir. Örneğin ben İngiltere’de yaşıyorum ve barış içinde yaşıyorum. ABD’de yaşayan Yahudiler barış içinde yaşıyorlar.

Peki ABD ve İngiltere’nin bu devletin güçlenmesinde payı yok mu?

Haham Beck: Elbette var. İsrail devletine destek veriyorlar. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilerin yaşadıkları onların bu desteği vermelerini sağlıyor.

Sizce desteğin nedeni bu mu?

Haham Beck: Tabii ki başka nedenler de olabilir. Bizim dini inancımıza göre yaşadığımız ülkede devlete karşı çıkmamak vardır. Sürgünde olduğumuz ülkedeki hükümetimize karşı konuşmak istemem.

SİYONİZMLE BİRLİKTE SORUNLAR BAŞLADI

Sizce 7 Ekim Hamas saldırıları sorunu büyüttü mü? Geçmişte yaşananlar dikkate alınmalı mı?

Haham Sofer: Bizim inancımıza göre biz Yahudiler hangi ülkenin sınırları içinde yaşıyorsak onlara sadık olmalıyız. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde Yunanlar ayaklanıp bağımsızlık istemişlerdi. Birçok Yahudi de böylece siyonist düşünceyi dile getirmeye başladı. Kendi topraklarına sahip olmasını. 1840’larda Yahudiler Filistin topraklarına dini amaçlarla göçlere başladıklarında Osmanlı bunu sorun olarak görmedi. Binlerce Yahudi Kudüs’e göçtü, sinagoglarını kurdu. Filistinlilerle kardeşçe yaşadı. Ama siyonizmle birlikte hedef değişti. Dini saikler yerine ‘Bu topraklar iki bin yıl önce bize aitti, neden biz de kendi topraklarımızda kendi vatanımızı kurmayalım’ demeye başladılar. Osmanlı, hedefin değiştiğini görünce bu göçe yasak getirdi. Gelenler siyonistlerdi ve topraklarını almak istiyorlardı. Daha sonra yasa dışı göçler başladı, kendi kolonilerini kurdular. Siyonist Yahudiler İngilizlerle anlaşarak Filistin’de kendi ülkelerini kurmayı hedeflediler.

1948’de İsrail devleti kuruldu ve milyonlarca Filistinliyi topraklarından göçe zorladılar. Lübnan, Gazze, Ürdün gibi ülkelere. Buradaki topraklara el koydukları için artık Yahudileri düşman olarak görmeye başladılar. Ama bugün Filistin’deki ve İngiltere ve ABD’deki yüz binlerce Yahudi siyonist varlığa karşı çıkıyor, Filistinlilerle yan yana yaşamak istiyor.

Yani siyonizmin Ortadoğu’nun temel sorunu olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Haham Sofer: Evet. Çünkü siyonizm ortaya çıkan nefretten besleniyor. Yahudiler bulundukları ülkelerde yaşamakta zorlanıp Filistin’e göçsünler isteniyor. Siyonistler antisemitizmden faydalanmıştır hep. Böylece devletlerini, ekonomilerini, askeri kuvvetlerini güçlendirsinler istiyorlar.

İSRAİL’İN SİLAHLANDIRILMASI KİMSE İÇİN İYİ DEĞİL

Almanya’nın İsrail saldırılarına geçmişi işaret ederek verdiği destek ya da İngiltere ve ABD’nin İsrail devletine verdiği destek daha fazla soruna neden olmuyor mu?

Haham Sofer: Biz İngiltere devletine bize dinimizi özgürce uygulamamızı sağladığı için minnettarız. Ama hükümetin İsrail’i desteklemesi, silah sağlaması bu ülkeye de sorunları taşıyacaktır. Burada 6 milyon Müslüman yaşıyor ve bu tutumundan dolayı çok öfkeliler. Amerika’da da aynı şekilde. Bu desteğin hiçbir yararı olmadığı gibi, Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında nefrete yol açıyor, bu körü körüne destek buradaki Yahudiler için de iyi değil. Haham Beck’ın dediği gibi Yahudilerin hepsi siyonist olarak düşünülüyor ve hedef alınıyor. Ben de Filistin bayrağıyla “Filistin’e özgürlük” diye bağırdığımda şaşırıyorlar.

İsrail’in silahlandırılması hem Filistin’deki hem diğer ülkelerdeki Yahudiler için, hem de Filistin’deki Müslümanlar için daha fazla soruna yol açacaktır. Ne yazık ki Gazze’de Holokost benzeri bir durum söz konusu. 16 bin kişi, 8 bin çocuk öldürüldü. Bu Holokost’tur, haramdır. Özellikle de bize kapılarını açan insanlara bunu yapmak kesinlikle yanlış. İngiltere ve Amerikan hükümeti, bu devleti silahlandırmaya son vermelidir. Filistinlilerle anlaşmanın yolları aranmalıdır. Hahamımızın dediği gibi, dünya devletlerinin garantisi altında Filistin devleti içinde barış halinde yaşayacak şekilde. Tıpkı Güney Afrika’da siyahlar yönetimi aldığında intikam girişimlerine meydan vermeyecek bir sistem oluşturulduğu gibi, burada da aynı güvenceler sağlanabilir. Aynı anlaşma çerçevesinde, siyonist devletin daha önce göçe zorladığı Filistinlilerin de topraklarına dönmesini sağlayacak şekilde. Böylece eskiden olduğu gibi Müslümanlarla Yahudiler dostça bir arada yaşayabilir.

Çözüm siyonist İsrail devletinin barışçıl bir şekilde ortadan kaldırılmasıdır… Müslümanların ve Yahudilerin ortak iyiliği için İsrail devletinin parçalanması sürecinde müzakereler yürütülmesinde rol oynayabilir.

YAHUDİLER VE MÜSLÜMANLAR FİLİSTİN’DE BARIŞ İÇİNDE YAŞAYABİLİR

Sizi burada birçok gösteride gördüm, özellikle cumartesi günleri gösteriler yapıyorlar ama yine de siz ve birçok arkadaşınız oraya geliyorsunuz, bu gösterilere katılmanızın nedeni ne?

Haham Beck: Bütün cinayetleri benim adıma, Tanrım adına işliyorlar. Tanrı’nın çocukları böyle davranıyor, bu delilik. En azından birlik içinde Filistinlilere desteğimizi gösterebiliriz. Stamford Hill’de neler oluyor, insanlar İsrail devletine karşı. Ama kimse bunu bilmiyor, dediğiniz gibi herkes Yahudileri ve siyonist devleti aynı sanıyor ve bu yüzden Yahudilerden nefret ediyorlar. Bizim görevimiz ortaya çıkmak ve dünyaya bunların aynı olmadığını ve sesimizin duyulmadığını göstermek.

Haham Sofer: Gösterileri haber yaptılar ama Yahudileri rapor etmediler çünkü tüm Yahudileri temsil ettiklerini göstermek istiyorlar ve Filistinlileri destekleyen Yahudiler olduğunu, masum Filistinlilerin öldürülmesini kınadıklarını ve bu toprakların Filistin halkına ait olduğu fikrini desteklediklerini ve Filistinlilerle tek bir yargı alanında mutlu bir şekilde yaşamaya hazır olduklarını göstermek istemiyorlar. Bu da siyonist devletin ayaklarının altındaki halıyı çekip alıyor. Siyonistler Yahudileri korumak için burada olduklarını iddia ediyorlar. Bizim sizin korumanıza ihtiyacımız yok. Sizin korumanız pek çok insan için yıkım, nefret, ölüm ve keder demek. Size ihtiyacımız yok. Biz 120 yıl önceki aileler gibi barış içinde yaşadığımız günlere geri dönmek istiyoruz. Çünkü böyle bir tablo siyonizmin tüm temellerini yıkar. Dünyaya ne kadar yıkım getirdiğinize bir bakın…

Haham Beck: Sosyal medya için de önemli, İsrail devletine karşı sesimizi yükseltmek için elimizden geldiğince sokağa çıkmamız önemli.

Biz sadece öldürmenin bizim adımıza olmadığını söylemiyoruz. Cinayetlere karşı çıkıyoruz. Kutsal kitaplar, Tevrat masum insanların öldürülmesine karşı çıkıyor, topraklarının çalınmasına karşı çıkıyor, ordularının öldürülmesine karşı çıkıyor, çünkü bir orduya sahip olma hakları var. Müslümanların öldürülmesi Yahudi Tevrat’ına, uluslararası hukuka ve insanlığa aykırıdır.

Haham Sofer: Siyonist devletin kendini savunma hakkı yoktur. Bu, Yahudilerin öldürülmesini desteklediğimiz anlamına gelmiyor, tabii ki hayır. Siyonistler Filistinlileri öldürüyor ve buna meşru müdafaa diyorlar, bu yanlış. Yahudilerin sürgünde oldukları yerde bir orduya sahip olma hakları yoktur. Bu ordu sadece savaş suçu işleyen bir terörist ordusudur. Siyonist hükümet işlediği suçlardan dolayı Lahey’e, Hollanda’ya, yargıçların önüne çıkarılmalıdır, bu İnsanlığa aykırıdır, Tevrat’a aykırıdır, uluslararası hukuka aykırıdır, insanlığa aykırıdır ve bu yüzden Filistin’i savunuyoruz.

Haham Beck: Çözüm konusunda, biz siyasetçi değiliz, Tevrat kutsal kitabında Tanrı’ya karşı gelen başarıya ulaşamaz diyor. İsrail devleti de Tanrı’ya karşı gelmektir. Başarıya ulaşamaz. 75 yıldır devam eden yapı sona ermelidir. Biz iki devletli çözümü desteklemiyoruz. Çünkü bu adil değil. Başkasının evine el koyuyorsunuz.

Filistin’in bölünmesi planında, ki biz bu planı desteklemiyoruz, toprakların yüzde 55’i Yahudilere, yüzde 45’i Araplara verilecekti. 1948 savaşında yüzde 78’e el koydular. 1967’de hepsini aldılar. İki devletli çözüm yanlış, çünkü 7 milyon Filistinlinin hakkını ihlal ediyor.

Yani siz bir Filistin devletini destekliyorsunuz, Filistin devleti altında yaşamak istiyorsunuz çünkü buranın Filistin toprağı olduğuna inanıyorsunuz, doğru mu?

Haham Beck: Evet kesinlikle. İsrail 75 yıldır var. Bu süre içinde birçok devlet kuruldu, belki 50-60. Hepsinde barış var. Ama İsrail’de bir tek gün bile barış olmadı bu 75 yılda. Neden peki? Tanrı’nın işi. Ona karşı isyan hiçbir zaman başarıya ulaşamaz. Biz buradaki topraklarda, nehirden denize kadar uzayan bir Filistin devletini destekliyoruz. Ve Yahudiler ve Müslümanlar burada barış içinde yaşayabilir.

 

DAY-MER Başkanı Aslı Gül’den kongreye çağrı: Elimizdeki en önemli güç, dayanışma ve örgütlenmek

Türk ve Kürt Toplumu Dayanışma Merkezi (DAY-MER), önümüzdeki iki yılda yapacağı çalışmaları planlamak ve yeni yönetim kurulunu seçmek üzere 4 Şubat’ta kongresini yapacak. Dernek başkanı Aslı Gül, son iki yıllık süreçteki çalışmaları, Britanya’da yaşayan Türkiyeli göçmen emekçilerin sorunlarını ve geleceğe yönelik hedefleri değerlendirdi.

– Son kongrenizden bu yana geçen iki yılda İngiltere’de hem siyasette önemli gelişmeler yaşandı hem de hayat pahalılığının arttığı koşullarda birçok sektörde grevler oldu. Day-Mer bu gelişmelerin neresinde yer aldı? Türkiyeli işçi ve emekçilerin ve üyelerinizin gündemine bu gelişmeler ne düzeyde girdi?

Evet, son iki yıl içinde işçi ve emekçilerin yaşam koşulları daha da ağırlaştı. Özellikle pandemi sırasında özellikle şirketlere dağıtılan milyonlarca sterlin, başta gıda, giyim, ulaşım gibi temel ihtiyaçlar olmak üzere birçok alanda fiyat artışlarına ve enflasyona yol açtı. Ücretlerin enflasyon altında ezilmesi, bazı iş kollarında çalışma koşullarının ağırlaştırılması sonucu bizlerin yaşam koşulları kötüleşti. Dolayısıyla iletişimden, ulaşıma, sağlıktan eğitime birçok kamu ve özel sektörde grev oylamalarında ezici çoğunlukla evet kararı çıktı. Son 50 yılın en yaygın ve kitlesel grevlerini yaşadık bu süreçte.

Day-Mer olarak özellikle antipropagandası yapılan iletişim, sağlık ve diğer sektörlerde neden greve çıkıldığı ve emekçilerin taleplerinin neler olduğuna dair toplantılar yaptık. Sosyal medya ve yerel gazetelerde yapılan grevlerin duyurusu, talepleri ve grev ziyaretlerini yaygın bir şekilde paylaştık. Kahvaltılarımızda, kendi yaptığımız ve bizim dışımızda yapılan etkinliklerde de grevdeki emekçilerin talepleri ve neden desteklememiz gerektiğine dair yazılı sözlü bilgilendirmeler yaptık. Yapılan zamlar, hayat pahalılığı, ücretlerin düşüklüğü bu sorunlar Türkiyeli işçi ve emekçilerin, dolayısıyla üyelerimizin de sorunları. Grev olan sektörlerde de az da olsa çalışan Türkiye kökenli göçmen emekçiler var, örneğin postacılar, öğretmenler, hemşireler, otobüs şoförleri gibi. Örneğin postacıların grevinde grevde olan postacı arkadaşımızın ve sendika temsilcisinin katılımıyla derneğimizde toplantı gerçekleştirdik bu süreçte. Sonuç olarak, istediğimiz düzeyde Day- Mer olarak grevlerin merkezinde yer alamasak da, parçası olmaya çalıştık. Grevde olan işçilerin taleplerinin ve kazanımlarının bizim de taleplerimiz ve kazanımımız olduğunu etkili bir şekilde anlatmaya çalıştık.

– Yerli ve göçmen emekçilerin ortak mücadelesine Day- Mer özel bir önem veriyor. Türkiyeli göçmenleri temsil eden bir dernek olarak bu konuda neler yaptınız?

Önceden belirttiğim gibi hayat pahalılığı, çalışma koşullarının kötüleşmesi, ücret düşüklüğü greve çıkılmasına sebep olan sorunlar, biz Türkiye kökenli göçmen emekçilerin de yaşadığı sorunlar. Ek olarak Muhafazakar Parti’nin uyguladığı göçmen karşıtı söylem ve propaganda, ırkçı söylem ve eylemlerin artmasını da beraberinde getiriyor. Dolayısıyla hem yerli emekçilerle yaşanan sorunların aynı olması, hem de hükümetlerin emekçileri bölmeye yönelik yaptığı göçmen karşıtı ve ırkçı propagandaya karşı ortak mücadele bizim panzehrimiz. Bu önümüzdeki süreçte daha da önem kazanıyor zira ekonomik olarak yaşanacak krizlerde ve süren savaşlarda emekçilerin mücadelesini bölmeye yönelik uygulamalar dünyanın bir çok yerinde sermaye kesiminin sözcüsü hükümetler tarafından uygulanan bir politikadır. Dolayısıyla yerli ve göçmen emekçilerin sorunlara karşı ortak mücadelesi hayati önemde. Biz yaptığımız basın açıklaması, toplantılar, eylemler ve çağrılarda her zaman buna özel bir vurgu yaptık. Festivallerimizde ve İngiltere’deki gündem ve gelişmelerle ilgili yaptığımız panel ve toplantılarımızda mutlaka mücadeleci yerli ve diğer göçmen sendikacı ve sivil toplum kuruluşlarından temsilcilerin olmasına özel önem vermeye çalışıyoruz. Savaş karşıtı Stop the War koalisyonu ve ırkçılığa karşı Stand up to Racism gibi örgütlerin merkezi ve yerel örgütlenmelerinde yer alıyoruz ve çalışmalarına katılıyoruz.

– Son iki yılda Rusya- Ukrayna savaşına ve İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarına tanık oluyoruz. Savaş karşıtı eylemler, İsrail ve onun en büyük destekçilerinden İngiltere’yi protesto ve Filistin’e destek eylemleri, birçok ülkeye kıyasla İngiltere’de çok daha kitlesel ve süreklilik gösteriyor. Bu eylemleri ve Day-Mer’in katılımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sürekli ve güçlü bir savaş karşıtlığı var Britanya’da. Stop the War Koalisyonu’nun sürekliliğini korumasının da bunda payı büyük. Özellikle Avrupa’da Ukrayna-Rusya savaşıyla ilgili hem NATO’nun genişletilmesine ve savaş kışkırtıcılığına hem de Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline karşı bir duruş sergiledi ve baskılara rağmen geri adım atmadı. Bu taleplerle yürüyüşler düzenledi bu dönemde ve biz de hem bu yürüyüşlere katılım noktasında çağrılar yaptık, yürüyüşlere katıldık hem de konuşmacı olarak yer aldık. Derneğimizde bu konu ile ilgili toplantılar yapıldı. Aynı şekilde Gazze’ye ve Filistin halkına yönelik soykırıma varan saldırıların başlamasından itibaren güçlü ve her hafta artan kitlesellikle eylemler, toplantılar, yürüyüşler, anmalar gerçekleşti ve hala gerçekleşiyor. Day-Mer olarak Filistin sorunu ve bugünkü süreçle ilgili toplantılar yaptık. Hackney, Haringey ve Enfield başta olmak üzere üç bölgede yerel yapılan Filistin’e destek ve dayanışma yürüyüş, toplantı ve anmalara katıldık. Aynı şekilde merkezi olarak yapılan yürüyüşlere de çağrılarımızı yaptık ve katıldık.

– Day-Mer’in çalışmaları arasında Türkiye halklarıyla dayanışma da var. Depremzedelerle ve işçi ve emekçilerin mücadelesi ile ne tür dayanışmalar örgütlediniz?

Evet, maalesef 2023’te 6 Şubat depremi hepimizi derinden etkiledi. Bu süreçte halkları, dolayısıyla bizleri ayakta tutan dayanışmadır. Biz de en başta bunu yapmaya çalıştık. İstasyon önlerinde, büyük alışveriş merkezlerinde başta gençlerimiz ve kadınlarımız olmak üzere üye ve dostlarımızla iki hafta boyunca yardımlar topladık. Ölümlerin artmasında devletin çok geç müdahalesini özellikle yerli kamuoyuna duyurmaya çalıştık. Sadece sokaklarda değil, birçok İngiliz emekçiden bu süreçte hem maddi hem manevi destek ve mesajlar geldi. Örneğin Clapton kadın futbol takımı kendi aralarında topladıkları maddi desteği bize ulaştırdılar. Bir heyet ile deprem bölgesini ve yardımlarımızın ulaştırıldığı yerleri ziyaret ettik.

– İngiltere’de hayat pahalılığı giderek daha fazla hissedilirken, Türkiyeli toplumun önemli bir kesimi de hizmet sektöründe, asgari ücretin altında çalışıyor. Bu konuda yaptığınız çalışmalar var mı?

Evet, bununla ilgili olarak ülkenin en büyük sendikalarından UNITE ile ortak çalışmamız sonucunda Göçmen İşçiler, Gıda, Perakende ve Servis İşçileri Şubesi kuruldu. Sendika şubesinin çalışmalarında yer aldık. Hizmet sektörü Türkiye kökenli göçmen emekçilerin de yoğunlukta çalıştığı alanlardan biri ve hastalık ve tatil ödeneği olmaması, asgari ücretin altında çalışılması, zorbalık ve kötü muamele gibi sorunlar buralarda yaygın. Bu sorunlara karşı, özellikle bu sektörde işçilerin örgütlenmesinin merkezinde yer alacak bir sendika şubesinin kurulması ve üyelik çalışmasının parçası olmaya çalıştık bu süreçte. Özellikle iş yerlerindeki haklar ve sendika üyesi olmanın önemi ve kurulan sendika branşı ile ilgili çıkan materyallerin üç bölgede dağıtımına üyelerimizle katıldık.

– Kongrenizden sonra yeni dönemde hedefleriniz neler? İngiltere ve dünyada yaşanan gelişmelere bakarak kongrenizde Türk ve Kürt göçmen emekçilere nasıl bir çağrınız olacak?

Yerli ve göçmen emekçilerin yaşam alanları, çalışma ve yaşam koşullarının kötüleşmesine ve saldırılara karşı yaşadığımız semtlerde, eğitim, sağlık ve hizmet sektörü başta olmak üzere alanlarda sürdürülen çalışma ve ortak mücadele, önümüzdeki süreçte daha da yoğunlaşacağımız alanlar. Aynı şekilde göçmenlere, mültecilere karşı sürdürülen kara propaganda ve emekçileri bölmeye yönelik ırkçı politikalara karşı, yerli örgütlenmelerle birlikte merkezi düzeyde ve yerellerde sürdürülen çalışmaların parçası olmaya ve dünden daha fazla yer almaya devam edeceğiz. İşgallere ve savaşa karşı, savaş karşıtı hareketin de parçası olmaya ayrı bir önem vereceğiz. Bu, yerellerde Türkiye kökenli göçmen emekçi kitleye yönelik bilgilendirme, aydınlatma ve örgütlenme çalışmasına daha da yoğunlaşacağımız bir dönem olacak. Bu çalışmalarda gençlerimiz ve kadınlarımızın daha aktif katılımını sağlamak bir diğer hedefimiz. Çağrımız sürdürülecek bu çalışma ve mücadelede bulundukları sendikalarda, yerel örgütlenmelerde yerlerimizi almak, zira Day-Mer bu mücadelenin bir parçası ve Türkiye kökenli emekçilerin sesi ve temsiliyeti açısından önemli bir mevzi. Kongremiz son iki yılın değerlendirilmesi, önümüzdeki süreçte gelişmeler ve çalışmalarımızın kararlaştırılması, yerli ve göçmen kuruluşların temsilcileriyle yer alması açısından önemli bir platform. Kısacası artarak devam edecek saldırılara karşı elimizdeki en önemli güç dayanışma ve örgütlenmek. Yüz yüze olduğumuz sorunların boyutu karşısında ancak bir araya geldiğimizde bir güç olabilir, sesimizi duyurabilir, değişim sağlayabiliriz. Dolayısıyla çağrımız örgütlenmek olacak.

– Türkiyeli emekçilerin dikkatle takip ettiği bir kurumsunuz. Neden insanlar Day-Mer’in çağrılarına katılsın? Neden Day-Mer’e üye olsun?

Day-Mer din, dil, milliyet, cinsiyet gözetmeksizin, emeğiyle geçinenlerin ve ezilen halkların ve emekçilerin bir parçası. Yaşadığımız ülkede yüz yüze olduğumuz sorunlara karşı mücadele etmek isteyenler, kültürel, eğitsel, sosyal açıdan kendisini geliştirmek ve ifade etmek isteyen Türkiyeli emekçiler için bir mevzi. Yaşadığımız sıkıntılar yerli ve diğer göçmen emekçilerin yaşadıklarından çok farklı değil. Özellikle sistemin teşvik ettiği bencil, tüketime dayalı bir yaşam tarzının sonuçları olan yalnızlık duygusu, yaşam koşullarının ağırlaşması sonucu artan yoksulluk, bu sorunların yol açtığı ruhsal bunalım diğer toplumlarda olduğu gibi bizim toplumumuzda da var olan sorunlar.

Kısacası bu ülkede yaşıyoruz ve genel olarak emekçilerin yaşadığı sorunlardan muaf değiliz, bu ülkenin bir parçasıyız ve bu sorunlar bizi aynılaştırdığı gibi, sürdürülecek çözüm mücadelesi de bizi ortaklaştırıyor. Yalnız değiliz. Birlikte dayanışma halinde olmak, birlikte örgütlenmek, birlikte mücadele etmek bizi güçlendiren özelliklerimiz. Day-Mer emekçilerin çıkarlarını esas alan ve onların talepleri için mücadele eden bir dernek. Tüm bu nedenler ve daha da eklenebilecek noktalardan dolayı toplumumuz çağrılarımızı önemsiyor. Dolayısıyla başta Türkiye kökenli göçmen emekçilerin kendi örgütleri olan Day-Mer’e üye olmaları gerektiğini düşünüyoruz.

 

Yoksul öğrenciler öğün atlamak zorunda kalıyor

Geçtiğimiz ay sonuçları açıklanan bir ankette, Birleşik Krallık’taki çocukların, batı Avrupa’daki birçok diğer ülkeden daha fazla yoksul olduğunu ortaya koydu. Çocuklar yoksulluk nedeniyle öğün atlıyor.

Program for International Student Assessment (Pisa) tarafından yapılan ankete göre, Birleşik Krallık’ta, ortaokul çocuklarının %11’i haftada en az bir öğünü, yeterli yiyecek alacak kadar parası olmadığı için atladıklarını söyledi. Bütün ülkelerin ortalaması %8 iken Birleşik Kralık’ta bu oran %11.

Pisa raporu, “Dünyanın birçok yerinde ailelerin sofraya yemek koymakta zorlandığı bir gıda krizi yaşanıyor” dedi. “En zengin ülkelerden gelen milyonlarca öğrenci, sıklıkla beslenme konusunda zorluk yaşamaktadır.”

Rapora göre, öğrencilerin açken etkili bir şekilde öğrenmeleri mümkün değil.

Birmingham’daki Cockshut Hill ortaokulu müdürü Jason Bridges, BBC’ye, rakamların bir şok olmadığını ve 975 öğrencisinin üçte ikisinden fazlasının ücretsiz okul yemeği aldığını söyledi.

Bridges, Okulun vakfının da, ayrıca öğrencilere yatak, giysi, forma ve dizüstü bilgisayar sağladığını söyledi.

Okulların eğitim dışında birçok başka şeyden sorumlu olmak zorunda kaldığına vurgu yapan Bridges, ruh sağlığı sorunları ile birlikte diğer sorunlarda da büyük bir artış yaşandığına dikkat çekti.

 

Otopark ücretleri sağlık çalışanlarının sırtında büyük bir yük

Hastane çalışanları, hastalar ve ziyaretçiler, NHS yöneticileri tarafından uygulanan aşırı otopark ücretleri nedeniyle yılda 145 milyon sterlinden fazla park ücreti ödemek zorunda bırakılıyor.

Üç yüz bin işçiyi temsil eden hemşireler sendikası RCN tarafından yapılan bir araştırmaya göre, park ücretleri bir yılda %50 arttı. Sağlık çalışanları tarafından ödenen park ücretleri 2021/22’de 5,6 milyon sterlin iken 2022/23’te 46.7 milyon sterline çıktı. Bu ek giderin hastane ve sağlık personellerini işlerinden ayrılmaya zorlayabileceği uyarılarına yol açtı.

Park giderlerindeki artış, kovid pandemisi sırasında kaldırılan ücretlerin Mart’ta geri getirilmesinden sonra geldi.

University Hospitals Coventry ve Warwickshire NHS Trust, otopark gelirinden en fazla kazanan kurumlar olarak tespit edildi. Resmi verilere göre, bu hastaneler hasta otoparkından 5.2 milyon sterlin ve personelden 2.8 milyon sterlin elde etti. Hasta ve ziyaretçi otoparkından ise 1 milyon sterlinin üzerinde gelir elde eden 64 NHS Trust’lar arasındayer aldılar.

RCN İngiltere Direktörü PatriciaMarquis, “Hemşirelik personeli ve bakımçalışanlarının maaşlarının önemli bir kısmı artan otopark ücretlerine gidiyor,” dedi.

Marquis otopark ücretlerinin hemşirelerin hayatlarına etkilerini de şu sözlerle ifade etti: “Hemşireler, hastaları için her an orada olmak için çaba harcıyorlar – ve geç vardiya saatlerinde veya zor koşullarda çalışmak, toplu taşıma kullanmanın her zaman mümkün olmadığı anlamına geliyor. Ev ziyaretleri yapmak zorunda kalan hemşireler hastalara bakabilmek için yakıt masraflarını kendileri ödüyor. “Hükümet ve NHS, hemşireliğe yatırım yapmalı, aksi takdirde daha fazla kişi bu harika mesleği bırakacak – ve sonunda faturayı ödeyen hastalar olacak.”

2019’da Muhafazakârlar en çok ihtiyaç duyanlara otoparkları ücretsiz yapacaklarının sözünü vermişti. Ama muhafazakârlar, sağlık çalışanlarına verdiği değeri de bu sözü de çabuk unuttu.

 

TUC grev hakkını sınırlandıran yasaya karşı koyma kararı aldı

İngiltere Sendikalar Konfederasyonu TUC, hükümetin grev hakkını sınırlandıran Grev Yasası’na karşı eylem planını belirlemek üzere düzenlediği özel kongrede yasaya karşı koyma kararı aldı.

Artan hayat pahalılığına karşı ücret artışı talebiyle başta ulaşım, sağlık, posta ve eğitim olmak üzere birçok sektörde grevlerin geçen yıldan beri tırmanışa geçmesi üzerine Muhafazakar Parti hükümeti, Grev (Asgari Hizmet Düzeyleri) Yasası’nı çıkarmıştı.

Bu yasaya göre, hükümetin temel hizmetler olarak belirlediği sektörlerde (ulaşım, sağlık, sınır güvenliği, eğitim, vb.) çalışanlar grev kararı almış olsa bile asgari düzeyde hizmet sağlama ve işverenin çağırması halinde işe gitmekle yükümlü tutuluyor. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlerin işten çıkarılması mümkün olabiliyor.

TUC’nin yıllık olağan kongresi dışında 1982’den bu yana yaptığı ilk özel kongrede oybirliğiyle alınan kararla sendikalar, üyelerini grev kırıcılığı yapmaya çağırmayı reddedecek.

Yeni yasaya göre, grev sırasında çalışmaları için işverenin tebligat gönderdiği üyelerinin bunun gereğini yapmaları içinsendikaların “makul adımlar” atmasıgerekiyor. Ancak sendikalar buna uymayacaklarını taahhüt ettiler.

TUC’nin 15 eylem üzerinde mutabık kaldığı, grev sırasında işe çağrılan tüm işçilere destek olunacağı, yeni yasalara karşı hukuki mücadelenin sürdürüleceği ve işverenlerden grev sırasında işe çağrı tebligatları göndermemelerinin talep edileceği belirtildi.

Sendikaların kendi grevlerini kırmayı reddetmeleri durumunda büyük para cezaları ve mal varlıklarına el konulması tehdidi içeren yeni yasalar kapsamında herhangi bir sendikanın yaptırımla karşı karşıya kalması halinde, TUC yönetim kurulu acil olarak toplanarak etkilenen sendikaya “pratik, eylemsel, mali ve/veya siyasi destek” konusunu ele alacak.

TUC Genel Sekreteri Paul Nowak, İşçi Partisi’nin hükümete gelmesi halinde bu yasayı 100 gün içinde yürürlükten kaldırma taahhüdünü yerine getirmesi için baskı yapılacağını kaydetti.

‘Sendikalar direniş kampanyasının fitilini ateşledi’

Ülkenin en büyük sendikalarından Unite sendikası başkanı Sharon Graham sendikaların yasaları çiğneme konusunda adım atmaya hazır olması gerektiğini söyledi.

Graham, sendikal hareketin kendisinin yasayı yenilgiye uğratması gerektiğini belirterek “İşçi Partisi’ni bekleyemeyiz. Hele ki onlar Margaret Thatcher’dan ilham alıyorsa…” dedi.

Ulusal Eğitim Sendikası genel sekreteri Daniel Kebede ise yasayı “demokratik özgürlüklere karşı bizim dönemimizde yapılan en büyük saldırı” olarak nitelendirdi.

TUC başkanı ve İtfaiye Sendikası genel sekreteri Matt Wrack sendikaların “direniş kampanyasının fitilini ateşlediğini” söyledi:

“Bu yeni yasa, itfaiye ve kurtarma hizmetleri de dâhil olmak üzere pek çok sektörde grevleri yasaklamaya yönelik bir girişim. Sendikal hareket bu sonucu pasif bir şekilde kabul edemez ve etmeyecektir.

“En önemlisi, sendikalar üyelerinin grev kırıcılığı yapmalarını reddedeceklerini söylediler; bu da yasaya karşı açık bir meydan okuma eylemidir. Şimdi bu otoriter yeni yasaları kırmak için kitlesel bir direniş ve dayanışma hareketi inşa etmemiz gerekiyor.”

TUC Genel Sekreteri Nowak, özel kongrenin her işverene bir mesaj gönderdiğini belirterek, “Bir sendikaya işe dönme tebligatı gönderirseniz, grev hakkını tehdit ederseniz, 48 sendikayı yanıt vermeye hazır bulursunuz” dedi.

Kongre, bir sendikaya ya da bir çalışana tebligat gönderilmesi halinde acil bir gösteri çağrısında bulunmayı kararlaştırdı.

TUC, “asgari hizmet düzeylerine, sendikal kısıtlamalara ve grev hakkına yönelik her türlü tehdide karşı meydan okuyan bir muhalefet” sergileme çağrısıyla 27 Ocak’ta Cheltenham’da bir yürüyüş düzenleyecek.

 

Enerji Faturaları Yükselmeye Devam Ediyor

Enerji regülatörü Ofgem’in doğal gaz ve elektrik tavan fiyatlarını yükseltmesiyle, 1 Ocak itibariyle enerji faturalarına Britanya’da %5 zam geldi. Ofgem’in “küresel doğal gaz piyasalarında artan fiyatları” neden gösterdiği zamla ortalama bir hanenin enerji faturaları yılda £ 94 dolayında artacak.

Önceki yıllara göre daha ılıman geçiyor olmasına rağmen yılın en soğuk üç ayının başında gelen bu zam, Ofgem’in her üç ayda bir enerji şirketleri için belirlediği azami enerji birim fiyatları açıklaması sonrası geliyor. Bu artışla, 1 Ocak – 31 Mart dönemi için, faturalarını banka hesabından ödeyen (direct-debit) tipik bir hanenin gaz ve elektrik kullanımı için yıllık tavan fiyat £ 1,928 olacak; 2023’ün son üç ayında bu £ 1,834’tü. Ödemelerini postayla ulaşan faturalarla yapan ortalama bir hanenin ise yılda £ 2,058 ödeyeceği tahmin ediliyor. Kısmen bu nedenle de Ofgem açıklaması sonrası, yeni fiyatlar yürürlüğe girmeden, müşterilere en kısa sürede gaz ve elektrik sayaç oranlarını şirketlerine bildirmeleri çağrısı yapıldı.

Ofgem müdürü Jonathan Brearley yaptığı açıklamada birçok kimsenin “zorlu dönemler” yaşadığını, “faturalarda herhangi bir artışın kaygı verici olduğunu” kabul ederek, artışın”hepimizin ödediği bedele yansıtılması gereken” gaz ve elektriğin toptan maliyetinin artmasının bir sonucu olduğunu söyledi. Ofgem aynı zamanda enerji şirketlerine faturalarını ödemekte zorlanan müşterilerine yardım etmeleri çağrısında da bulundu.

Bu son zam, geçen Nisan, enerji şirketlerinin ödenmeyen faturalardan oluşan £3 milyarlık borçlarını toplamaları için Ofgem’in tavan fiyatlarını yükseltmeyi kararlaştırmasından sonra geliyor. Ofgem aynı zamanda şirketlere Nisan 2024 ile Mart 2025 arası dönem için bir defayla sınırlı olmak üzere, £16 yıllık bir tavan artışı da önerdi; şirketlerin bu artışla oluşturulan fonları da faturalarını ödeyemeyen müşterilerini desteklemek ve kötü borçlarını çözmek için kullanmalarını önerdi.

Bilindiği gibi tavan fiyatlarındaki artış, mutlak bir oran olmaktan çok birçok haneyi kapsayan bir ortalama; tavan fiyatları belirlenen enerji birim oranları ve şirketlerin müşterilerinden aldığı sabit hizmet ücretleri. Bu nedenle fatura oranları kullanıma bağlı: bir hane ne kadar çok enerji tüketirse, faturaları o kadar yüksek olur. Yaşanılan bölge de keza başka bir etken; çünkü elektrik fiyatlarındaki üst sınır Birleşik Krallık çapında biraz da olsa farklılıklar göstermekte.

Faturalardaki bu zam yaşanılan “geçim krizinin” sıkıntılarını artıracak gibi görünüyor. Maliye Bakanı Jeremy Hunt’ın konuyla ilgili bir açıklama ya da kamu desteği açıklamamış olmaması kamuoyunda bunun tartışılan göstergelerinden oldu. End Fuel Poverty Coalition kampanyası koordinatörü Simon Francis, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “zor durumdakiler her taraftan bir saldırıyla karşı karşıya. Kış sert bir şekilde ısırırken, Noel borçlarının ödenmesi gerekirken ve kapsamlı bir geçim krizi devam ederken enerji faturaları artıyor. Ofgem’in bu Ocak ayındaki fiyat artışını kaldırması gerekiyor” şeklinde konuştu. Francis, sorunun geçici bir kriz olmaktan çok, sonunun da görünmediğini sözlerine ekledi: “Ödenmesi zor enerji fiyatları kalıcı olacak ve 2024/25 kışında bile enerji faturalarının 2020/21 kışına göre %60 daha yüksek olması bekleniyor.”

Yine konuyla ilgili olarak halka danışmanlık hizmetleri veren Citizen Advice da, bu Noel döneminde, enerji borçları olan hanelere verdikleri destekte rekor kırdıklarını ve anahtarlı enerji sayaçları kullanıp ödeme yapmakta zorlanan daha da çok kişiye hizmet verdiklerini açıkladı. Warm Thıs Winter kampanyası sözcüsü Fiona Waters yaptığı açıklamada, “Bu soğuk ev krizinin önlenememesi, NHS üzerinde baskıya, akıl sağlığı felaketine ve soğuk, nemli evlerde yaşamanın neden olduğu ek kış ölümlerine yol açacaktır” şeklinde konuştu ve hükümete “zor durumdakiler için acil bir enerji tarifesi ve enerji borcu olanlar için geri ödeme desteği” yapma çağısında bulundu.

Bununla birlikte, cılız bir umut ve teselli olarak, son tahminler, tipik bir hane halkı için enerji faturalarının Nisan ayının başından itibaren, uluslararası gaz fiyatlarının son haftalarda düşüşünü yansıtarak £1,660’edüşeceğini; ardından Temmuz ayından itibaren £1,590’a ve daha sonra da, gelecek yıl Ekim ayından itibaren £1,640’a yükseleceğini gösteriyor. Bu tahmini yapan bağımsız araştırma kurumu Cornwall Insight,Ofgem’in enerji piyasalarını analizinde kullandığı yöntemleri kopyalayarak enerjitavan fiyatı tahminlerini hesaplıyor. Bu iyimser açıklamaları yapsa da önümüzdeki dönemde konuyla ilgili belirsizliğin süreceğinin yine kurumun baş danışmanı Dr Craig Lowreyözetliyor:”Uluslararası enerji piyasalarının son zamanlarda istikrara kavuşması, Nisan ayındaki tavan fiyat tahminlerine yansıdı … ancak tarih, toptan enerji piyasasının oldukça değişken olduğunu ve beklenmedik küresel olayların enerji fiyatlarında ani artışlara yol açabileceğini ve geçen bu dönemler gördüğümüz gibi, nihayetinde halkın faturalarına yansıdığını göstermiştir.”

 

Özak işçileri direnişe devam ediyor: Londra’da Levi’s mağazası önünde gösteri

Urfa’da BİRTEK-SEN’e üye oldukları için işten atılan ve 27 Kasım’da direnişe başlayan Özak işçileri; patronun, valinin ve jandarmanın tüm baskı ve engellemelere rağmen direnişlerini ilk günkü kararlılıkla devam ettiriyor.

Dünyanın dört bir tarafında dayanışma gösterileri yapıldı

Patronun arkasında hizalanan tüm otorite güçleri direnişlerini kırmaya çalışırken, dünyanın ve Türkiye’nin dört bir tarafından emek örgütleri ve işçiler, Özak tekstil işçilerinin direnişine destek oldu ve olmaya devam ediyor. Türkiye’nin onlarca kentinin yanı sıra İngiltere’de, Almanya’da, Hollanda ve İsviçre’de Özak Tekstil’in üretim yaptığı Levi’s mağazaları önlerinde protesto gösterileri düzenlendi. Direnişin 26. gününde direnişteki işçiler seslerini tüm dünyaya duyurmak, Levi’s ve patronları üzerinde baskı oluşturmak için sosyal medyadan #LevisTakeAction #ÖzakDirenişineSesVer etiketleriyle bir eylem düzenledi. İşçilerin çağrısına dünyanın dört bir yanından destek veren, mücadelesini sahiplenen, Levi’s’ın sorumluluk almasını talep eden binlerce paylaşım yapıldı. Paylaşım yapanlar arasında İngiltere’den sendikacılar, gazeteciler, otobüs şoförleri, kampanya gruplarının sözcüleri ve kurum temsilcileri vardı.

Londra’da da Levi’s mağazaları önlerinde gösteriler yapıldı

Özak işçileri ile dayanışmak ve kendisine üretim yapan işçilerin maruz kaldığı şiddet, baskı ve hukuksuzluğa sessiz kalmasını protesto etmek için Londra’da iki ayrı gösteri düzenledi. Türkiye Hakları ile Dayanışma Kampanyası SPOT tarafından çağrısı yapılan gösterilerin ilki 8 Aralık Cuma günü Levi’s’ın Great Marlborough Caddesi üzerindeki şubesi önünde yapıldı. Gösteriye, Ulusasl İşyeri Temsilciler Ağı, Unite Sendikası ve İngiltere Sendikaları Konfederasyonunun Güney Doğu Bölge temsilcileri de katılarak destek verdi. İkinci gösteri ise Noel’in arifesinde 23 Aralık Cumartesi günü Levi’s’ın Regent Street üzerindeki şubesi önünde düzenlendi. Her iki gösteride de Levi’s mağazalarına alışveriş için girenlere ve Noel alışverişi için sokaklarda olanlara dağıtılan bildiriler ve yapılan çağrılarla Levi’s ve Özak Tekstil patronları teşhir edildi, işçilerle dayanışma talep edildi.

Kadınlardan dayanışma kahvaltısı

Ayrıca direnişte olan işçilerle dayanışmak için Day-Mer üyeleri kendi içlerinde bir kampanya da yürüttü. Day- Mer Kadın Komisyonu’da Özak işçileri ile yapılan dayanışma kampanyasına bir kahvaltı düzenleyerek destek verdi. Kahvaltı aracılığı ile hem işçilerin direnişine dair güncel gelişmeler paylaşıldı hem de işçilerin acil ihtiyaçlarını karşılamaya destek olmak için maddi yardım elde edildi.

Özak işçileri, ilk günden itibaren seslerini sadece Türkiye’ye değil tüm dünyaya duyuran Evrensel’e yılın ilk günlerinde verdikleri röportajda direnişe devam ettirmedeki kararlılıklarını ortaya koydu. Özak patronun para vererek bölmeye çalıştığı direniş, tazminatlarını alan işçilerin de yeniden direnişe katılması ile ilk günkü kararlılıkla devam ediyor. Özak işçileri talepleri kabul edilinceye kadar direnişi devam ettirmekte kararlı.

Özak Tekstil işçiler, Hak İş’e bağlı Öz İplik İş Sendikası’ndan istifa edip BİRTEK SEN’e üye olukları için aylarca baskı ve mobbinge maruz bırakıldı. BİRTEK-SEN üyesi bir kadın işçinin işten atılması bardağı taşıran son damla oldu. Özak işçileri sendikalarının tanınması, işten atılan arkadaşlarının geri alınması, baskılar ve işten atmaların son bulması talepleriyle 27 Kasım’da başlattıkları direnişi kararlılıkla sürdürüyor.

 

Sığınmacıları Ruanda’ya göndermeyi amaçlayan planın ilk aşaması onaylandı

Aralık ayında Avam Kamarası’nda yapılan oylamada milletvekilleri, sığınmacıları Ruanda’ya gönderme planı doğrultusunda hazırlanan acil yasa teklifini 44 oy farkıyla kabul etti.

Yüksek Mahkeme, hükümetin yasa dışı yollardan gelen sığınmacıları Ruanda’ya gönderme planının yasalara aykırı olduğuna hükmetmişti.

15 Kasım’da kararını açıklayan mahkeme, Ruanda’da sığınma taleplerinin doğru bir şekilde karara bağlanamaması ve sığınmacıların ülkelerine geri gönderilme ve orada kötü muameleye maruz kalma riskine dikkat çekmişti. Yüksek Mahkeme, Ruanda’nın sığınmacıların güvenliğine dair vaatlerini bütünüyle yerine getirmeyen, imzaladığı anlaşmalara riayet etmeyen bir ülke olduğunu kaydetmişti.

Mahkeme, sığınmacıların ‘güvenli bir üçüncü ülkeye’ gönderilmesinin ise yasa dışı olmadığına hükmetti.

5 Aralık’ta Birleşik Krallık hükümeti Ruanda ile sığınma ortaklığının şartlarını belirleyen bir anlaşma imzaladı. Hükümet, Ruanda ile iltica sürecini güçlendirdiğini ileri sürdüğü bu anlaşma ile bu ülkenin “güvenli” olduğunu ilan ettiği yeni bir yasa teklifi hazırladı.

İki ülke arasında göç ve ekonomik kalkınma ortaklığı kapsamında Ruanda, Birleşik Krallık›ta başvuruları kabul edilemeyecek sığınmacıları kabul etmeyi üstlendi.

7 Aralık’ta hükümet, bu anlaşmanın uygulanmasını sağlamak üzere Ruanda Güvenliği (İltica ve Göç) Yasa Tasarısını sundu ve 13 Aralık’ta tasarı Avam Kamarası’ndaki ilk oylamadan geçti.

Hükümet, yeni yasanın Manş Denizi üzerinden botlarla ülkeye yasa dışı göçmen girişini engellemek üzere tasarlandığını, sığınma başvurusu yapanların Ruanda’ya gönderilmesi ve başvuruların bu ülkede değerlendirilmesini amaçladığını söylüyor.

Bu girişim için hükümet Ruanda’ya ödenen 140 milyon sterlin ve ödenecek 50 milyon sterline ek olarak 100 milyon sterlin daha ödeme yapma taahhüdünde bulundu.

İngiltere Barolar Birliği (Law Society) bu anlaşmanın Yüksek Mahkeme’nin dile getirdiği endişeleri yeterince gidermediğini açıkladı.

Tasarının, mahkemelerin kanıta dayalı bulgularını geçersiz kılmak ve yasal denetim sağlamasını engellemek için parlamentoda onaylatılarak tehlikeli bir yasal ve anayasal emsal teşkil etmesinden endişe duyduğunu kaydetti.

Sığınmacıların gönderildiği gemide bir ölüm

Hükümetin, sığınmacıları caydırma ve ‘otellerde konaklama masraflarını kısma’ planı kapsamında bekar erkek ilticacıları gemide barındırma girişimi ölümle sonuçlandı.

27 yaşındaki Arnavutluk vatandaşı sığınmacı Leonard Farruku, güneybatıda Dorset’e bağlı Portland limanında demirleyen Bibby Stockholm adlı geminin kamarasında 12 Aralık’ta ölü bulundu.

Yapılan ön soruşturmada, Farruku’nun ölümüyle ilgili şüpheli bir durum olmadığı, maktulün asılı halde bulunduğu belirlendi.

500 kişi kapasiteli Bibby Stockholm gemisine ilk sığınmacılar Ağustos ayında nakledilmiş, ancak su şebekesinde lejyoner hastalığına sebep olan bir bakteri bulunması üzerine boşaltılmıştı.

Ekim ayında sığınmacıların yeniden nakledildiği 200 odalı gemide 200 civarında sığınmacı olduğu tahmin ediliyor.

Farruku’nun İtalya’daki ablası, kardeşinin gemide koşulların fena olmadığı ama güvenlik görevlilerinin kendilerine “hayvan gibi davrandıklarını” söylediğini aktardı.

Aralık ayı sonunda yanlışlıkla basına sızan bir İçişleri Bakanlığı raporunda, sığınmacıların gemide barındırılmasının bekâr genç erkek sığınmacılara yönelik ayrımcılık potansiyeli taşıdığı ifade edildi.

 

Göçmen işçiler için vize kuralları değişiyor

İçişleri Bakanlığı, Birleşik Krallık’a yasal göçü azaltma planı kapsamında, nitelikli göçmen işçilerin sponsorlu çalışma vizesi ve aile vizesine yönelik değişikliklere gidileceğini açıkladı.

Buna göre, bu yıl Nisan ayından itibaren, nitelikli işçi vizesi için sponsor olunabilecek asgari maaş 26.200 Sterlinden 38.700 Sterline çıkarılacak. Normalde eş/partner vizesi için bir kişiye sponsor olmak üzere gereken asgari gelir seviyesi de aşamalı olarak 18.600 Sterlinden 29.000 Sterline, 2025 yılı itibarıyla da 38.700 Sterline yükseltilecek.

Hükümet Aralık ayı başında yaptığı ilk açıklamada, aile vizesi için şu anda 18.600 Sterlin olan gelir eşiğini 38.700 Sterline yükselteceğini duyurmuştu. Ancak eşiğin bir anda bu kadar yükseltilmesinin aile bölünmesine neden olacağı yönündeki tepkiler ve hükümete karşı davalar açılabileceği uyarısı üzerine, bu hedefe kademeli olarak geçileceği belirtildi.

Yeni göçmenlik kuralları hangi değişiklikleri içeriyor?

Çalışma vizesiyle Birleşik Krallık’agelmek isteyen çoğu kişi yine puana dayalı sistem (PBS) üzerinden vize başvurusunda bulunacak.

Tier 2 (Çalışma) Vizesi olarak da bilinen mevcut sisteme göre, çalışmak için ülkeye gelenlerin minimum 26.200 sterlin kazanmaları gerekiyor. Yeni kurallara göre bu rakam yaklaşık yüzde 50’lik artışla 38.700 sterline çıkarılıyor.

Nitelikli işçi vizesi için yükseltilecek bu eşik, sağlık ve bakım işçileri ile eğitim çalışanları için geçerli olmayacak. Ancak bakım işçileri aile fertlerini ülkeye getiremeyecek.

Aile vizesi başvurusunda sponsor olabilmek için kişinin gelirinin en az 29.000 Sterlin olması gerekecek. Bu miktar daha sonra 34.500 Sterline, 2025’te 38.700 Sterline yükseltilecek. (Yeni eşik sadece yeni başvurulara uygulanacak; mevcut aile vizesini yenilemek isteyenler yenigelir eşiğini karşılamak zorunda kalmayacak.)

İşgücü açığı olan meslekler listesinde yapılan değişikliklerle, denizaşırı ülkelerden gelen işçilere asgari maaş tutarının altında sponsorluğa izin veren işlerin sayısı önemli ölçüde azaltılacak.

Ülke dışından yüksek lisans derecesinde üniversite eğitimine gelenlerin mezun olduktan sonra iki yıllık sponsorsuz çalışmasına izin veren Lisansüstü vizesi konusunda değişiklik yapılıp yapılmayacağı gözden geçirilecek.

Geçen yıl Mayıs ayında yapılan değişiklikle bu vizeyle eğitim görmeye gelen yabancı öğrencilerOcak 2024’ten itibaren artık aile üyelerini getiremiyor.

İşgücü açığı olan meslekler listesi daralacak

“İşgücü açığı olan meslekler listesi” işverenlerin kilit sektörlerdeki boş pozisyonları doldurmalarına yardımcı olma amacı güdüyor.Bu işlerde daha düşük bir maaş eşiği uygulanıyor, bu da başvuru sahiplerinin vize almak için yeterli puan kazanmasını kolaylaştırıyor.

 

Az kazanan sevdiğine kavuşamayacak

Muhafazakârlar aile birleşimini zorlaştırıyor

Her seçim öncesinde göçmenlik karşıtı uygulama, açıklama ve vaatleri ile oylarını korumaya çalışan Muhafazakâr Parti, bu yıl yapılacak olan genel seçimler öncesinde aile birleşimi, öğrenci ve çalışma vizelerini zorlaştırarak göçmenlik karşıtı pozisyonunu devam ettirdi.

Aralık ayının son günlerinde İçişleri Bakanı James Cleverly tarafından aile birleşimi vizesi için şart koşulan maaş eşiğinin 18 bin 600 sterlinden 38 bin 700’e çıkartılacağı açıklaması, insan hakları savunucuları, göçmenlik kurumları ve kampanyalar tarafından ‘ırkçı ve sınıfsal politika’ olarak tanımlandı. Claverly, Birleşik Krallık’taki net göçmen sayısını azaltmak iddiası ile duyurduğu gelir eşiğini gelen tepkiler üzerine 38 bin 700’den 29 bin sterline çekmek zorunda kaldı. Alt seviyedeki içişleri bakanlarından Epsom Lord’u Sharpe tarafından açıklanan geri adıma, mevcut eşikle çalışan İngilizlerin %75’nin aile birleşimi şartını yerine getirebilmesine karşılık 38 bin 700 sterlin eşiği şartını yerine getirebilecek olanların oranın sadece %30’da kalması gerekçe gösterildi.

Arttırılan gelir eşiği uygulamasından olumsuz etkilenecek olanlar arasında İngiltere’de yaşayan Türkiye kökenli göçmenler de var. Başta eşleri olmak üzere sevdiklerini, aile bireylerini getirmek isteyenler daha fazla masraf ve on yıl oyunca devam edecek olan kısıtlamalara katlanmak zorunda kalacak.

Hükümet aile birleşimi için dayattığı maaş eşiğini kamu çalışanlarına ödemiyor

Aileler, çalışanlar ve öğrenciler için getirilen kısıtlama ve şartalar bizlere bir kez daha dünyanın en demokratik ülkelerinden biri olduğu öne sürülen İngiltere’de Muhafazakarların kendilerinin yararlandıkları olanak ve hakları; işçilere, emekçilere, göçmenlere ve onların çocuklarına çok gördüklerini açık bir biçimde ortaya koymakta. Üniversiteleri parasız okuyan Muhafazakâr Parti milletvekilleri tereddüt etmeden üniversite harçlarını dokuz bin sterline çıkardı. Seçim bölgelerindeki seçmenlerin yarısının bile katılmadığı seçimlerde %50’nin altında oy alarak seçilen Muhafazakâr Parti milletvekilleri, çıkarttıkları anti sendikal yasalarla greve gitme şartını; işkolunda çalışan işçilerin %50’sinden fazlasının grev oylamasına katılması ve grev kararının da yine %50’nin üzerinde oy alması olarak belirledi. Seçimlere uygulansa çoğunluğu milletvekili olma yeterliliğini sağlayamayacak olanlar kendilerinin uymadıkları kriterleri işçilere dayatmakta tereddüt etmiyor. Yine yakın zamanda çıkarttıkları Minimum Hizmet Yasası (Minimum Service Act) ile kilit konumdaki işçilerden greve çıktıklarında minimum servisin devam etmesini şart koşanlar; sağlık, eğitim, evsizlik gibi kronikleşmiş sorunlarda minimum hizmet sağlanabilmesinin koşullarını sağlayamamakta ve bunun için herhangi bir sorumluluk almamakta. Aile birleşimi vizesi için getirilen minimum gelir eşiği seviyesinde kamu çalışanlarına maaş vermeyen Muhafazakâr Parti, kendisinin çalışanlarına vermediği maaşı sevdikleri ile bir arada yaşamak için yapılan aile birleşimi vizesi başvurusu yapanlardan talep etmekte.

“Irkçı ve sınıfsal bir politika”

Aşamalı olarak 38 bin 700 sterline çıkartılacak olan gelir eşiğinin şimdilik 29 bin sterline çekilmesine dair bir değerlendirme yapan Göçmenlerin Hakları Ağı (Migrant’s Right Network) Başkanı Fizza Qureshi, atılan geri adımın sevdiklerine kavuşmaya çalışanları rahatlatmayacağını ifade etti. Qureshi ayrıca, “Bu hala, özellikle Birleşik Krallık’ın kırsal ve kuzey kesimlerinde birçok kişinin karşılamakta zorlanacağı yüksek bir maaş. … Gelir eşiğinin yükseltilmesi beyaz olmayan toplumları ve işçi sınıfından insanları etkileyecektir. Bu ırkçı ve sınıfsal bir politikadır.”

değerlendirmesinde bulundu.

Göçmenlere yüklenen zorluklar gelir eşiğinin arttırılması ile sınırlı değil

Hem yeni belirlenen gelir eşiği hem de atılan geri adıma dair bir değerlendirme de Reunite Families direktörü Caroline Coombs’tan geldi. Coombs, “ Noel’e günler kala ailelerin böylesine zihinsel ve duygusal bir kaosa sürüklenmesi çok çirkin. … 29.000 Sterlinlik eşiğin düşürülmesine yönelik bir başka son dakika duyurusu, eşlerine sponsor olmak zorunda olan çok sayıda İngiliz vatandaşına – özellikle de Londra dışındakilere – yardımcı olmayacaktır.” Değerlendirmesi ile gelir eşiğinin yükseltilmesini eleştirirken, atılan geri adımın yetersizliğine dikkat çekti. Coombs ayrıca göçmenlerin yüz yüze kaldığı zorlukların gelir eşiğinin arttırılması ile sınırlı olmadığını “(Göçmenler) NHS’i kullanmak için büyük bir sağlık ek ücreti ödüyorlar ve vizelerinin bir koşulu olduğu için sosyal yardımlara erişimleri yok- bu nedenle (gelir eşiğinin arttırılmasını) vergi mükelleflerini korumak için yapıldığını söylemek, kamuoyunun dikkatini dağıtmak için havayı bulandırmaktır.” sözleri ile açıklık getirdi.

Göçmenlik karşıtlığında Muhafazakar Parti ile rekabet halinde olan İşçi Partisi’nde hükümetin dayattığı gerçekçi olmayan gelir eşiğine dair bir açıklama gelmedi. Kamuoyu seçim araştırmalarına göre önde olan İşçi Partisi, puan kaybetmemek için sesiz kalarak dayatılan gelir eşiğine onay vermekte. İşçi Partisi adına tek açıklama Gölge İçişleri Bakanı Yvette Cooper’ın ‘kaos’ sözü oldu.