16.3 C
Los Angeles
Çarşamba, Nisan 23, 2025
HaberlerÇocukluk fotoğrafı

Çocukluk fotoğrafı

‘Hepimizin trajedisi bir zamanlar çocuk olmamızda yatar.’ demiş Nietzsche. Çocukluğumuzun haritası anlamını bir türlü bilemediğimiz boşluklarla doludur. Niye çocukluğunu keşfe çıkar insan? Kâh hatırlamak ve kuvvetlenmek için kâh hatırlamak ve sakinleşmek için… Her keşif yolculuğumuz büyürken bıraktığımız işaretleri bulmak içindir belki… Örselenmişse çocukluğumuz tamir etmek isteriz ama çocukluğumuzun haritasında hep bulamadığımız bir parça vardır. Aslında hatırlamak denen şey bir seçimdir, geçmişimizi istediğimiz anılarla yeniden kurgulayabilmek isteğidir yani…

Bu vesikalık çocukluk fotoğrafım yıllar sonra bana ulaştığında sinirli bakışlarımın bana ne anlatmak istediğini düşündüm bir süre. Sonra hayatla ‘meselem’in taa o zamanlarda başladığının bir kez daha idrak ettim. Yoksul çocukluğumun haritası gibi o fotoğraf. Sekiz ya da dokuz yaşında olmalıyım, yıl 1979 olmalı. Babamın işyerinde sağlık karnemiz için gerekliydi vesikalık fotoğraf. Bizim mahalle henüz tam anlamıyla yerleşik düzene geçmediğinden fotoğrafçı da yoktu yakınlarımızda. Annem beni ve Bahattin’i Tuzluçayır’daki Foto Özlem’e götürdü. Taşradaki ya da büyük şehirlerin kenar mahallelerindeki fotoğrafçılar hep kadın adları koyarlar dükkanlarına. O zaman merak edip sormuştum ama cevap aldığımı hatırlamıyorum. Fotoğrafı, o vakitler Fransa’da yaşayan teyzeme de göndermişiz. Rivayet odur ki teyzem fotoğraftaki sinirli ifademi görüp kesin dönüş kararı almış.

Siyah beyaz yılların renksiz fotoğraflarının çekildiği o dükkanlarda yetişkinlerin ‘resmî evrak’ fotoları hep kravatlı olmak zorundaydı. Her fotoğrafçıda bir ceket, bir kravat, bir gömlek olurdu ve onu her bedene uydurmak fotoğrafçının maharetine kalmıştı. Elli beden bir gömleği ortaokul çocuğuna uygun hale getirmek sırta tutturulan iğnelerle hiç zor olmazdı. Büyüme çağındaki yoksul çocuklarının her elbisesi seneye de giyer diye bir beden büyük alınırdı zaten. Onun için fotoğrafçılardaki büyük beden gömlek ve ceketleri giymek hiç ağırımıza gitmezdi.

Fotoğrafımda gördüğünüz gömlek fotoğrafçının değil, kuzenlerden yalnızca ‘foto’ için ödünç alınmış bir gömlek. Dikkat ederseniz biraz bol ve kazağımın üstüne giymişim… İlk gençlik yıllarımızda hoşlandığımız biriyle buluşmaya gittiğimizde de birbirimize mont ve gömlek ödünç vermeye devam ettik mahallede…O vakitler parfümle henüz tanışıklığımız yoktu, limon kolonyası sürerdik buluşmadan önce…

Ortaokula kayıt olmak için çektirdiğimiz vesikalık fotoğraflarımızda, ortaokul birinci sınıf erkek öğrencilerin hepsinin ceket ve kravatı aynıdır. Çünkü o sene fotoğrafların hepsi okulun karşısına açılan Foto Deniz’den çıkmadır. Lacivert ceket ve kareli kravat hala gözlerimin önünde. Ben fotoğraf çektirirken, Foto Deniz’in yanındaki plakçıda İbrahim Tatlıses’in bağıra bağıra ‘İşte o an gözümde mazi canlanır’ şarkısını söylediğini hatırlıyorum.

Şimdi çocukluğumdan ve doğmuş olduğum topraklardan çok uzaklaşmış bir halde fotoğrafa bakıyorum. ‘İnsan zamanın mı içinden geçer kendi suretinin mi?’* Sanırım tedirginliğim ve fotoğraf çekilirken yüzüme düşen gerginliğim hala devam ediyor. Kıyafetlerimi kendim almaya başladığım günden beri inadına bir beden küçük alıyorum ve güzel kokan parfümleri çok seviyorum. İlk göz ağrım 80 derece limon kolonyasını sadece yaralarımı tımar için kullanıyorum artık…

‘Provası yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün ne de yaşadıklarını silebilmek’ der Oğuz Atay.

Ama yaşadıklarımızı istediğimiz gibi anlatmak mümkün, hayatın geri kalanına bir yol işareti olsun diye…

 * Şükrü Erbaş

 

- Advertisment -spot_img
- Advertisment -spot_img
- Advertisment -spot_img

DİĞER HABERLER

KÖŞE YAZILAR

Trump’ın Başkanlığı bir Kabus mu?

Aydın Çubukçu

Ortadoğu’nun Çıkmazı

Aynı kategoridenOkuyun
Aynı kategoriden okuyun