Ana Sayfa Blog Sayfa 7

Londra’nın merkezinde 22. kez “savaşa hayır” dendi

Bir yıldan fazladır Filistin’deki katliam ve soykırım devam ediyor. Savaşın durması için İngiltere’de yapılan eylemler kapsamında merkezi ve kitlesel olarak düzenlenen gösterilerin 22.si 30 Kasım günü gerçekleştirildi.

Eylem yine çok kitleseldi. 150 binden fazla kişi Hyde Park’ta buluşup Başbakanlık önüne yürüdü. Çok sayıda sendikanın ve kampanya grubunun yürüyüşte yerini alması dikkat çekerken, yine ülkenin dört bir tarafından katılımcılar vardı.

Manchester’dan Brighton’a, Portsmouth’dan Bristol’a kadar birçok şehirden savaş karşıtları otobüslerle Londra’ya bir kez daha akın etti.

“Silah satışını durdurun”

On binlerce kişinin pankart ve dövizlerindeki mesaj çok netti. Netenyahu gibi Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin de yakalama kararı çıkardığı “savaş suçlularına” İngiltere devletinin silah desteğinde bulunmaması istendi.

Silah satışlarının derhal durmasını isteyen göstericiler, sık sık Filistin’e özgürlük sloganları da attı. Keir Starmer’in katliama destek vermesini eleştiren birçok konuşmacı “Elinde masum Filistin halkının kanı var” diyerek, İsrail’e desteğin derhal durması ve ambargo uygulanmasını istedi.

 

Avrupa silah sanayisinin yoğunlaşma planları

0

Büyük savunma şirketlerinin yöneticileri geçen hafta Hamburg’da yapılan gizli bir toplantıda Avrupa savunma sanayisinin yoğunlaşmasını planladılar. Avrupa’nın savunma bütçesi 280 milyar dolar artabilir. Avrupa NATO ülkelerindeki savunma sanayisinin önde gelen temsilcileri, sanayiyi yoğunlaştırmak ve savunma üretimini Avrupa sınırları ötesinde büyük ölçüde genişletmek için çalışıyor.

Bu, geçen hafta İngiliz uçak gemisi HMS Queen Elizabeth’in Hamburg limanında demirli olduğu bir sırada Avrupalı ​​savunma yöneticilerinin anonim olarak katıldığı bir toplantıya ilişkin bir rapordan ortaya çıkıyor. Gizli toplantı, Ekim ayında Londra’da imzalanan ve Alman-İngiliz ortak silahlanma projelerini öngören bir askeri ve silahlanma anlaşması olan Trinity House Anlaşması ile bağlantılıydı.

Hamburg toplantısına ilişkin raporda, Avrupa askeri bütçelerinde 2024 yılı için planlanan 436 milyar ABD dolarının yakın zamanda artırılacağının varsayıldığı belirtiliyor; eğer savunma bütçesini ekonomik üretimin yüzde 3’üne çıkarmayı amaçlayan anlaşma gerçekleşirse, kısa süre içinde ilave 280 milyar dolar elde edilebilecek. AB savunma sanayisini birleştirmeye yönelik yaklaşımlar halihazırda mevcut.

Alman ordusuna göre, İngiliz uçak gemisi HMS Queen Elizabeth’in geçen hafta Pazartesi’den Cumartesi’ye kadar Hamburg limanında kalmasının resmi nedeni, Alman Donanması ile Kraliyet Donanması arasındaki işbirliğini derinleştirme girişimiydi.Silahlı kuvvetlerin iki kolu, “onlarca yıldır” “son derece iyi ve önemli bir işbirliği ve güvenilir ortaklık” yoluyla birbirine bağlı; Alman ordusu Bundeswehr, “gemilerinin, teknelerinin ve uçaklarının” uzun süredir sadece manevralarda değil, aynı zamanda “farklı misyonlara sahip görevlerde” de “mükemmel” bir şekilde birlikte çalıştığını açıklıyor.

Pratik işbirliğinin yanı sıra, Flensburg’daki Mürwik Deniz Okulu ve Dartmouth’taki Britanya Kraliyet Deniz Koleji’nin birlikte çalıştığı subay eğitiminde de böyle bir işbirliği var. HMS Queen Elizabeth’in kalışı sadece daha yakın denizcilik ilişkileri geliştirmekle ilgili değildi: Aynı zamanda, şu anda Hamburg’da faaliyet gösteren üç şirketten biri olan 1. Ulusal Güvenlik Şirketi Hamburg’a, “liman tesislerinin güvenliğinin sağlanması” konusundaki uzmanlık alanlarında eğitim fırsatı da sundu.

Alman limanları, savaş durumunda çok özel bir öneme sahip çünkü bunlar, Kuzey Amerika’dan potansiyel yeni bir Doğu Cephesine asker ve silah taşımak için kullanılacak. Bu, Alman-İngiliz deniz işbirliğinin genişlemesinin ve dolayısıyla aynı zamanda da arka planını oluşturmakta. Savunma Bakanı Boris Pistorius ve İngiliz mevkidaşı John Healey’nin 23 Ekim’de Londra’da imzaladığı Trinity House Anlaşması.

Alman-İngiliz askeri ve silahlanma işbirliğinin genel olarak genişletilmesini öngören bu anlaşma, Britanya ve Fransa tarafından Kasım 2010’da imzalanan Lancaster House Anlaşmalarını örnek almakta. Lancaster House Anlaşmaları ilk pratik testini Mart 2011’de Londra ve Paris’in ortaklaşa yürüttüğü Libya savaşında gerçekleştirdi.

Trinity House Anlaşması, diğer şeylerin yanı sıra, NATO’nun doğu kanadında ortak manevralar yapılmasını sağlıyor ve Alman askeri uçaklarının Birleşik Krallık’a ilk kalıcı transferi olan Alman Boeing P-8A Poseidon deniz devriye uçağının RAF Lossiemouth Hava Üssü’ne transferini öngörüyor. Lossiemouth’tan Kuzey Atlantik’in izlenmesinde görev alacaklar.

Ayrıca Trinity House Anlaşması daha yoğun bir silah işbirliğini öngörüyor. Bu, diğer bazı şeylerin yanı sıra, orta menzilli silahların ortak geliştirilmesini, insansız hava araçlarının üretimini ve Britanya’da bir Rheinmetall topçu tüpü fabrikasının inşasını da içeriyor.

Trinity House Anlaşması’nda öngörülen Alman-İngiliz silah işbirliğinin yoğunlaştırılması temelinde, tüm Avrupa’daki silah şirketleri arasındaki işbirliği artık güçlendirilecek. Frankfurter Allgemeine Zeitung’un haberine göre bu konu, geçen hafta HMS Queen Elizabeth gemisinin Hamburg limanındayken büyük savunma şirketlerinin temsilcileriyle yaptığı toplantının konusuydu. Rapora göre, esas olarak, Avrupa NATO devletlerini savaşa dönüşen büyük çatışmalara uygun hale getirmekle ilgiliydi; ayrıca bu, özellikle önemli ölçüde daha büyük miktarlarda, “silahların daha hızlı ve daha iyi üretilmesini” gerektirecek.

HMS Queen Elizabeth’teki toplantıya hangi savunma şirketlerinin katıldığı bilinmiyor. Toplantı kapsamında yalnızca bireysel şirketlere teklif verildi. Bunlar arasında İngiliz silah devi BAE Systems, Alman-Fransız Airbus Grubu, İtalyan silah devi Leonardo ve Eurofighter’ın önemli bir tedarikçisi olan Rolls Royce yer alıyor. Trinity House Anlaşması’nda belirtilenlerin ötesindeki spesifik projelerden (eğer tartışıldıysa) de bahsedilmedi. En son altıncı nesil savaş uçakları için yalnızca iki projeye atıfta bulunuldu: AB’deki şirketler tarafından Alman-Fransız liderliğinde geliştirilen FCAS (Geleceğin Savaş Hava Sistemi) ve İngiliz-İtalyan rekabeti olan Tempest.

Ancak Hamburg toplantısı aynı zamanda Alman-İngiliz silah işbirliğinin ötesinde işbirliği çabalarını da geliştirmeyi başardı. Alman Rheinmetall grubu geçtiğimiz günlerde İtalyan savunma devi Leonardo ile ortaklaşa yeni muharebe tankları geliştirmek ve üretmek üzere bir ortak girişim kurduğunu duyurdu. Rheinmetall, Boxer tekerlekli zırhlı aracını daha da geliştirmek ve İngiliz ordusunu donatmak için kullanmak üzere halihazırda İngiliz savunma endüstrisiyle birlikte çalışıyor. Grup ayrıca gelecekteki savaşlar için özellikle önem taşıyan Avrupa topçu mühimmatı üretimini de konsolide etmeyi amaçlıyor ve ABD’nin sanayi devleri Lockheed Martin, Raytheon ve Northrop Grumman’a “Avrupa sistem evi” olarak katılmak istediğini açıkladı. Avrupa NATO devletlerinin savunma sanayilerini birleştirmeye yönelik yaklaşımlar zaten mevcut ve en azından bazıları Rheinmetall örneğinde olduğu gibi Alman liderliği altında.

 

ABD seçim sonuçları: Nedeni elbette ekonomiydi

0

Michael Roberts

ABD borsası hızla yükseliyor, dolar döviz piyasalarında hızla değer kazanıyor, ekonomi reel GSYH yaklaşık %2.5 büyümesiyle yoluna devam ediyor ve işsizlik oranı %4.1’i geçmiyor. Görünen o ki, ABD ekonomisi 2020’deki pandemi çöküşünden çıkarken ‘yumuşak iniş’ denilen şeyi başarmış, yani durgunluk olmamış…

Peki neden görev başındaki Demokrat yönetimin adayı Kamala Harris, 2017-21 döneminin Cumhuriyetçi başkanı Donald Trump’a karşı kaybetti? Görünen o ki, seçmenlerin bir kısmında refah ve daha iyi bir dönem iyimserliği yoktu… Bir ankete katılanların %62’si ekonomiyi “çok iyi değil” ya da “kötü” olarak değerlendirdi ki bu da ne eski başkan Joe Biden ne de Harris için herhangi bir siyasi getiri olmamasını açıklıyor.

Bunun nedeni iki yönlü. Birincisi, ABD’nin reel GSYH’si büyüyor ve finansal varlık fiyatları yükseliyor olabilir, ama ortalama Amerikan hane halkı için durum farklı ve neredeyse hiçbiri spekülasyon yapacak finansal varlığa sahip değil. Zengin yatırımcılar servetlerini artırırken, önceki Trump ve Biden yönetimleri altında Amerikalılar korkunç bir salgın yaşadı ve ardından tüketim malları ve hizmet fiyatlarındaki keskin artışa bağlı olarak 1930’lardan bu yana yaşam standartlarında en büyük düşüş yaşandı.

Ortalama ücret artışları altı ay öncesine kadar buna ayak uyduramadı. Ve resmi olarak fiyatlar hala pandemi öncesine göre %20’den daha yüksek, ancak resmi enflasyon endeksi kapsamında olmayan diğer birçok kalem (sigorta, ipotek oranları vb.) roket gibi yükseliyor. Yani vergi ve enflasyon hesaba katıldıktan sonra, ortalama gelirler Biden’ın göreve geldiği zamanki ile hemen hemen aynı.

Yakın zamanda yapılan bir ankete göre Amerikalıların %56’sının ABD’nin resesyonda olduğunu ve %72’sinin enflasyonun yükseldiğini düşünmesine şaşmamak gerek. Dünya borsa yatırımcıları, ‘Muhteşem Yedili’ yüksek teknoloji sosyal medya şirketleri ve milyarderler için harika olabilir ama pek çok Amerikalı için öyle değil….

Amerikalılar, resmi endekslerin ve ana akım ekonomistlerin görmezden geldiği maliyetlerin farkında. Mortgage oranları son 20 yılın en yüksek seviyesine ulaşmış, ev fiyatları rekor seviyelerde. Motor ve sağlık sigortası primleri fırladı. Gerçekten de, ABD’deki gelir ve servet eşitsizliği dünyanın en yüksekleri arasında ve daha da kötüye gidiyor. Amerikalıların en üstteki %1’i tüm kişisel gelirlerin %21’ini alıyor – en alttaki %50’nin payının iki katından fazla! Ve Amerikalıların en tepedeki %1’i tüm kişisel servetin %35’ine, %10’u %71’ine sahip; ama en alttaki %50’nin payı sadece %1!

Gerçek GSYH rakamlarına daha yakından baktığınızda, çoğu Amerikalıya neden pek fayda sağlamadığını görebilirsiniz. Bir de artan stoklar var ki bu da satılmayan mal stokları, yani satılmayan üretim anlamına geliyor. Başta silah üretimi olmak üzere artan hükümet harcamaları da cabası… ABD imalat sektörü 5 Kasım seçimlerine kadar dört ay üst üste daraldı.

ABD’de işsizlik oranının düşük olduğu ilan ediliyor. Ancak istihdamdaki net artışın çoğu yarı zamanlı istihdamda ya da hem federal hem de eyalet düzeyinde devlet hizmetlerinde gerçekleşmekte. Daha iyi ücret veren ve kariyer sunan önemli üretken sektörlerde tam zamanlı istihdam gecikmekte. Eğer bir işçi yaşam standardını korumak için ikinci bir iş yapmak zorunda kalıyorsa, ekonomi hakkında o kadar da iyimser düşünmeyebilir. Gerçekten de ikinci işler önemli ölçüde arttı.

Ve işgücü piyasası daha da kötüye gidiyor. Aylık net istihdam artışı düşüş eğiliminde ve Ekim ayı rakamı sadece +12.000. Hem iş teklifleri hem de işten ayrılma oranları genellikle durgunluk dönemlerinde görülen seviyelere geriledi…

Uzun depresyon

Büyük ekonomiler, benim uzun depresyon olarak adlandırdığım, yani her çöküş ya da daralmadan sonra (2008-09 ve 2020) reel GSYH büyümesinin daha düşük bir yörüngede seyrettiği, yani önceki trendin geri gelmediği bir dönemden geçmekte. Küresel finansal çöküş (2008) ardından 2020’deki pandemi çöküşü sonrası büyüme yörüngesi daha da düştü. Birleşik Krallık 2008 öncesi trendin %17 altındayken, Euro bölgesi %15 ve ABD hala %9 altında…

Harris’in kampanyasının Trump’ın önüne geçememesinin ikinci nedeninin göç meselesi olması büyük bir ironi. Görünen o ki pek çok Amerikalı göçün engellenmesini kilit bir siyasi mesele olarak görüyor – yani düşük reel gelir artışını ve düşük ücretli işleri ‘çok fazla göçmene’ bağlıyorlar ancak durum tam tersi. Gerçekten de eğer göç artışı yavaşlarsa ya da yeni yönetim göç konusunda ciddi kısıtlamalar hatta yasaklar getirirse, ABD ekonomik büyümesi ve yaşam standartları zarar görecek.

ABD ekonomisinin bu on yılın geri kalanında reel GSYH büyümesinde yılda %2.5’lik bir oranı bile koruyabilmesinin tek yolu, işgücünün verimliliğinde çok keskin bir artış sağlamak olacak. Ancak, on yıllar boyunca ABD’nin üretkenlik artışı yavaşlamıştır… Eğer göç engellendiği için istihdam edilen işgücünün büyüklüğündeki artış dursaydı, reel GSYH büyümesi yılda %2’nin altına gerileyecekti.

Hükümetin büyük yüksek teknoloji şirketlerine pompaladığı devasa sübvansiyonların üretkenliği artırıcı projelere yatırımı artıracağı umuluyor. Özellikle de yapay zeka için yapılan büyük harcamaların sonunda üretkenlik artışında sürekli bir adım değişikliği sağlayacağı bekleniyor. Ancak bu beklenti, en azından bu yeni teknolojilerin ABD ekonomisine giriş hızı göz önüne alındığında, belirsiz ve kuşkulu olmaya devam ediyor.

Şimdiye kadar üretkenlik artışı esas olarak çevreye zarar veren fosil yakıt endüstrisinde gerçekleşirken, diğer sektörlerde bu yönde çok az işaret görüldü… Sektördeki üretkenlik artışları istihdamın düşmesiyle elde edildi.

Artan borç ve devlet sübvansiyonlarıyla finanse edilen devasa bir yatırım balonunun oluşması gibi ciddi bir risk söz konusu; bu balon, ABD şirket sektörü için yapay zeka ve yüksek teknolojiden elde edilen sermaye getirilerinin gerçekleşmemesi halinde patlayabilir…

Bir anlamda, kimin kazandığının büyük finans ve büyük iş dünyası için pek bir önemi yok. Her iki aday da kendilerini kapitalist sisteme ve bu sistemin sermaye sahipleri için daha iyi işlemesine adamışlar… Gerçek şu ki, “zaman geçtikçe fark kalmayacak”…

Trump’ın ekonomi planın büyük bir unsuru göçü büyük ölçüde azaltmak… Amerikan Göçmenlik Konseyi tarafından kısa süre önce yayınlanan bir rapora göre, hükümetin 2022 yılı itibariyle kalıcı yasal statüye sahip olmayan ve sınır dışı edilme ihtimaliyle karşı karşıya olan yaklaşık 13 milyonluk bir nüfusu sınır dışı etmesi halinde bunun maliyeti çok büyük olacaktır – yaklaşık 305 milyar dolar.

Net göç ABD ekonomisinin diğer G7 ekonomilerinden daha hızlı büyümesine yardımcı oldu. Bu işçilerin toplu sınır dışı edilmeleri ABD GSYH’sini %4.2 ila %6.8 oranında azaltacaktır. Ayrıca vergi gelirlerinde de önemli bir azalmaya yol açacaktır. Göçmen işgücünün ortadan kaldırılması, evlerden işyerlerine ve temel altyapıya kadar tüm sektörleri sekteye uğratacaktır: yüz binlerce ABD doğumlu işçi işini kaybedebilir.

Kemer Sıkma

Trump ABD doğumlu Amerikalılara yardım etmeyi amaçladığını iddia ediyor, ancak gerçekte politikaları sadece çok zenginleri geri kalanlar pahasına daha da zenginleştirecek, ekonomik büyümeyi tehlikeye atacak ve enflasyonu artıracaktır….

Kamu hizmetlerine gelince, bütçe açığının artacağı ve kamu borcunun GSYH’nin %100’ünün çok üzerine çıkacağı düşünüldüğünde, her iki aday da hiçbir şey söylemedi, ancak bu sadece mali kemer sıkmanın büyük ölçüde yolda olduğu anlamına gelebilir. Vergi gelirleri arttırılmayacak – tam tersine. Ukrayna ve Orta Doğu’daki savaşlar için yapılan ‘savunma’ ve silahlanma harcamaları rekor seviyelere ulaştı ve artmaya devam edecek;dolayısıyla eğitim, ulaşım ve sosyal bakım gibi kamu harcamalarından vazgeçilmesi gerekecek.

(Yazarın konuyla ilgili bir makalesinden derlenmiştir.) https://braveneweurope.com/michael-roberts-the-us-presidential-election-the-economy

 

ABD, İsrail üzerinden Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme peşinde

İsrail’in saldırıları dur-durak bilmezken Lübnan’da ateşkes ilan edildi. Ne kadar uyulacak ve sürecektir, bilinmez, ancak, bu ateşkes tüm Ortadoğu’da suların durulması anlamına gelmiyor.

İsrail Filistin ve özellikle Gazze’den geriye pek bir şey bırakmadı. Haniye başta olmak üzere önde gelen HAMAS lider ve komutanlarını öldürürken kendi verdiği rakamlarla sayısı 50 bine ulaşan Filistinliyi kadın-çocuk genç-yaşlı demeden katletti. Lübnan Hizbullah’ının lideri de içinde pek çok komutanını suikast ve hava saldırılarıyla öldürdü. Güney Lübnan’da ilerlemekte zorlanması nedeniyle ateşkesi kabul etti, ancak bunun geçici olduğu öngörülmek gerekirken Suriye ve İran’a yönelik hava saldırıları sürüyor.

Saldırgan İsrail’in kendi özel amaçlarıyla stratejik ve taktik hedef ve planları olduğu kuşkusuz. Ancak bundan ibaret olmadığı ve İsrail’e sınırsız destek sağlayan Amerikan emperyalizminin onu, bölgeye yönelik kendi amaç ve hesapları doğrultusunda kullandığından da kuşku duyulamaz. Ortadoğu’da “birinci kemanı” İsrail olsa bile “orkestra şefi” ABD’dir. Nitekim, bu gerçek, ABD’nin yanına Fransa’yı da alarak kendisini Lübnan’daki ateşkesin baş gözlemcisi ve garantörü olarak dayatıp kabul ettirmesiyle de kanıtlıdır.

Garantörü ABD olan hiçbir gelişmeden hayır geldiği görülmemiştir. Bu ateşkesin de ABD merkezli yeni hamlelerin dayanağı olacağını tahmin etmek için kâhin olmak gerekmiyor.

Ortadoğu, II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından Nasır ve Süveyş Kanalı krizi vb. ile başlayıp Rus sosyal emperyalizminin Mısır, Suriye ve Irak’ı dayanak edinen bölgedeki yayılmasıyla ABD açısından sorun olageldi. Petrol ve gaz rezervleri ve iki kıtayı birbirine bağlayan stratejik konumuyla emperyalistlerin tam bir kapışma alanı.

Şimdi Suriye’nin geleceği, ama onunla sınırlı olmayarak, rejimi değiştiremese bile İran’ın “Şii hilali” denen etki alanından püskürtülmesi, Rusya’nın dayanaksızlaştırılarak bölgeden çekilmeye zorlanması ve Avrupa’yla Afrika’ya yönelik ihracatıyla enerji ithalatının %60’ını Ortadoğu (BAE) üzerinden yapan Çin’in lojistiğinin kesilerek güçsüzleştirilmesi ABD’nin bölgeye yönelik başlıca amaç ve hedefleri durumunda. Bu, başarılabilirse, Ortadoğu’nun ülkelerin sınırlarıyla birlikte yeniden şekillendirilmesi demek. En azından İsrail’i de yönlendiren Amerikan hesabı bu.

Bahçeli ve Erdoğan’ın Öcalan üzerinden “umut hakkı” ve “iç barışın sağlanması” konulu son girişimleri de, tek adam yönetiminin ülke içinde zorlanmasının yanında bölgede yüz yüze kaldığı ABD-İsrail dayatmaları. Erdoğan-Bahçeli, oynamakta oldukları “Kürt kartını” geliştirme peşindeki ABD hamlesi karşısında pozisyonlarını sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. Ülke içinde sosyal ve ulusal patlamalardan kaçınmaya çalışırken olabilirse Öcalan’ı ikna edip Rojava’yı da kapsayarak bölgede inisiyatif alma uğraşındalar. Talip oldukları, tabii ki İsrail’le (ve Suudiler başta olmak üzere Arap gericiliğiyle) el ele İran’dan boşalacak alanları kontrol edecek bir bölge gücü olmaktır.

ABD, savaş tehdidiyle, İran’ı etki alanlarının elinden alınmasına yanıt veremez kıl. Az değildir; “Barış Gücü”ne zaten verilen Türk askerleriyle, İsrail’in mevzilerini bombalamakta olduğu Haşdi Şabinin devreden çıkarılmasıyla Irak’a, Kudüs gücü ve Hizbullah’ın kovalanmasıyla Suriye’ye, Husilerin etkisiz kılınmasıyla Yemen’e uzanacak bir alanda etkili güç olmak Erdoğan’la Bahçeli’nin hülyasıdır!

ABD ve İngiltere’den Ukrayna’ya Uzun Menzilli füze

Ukrayna Savaşı 3 yılını doldurmak üzere. Avrupa’nın ortasındaki bir savaş bu. Milyonlarca Ukraynalı çoktan ülkesini terk etti ve artık Zelensky askere alacak insan bulmakta zorlanıyor. Gönüllü askere yazılma devri sona ereli çok oldu. Artık orduya yaka-paça zorla asker toplanıyor. Nedeni, cephedeki ortalama yaşam süresinin günlerle değil saatlerle ölçülür hale gelmesi.

Savaşın görünüşte işgalci Rusya ile ona direnen Ukrayna arasında olsa bile gerçekte başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere NATO ile Rusya arasında olduğunu bilmeyen kalmadı.Hem NATO ülkeleri ve hem de Rusya’nın binlerce atom başlığına sahip olduğu da biliniyor ve giderek “nükleer silah kullanma” lafı çok edilir oldu. Bundan en çok söz edense Putin.

NATO desteği dolayısıyla, Rusya öngörüldüğü gibi Ukrayna’yı kısa sürede dize getiremeyip savaş yıllara yayılınca savaşın gerçek tarafı olan NATO’nun zengin emperyalist ülkeleriyle onların fonladıkları Polonya gibileri Ukrayna’ya silah sevkiyatını çeşitlendirdiler. Önce sadece Rus uçaklarına karşı savunma silahları verirlerken gönderdikleri silah ve cephane hem nitelik hem de nicelik olarak arttı. Şimdi Ukrayna F-16’ların yanı sıra giderek artarak kısa ve orta menzilli lazer vb. güdümlü füzelere de sahip. Üstelik özellikle ABD bu füzeler için yönlendirici uydu desteği de sağlıyor. Yeni donanımlarıyla Ukrayna bu yaz Rusya’ya bir karşı saldırı düzenleyerek küçümsenmeyecek büyüklükte bir Rus toprağını ele geçirdi. Elinde tutamayıp çekildi, çünkü buna tahammül edemeyen Rusya karşı saldırısı gecikmedi.

Ardından ilk kez Macron’un ortaya attığı NATO ülkelerinin Ukrayna’ya asker gönderme hamlesi geldi. Zaten örneğin füzeleri doğrudan kullanan ve Ukraynalıları eğiten çok sayıda batılı askeri uzman ve eğitmen Rusya’ya karşı bilfiil savaşıyordu. Ancak ülke dışından asker gönderme gerçekleşmeden kaldı. Ama NATO hamlelerinin tırmanışı yenileriyle sürdü, sürüyor.

Nedeni açık. Başta ABD olmak üzere NATO ittifakının motor güçleri rakipleri Rusya’yı olabildiğince yıpratma peşindeler. Çünkü neredeyse Çin-Rusya bloğuyla ABD etrafında bloklaşan batılı ve Japonya gibi doğulu emperyalistler açıkça birbirlerinin boğazına sarılmak üzereler. Özellikle Çin’in sanayisinin modern teknik temeliyle ABD’yi yakalayıp durdurulamaz bir güç olmadan dizginlenmesi ABD ve müttefiklerinin birincil amacı. Çin ise, henüz bugün askeri açıdan eksiklerini Rusya’yla ittifakıyla giderebiliyor ve Rusya’nın güçten düşürülmesi Çin’in önünün kesilmesinin olmazsa olmazı. Rusya bu nedenle AB ve NATO üyesi yapılmak istenen Ukrayna’da savaşa kışkırtıldı.

Rusya savaş ve kendisine yönelik konan benzeri pek görülmemiş yaptırımlar dolayısıyla zorda kalsa da umulduğu kadar zayıflatılıp güçten düşürülemedi. Bunda özellikle Çin’in ekonomik desteğinin rolü büyük.

Rusya fazla zayıflatılamadı, ama bir karşı saldırı denese bile Ukrayna savaşma yeteneğinin sınırlarına dayandı. Silah-cephane sıkıntısı giderilmesine gideriliyor, ama savaşacak insan bulmakta zorlanırken moral olarak da savaşı sürdürmekte zorlanır oldu. Bir yandan zorluklar bir yandan yolsuzluklar nedeniyle Zelensky bakanlar değiştirmekten yorulmaya başladı. Artık yalnızca Ukrayna’da değil, ABD ve Avrupa’da savaşın sürdürülüp sürdürülemeyeceği açıktan tartışılıyor. Trump’ın başka öncelikleri de var, ancak “savaşı bitireceğim” derken en çok bu içinden çıkılmaz hal almakta olan duruma çözüm oluşturma çabasında.

Öte yandan emperyalistler hiçbir zaman “tek ata” oynamamış, tek seçenekli stratejilere sahip olmamışlardır. Bu aklın yolu olduğu kadar emperyalist ülkeler tekelci burjuvazisi ve hükümetlerinin farklı kliklerinin farklı çıkar ve yaklaşımlara sahip olmaları nedeniyle de böyledir.

Şimdi kimilerinin “Biden’in Trump’a savaşı sürdürme dayatması”, kimilerinin de “savaşı sona erdirebilmesi açısından kolaylık sağlaması” olarak değerlendirdiği yeni bir NATO hamlesiyle yüzyüze Rusya, gerçekteyse dünya. ABD ve İngiltere Ukrayna’ya 300 km’ye ulaşan menzilleriyle uzun menzilli füzeler gönderdi. Bu, Ukrayna’nın Rusya içlerine kadar vurabilmesi, az sayıda olmayan Rus kentinin hedef haline gelişi demek.

Birkaç uzun menzilli füzenin kullanılmasının ardından Putin önceden dillendiregeldiğitehdidini somutlaştırdı. Bu kez taktik nükleer silaha başvuracağını açıklarken Rusya’nın nükleer doktrinini de yeniledi. Bu ana kadar Rusya nükleer silaha sahip ülkelerin kendisine yönelik uzun menzilli füze kullanması durumunda nükleer silah kullanmayı öngörürken, artık nükleer silaha sahip olmayan ülkelerin de bu tür girişimlerinin nükleer güçle yanıtlanacağını kayıt altına aldı.

Savaş artık daha ötesi olmayan bir kritik noktada. Ya bitirilecek, bu amaçla görünüşte Rusya ile Ukrayna, gerçekte Rusya’yla NATO masaya oturup “şurası senin burası benim” deyip anlaşacaklar ya da Avrupa’da ilk adım olarak sınırlı etki gücünde de olsa nükleer bombalar patlayacak. Siz sınırlı etkisine bakmayın, nükleer silah devreye girerse belki dakikalar belki günler içinde topyekûn bir yeni nükleer dünya savaşı kaçınılmaz demektir!

Sağlıkta neler oldu?

Düzensiz uyku felç ve kalp krizi riskini artırıyor

Türünün en kapsamlı çalışmasına göre, yatma ve uyanma saatlerine düzenli olarak uymamak, gece uykusunu tam olarak alan kişilerde bile felç, kalp krizi ve kalp yetmezliği riskini %26 oranında artırıyor. Önceki çalışmalar uyku süresi ile sağlık arasındaki bağlantılara odaklanmış ve insanlara gece 7-9 saat arasında uyumaları tavsiye edilmiştir.

Bu tavsiye hala geçerliliğini koruyor. Ancak araştırmacılar giderek artan bir şekilde uyku düzenine ve özellikle de düzensiz uykunun etkisine odaklanıyor – bu da kişinin uykuya dalma ve uyanma zamanındaki farklılıklar olarak tanımlanıyor.

Yeni çalışma, düzensiz uykunun, yani her gün farklı saatlerde yatma ve uyanmanın, daha yüksek olumsuz kardiyovasküler etki riski ile “güçlü bir şekilde ilişkili” olduğunu ortaya koydu. Uzmanlar, sekiz saat uyumanın bile sürekli değişen yatma ve uyanma saatlerinin zararlı etkilerini telafi etmek için yetersiz olduğunu söylüyor.

Araştırma, aynı yatma ve uyanma saatlerine ne kadar yakın olunması gerektiğini kesin olarak ortaya koymadı; sadece ne kadar uzak olunursa zarar görme riskinin o kadar yüksek olduğunu gösterdi.

Ottawa Üniversitesi’nden Jean-Philippe Chaput’a göre “Hafta sonları da dahil olmak üzere her gece ve her sabah aynı saatte 30 dakika içinde uyanmayı ve uyumayı hedeflemeliyiz. Her gece ve her sabah bir saatten fazla fark, düzensiz uyku anlamına gelir. Bunun sağlık üzerinde olumsuz etkileri olabilir. Sıfır farka ne kadar yakın olursanız o kadar iyidir”.

Astım ataklarına karşı yeni tedavi

Araştırmacılar 50 yılın ardından ilk kez astım ataklarına karşı yeni bir tedavi yöntemi bulduklarını açıkladı. Tedavide kullanılan bir enjeksiyon, astım atağı sırasında ve KOAH olarak bilinen kronik obstrüktif akciğer hastalığında devreye giren bağışıklık sisteminin bir kısmını baskılıyor.

Benralizumab adlı ilaç zaten şiddetli vakalarda kullanılıyordu, ancak son araştırma astım ataklarında rutin olarak kullanılabileceğini ortaya koydu. İngiltere’de her yıl iki milyon astım atağı vakası kaydediliyor.

King’s College London’dan araştırmacı ekibi yeni ilacın astım tedavisinde devrim niteliğinde olabileceğini söyledi. Araştırmada, tüm astım ve KOAH ataklarının benzer şekilde seyretmediği, farklı kişilerde bağışıklık sisteminin farklı kısımlarının “aşırı” şekilde çalıştığı belirlendi.

Benralizumab maddesi, inflamasyona ve akciğerde tahribata neden olabilen eozinofil adındaki beyaz kan hücrelerini hedef alıyor. Eozinofiller astım ataklarının yarısında, KOAH vakalarının ise üçte birinde devreye giriyor.

Solunum sorunu, göğüste hırlama, öksürük ve nefes darlığına yol açan bu ataklar düzenli inhaler kullanımıyla kontrol altına alınamazsa, doktorlar steroide başvuruyor. 158 hastanın takibiyle yapılan çalışmanın sonuçlarına göre, steroid kullanımında yüzde 74 olan tedavi başarısızlığı oranı, yeni tedavi yönteminde yüzde 45’e düşüyor.

Yaşamın ilk bin gün şeker tüketmek sağlığı olumsuz etkiliyor

Bir bebeğin hayatının ilk bin günü, yani ana rahmine düşmesinden iki yaşına kadarki süreçte şekeri kesmenin sonraki yıllarda çok sayıda sağlık sorununun önüne geçtiği tespit edildi.

İngiltere’de yapılan araştırmada, bebeklik döneminde şeker alımının sınırlanması, tip 2 diyabet riskini yüzde 35, yüksek tansiyon riskini ise yüzde 20 oranında azaltıyor.

Uzmanlar, bir bebeğin iki yaşına kadarki döneminin, genel olarak sağlığını belirleyen önemli bir süreç olduğu görüşünde. Ayrıca erken yaşta şeker tüketiminin ömür boyu sürecek bir tatlı tercihine yol açabileceği tahmin ediliyor.

Erken dönemde şekerin azaltılmasının çocuklara “hayata daha iyi bir başlangıç sağlamak” açısından önemli olduğu belirtiliyor. Ancak gıda konusunda çalışan kimi sivil toplum kuruluşları, İngiltere’de bebekler için pazarlanan gıdaların fazla miktarda şeker içerdiği konusunda uyarıda bulunuyor.

Ailelere, çocuklarına brokoli veya ıspanak gibi daha az tatlı sebzeleri sunmaları, böylece farklı tatlara alışmalarını sağlamaları tavsiye ediliyor.

 

Ayın Artizi: Sıradan Sağcı Bilinç Şampiyonu Jeremy Clarkson Taşra Tüccarı Dayımız

Kasım sizi benim kadar kasmamıştır inşallah efendim.

Geçen yazımızdan beri neler oldu neler. Sanki bizim dükkanda olanlar dünyada, memlekette, Britanya’da olanların habercisi walla. Yerliler buna mikrokozm diyorlar. Dükkanı bastılar çevre sağlıkçıları, neymiş tarhananın ne olduğunu anlamamışlar. O kadar İngilizce bilen adam var, this is soup base my friend, diyememişler. Anlattım, ondan sonra vergi memuruna tarhananın faydalarını güççük bir de Jack Daniels açarak anlattık, paketledik gitti adamı. Sonra başka yerleri de bastılar, malumunuz. Bakalım gelecek yıla ne olur ama gelecek Kasım’da da umarım ortalık tarhana gibi karışıp sulanmaz, yapılanların kokusu tarhana gibi ortalığa yayılmaz. Jack Daniels fiyatları da artık takdir-i ilahi, enflasyon %2.5 artmış bu ay ama siz onun gıda fiyatları hakkında milletin çektiklerine bir sorun. Trump da şampiyon ordan da buyrun işte.

Neyse bayağı tarhana gibi karışık başladık, düzgün devam edelim. Türkiye’de olanlardan, yok Ortadoğu’da olanlardan bahsedebiliriz ama asıl mesele normal insanlar için yaşamın nasıl geçtiği. Ve bu demde de bu ay adı şu son günlerde Londra’da gerçekleşen çiftçi gösterileriyle bol bol duyulan Jeremy Clarkson dallamasından söz etmek gayet işlevli olacak. Yoksa artizi tarife hacet yok, öyle göze her yerde deyenlerden söz etmek kolay, ama asıl mesele içinden geçtiğimiz günlerin ruhunu ifade eden bir artiz bulmak.

Bu konuda Jeremy dayı cillop. Ne diyeyim ilk, istiyorsanız açın vikipediyayı bakın, boyu 1.96cm arkadaşın. Tabii bu artiz olmak için neden değil. İlginç bişiy söyliyim dedim. Ama gündemde olma nedeni tabii ki bu değildi, artizliğinin nedeni de tabii ki biraz daha karışık. Nedenini de baştan söyleyelim. Geçen ayın sonunda kamu bütçesini açıklayan maliye bakanı Rachel Reeves dezzemiz halka yönelik bir şey açıklamadı ama belki de açıklamalarında işe yarayan ender şeylerden biri £3 milyonun üzerinde mal varlığı olanlardan daha fazla miras vergisi alma kararıydı. Jeremy kardeşimiz de beş-altı yıl önce vergi kaçırmak üzere servetinin bir bölümünü bir çiftlik almaya yatırmıştı -ki kendisinin desteklediği Muhafazakar hükümeti kırda yaşayan para baba ve annelerin partisi olduğundan onlardan fazla bir gelir vergisi talep etmemişti.

Şimdi bu vergiler artırılınca da arkadaş çiftçilerle birlikte sokağa çıkıp başımıza eylemci kesildi, şöyle adalet talep etti böyle özgürlük timsali kesti. Daha geçen güne kadar çevre eylemcisi gencecik Greta Thurnberg’a küfrediyordi, kendi kızı bile bu yaptığının dallamalık olduğunu söylese bile. Bayağı bir artizlik nedeni değil mi? Sizce artizlik klasman grubunda şampiyonluğa oynamıyor mu?

Yoksa arkadaşın geçmişini bilenler bilir ne nane olduğunu. Başka konu yokmuş gibi arabalar hakkında yaptığı dallama bakış açılı petrol seviciliği programlar mı dersiniz, hala sürdürdüğü açgözlülük yarışma programları sunuculuğu mu dersiniz, artizlik kurumu BBC ile kazandığı milyonlar mı dersiniz, arkadaşın artizlik geçmişi bayağı bir dayalı döşeli. Çevre korumacılığı düşmanlığı, tilki avlarının yasaklanması gibi en pısırık sosyal demokrat politikaları “komünistlik” olarak lanse etme eğilimi, ya “bu kadar yazıp çiziyorum ama tabii ki yazdıklarıma inanmıyorum” gibi incileri de bu şanlı geçmişin başka birkaç unsuru. Sonra bozuk ağzı ve kepazeliğinden dolayı BBC’nin bile onu 2015’de işten atması da cabası. Böyle iken böyle.

Ama tüm bunların ama özellikle son günlerde yaptıklarının gösterdiği de ortalama bir zekada ısrar etme artizliğini sürdürüyor olması. Ne tarhanın, ne besleyiciliğinin, ne kıvamının suçu yok ama tarhana gibi ortalığa işleyen çürük kokusu gibi yapışkan-adi artizlik arkadaşın özelliği. Ve sıradanlığı bir meziyete yükseltme artizliği. Ben dünyayı nasıl görüyorsam öyle, her şey para-pul haha-hihi meselesidir mesnetsizliği, duyarsızlığı, böyle gelmiş böyle gider anlayışını bir kültür haline getirişi, popülerleştirmesi. Kim bilir arkadaşın ortaokulda yediğini söylediği dayakların travması tüm bunlar belki.

Memleket, Britanya, dünya değişirken bunu yaymayı sürdürmesi. Hadi alçak alçaklığını, zalim zalimliğini sürdürürken, bunlar mesele değil, dünyaya her zamanki gibi salaklığını pompalaması. Şimdi daha açık değil mi bu artizliğin daha tehlikeli ve zararlı olduğu? Normal olandan, normal insandan başlamak bu yüzden önemli değil mi? Yoksa ne sıradanlık ne de ona buna ara sıra maydanoz olmak sorun değil, ki bu yazıya bile yararlı şekilde maydanoz olsa da bazıları…

Anormal kışlar efendim.

 

Selahattin Yatman yaşamını yitirdi

Londra’daki ilk toplum üyelerinden nam-ı diğer “Göbek” Selahattin Yatman kesin dönüş yaptığı memleketi Tekirdağ’ın Saray ilçesinde 8 Kasım günü yaşamını yitirdi. Toplumda 40 yıl kahvehane işleten Yatman, 1974 Wimpy Grevi’ni hazırlayan İngiltere Türk İşçi Birliği’nin kurucu üyeleri arasındaydı. Fötrü ve piposuyla renkli bir sima olan Yatman, Türkiyeli bir göçmen olarak ilk kahvehane Saray Kıraathanesi’ni ve ilk kez kelle paça çıkaran Marmara Restaurant’ı kendisinin kurduğunu söylemişti.

İAKM ve Cemevi’nde İbrahim Has yeniden başkan

İngiltere Alevi Kültür Merkezi ve Cemevi (İAKM) 26. Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi. İki listeyle gidilen seçimde, İbrahim Has’ın liderliğindeki beyaz liste seçimi kazandı.

1993’de İAKM, genel kurulunu yoğun bir katılımla gerçekleştirdi. Etkinlik, Yadigar Aslan Ana’nın okuduğu gülbanklarla başladı ve delil uyandırıldı. Divan seçiminin ardından, mali rapor Seyfullah Sönmez tarafından okunarak genel kurulda onaylandı. Faaliyet raporu ise Murat Bektaş ve Hasret Bozdoğan tarafından sunuldu ve kurul tarafından kabul edildi. Başkanlık için beyaz listenin adayı İbrahim Has ve mavi listenin adayı Mustafa Sivas birer konuşma yaparak projelerini ve hedeflerini paylaştı. Konuşmaların ardından oy kullanma sürecine geçildi. Sandıkların kapanmasının ardından yapılan sayım sonucunda beyaz liste kazandı.

Turizmciler de barış ve istikrar istiyor

Dünya turizm endüstrisinin en önemli buluşmalarından biri olan Dünya Turizm Fuarı (World Travel Market – WTM), bu yıl 5-7 Kasım tarihleri arasında Londra’nın ExCel fuar alanında düzenlendi. 44. kez gerçekleştirilen fuara, 184 ülkeden yaklaşık 5000 firma katıldı. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs da stantlarıyla fuarda yer aldı.

Fuar, dünya çapındaki turizm profesyonellerinin, hükümet temsilcilerinin ve medya kuruluşlarının buluşma noktası olarak biliniyor. Bu yıl, 51 binden fazla turizm profesyonelinin fuarı ziyaret ettiği sanılıyor.

Çekimser bir iyimserlikle konuşan konuk turizmciler geçen sezonun dalgalı geçtiğini belirterek yeni sezonu bölgedeki barış ve ülkedeki siyasi-ekonomik istikrarın belirleyeceğine inanıyor.