16.2 C
Los Angeles
Cuma, Nisan 25, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 37

Şiddet her yerde, mücadelede…

0

Bu satırları yazarken Gazze’de işgalin ve katliamların şiddet boyutu insanın katlanamayacağı, dayanamacağı bir boyuta ulaşmıştı. Bombalama ve tecritden dolayı özellikle çocukların katliamı insanım diyen herkesin kalbine dokundu. Annesini, babasını kaybeden çocukların yaşadığı ve hayatları boyunca unutamayacağı bu travmanın hesabını kim verecek? Bu kadar çocuğun öldürüldüğü bu işgalde şiddetin en kötü halini yani milyonlarca ton bombalarla ölümle sonuçlanmasını gördük.

Şiddet her yerde. Kapitalist sistemin koruyucuları emperyalist ülkelerin Ortadoğu’da, Afrika’da Avrupa’nin göbeğinde, Asya’da bir çok yerde neden oldukları savaşlar, iç savaşlar, işgaller ile şiddeti her gün yenide üretiyor. Savaşlarda, isgallerde en fazla etkilenen, şiddete maruz kalan kesimlerden birinide kadınlar oluşturuyor. Çocuğuna, yaşlısına sahip çıkmaya çalışan kadınlar, savaştan kaçarken göç yollarına düşen kadınlar, tecavüze uğrayan, açlıkla yüzyüze gelen, sorumlulukları her koşulda omuzlarına sırtlayan kadınlar.

Bir 25 Kasım daha yaklaşıyor. 1960’da Dominik Cumhuriyeti’nde diktatöre karşı ön saflarda mücadele eden devrimci 3 kızkardeş olan Mirabel (diğer adlarıyla Kelebekler) kardeşlerin katledilmesinin ardından başlıyor 25 Kasım’ın hikayesi. Önce Latin Amerikalı Kadınların sonrada uluslararası resmi kurumların Kadına yönelik şiddete karşı bir mücadele günü olarak ilan ediliyor 25 Kasım. Elbette kadına yönelik şiddet önceside vardı, ama devlet erkinin, gerek kapitalizmin yükseldiği ataerkil toplum yapısının ürettiği şiddete karşı toplumsal mücadele ve farkındalığın başlangıcı oldu 25 Kasım.

Dünya çapında Kadın ve genç kızların 3’de 1’i şiddetten etkileniyor.Milyonlarca kadın Savaş ve isgallerin yani sıra hayatları boyunca kadın sünneti, tecavüz , aile içi şiddet, çocuk evliliğine kadar şiddetin bir çok yönlerine maruz kalıyor. Şiddete uğrayan kadınlar stress, deprasyon, yaralanma, HIV ve istenmeyen hamililige kadar bir çok ruh ve sağlık sorunuyla yüzyüze kalıyor.

Dünya çapında her 3 kadından biri hayatları boyunca şiddete maruz kalıyor, ve şiddet çoğunlukla bildikleri, tanıdıkları kişiler tarafından yapılıyor. Dünya çapında saatte 5 kadın eşi veya aile üyesinden biri tarafından öldürülüyor. Her yıl 15 milyon kız çocuğu 18 yaşına varmadan evlenmek zorunda bırakılıyor. Bu istatistiklere eklemeler yapmak mümkün, zaten yabancı değiliz malum özellikle Türkiye’de kadına yönelik şiddetin boyutu özellikle muhafazakar ve dinci politikalarını uygulayan AKP iktidarıyla iyice artmış durumda. Sadece Turkiye’de değil Ingiltere gibi en gelişmiş ülkelerde de kadına yönelik şiddetin durumunu istatikler özetliyor: Birleşik Krallik’ta her 3 günde bir kadın bir erkek tarafından öldürülüyor. Geçen sene 16 yaş yukarı kadınların %9’u aile içi tacize uğradı. 18-74 yaş aralığındaki Kadınların %8’i 16 yaşından önce tacize uğradı.

Şiddet nerden gelirse gelsin ister savaşta, ister hapiste, ister aile içinde, ister işyerlerinde; her türlüsüne karşı mücadele etmek görevimiz. Kadın olduğu için eşi, eski eşi, aile bireyi tarafından öldürülen, tacize, tecavüze, ekonomik psikolojik şiddete maruz kalan kadına yönelik şiddete karşı mücadele başta kadınların omuzlarında. Kadınlar arasında kizkardeşlik köprüsüyle dayanışmayı büyütmek, şiddete maruz kalan bir kızkardeşimize gerekli desteği sağlamak, şiddete uğrayan kadının destek alabileceği resmi kurumlara yönlendirmek.

25 Kasım vesilesiyle kadına yönelik şiddetin dünya ve ülke çapında boyutuna birkez daha bakmak, şiddeti doğuran nedenleri anlamak, şiddet çeşitlerini öğrenmek ve şiddete karşı nasıl mücadele edilmesi ve nerelerden destek alabileceğimizi bir kez daha hatırladığımız bir mücadele ve dayanışma günü. Aynı zamanda kapitalist sistemin ve üzerinde yükseldiği ataerkil toplumun beslediği şiddete karşı mücadelenin, bizi ahtapot gibi saran ve boğmak isteyen sisteme karşı eşit ve sömürüz bir dünya mücadelesiyle bağlantılı olduğunu vurgu yaptığımız bir gün. Bu vesileyle bizlerde bir kez daha hatırlamak, bilgilenmek, dayanışmayı göstermek için 25 Kasım Cumartesi günü saat 18.00’de Londra Toplum Merkezi’nde, Day-Mer’li Kadınlar olarak düzenlediğimiz etkiliğe tüm kadın arkadaşlarımızı davet ediyor ve bekliyoruz.

 

Hem hükümet hem de muhalefetten İsrail’e koşulsuz destek

0

Hamas’ın 7 Ekim’de düzenlediği saldırının ardından, İsrail’in Gazze’ye yönelik başlattığı bombardımanlarda birçoğu çocuk olmak üzere binlerce Filistinli hayatını kaybetti. İsrail, açık hava hapishanesi olarak da adlandırılan daracık bir şerit içine hapsettiği Gazze halkını bir yandan göçe zorlarken bir yandan da üzerlerine bomba yağdırıyor. Gazze halkının en temel ihtiyaçlarına ulaşmasını engelleyecek şekilde İsrail ordusunun ablukası ve bombardımanı sürüyor. Başbakan Binyamin Netanyahu, kara harekâtıyla yeni bir aşamaya geçtiklerini ve bunun “uzun ve zorlu bir savaş” olacağını ilan etti.

Hamas’ın bazı rehineleri serbest bırakması, İsrail’in Gazze’ye bombardımanı kesmesi koşuluyla elindeki 200’ü aşkın rehineyi de bırakacağını açıklaması bir şey değiştirmedi. İsrail, önceliğinin bu rehineleri kurtarmaktan ziyade, Filistinlileri Gazze’den uzaklaştırmak olduğunu gösteren bir tutum aldı.

Bütün bunlara rağmen birçok batılı ülke gibi İngiltere’de de hükümet ve muhalefet partileri, Filistinlilerin on yıllardır işgal altında olmasını ve baskıya maruz kalmasını göz ardı edip, tarihi 7 Ekim’le başlattı; İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu belirterek en başından beri İsrail’e destek verdi; Filistinlilerin katledilmesine yeşil ışık yaktı. Hükümet İsrail’e destek için Doğu Akdeniz’e donanma ve hava kuvvetlerini gönderdi.

İngiltere çapında yüz binlerce insan saldırıların son bulması ve ateşkes talebiyle sokaklara dökülürken, Başbakan Rishi Sunak olası destek gösterileri hakkında işlem yapılacağı uyarısı yaptı; İçişleri Bakanı Suella Braverman da Hamas’a destek verildiğinin belirlenmesi halinde (Filistin bayrağı taşımak gibi!) polisten “yasanın verdiği tüm gücü” kullanmasını istedi. Ateşkes çağrısı yapmak bile Hamas’a destekle eş tutuldu. İngiltere 2021’de Hamas’ı “terör örgütü” listesine almıştı.

Her gün Gazze’de yüzlerce insanın ölüm haberi geldikçe, tepkiler ve ateşkes çağrıları yükseldi. Geçen hafta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Gazze’ye yönelik ateşkes çağrısına 193 ülkenin çoğu onay verdi; İngiltere çekimser kaldı.

İfade özgürlüğü ve protesto hakkı tehlikede

İsrail Gazze’ye yıllardır abluka uygularken ve açık hava hapishanesi muamelesi yaparken ses çıkarmayan İngiltere hükümeti, ana akım muhalefeti ve medyası, bugün ateşkes çağrılarını Hamas’a destek olarak yansıtıyor. Burjuva demokrasisinin temelini oluşturan ifade özgürlüğü, protesto hakkı, yönetenlerin çıkarları gerektirdiğinde rafa kaldırılıyor.

Eski diplomat, gazeteci ve insan hakları savunucusu Craig Murray, İzlanda’da katıldığı bir protesto gösterisinde Filistin’e desteği ve İsrail hükümetini kınayan konuşması nedeniyle İngiltere’ye dönüşünde anti-terör yasaları kapsamında gözaltına alındı.

Liberal Guardian gazetesi, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun karikatüründe “anti-Semitizm” yaptığı gerekçesiyle karikatürist Steve Bell’in sözleşmesine son verdi.

Bir tren sürücüsü hoparlör sisteminden yolculara “Filistin’e özgürlük” sloganını tekrarladığı için açığa alındı.

İçişleri Bakanı Braverman, Filistin bayrağı taşımayı Hamas’a destekle eş tutarken, göçmenlerden sorumlu bakan Robert Jenrick de “nefret suçları işleyen veya Hamas’ı destekleyenlerin vizelerinin geri alınması ve sınır dışı edilmesi” planlarından söz etti.

Bazı Muhafazakâr milletvekilleri de Filistin yanlısı gösterilerin yasaklanmasını istedi.

‘İsrail’in kendini savunma hakkı’

Hükümet, İsrail’in sivillere yönelik saldırılarının pervasızlığı karşısında artan tepkilerin ardından, Gazze’deki Filistinlilere yönelik 30 milyon sterlin ek insani yardım yapılacağını açıkladı.

Öte yandan 2015’ten bu yana İsrail’e 450 milyon sterline yakın silah satışı yaptı.

Ancak Muhafazakâr Parti içinden de bazı aykırı sesler yükseldi. Milletvekili Crispin Blunt, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına hükümetin verdiği desteğe itiraz ederek “Suç ortağı olmanız sizi suçu işleyen tarafla aynı derecede suçlu kılar” dedi.

Muhafazakâr hükümetin yanı sıra ana muhalefet İşçi Partisi de aldığı tutum itibarıyla, birçok kurumun dile getirdiği İsrail’in savaş suçlarının, savaş hukukunu belirleyen Cenevre sözleşmesini ihlal etmesinin ve Filistinlilere yönelik fiili etnik temizliğin destekçisi oldu denebilir.

İşçi Partisi’nin eski insan hakları avukatı olan lideri Keir Starmer, gelişmelerden Hamas’ı sorumlu tutarak, İsrail’in kendini savunma hakkına sahip olduğundan söz etti ve Gazze’ye temel ihtiyaçların geçişini engellemesine destek veren açıklamalarda bulundu ve bunun “uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde” yapılmasını salık verdi.

Starmer’a tepkiler ve ateşkes çağrısı

Bazı partililer buna tepki gösterdi. Haber yazıldığı sırada 20’den fazla belediye encümen üyesi partiden istifa etti. Oxford’daki istifalar nedeniyle İşçi Partisi belediyede çoğunluğu kaybetti. Starmer’ın “savaş suçunu fiilen onayladığı” ve “Filistinlilerin toplu halde cezalandırılmasını kınamadığı” gerekçesiyle İskoçya’da da istifalar oldu.

Starmer durumu düzeltme çabasıyla partisinin Müslüman milletvekilleriyle bir araya geldi. Kamuoyu anketleri ülkede her dört kişiden üçünün ateşkes istediğini gösterirken, o bu taleplere kulaklarını tıkamaya devam etti.

İşçi Partisi’nin bu tutumu, Jeremy Corbyn liderliği döneminde, anti-Semitizm (Yahudi düşmanlığı) ile yeterince mücadele edilmediğine dair suçlamaların, İsrail devletine yönelik her eleştirinin bu kategoride değerlendirilmesine yol açan adımların devamı olarak değerlendiriliyor.

Hamas saldırısı sonrasına denk gelen İşçi Partisi yıllık genel konferansında Filistin’le Dayanışma Kampanyası tarafından düzenlenen toplantının başlığından “aparteide son” ifadesi çıkarıldı, toplantıda Filistin bayraklarına izin verilmedi.

Gazze’ye yönelik İsrail saldırılarına karşı düzenlenen gösterilerde İşçi Partili milletvekillerinin konuşmaması, kendisini “sosyalist” olarak adlandıran az sayıdaki milletvekilinin de Hamas’ı kınayan ve insani ateşkes çağrıları yapan önergelerle yetinmesi eleştirildi.

Gazze’den ölüm haberleri geldikçe, ateşkes çağrısı yapması için Starmer üzerinde baskılar da arttı. Partinin İskoçya grubu lideri, Londra ve Manchester belediye başkanlarının yanı sıra 40 milletvekili, hatta bazı gölge bakanları bile ateşkes çağrısı yapmasını istediler. Ama değişen bir şey olmadı.

Liberal Demokrat Parti de İsrail’e destek konusunda daha ileri giderek hükümeti İran Devrim Muhafızlarını da terör listesine dahil etmeye çağırdı; Gazze halkının göçe zorlanmasına yönelik “kaygılarını” dile getirdi.

Birçok sol grubun ve sendikacının yer aldığı Stop the War koalisyonunun Filistin’le dayanışma, Gazze’ye yönelik savaşa son verilmesi ve ateşkes talebiyle düzenlediği gösterilere ise ülke çapında yüz binlerce insan katıldı.

 

Sosyal medya paylaşımlarından dolayı hak ihlalleri protesto edildi.

0

Demokratik Güç Birliği Britanya, İngiltere’de dâhil yurt dışında yaşayan Türkiye kökenli göçmen emekçilere karşı sistematik olarak uygulanmaya başlanan sosyal medya paylaşımlarının soruşturma kapsamına alınarak haklarının ihlal edilmesini bir basın açıklaması ile protesto etti.

AKP’nin fişleme ve yasakları yandaş avukatlara yarıyor

Yurt dışında yaşayıp, AKP ve koalisyon ortağı MHP’nin uygulama ve politikalarına karşı sosyal medya üzerinden tepki gösteren ya da en demokratik hakları olan görüşlerini sansürlemeden dile getirenler, haklarında açılan haberdar olmadıkları soruşturmalar nedeniyle gümrük kapılarında göz altılara maruz kalıyor. Pasaportlarına el konularak yurt dışına çıkışları yasaklanıyor. Yurt dışında yaşayıp muhalif kimliği ile öne çıkanları ve sosyal medya hesaplarını takip etmek için kurulan birim tarafından fişlenenler, gümrüklerdeki pasaport kontrol noktalarından alınarak gözaltında soruşturmalara uğruyor. Soruşturmalara uğrayanlar, pasaportlarına el konularak çıkış yasağı alanlar, ya aylarca sürecek olan mahkeme süreçleri ya da iktidara yakın olan avukatlara mahkûm edilerek yüksek meblağlarda paralar ödemek zorunda bırakılıyor.

Hedef susan, korkan ve sindirilmiş bir toplum yaratmak

Tüm bu yaşanan hak ihlallerini protesto etmek için Göçmen İşçiler Kültür Derneği Gik-Der’in ev sahiplik ettiği basın açıklamasında; Türkiye’ye girişlerde yaşanan keyfi göz altılara, yurt dışına çıkış yasaklarına, kefalet dayatmasına, sosyal medyada ifade özgürlüğüne yapılan saldırılara son verilmesi talep edildi.

Basın açıklamasında, “Sosyal medya paylaşımları bahane edilerek, Türkiye’ye girişlerde keyfi gözaltılar, yurtdışı yasakları ve kefaletle salıverilme dayatmasına varıncaya dek türlü yöntemlerle göçmen halkımızın seyahat özgürlüğü ve yaşam hakları ihlal edilmektedir. Kollarını Avrupa’ya kadar uzatan faşist rejim burada yaşayan Türkiyeli ve Kürdistanlı göçmenleri kriminalize ederek korkutma ve sindirme amacını taşıyor. Sosyal medya yasakları ile düşünce özgürlüğüne kelepçe vurulmaya, gözaltı ve soruşturmalarla korku iklimi egemen kılınmaya çalışılmaktadır.Ayrıca farklı Avrupa ülkelerinde özellikle Türkiye üzerinden gelen politik sığınmacılara dönük geri iade etme girişimleri, faşist rejimin yönetimi altında yaşama şansı kalmamış politik insanların yaşam haklarına yönelik tehditler son dönemde artarak devam etmektedir.” İfadelerine yer verildi.

Basın açıklamasının ardından sorulara verilen yanıtlar içerisinde, yurt dışı çıkış yasağı alanlara hukuki destek verilmesi, konunun İngiltere parlamentosu ve kamuoyunun gündemine taşınması için yapılan girişimlerde dile getirildi.

 

Hackney Belediyesi yeni başkanını seçiyor

0

Bu ayın ara seçiminde Hackney Belediye Başkanı olmak için yarışan altı aday bulunuyor ve listede üç mevcut Hackney meclis üyesi de yer alıyor.

İki aday daha önceden de belediye başkanlığı seçimlerine katıldı.

Ara seçim, İşçi Partisi üyesi Philip Glanville’in eski meclis üyesi Tom Dewey ile olan ilişkisi nedeniyle istifasının ardından yapıldı.

Aileler, parklar ve eğlence alanları gölge kabine üyesi ve Cazenove bölgesi meclis üyesi Caroline Woodley İşçi Partisi için aday.

Dalston meclis üyesi Zoë Garbett, Yeşil Parti adayı olarak ikinci kez yarışta yer alıyor. Geçen yılki belediye başkanlığı seçiminde yüzde 34’lük bir seçmen katılımıyla ikinci sırayı almıştı.

Simche Steinberger, Muhafazakârlar için aday gösteriliyor. Springfield bölgesi meclis üyesi olan Steinberger, düşük trafikli mahalleler (LTN’ler) konusunda karşıt bir görüşe sahip ve halkın İşçi Partisi tarafından tanıtılan politikadan memnuniyetsizliğini kullanarak seçmenleri etkilemeye çalışıyor.

Simon de Deney, Liberal Demokratlar için aday gösteriliyor. 2014 yılında başkanlık için dördüncü sırayı aldı.

Bağımsız aday Peter Smorthit, geçen yıl Hoxton East ve Shoreditch bölgesi meclis seçimlerinde adaydı ve LTN’ler üzerinde referandum yapılmasını talep ediyor.

Napo Sendikası’nın ulusal yöneticilerınden Annoesjka Valent ise, Sendikalar ve Sosyalist Koalisyonu (TUSC) için aday.

2002’den bu yana TUSC ilk defa bir Hackney belediye başkan adayı çıkardı.

Kampanya açıklamasında Valent şunları söyledi: “Hackney’deki işçi sınıfı ve gençler hayal kırıklığına uğratıldı. İşçi partisi belediye başkanları ve meclis üyeleri, Tory hükümetinin kesintilerini kabul etmeyi tercih ediyorlar. Gerçek anlamda 200 milyon sterlinin üzerinde iş ve hizmeti kısıtlaması oldu.

“Sosyalist bir belediye başkanı, ihtiyacımız olan işleri ve konutları yeniden inşa etmeye başlayabilir ve faturayı 10 Numaraya gönderir.”

“Hackney’deki İşçi Partisi, Tory hükümetinin kesintilerine uyum sağladı ve Starmer hükümetinin kesintilerine daha da fazla uyum sağlayacak.”

TUSC’nin seçim vaadi, daha fazla belediye konutu inşa etmeyi ve 13,500 kişilik uzun bekleme listesini ele almak için boş konutları ele geçirmeyi ve özel konutlarda kira kontrolünü içeriyor.

Hackney’deki seçmenler, oy kullanabilmek için yasa değişikliğinden dolayı sürücü ehliyeti veya pasaport gibi fotoğraf kimlik belgesi sunmak zorunda kalacaklar.

Kimlik zorunluluğu, kampanyalardan ve muhalefet politikacılardan güçlü eleştirilere tabi tutuldu ve bu kuralların demokratik olmadığı konusunda uyarılarda bulunuldu.

İşçi Partisi senelik konferansını gerçekleştirdi

0

Liverpool’da oldukça disiplinli bir konferansta, milletvekilleri en iyi davranışlarını sergilerken ve neredeyse hiçbir anlaşmazlık yaşanmazken, bir parıltılı konfeti atan protestocu, parti lideri Keir Starmer’ın konuşmasını bölmeye çalışarak bazı dramatik anlar yaşattı.

İşçi lideri ceketini çıkardıktan ve kollarını sıvadıktan sonra gelecek yıl beklenen genel seçim öncesinde kritik bir konuşma yapma girişimini “bir aptalın” engellemesine izin vermeyeceğini belirtti.

Konferanstan ne öğrendik? John Lennon’ın memleketi Liverpool’da Sir Keir, kendisini sınıf kahramanı olarak tanıttı. “Sınıf tavanını” yıkmaktan bahsetti.

Hamas’ın saldırısı, İşçi Partisi konferansının havasını bir adım bozsa da Filistin halkının mücadelesini içinden yok etmeye çalışan bir parti için zorlu soruları da gündeme getirdi. Sir Keir hızla Hamas’ı “teröristler” olarak kınadı, fakat arkasından gelen Gazze saldırısını görmezden geldi.

Tersine eski başkan Jeremy Corbyn, yakındaki solcu bir festivalde, İsrail’in Gazze’ye karşı işlediği korkunç suçu kınamaktan kaçınmadı. Corbyn’in liderliği sırasında, konferans salonunda Filistin bayrakları sallanırken parti içindeki hızlı değişim, Starmer’in konuşmasında İsrail’in “kendini savunma hakkına” vurgu yapması ve körü körüne desteklemesiyle daha da belirginleşti.

Bu arada, gölge bakan Afzal Khan, İsrail’in ırk ayrımını sona erdirilmesini talep eden Filistin Dayanışma Kampanyası tezgahının önünde fotoğraf çekildiği için özür dilemek zorunda kaldı.

Parti, siyasi liberal merkezini hızla işgal etmeye çalışıyor ve Muhafazakârların daha da sağa kayışını kullanarak orta seçmenlerin elde edilebileceğini düşünüyor. Starmer, konferans konuşmasında, Corbyn’in liderliğinden bu yana İşçi Partisi’nin artık “jest siyaseti” ve “protesto” partisi olmadığını vurguladı.

Yeni İşçi Partisi döneminin yankıları her yerdeydi ama azınlıkla politika detayları vardı.

Starmer, 1.5 milyon yeni ev planlarının, teknik kolejler ve planlama reformu konularına değindi. Gölge hazine bakanı Rachel Reeves ise özel okul ücretleri üzerindeki KDV’nin yeniden onaylanması gibi bazı ayrıntıları da konuşmasında paylaştı.

Kamu hizmetleri konusunda reform hakkında çok şey duyduk, ancak İşçi Partisi’nin yatırımı artırmadan nasıl başaracağına dair pek bilgi verilmedi.

Ve İşçi Partisi’nin kamulaştırma çağrılarını yerine getirmeyi amaçladığına dair herhangi bir işaret de yoktu. Parti üyeleri ve sendika üyeleri hâlâ bu yönde istekli, bu nedenle konferans enerjinin ulusallaştırılması gibi politikaları kabul etti. Ancak bu oyların parti manifestosuna herhangi bir etki yapmasını bekleyen kimse yok.

Bunun yerine, Reeves ve Starmer tarafından çizilen vizyon, düzenin korunmaya devam edilmesinden başka bir gelecek vaat etmedi.

Dış politika, militarizm ve savaşçılık desteği hakkındaki konuşmalar, konferans salonunda tamamen sorgulanmadan yapıldı. Muhtemel bir İşçi hükümetinin, bizi tehlikeli yola sürükleyen Muhafazakârların yolundan farklı bir yola götürmeyeceği görülüyor.

 

İngiliz Sendikacı Dempsey: Sendikal hareket İsrail’i durdurmak için baskı yapmalı

0

RMT Genel Sekreter Yardımcısı Eddie Dempsey: Filistin’in gözlerimizin önünde yok edilişine tanıklık ediyoruz. Sendikaların baskısının barışın sağlanması için önemli bir unsur olacağını düşünüyoruz.

İsrail’in Gazze saldırıları dünyanın birçok yerinde olduğu gibi İngiltere’de de protesto ediliyor. Hükümet İsrail’e tam destek verirken İngiliz halkı saldırıların derhal durmasını istiyor. Günlerdir Filistin halkına destek eylemleri yapılıyor. Cumartesi günü de tüm ülkede Filistin için eylemler yapıldı. Bu eylemlere sendikaların da büyük bir çoğunluğu çağrı yaptı ve üyelerinin katılmasını istedi. Demiryolu İşçileri Sendikası da (RMT) çağrı yapan sendikalar arasındaydı. Londra’da yapılan ve yaklaşık yüz binlerin katıldığı eylemde konuştuğumuz RMT Genel Sekreter Yardımcısı Eddie Dempsey, Evrensel’in sorularını yanıtladı.

İsrail’in Gazze’ye saldırısı karşısında halklar sessiz kalmıyor ve sokaklarda tepki gösteriyor. RMT’nin bu eyleme katılması neden önemli?

RMT sendikası olarak bugün bu protestoya büyük bir sendikal blok olarak katılmanın çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Biz RMT olarak, Birleşik Krallık’taki diğer sendikalardan farklı bir konumdayız. Zira sendikamızın şu anda Akdeniz’de bulunan ve teoride insani yardım taşıma amacıyla Gazze Şeridi’ne doğru yol alan destek gemilerinde (Ama aslında Birleşik Krallık donanmasına destek amaçlı gemiler bunlar) görev yapan üyelerimiz var.

Bizler buradaki sendikal hareketin, Birleşik Krallık hükümetine; İsrail’e silah satışını sona erdirmesi, ivedilikle barışçıl bir ateşkese dair çağrıda bulunması, nüfuzunu kullanarak Gazze’ye uygulanan ambargonun ve Filistin’in işgalinin sona erdirilmesi için yekvücut olarak baskı yapması gerektiğini düşünüyoruz. Yanı sıra hükümetin bu meselenin Birlemiş Milletler anlaşmaları uyarınca uluslararası hukuk bağlamında bir çözüme kavuşturulması gerektiğini hatırlatması için de bugün buradayız.

Hükümetin İsrail’e desteğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizler İngiltere’de politikacıların bir an önce şiddetin tırmanışını teşvik etmeyi bırakması gerektiğini söylüyoruz. Şiddet desteklenemez. Çünkü Filistin halkının ve Filistin’in gözlerimizin önünde yok edilişine tanıklık ediyoruz. Sendikaların baskısının barışın sağlanması için önemli bir unsur olacağını düşünüyoruz.

İsrail’e baktığımızda ise şunu görüyoruz: Çatışmalar başladığından bu yana, Filistin Genel Sendikalar Federasyonunun (PGFTU) üyesi Gazze’de yaşayan 19 bin işçinin çalışma izinleri iptal edildi. Bu işçilerin 5 bini aileleri Gazze’de mahsur kalmışken, evsiz yurtsuz şekilde Batı Şeria’ya sürüldü. 5 bin kadar işçinin ise nerede olduğunu bilmiyoruz. Ve ayrıca çok fazla sayıda işçi de Kudüs’ün kuzeyindeki kamplarda insanlık dışı koşullar altında hapis tutuluyor ve sendikalı oldukları için çok ağır baskı görüyor. Dayanışma içinde olduğumuz bu işçilerin bir an evvel serbest bırakılması için çağrıda bulunuyoruz.

Bu vesileyle İsrail’de bulunan ve bu yönde açıklamalar yapan insan hakları örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarına ve ayrıca dünya çapında düzenlenen protesto gösterilerine katılanlara saygılarımızı sunduğumuzu da belirtmek isterim.

Saldırıların durdurulması için neler yapılmalı? Sendikalar ne yapabilir?

Filistin halkının acılarına gözlerini yuman, kulaklarını tıkayan ya da bunun böyle olmasına destek veren siyasetçiler karşısında, Filistin halkıyla dayanışma içinde olduğumuzu göstermek ve “Biz sesinizi duyuyoruz” demek için bugün buradayız.

İsrail’in orantısız bir şekilde Filistin halkına saldırıları karşısında, hükümetlerin İsrail’e tam destek vermeleri durdurulmak zorundadır. Sendikaların sessiz durmaması gerekiyor. Tüm sendikalara çağrı yapıyoruz, bir süreliğine de olsa endüstriyel sorunları bir tarafa bırakıp, barış için politikacılar üzerinde baskı uygulamalıdır. Çünkü biz ambargonun kaldırılmasını, işgalin son bulmasını, iki devletli uzlaşmanın sağlanmasını, bir Filistin devletinin varlığını ve Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak görmek istiyoruz.

Sendikalar olarak eylemlere devam etmeliyiz. Sendikal hareket ile savaş karşıtı hareketler bir arada baskı ve yaptırımlar yaparak İsrail’in saldırılarını durdurmalıdır. Siyasetçiler Filistin meselesine çözüm için harekete geçinceye değin bu protestoların ve başka türlü sivil itaatsizlik eylemlerinin devamını bekliyoruz.

 

Kıbrıslı Türkler, kimlik ve politik bilinç

Ortak payda ve değerleri paylaşmak ve kimlik olgusu toplum kavramının çok önemliunsurlarıdır.

Kimlik konusu Kıbrıslı Türkler için başlı başına bir sorundur. Çünkü Kıbrıslı Türklerin kendi kimliklerini oluşturmasına hiçbir zaman izin verilmemiştir. Tüm Kıbrıslılar, ama özellikle biz Kıbrıslı Türkler politik nedenler yüzünden hep başka kimliklere yamalandık. Kendimize has ağzı bile konuşmamızı yasaklamaya kalkanlar oldu. Okullarımızda kendikimliğimiz, kültürümüz değil, başkalarının kimlik ve kültürünü öğrendik.

Kıbrıslılık kimliğinin bastırılması için çok çabalar harcandı. Harcanmaya devam ediliyor. Bir zamanlar Denktaş’ın söylediği (esasında bir Kıbrıslı Rum papazın söylediklerini tekrarladığı) “Tek Kıbrıslılar eşeklerdir” sözü zaman zaman temcit pilavı gibi önümüze konulmaya devam ediliyor. Tüm baskılara rağmen bu çabaların tamamen başarılı olduğu söylenemez. Örneğin benim ve birçok Kıbrıslının kimliğimizi “Kıbrıslı Türk, Kıbrıslı Rum” olarak tanımlamamız Kıbrıslı kimliğimizi öne çıkarma istencimizdendir.

Kıbrıslı Türk sanatçı Aşιk Mene, edebiyatçı, araştırmacı Mustafa Gökçeoğlu’nun 1985 yιlιnda yayιnlanan ilk “Tezler ve Sözler” kitabιnιn önsözünde şöyle der:  

Halkbilimiyle ilgili son yιllarda peşpeşe yayιnlanan kitaplar, yapιlan çalιşmalar yarιnadair umutlarιmιz açsιndan bir güneş ve sevgi seçeneği gibi geliyor bana. Çünkü KιbrιsTürk Toplumu olarak yarιnlarιmιz bu çalιşmalarιn ιşιğιnda kurulabilecektir ancak. KιbrιsTürk toplumunu kendi tarih benliğinden koparma ve yapay bir tarih bilinci yaratmazorlamalarιnιn panzehiri başka ne olabilir?” Gökçeoğlu da bu kitabιnιn başιnda,Sιrffaydacιlιk adιna kendimizden kaçma diye nitelendireceğim yozlaşmas üreci içerisineitildik. diyor.

Âşık Mene’nin haklı serzenişini yaratan unsurlar arasında ezberci eğitim sistemi baştagelir. Kıbrıs sorununun yıllardan beri çözümlenmemesinin önemli sebeplerinden biridireğitim. Okullarda öğretilenler eğitimin esas amacına hizmet etme yerine çocuklarınmilliyetçi duygularını kabartmaya yönelik oldu.

Kıbrıslı Rumların eğitim sistemi ise kilisenin de aşırı milliyetçi etkisi ile Kıbrıslı Türkleri düşman olarak gören bir gençlik yaratarak çözümsüzlüğün 1950lerden beri devamınakatkıda bulundu. Kıbrıslı Rum gençlerin faşist ELAM örgütü eylemlerinde hala “En iyi Türk ölü Türk’türgibi iğrenç sloganlar atmaları ü ve düşündürücüdür.

Kıbrıslı Türkler arasında milliyetçilik dışında politik bilincin gelişmemesi için çok uğraşverildi. Toplum liderleri Türkiye ve Batılı güçlerin çıkarları doğrultusunda atandı. Tıpkıbugünkü gibi. Denktaş’ın ve ondan sonra gelen aynı çizgidekilerin karşısına barışçı, çözüm yanlısı Cumhurbaşkanı adayı olarak kim çıktıysa tehditlerle adaylıktan çektirildi.

Kıbrıs’ta iki toplum arasında ilk, belki de tek anlamlı dayanışma 1948 yılında işçi sınıflarıarasında gerçekleşti. İngiliz/ Amerikan şirketi CMC’nin işlettiği Lefke bakır madeni grevi esnasında. O sıralarda işçi haklarını birlikte savunmak için güçlü bir sendika kurulmuş ve sendika yönetimi iki toplumdan oluşturulmuştu. 1948 maden işçileri grevi zaferle sonuçlandı, ancak İngilizin “böl ve yönet” taktikleri devreye girdi ve iki toplumun yeraltı örgütleri TMT ve EOKA kullanılarak bu anlamlı birliktelik bozuldu. Kıbrıslı Türk PEOSendikası üyeleri tehdit edilerek sendikadan ayrılmaya zorlandılar. Tarihi niteliği olan bu grev ciddi olarak araştırılmalıdır. Birçoklarımız grevi İngiltere’ye geldikten sonra Kıbrıs’tan can havliyle firar etmeye zorlanan Ahmet Sadi Erkurt, Kamil Ahmet ve Hulus İbrahim Çağlar gibi grevde aktif rol oynayan büyüklerimizin ağzından işittik.

Yıllardan beri Türkiye’nin asimilasyonist siyasetleri yüzünden Kıbrıslı Türklerin kimlikleri, kültürleri erozyona uğramakta olup bir varoluş mücadelesi vermektedirler. Tüm baskılara rağmen özellikle genç nesillerin politik bilinçlerinin gelişmesi durdurulamadı. İki toplumun gençleri etkili etkinliklerle barış isteklerini dünyaya duyurmaya devam etmektedirler. Bunda sosyal medyanın büyük rolü vardır. Ancak üzücü olan sol muhalefetin içinde bulunduğu çelişkilerle dolu durumdur.

Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün giderilmesi ve adamıza barışın getirilmesi yolunda tabii ki dış etkenlerden kaynaklanan birçok engeller bulunmaktadır. Kıbrıs’ın Pasifik Okyanusunun bir köşesinde değil de Akdenizin önemli stratejik bir kilit noktasında olması adanın en büyük şanssızlığıdır. Ancak ada halkı olarak yine de kendi kaderimizi büyük ölçüde kendimiz belirleyebiliriz. Buna yürekten inanmaktayım.

Elbette diasporada yaşayan toplumlar olarak bizlerin de adamızdaki çözüm ve barış sürecine yapabileceğimiz katkılar vardır. Bir başka yazıda diaspora Kıbrıslıların bu konulardaki çabalarına değineceğim.

Hükümetin T-Level çalışması  

Hükümet eğitimde reformlarını T-Level olarak bilinen yeni bir diploma ile hayata geçirmeye başladı. T Level, GCSE’lerden sonra alınan ve yaklaşık olarak 3 A Level’a denk olan yeni 2 yıllık derslerdir. Eylül 2020’de başlatılan bu dersler, işverenler ve eğitim sağlayıcıları ile işbirliği yaparak nitelikli istihdama, çıraklığa veya ilgili teknik çalışan hazırlamasını sağlamak amacıyla geliştirilmiştir. Öğrenciler bu eğitimi 16-19 yaş arası alacaktır. Bu kurs, sınıf içi öğrenme ile iş deneyiminin bir karışımını içerir ve en az 315 saat – yani yaklaşık dokuz hafta – süren bir işyeri yerleştirmesini yaklaşık olarak kursun %20’sini oluşturuyor.

Nihai notlar, sınavlar, ders çalışmaları ve endüstri yerleştirmesinin tamamlanmasının bir kombinasyonuna dayanmaktadır. 2023 yılında, bu nitelikleri alan 3448 öğrencinin genel geçiş oranı %90,5 idi (3119). Ancak veriler, kursu tamamlama oranının sadece üçte iki olduğunu gösterdi (iki yıl önce T-Level’a başlayan 5210 öğrenciden).

Bu konuda çalışmalarına devam eden hükümet, T-seviyelerine yer açmak için kaldırılacak olan 200’den fazla dersin listesini güncelledi. GCSE’lerinden sonra binlerce öğrenci tarafından alınan BTec ve diğer Level 3 dersler Ağustos 2024’den itibaren finansal destek alamayacak ve kaldırılacak. Bu, hükümetin “daha fazla eğitimi kolaylaştırma” planının bir parçası olup, sonunda A-level ve T-level yerini alacak Gelişmiş İngiliz Standartı’nı tanıtmayı amaçlamaktadır. Ancak bazı kolej müdürleri, alternatif derslerin kısa vadede kaldırılmasının T-seviyelerine uymayan öğrenciler için seçenek eksikliğine yol açacağından endişe ediyor.

T-seviye kursların sayısı 2020’den bu yana her akademik yılda genişledi ve 2023 yılında öğrenciler sekiz ayrı sınava girdi. Sınav konuları arasında muhasebe, dijital iş, finans, sağlık hizmetleri ve imalat bulunmaktadır.  2023 Eylül’ünde altı daha kursun başlaması planlanıyordu, ancak üçü 2024’e kadar ertelendi. Bunlar, kuaförlük, berberlik ve güzellik terapisi, zanaat ve tasarım, medya, yayın ve üretimdir. Yiyecek hizmetlerindeki dördüncüsü, en azından 2025’e kadar geri itiliyor. Yeni başlanacak olan sadece iki yeni T-Level bulunmaktadır: hukuk hizmetleri ve tarım, arazi yönetimi ve üretimi.

T-seviye nitelikleri üç A-Level’a eşdeğerdir. Öğrenciler dört nottan birini alır, bunlar Distinction* Distinction, Merit ve Pass olarak belirlenmiştir. Sertifikaları genel notlarını gösterir ve kurslarındaki deneyimlerini listeleyerek sunar. Distinction*, 168 Ucas puanına denktir – yani A-Leveldaki üç A* ile aynıdır – Merit, A-Leveldaki üç B’ye eşdeğerdir.

Hükümetin eğitimi iyileştirmek için bu tür reformları hayata geçirmesi, öğretmen ve okul yöneticiler tarafından eleştiriye uğradı. Eğitimi iyileştirmenin sadece yeni vasıflardan oluşmadığına değinen eğitim çalışanları, asıl iyileştirmenin öğretmenlerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi, daha iyi bir ücret ve ülke genelindeki öğretmen açığının kapatılması ile mümkün olacağının altını çizdiler. Bu tür vasıflar daha iyi mesleki eğitim için bir olanak sunarken, bu dersleri öğretecek öğretmenlerin olmaması var olan sorunları daha derinleştirecek. Hükümetin önerdiği reformlar önümüzdeki dönem izlenilmesi gereken gelişmelerin başında gelecek.

Zengin İngiltere’nin yoksul yüzü

Geçen ay bizim mahalle Haringey’de ve Newham ile Liverpool ve Belfast’ta “18-23 Eylül Açlık Haftası” kapsamında açlığa karşı “Gıda hakkı” yürüyüşü düzenlendi. Haringey’deki sendika, STK’ler ve Day-Mer’in de örgütleyicileri arasında yer aldığı yürüyüş, 23 Eylül Cumartesi 12’de Tottenham Stadyumu’nun önünde başladı. Yürüyüş Tottenham Green’de gıda ikramları yapan tesgahların bulunduğu mini festivalle son buldu. Dünyanın en zengin 5’inci ülkesinde böylesi bir yürüyüş ülke dışındakileri şaşırtabilir belki ama istatistikler ülkedeki sosyal adaletsizliğin son derece ciddi bir beslenme sorunu doğurduğunu ortaya koyuyor.

Birleşik Krallık’ta açlık yürüyüşlerinin tarihi oldukça eski. Yürüyüşlerin ilki 1905’te parlamentonun önünde yapılmış. Açlık çektiğini haykıran erkek ve kadınlar o dönemin siyasilerini protesto etmiş. Daha sonra 1922’de, dünya ekonomik krizinin olduğu 1931, 32’de ve 1934, 36’da yapılmış. Ve geldik “sanayileşmenin hizmetimizde olduğu” bugüne… Günümüzde Birleşik Krallık’taki verilere göre her 5 evden birinde yetersiz beslenme yaşanıyor ve geçen yıl yarım milyondan fazla çocuk yoksullaştı. Yardım kuruluşu Shelter’e göre 2023’ün başında İngiltere’de evsiz olarak kaydedilen 271 bin aile vardı. Bu yılın başındaki rekor sayıdaki yardım başvurusu da durumun çok hızlı kötüleştiğini gösteriyor. Uzmanlara göre; “kanepe misafiri” olarak da bilinen gizli evsizliğin sayılması neredeyse olanaksız çünkü arkadaşlarının veya akrabalarının evlerinde kalan insanlar gözden uzak ve çoğu zaman da kendilerini evsiz olarak görmüyorlar.

The Big Issue, yoksulluğa ve evsizliğe karşı yaptığı çalışmalara salgın ve artan yaşam maliyeti krizinin darbe vurmasından yakınıyor. İktidardaki Muhafazakarların ülkedeki böylesi ciddi bir yarayı görmemezlikten gelmesi, üstelik sosyal hakların kısıntı ve kesintilerle heyelana uğraması sorunun giderek artması ve kronikleşmesini de çanak tutuyor. Açlık, yoksulluk ve evsizliğe karşı mücadele eden sivil toplum örgütleri ve kişisel girişimlerin çabaları ise haliyle sınırlı kalıyor.

DAY MER’den Arif Bektaş, eylemin sendika şubelerinin de aralarında bulunduğu 30 örgütçe yapıldığını vurgulayarak, “Temel olarak ilk ve ortaokul öğrencilerine en az bir öğün ücretsiz yemek sağlanması, Kuzey Londra’da yaşayanların ev kiralarının düşürülmesi, daha çok sosyal konutun sağlanması isteklerimiz arasında. DAY MER olarak, Türkçe ve Kürtçe konuşan toplumu hayat pahalılığına karşı mücadele eden yerli örgütlere omuz vermeye çağırıyoruz” diyor.

Ülke çapındaki kampanya, 2020’de Liverpool West Derby İşçi Partisi Milletvekili Ian Byrne tarafından başlatıldı. Kampanyayı ülke genelinde yaygınlaştırmak için yoğun çaba gösteren Ian Byrne, “Gıda yoksulluğu sağlık ve yaşam beklentisinde eşitsizliğe, yetersiz beslenmeye, obezite hatta uzun vadeli genetik de dahil olmak üzere bir dizi başka ilgili soruna yol açtığını biliyoruz. Beslenememe çocukların eğitim başarıları ve yaşam şanslarını da etkiliyor. Daha az ölçülebilir ancak daha az önemli olmayan, bireysel insanlık onuru ve sosyal yaşam üzerindeki etkisi de unutulmamalı” diyor. Real Media’nın muhabirinin sorularını yanıtlayan yerel bir gıda bankası olan Community CookUp’ta gönüllü çalışanı Carmel Cadden gıda bankalarının ne kadar önemli hale geldiğini ancak bunların dünyanın en zengin beşinci veya altıncı ülkesi için bir rezalet olduğunu ve sürdürülemez olduğunu anlatıyor. Cadden, artan kira artışları ve yakıt maliyetlerine izin vermekle hükümetin kötü bir politika yürüttüğünü öne sürüyor, ücretsiz okul yemeği talebinin derhal hayata geçirilmesini istiyor. Haringey Belediye Meclisi Üyesi Michelle Simmons-Safo da, 30 yıldır Haringey’de bölge sakinleriyle yakından çalıştığını vurgulayarak çocukların yetersiz beslenmesi de dahil şimdiye kadar böylesi bir acı ve yoksulluk görmediğini aktarıyor.

University College London’da (UCL) 2020’de gerçekleştirilen çalışma ülkedeki en zenginlerin en yoksullara göre hastalık ve engellilikten uzak ve açık ara ile ortalama 10 yıl daha uzun yaşadığını ortaya koyuyor. Ne yazık ki tok açın halinden anlamaz. Bu konuda da sesimizi diğer seslerle birleştirerek kendi göbeğimizi kendimiz kesmek ve hükümete baskı yapmak zorundayız. Başka yolu varsa siz söyleyin, biz de yapalım efeeem!

Bölgenin Kalıcı Barışa İhtiyacı Var

Uluslararası kapitalist sistem savaş üretiyor, Ortadoğu’da ve Kafkasya’da ırkçı-dinci sağcı rejimler halklar arasında kin ve nefret tohumları ekerek sistemin değirmenine su taşımakta, iç içe ve yan yana dostluk ve dayanışma içinde yaşayacak halklar karşılıklı düşmanlaştırılıyor. Bu rejimler, zayıf gördükleri ulusları ezme ve mültecileştirmeye çalışarak insanlığa karşı suç işliyorlar.

İnsanlığa karşı işlenen suçları şu bir kaç hafta içinde önce Artsah-Dağlık Karabağ’da gördük. Eylül ayında 100 binden fazla Ermeni yurtlarından göç etmek zorunda bırakıldı. Kürt düşmanlığı üzerinde toplumu kutuplaştıran AKP/MHP rejiminin talimatıyla 4 Ekim’de Türkiye Rojava’yı bombalamaya başladı. Onlarca sivilin ölmesine ve yaralanmasına neden oldu. Halkın yaşam kaynakları, okul ve hastane gibi kamu hizmeti veren alt yapısı büyük oranda yok edildi.

İsrail 7 Ekim’de Gazze’ye saldırıp, gıda, elektrik ve su akışını kesince, içerde ve dışarda insan hakları düşmanı olan Erdoğan insan haklarını hatırlatacak kadar utanmaz ve pişkindir.

7 Ekim’de Hamas’ın terör saldırılarına karşı yıllardır Filistinlilere zulmetmekten geri kalmayan İsrail misilleme olarak Gazze’de bütün Filistinlileri cezalandırmaya girişti. Okul, hastane, kilise ve camilerin vurulduğu saldırılarda çocuklarla beraber binlerce insan hayatını kaybetti. Saldırıların bütün şiddetiyle devam ettiği bu ortamda, İsrail’in yanında yer alan emperyalistlerin sivil halkın korunması konusuna dikkat çekmesi tam bir ikiyüzlülüktür.

Bu savaşta iki olgu öne çıkmıştır. Birincisi bölgede ırkçı-dinci sağcı yönetimlerin istediği gibi nefret dili gelişti.

İkincisi ve en önemlisi, dünyada ve bölgede savaş karşıtı büyük bir kamuoyu oluşmuş durumdadır. İsrailli ve Filistinli barış savunucuların çabası, İsrail içinde Komünistlerin ve muhaliflerin savaşın sorumlusu olarak Netanyahu kabinesi-Siyonist rejimi sorumlu tutması, aynı zamanda suçlunun evin içinde olduğunu hatırlatması açısından çok değerlidir.

Artsah-Dağlık Karabağ’dan Ukranya’ya, Kürdistan-Rojava’dan Gazze’ye ve saldırılarda hayatını kaybeden İsraillilere, yaşanan acılar hepimizin acılarıdır. Ne emperyalizm, ne de halkına baskı yapan, sömüren, eşitlik, özgürlük düşmanı bölgenin rejimleri insanlığa kötülükten başka bir şey getirmiyor.

Hamas’ın ve İsrail’in saldırıları sonucu binlerce İsrailli ve Filistinli hayatını kaybetti. 7 Ekimden bu yana İsrail tarafından 24 saat şehirlerin ve kasabaların bombalanması, canlarını kurtarmaya çalışan ailelerin dramı, binlerce ölü ve yaralının olduğu, insanların yiyeceksiz, susuz, evsiz ve ilaçsız bırakıldığı bu savaş insanlığın kabul edeceği bir durum değildir. Dünyada ve bölgede yüzbinlerce insan Gazze’de kuşatmanın kaldırılması, ateşkesin sağlanması, işgalin sona ermesi ve barış adına meydanlarda her geçen gün sesini yükseltiyor.

Bu sesin iktidarlar tarafından görmezden gelmesi, savaş karşıtlarının Türkiye ve Rusya’da olduğu gibi İsrail’de de cezalandırılması barışı savunanların mücadelesini kesemez. Bölgenin acil barışa ihtiyacı vardır. Yalnız kalıcı ve gerçek barışı sağlayacak, işgalleri sona erdirecek, insanların özgür ve eşit yaşayacağı bir bölge ve dünya yaratacak olan devrimci işçi sınıfının örgütlü gücüdür.