Ana Sayfa Blog Sayfa 9

Hackney Belediyesi çocuk merkezlerinin kapatılması konusunda hukuka aykırı davrandığını kabul etti

Belediye’ye karşı adli inceleme davası açmak için mücadele eden ebeveyn ve kampanyacılar, belediyenin tartışmalı teklifleri konusunda bölge halkına yeterince açık olmadığını kabul etmesini sevinçle karşıladılar. Kararın geri alınması, Royal Courts of Justice’ta yapılacak son duruşmadan bir gece önce gerçekleşti.

Ocak ayından bu yana ebeveynler, altı ay ile beş yaş arasındaki çocuklara uygun fiyatlı çocuk bakımı sunan Stoke Newington’daki Fernbank ve Haggerston’daki Sebright merkezlerinin kapatılması planına karşı çıkıyorlardı.

Rook Irwin Sweeney hukuk şirketi tarafından temsil edilen beş çocuk davacı ve aileleri, merkezlerin kapatılmasının 129 çocuk bakım yerinin kaybedilmesi anlamına geleceğini ve bunun da Hackney’deki tüm sübvansiyonlu kreş yerlerinde yüzde 25’lik bir azalmaya yol açacağını savunuyorlardı. Ayrıca, Belediye’nin bu yıl 31 Ocak ve 24 Nisan tarihleri arasında gerçekleşen danışma sürecinde alternatif seçenekler konusunda istişarede bulunmadığını ileri sürmüşlerdi.

Belediye, Sebright ve Fernbank için önerilen bu “yeniden yapılandırmanın”, kreş ücretlerindeki düşüş ve yüksek işletme maliyetlerinden kaynaklanan 1.07 milyon sterlinlik bütçe açığı nedeniyle tasarruf etme ihtiyacından kaynaklandığını söylemişti. Bu planlar, üç yıl içinde çocuk hizmetleri genelinde 4 milyon sterlin tasarruf sağlamaya yönelik bir stratejinin parçasıydı.

Avukatlar, danışma ile ilgili raporun tamamının beş çocuk ve aileleri dışında kimseye açıklanmadığını, ancak Hackney Belediyesi’nin “raporun tamamına ilişkin olarak danışanlara yeterince açık olmadığını kabul ettiğini” açıkladı. Bu girişimler sonucunda istişare iptal edildi ve Belediye tüm tarafların dava masraflarını ödemeyi kabul etti.

Belediye 5 Kasım’da yaptığı bir açıklamada, sübvansiyonlu çocuk bakımı konusunda tasarruf yapma ihtiyacının arkasında durdu. Ama bu vesileyle “çocuklara sunduğumuz hizmetleri gelecekte nasıl daha sürdürülebilir hale getirebileceğimize ilişkin yaklaşımımızı gözden geçirmek için kullanacağız” şeklinde bir açıklama da yaptı.

Yasal masraflarını karşılamak için Crowdjustice’ten para toplayan kampanya, ebeveynler, sendikalar ve aralarında Hackney Milletvekili Diane Abbott’un da bulunduğu yerel siyasetçilerden önemli destek gördü.

 

Belediye evlerinin satın alınması zorlaştırılacak

1980 yılında Margaret Thatcher tarafından başlatılan Right to Buy olarak bilinen belediye evlerini satın alma hakkı, İşçi Partisi tarafından zorlaştırılıyor. Mevcut düzenleme belediyeler tarafından tahsis edilen sosyal konutlarda yaşayanlara oturdukları konutları indirimli olarak alma hakkı veriyor. Londra için maksimum136 bin sterlin olan indirim 21 Kasım’dan itibaren 16 bin sterline düşürüldü.

Belediye evlerinin satışını teşvik eden yüklü miktardaki indirime, bu yılın Temmuz’unda iktidara gelen İşçi Partisi’nin 30 Ekim’de açıkladığı bütçe ile son verilmiş oldu. 21 Kasım itibarı ile sona eren indirimden yararlanmak isteyen binlerce belediye kiracısı Right to Buy başvurusunda bulundu. Üç hafta içerisinde yapılan başvuru sayısı birçok belediyede bir yılda yapılan başvuru sayısını aştı. Piyasa fiyatının altında biçilen konut fiyatının yanı sıra 136 bin sterlinlik yardımı kaçırmak istemeyen belediye kiracıları mortgage alma koşulları olmasa dahi başvurularını yaptı.

İşçi Partisi sosyal konutların satışını zorlaştırmak için indirime son vermenin yanı sıra yeni koşullar da getirmeye hazırlanıyor. Yapılması planlanan değişiklikler arasında oturduğu evi satın almak için bekleme süresinin üç yıldan on yıla çıkartılması ve yeni yapılan evlere taşınanlar için bu hakkın tamamen kaldırılması da var. Konutların satışı halinde belediyelerin yapmış olduğu indirimin iadesi için mevcut olan zaman aşımı süresi de 5 yıldan 10 yıla çıkartılacak. Yani belediyeden satın aldığı evi 10 yıl içinde satanlar yararlandıkları indirimi belediyelere iade etmek zorunda kalacak.

İngiltere ve İskoçya’da konut adaleti için kampanya yürüten Shelter Vakfı’nın Genel Müdürü Polly Neate, İşçi Partisi’nin Right to Buy hakkına yönelik reformlarını “olumlu ama yetersiz” olarak değerlendirdi. Neate, atılan bu adımların İlkbahar Bütçesi’ne dahil edilecek sosyal konutların inşası için ayrılan ciddi yatırımlarla desteklenmesi durumunda anlamlı olacağını ifade etti.

Shelter tarafından yapılan bir analiz 1980 yılına kıyasla sosyal konutların sayısının 1 milyon 400 bin azaldığını ortaya koyuyor. Ellerindeki sosyal konutları indirimli olarak satan belediyeler, giderek artan konut ihtiyacına karşılık sattıkları evlerin yerine yenisini inşa edemedikleri için, yüzbinlerce evsizi yüksek kiralar ödedikleri geçici evlerde yaşamaya mahkum etmiş durumda.

 

16 Yaş altına sosyal medya yasağı “masada”

İngiltere’de sosyal medyanın gençler için yasal olarak kısıtlanması fikri, Avustralya’da 16 yaşından küçük çocukların sosyal medyadan men edilmesine yönelik yasanın ardından gündeme geldi. Avustralya hükümetinin hazırladığı yasa Elon Mask ve “sosyal medya savunucularının” itirazlarını dikkate almadı. Böylelikle Avusturalya sosyal medyayı 16 yaş altına yasaklayan ilk ülke olarak tarihe geçerken, bu konuda adım atmak isteyen ülkelere de örnek ve ilham olacak.

Bakan Kyle, sosyal medyanın 16 yaş altındakilere yasaklanmasına dair sorulan soruya “benim için her şey masada, ama önce bu konuda daha fazla kanıt görmek istiyorum” cevabını verdi. Kyle ayrıca önümüzdeki yıl yürürlüğe girecek olan Çevrimiçi Güvenlik Yasası’nda (Online Safety Act – OSA) yer alan yetkilerin düzenleyici kurum olan Ofcom tarafından “iddialı” bir şekilde kullanılmasını sağlamaya odaklanacağını da beyan etti.

Halen parlamentoda görüşülmekte olan Çevrimiçi Güvenlik Yasası teknoloji firmalarının, çocukları bazı yasal ancak zararlı materyallerden korumak için platformlarındaki içerikler konusunda daha fazla sorumluluk almalarını zorunlu kılacak. OSA, çocukları bazı yasal ancak zararlı materyallerden koruması için teknoloji firmalarının platformlarındaki içerik konusunda daha fazla sorumluluk almasını öngörüyor. Sosyal medya ve mesajlaşma platformları yasaya uymadıkları takdirde milyarları bulan para cezalarıyla karşı karşıya kalabilecekler.

Tasarı daha yasalaşmadan bazı şirketlerin çalışma şekillerinde önemli değişiklikler yapmasına yol açtı. Eylül’de Instagram gençler için yeni hesaplar oluştururken Kasım’da Roblox küçük çocukların başkalarıyla mesajlaşmasını yasakladı. Bakan, yasa ile birlikte ekstra yetkilere sahip olacak düzenleme kuruluşu Ofcom’a bir “stratejik niyet mektubu” da göndererek önceliklerini vurguladı.

Hem bakanın açıklamaları hem de Çevrimiçi Güvenlik Yasası’na dair bir değerlendirme yapan kampanya grubu Molly Rose Vakfı (Molly Rose Foundation), bakanın açıklamalarını “Ofcom’un daha cesur davranması için önemli bir işaret” olarak nitelendirirken çıkartılan yasasın yeterli olmadığını ve güçlendirilmesi gerektiğine dikkat çekti. Vakıf yaptıkları araştırmanın, halkın ve ebeveynlerin teknoloji firmalarına kapsamlı bir özen yükümlülüğü getiren güncellenmiş bir yasayı desteklediği açıklaması ile birlikte Başbakan Starmer’a da bu bitmemiş işi yerine getirmek için hızlı ve kararlı bir şekilde hareket etme çağrısı yaptı.

Kasım ayı sonunda The Telegraph gazetesi tarafından iki bin katılımcıyla yapılan bir ankete göre halk, Avusturalya tarzı bir sosyal medya yasağını destekliyor. Ankete katılanların yüzde 67’si Facebook, Instagram ve TikTok gibi sosyal medya platformlarını kullanma yaşının 16’ya çıkartılmasını istiyor.

Sosyal medya sadece çocuklar için değil yetişkinler içinde ruhsal problemlerin yanı sıra uyku kalitesinin düşmesi, sorumlulukları yerine getirememesi, yanlış bilgiye maruz kalması, siyasi kutuplaşma gibi sorunlarla ilişkilendirilmekte. Çocukları ve gençleri sosyal medyada karışılacakları tehlikelerden korumak için atılan her adım önemli olsa da bir yasakla devasa bir sorunun çözülemeyeceği açık. Bu nedenle çocukların sosyal medyadan korunmasını yasalara, yasaklara ve düzenlemelere bırakmadan; sosyal medya ve teknoloji konusunda bilgi sahibi olmak, tehlikeler konusunda çocuklarımızı uyarmak ve sosyal medya kullanımını sağlıklı bir düzeyde tutmalarına ve alternatif etkinliklere yönelmelerine yardımcı olmak yararlı olabilir.

 

Britanya’da kadınlar ücret eşitsizliği nedeniyle iki ay ücretsiz çalışıyor

Son rakamlara göre, kadınlar erkeklerden yılda ortalama 7.572 Sterlin daha az kazanıyor. Bu rakam 2023 yılında 6.888 Sterlin’e düşmüştü. Rapor, mevcut tam zamanlı ücret farkının %11.3 olduğunu tahmin ediyor.

Araştırmacılar bu artışın, hükümetin çalışma saatleri ve kazançları kaydetme yönteminde yaptığı ve artık en çok kazananların verilerini de içeren değişikliklerden kaynaklandığını belirtiyor.

Fawcett Society başkanı Jemima Olchawski, bu Eşit Ücret Günü’nün cinsiyetler arası ücret eşitsizliğinin “sadece kalıcı değil, aynı zamanda derinleşme riski taşıdığını” hatırlattığını ve yeni yöntemle durumun “daha önce sanıldığından da kötü olabileceğini” gösterdiğini belirtiyor.

Ücret eşitsizliğine yol açan en önemli etkenlerden biri, kadınların bakım sorumlulukları nedeniyle yarı zamanlı, düşük ücretli veya güvencesiz işlerde çalışma ihtimallerinin daha yüksek olması.

Yardım kuruluşu 2023 raporunda kadınların yarı zamanlı çalışma olasılığının (%27) erkeklere kıyasla (%14) neredeyse iki kat daha fazla olduğunu tespit etmişti.

Bu yılki veriler de önemli bir “annelik cezası” olduğunu ve meslek ve sektör farklılıklarının aradaki farkın yüzde 45’ini oluşturduğunu gösterdi.

Bangladeşli (yüzde 28.4), Pakistanlı (yüzde 25.9) ve beyaz ve siyah Karayip (yüzde 25) kökenli kadınlar arasındaki ücret farkları da beyaz İngiliz erkeklere kıyasla daha büyük ve bu durum halihazırda yaşadıkları mali eşitsizlikleri daha da kötüleştiriyor.

Genel olarak, aradaki farkın büyük bir kısmı açıklanamıyor; veriler, kadın ve erkekler aynı saatlerde, aynı işlerde çalışsalar ve aynı yaş, etnik köken ve geçmişe sahip olsalar bile cinsiyetler arası ücret farkının yaklaşık üçte ikisinin hala ortaya çıktığını gösteriyor.

Olchawski, “Eşitliği gerçekten sağlamak için, kadın emeğinin değersizleştirilmesi, uygun fiyatlı çocuk bakımı eksikliği ve kadınların, özellikle de annelerin işgücünde tam potansiyellerine ulaşmalarını engelleyen sistemik engeller de dahil olmak üzere uçurumun temel nedenlerini ele alan kapsamlı, departmanlar arası bir stratejiye ihtiyaç var” dedi.

Sendikalar Konfederasyonu TUC Genel Sekreteri Paul Nowak, İşçi Partisi’nin Ekim’de Parlamento’ya sunduğu İstihdam Hakları Yasa Tasarısı’nın, büyük işverenlerin cinsiyete dayalı ücret farklılıklarını nasıl kapatacaklarına dair net eylem planları ortaya koymalarını gerektireceği için kadınların ücret ve eşitliği açısından “hayati” önem taşıdığını söyledi.

“Cinsiyetler arası ücret farkının temel nedenlerinden biri olan bakım sorumluluklarının büyük kısmını hala kadınların üstlendiğini biliyoruz, bu nedenle bakımın düzeltilmesi ücretlerinin artırılması için kritik önem taşıyor.”

Ayrıca sosyal bakım alanında çalışanlara, ücret ve koşullar konusunda yapılacak iyileştirmelerin “personelin işe alınmasına ve elde tutulmasına yardımcı olacağını” vurguladı.

TUC analizine göre, tüm kadın çalışanların ücreti erkeklere göre yüzde 14.3 daha az ve bu genel olarak kadınların 52 gün ücret almadan çalışması anlamıına geliyor. 50-59 yaş arası kadınlar yüzde 19.7 ile en yüksek ücret eşitsizliğine maruz kalıyor ve 72 güne eşdeğer bir süre ücretsiz çalışıyorlar. 40-49 yaş grubunda ise bu oran yüzde 17 ve ücretsiz çalışılan gün sayısı 62.

Equality Trust, 2020 raporunda, o zamanki ilerleme hızıyla cinsiyetler arası ücret farkının ortadan kaldırılmasının neredeyse 200 yıl alabileceğini tahmin ediyordu. Kuruluşun yöneticisi Jo Wittams, “Bugün, cinsiyetler arası ücret farkının geçen yıla göre daha fazla olduğu bir ortamda, bu bile iyimser bir tahmin olabilir” diyor.

“İşverenlerin raporlama zorunluluğu olmadığı için etnik köken ya da engellilik ücret farklarının ne zaman kapanacağını bile tahmin edemiyoruz; bir rapora göre etnik köken ücret farkının ne olduğunu öğrenmemiz bile 50 yılı bulabilir.”

UNISON sendikası eşitlik başkanı Josie Irwin şu uyarılarda bulunuyor: “Kuruluşların sadece cinsiyete dayalı ücret farklarını bildirmeleri yeterli değil. Hükümet, Birleşik Krallık’taki her kurum ve şirketin bu konuda bir şeyler yapmak üzere harekete geçmesini sağlayacak şekilde yasayı değiştirmeli. Ancak toplum, kadınların bakım rollerini diğer işlerden daha az değerli olarak görmeyi bırakana kadar, herhangi bir ücret ilerlemesi yavaş olmaya devam edecektir.”

 

Ford İngiltere’de 800 işçi işten atacak

Ford İngiltere çapında 800 işçiyi işten çıkaracağını açıkladı. “İşgücünü yeniden planlama” adı altında işçi işten atarak, aynı üretimi daha az işçiyle yapmak istiyor.

Ticaret koşulları ve rekabetin zorlukları karşısında bu kararı almak zorunda olduklarını iddia eden Ford, Dagenham’daki fabrikanın da etkilenmeyeceğini iddia ediyor.

Sendikalar ise Ford’un iddialarının doğru olmadığını, aynı işi daha az işçi ile yapmak istediklerini söyledi. Ford, işten çıkarmaların olacağını öne sürerek, işçilerin gönüllü bir şekilde işten çıkmalarını istediklerini söyledi. Adeta işçiler tehdit ederek, “Gönüllü çıkarsanız çıkın, çıkmazsanız biz çıkartacağız” demeye getiriyor.

Ford, başta Almanya olmak üzere Avrupa’da toplam 4 bin işçinin işine son vereceğini açıkladı. İngiltere’de toplam 5 bin 300 Ford işçisi var.

 

Vauxhall Luton’daki ‘van’ fabrikasını kapatacak

Citroen, Fiat ve Peugeot gibi araba fabrikalarına da sahip olan Stellantis, Luton’da bulunan Vauxhall fabrikasını kapatacağını açıkladı. Firma, elektrikli ‘van’ üretimini başka fabrikalara aktaracağını iddia ederken, en az 1100 işçinin de işine son vereceğini açıkladı.

Stellantis, maliyetlerin arttığını ve bununla baş edebilmek için bu kararı aldıklarını açıklarken, Luton fabrikasında örgütlü olan UNITE sendikası da alınan karara tepki gösterdi.

UNITE, sendikasının ve işçilerin bu durumdan bilgi sahibi olmadığını ve bu şekilde alınan bir kararla işçilerin ve ailelerinin mağdur edildiğini söyleyerek, işçilerin işten atılmasına izin vermeyeceğini açıkladı.

Elektirikli van üretiminde çeşitli sıkıntılar olduğunu savunan patronlar, hükümetin üretime daha fazla destek vermesini istedi. Maliye Bakanı da bu destekleri vereceğini söylemiş olmasına rağmen Stellantis Luton fabrikasını kapatmakta ısrarlı. Sendika ise bu şekilde fabrika kapatılmasının doğru olmadığını, üyelerini işsizlikle yüzyüze bıraktığını açıkladı.

Dedeleri köle olan Dışişleri Bakanı Lammy köle ticareti tazminatına karşı

David Lammy, kölelikten etkilenen Afrika’daki eski sömürge ülkeleri için talep edilen tazminatları, “ekonomik krizi” gerekçe göstererek, nakit ödemeyi reddetti.

BBC haberine göre, ilk kez Afrika turuna çıkan Dışişleri Bakanı Lammy, Nijerya’nın ticari şehri Lagos’ta açıklamalarda bulundu. Lammy, kendisinin de “köleleştirilmiş insanların soyundan geldiğini” vurgulayarak, kölelik döneminin “korkunç ve dehşet verici” olduğunu ve insanların üzerinde “kalıcı izler” bıraktığını söyledi.

Hayat pahalılığına ve ekonomik krize dikkati çeken Lammy, kölelikten etkilenen Afrika’daki eski sömürge ülkeleri için talep edilen tazminatları nakit ödeyemeyeceklerini kaydetti.

Lammy, kölelikten etkilenen ülkeler için tazminat kavramının “nakit para transferiyle ilgili olmadığını” belirterek, İngiltere’nin nakit tazminat yerine Afrika ülkeleriyle beceri ve bilim paylaşımı yapacağını aktardı. İngiltere başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi, 1500’lü yıllardan itibaren yüzyıllar boyunca süren Afrika’daki köle ticaretinde önemli roller oynamıştı.

Afrika’daki eski sömürge ülkeleri arasında Gambiya, Gana, Kenya, Nijerya, Liberya ve Zambiya en başta geliyor.

 

Faşizme ve aşırı sağa karşı uluslararası zirve: “İşçi sınıfının birliği faşizmi yenecek tek güç”

Her yıl Londra’da yapılan “Irkçılığa Karşı Uluslararası Zirve” bu yıl yine Sendikalar Konfederasyonu TUC binasında 16 Kasım günü gerçekleştirildi. Çok sayıda konuşmacının olduğu konferansa 700 kişi katıldı. Açılış ve kapanış oturumlarının yanı sıra altı ayrı atölye çalışması da gerçekleştirildi.

Faşizmin hortlatılmaya çalışıldığı ve aşırı sağın yaz aylarında sokağa çıkıp saldırılarda bulunduğu bir döneme denk gelen zirvenin adı “Faşizme ve Aşırı Sağa Karşı Zirve” olarak belirlendi.

“İşçilerin önyargıları giderilmeli”

Almanya, Amerika ve Fransa’dan da konuşmacıların olduğu zirvede, işçi sınıfının birliğinin önemine bir kez daha vurgu yapıldı. TUC Eşitlik Komitesi Başkanı Kudsia Batool, tüm işyerlerinde sendikaların ırkçılığa ilişkin eğitim çalışmaları yapması gerektiğini ve dünyanın farklı ülkelerinden gelen işçilerin ve yerli işçilerin önyargılarının giderilmesi gerektiğini söyledi. Zirvede en çok altı çizilen fikir ise, işçi sınıfının birlik olmasının tüm ırkçılığı ortadan kaldıracağı yönündeydi.

Ulusal Eğitim Sendikası (NEU) eski genel sekreteri Kevin Courtney de konuşmacılar arasındaydı. Courtney, son zamanlarda, Fransa’dan botlarla İngiltere’ye geçen göçmenler üzerinde koparılan fırtınayı hatırlatarak, gelmek isteyen göçmenlere yol açılması gerektiğini belirten Courtney, “Bu insanlar keyfinden gelmiyor. İngiltere’nin de doğrudan içinde olduğu savaşlardan kaçıp geliyorlar. Açtığınız savaştan işçiler kaçıp geliyorsa, onlara kucak açmak zorundasınız” dedi.

Courtney, göçmenliğin de sınıflı olduğunu belirterek, “İşçi sınıfı düşmanları ve zenginler özel uçaklarıyla İngiltere’ye göçüyorlar. İşçi sınıfından insanlar ise botlarla hayatlarını tehlikeye atarak gelmek zorunda kalıyorlar. İşte sınıf farklılığı budur” dedi.

“Göçmen düşmanlığında yarışıyorlar”

Zirvenin açılış oturumunda konuşan İşçi Partisi eski lideri ve bağımsız Islington Milletvekili Jeremy Corbyn, parlamentoda yapılan tartışmalara değindi. Corbyn, İşçi Partisi iktidarı ve muhalefetteki Muhafazakâr Parti arasında bir yarışın olduğunu ve bunun, “kim daha hızlı ve daha çok göçmen gönderebilir” yarışı olduğunu söyleyerek, tüm göçmenlerin güvenli bir şekilde ülkeye sokulmasını ve çalışma hayatına girmeleri gerektiğini belirtti.

Zirveye, Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk Kampanyasının yanı sıra, Savaş Karşıtı Koalisyon, Nükleer Silahlanma Karşıtı Kampanya ve çok sayıda sendika katıldı.

 

Aranan savaş suçlusuna neden hala silah satılıyor?

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (ICC) hakkında tutuklama emri çıkardığı İsrail Başbakanı Netanyahu’ya silah satmaya devam eden İngiltere de suç işliyor.

Gazze’de savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekle suçlanan Netanyahu, geçtiğimiz günlerde ICC tarafından çıkarılan kararla resmen aranan kişi durumuna düştü. Yurtdışına çıkıp da ICC’ye taraf olan bir ülkeye gittiği anda yakalanacak ve Lahey’de yargılanacak.

İngiltere’de son seçimlerde bağımsız olarak parlamentoya giren 5 milletvekili, dışişleri bakanı ve başbakana şu soruyu sordu. “ICC’in aradığı bir savaş suçlusuna İngiliz devleti neden hala silah satıyor?”

Parlamentoda yapılan tartışmalarda Filistin’de yapılan katliamlar gündem olmaya devam ediyor. Katliamı, Jeremy Corbyn’le birlikte “Bağımsız İttifak” adını verdikleri oluşumun milletvekilleri gündemde tutmaya devam ediyorlar.

Toplam 5 milletvekilinin oluşturduğu Bağımsız İttifak üyeleri, başbakana ve bakanlara, “Neden uluslararası arama emri olan bir katile İngiltere hala silah satıyor?” sorusunu sordular. Cevap alınmamış olsa da Britanya halkı, savaş başladığından bu yana sokaklarda gösteriler yaparak hükümetin politikalarına kitlesel tepki göstermeye devam ediyor.

 

Başbakan Starmer, İsrail’e tüm silah satışlarının askıya alınması talebini reddetti

Başbakan Keir Starmer, İsrail’e tüm silah satışlarının askıya alınması yönündeki talebi reddetti. Starmer, İngiltere Parlamentosundaki haftalık “Başbakan’a Sorular” oturumunda, gündemdeki konulara ilişkin açıklamalarda bulundu.

İskoçya Ulusal Partisi (SNP) Milletvekili Brendan O’Hara, oturumda, Starmer’in, Gazze’ye daha fazla yardımın girmesine izin vermemesi nedeniyle İsrail hükümetine yaptığı çağrıyı hatırlattı. O’Hara, Başbakan’a, artık İsrail hükümetine seslenmekten ve ne kadar kızgın olduğunu söylemekten daha fazlasını yapmasının zamanının gelip gelmediğini sordu. SNP milletvekili, ayrıca “Artık İsrail’e tüm silah ihracatını durdurmanızın, yaptırım uygulamanızın ve tüm yasa dışı yerleşimlerle ticareti durdurmanızın ve Filistin’i tanımanızın zamanı gelmedi mi?” sorusunu yöneltti.

Başbakan Starmer, milletvekilline verdiği yanıtta, “İsrail’e, İran’dan gelebilecek saldırılara karşı kendisini savunabilecek kabiliyetlerin satışı konusundaki tutumumuzu çok ama çok net şekilde ortaya koymuştum ve bunu yapmaya devam edeceğimizi de açıkça ifade ediyorum” dedi.

İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy, 2 Eylül’de yaptığı açıklamada, İsrail’e silah satışına yönelik verilen 350 lisansın yaklaşık 30’unu askıya alacaklarını bildirmişti. Ancak kısmi silah ambargosuna, İsrail’in elindeki F-35 savaş jetlerinin İngiltere menşeli bileşenleri dahil edilmemişti. Bu bileşenlerin İsrail’in Gazze’yi bombalamak için kullandığı jetlerin yüzde 15’ini oluşturduğu ve İngilizlerin İsrail ordusu için sağladığı en önemli ekipmanları içerdiği tahmin ediliyor.

İngiltere Savunma Bakanı John Healey de bu kararın İsrail’in güvenliği üzerinde “önemli etkisi olmayacağını” açıklayarak, İsrail’in genel güvenliğinin tehlikeye atılmayacağına dair güvence vermişti.

Uluslararası insan hakları örgütleri ve sivil toplum kuruluşları, İngiltere’nin İsrail’e kısmi silah ambargosu kararının “yetersiz” ve “geç alınmış” olduğu eleştirisinde bulunarak, silah tedarikinin tamamen durdurulmasını istiyor.