Ana Sayfa Blog Sayfa 8

Musk İngiltere’yi “zalim bir polis devleti” olmakla suçladı

Sosyal medya platformu X’in sahibi milyarder Elon Musk, İngiltere’yi “zalim bir polis devleti” olmakla suçladı. Musk, X’te yaptığı paylaşımda, İngiltere’de genel seçim çağrısı yapan kampanyada imza sayısının 2 milyonu aşmasının ardından daha önce de eleştirdiği İngiltere Başbakanı Keir Starmer ve hükümetini yeniden hedef aldı.

ABD’de seçilmiş Başkan Donald Trump’ın müttefiki ve yakın çalışma ekibine dahil olan Musk, daha önceki eleştirisinde Starmer’in yönettiği İngiltere’de polisi halka ırklarına göre farklı muamelede bulunmakla suçlamıştı. Musk ayrıca X’te, İngiltere’de Starmer’e halk desteğinin azaldığını gösteren bir grafik paylaşmıştı.

Dünyanın en yaşlı erkeği İngiliz Tinniswood 112’sinde öldü

İngiltere medyasında yer alan habere göre, Venezuelalı Juan Vicente Perez’in ölümüyle nisanda 111 yaşında Guinness Rekorlar Kitabı tarafından “Dünyanın en yaşlı erkeği” unvanı verilen John Tinniswood, 26 Kasım’da Southport kentinde kaldığı bakımevinde öldü. Taraftarı olduğu Liverpool futbol takımı kurulduktan 20 yıl sonra doğan ve ağustosta 112 yaşına giren Tinniswood’un ölümüyle en yaşlı erkek unvanı ise ondan 2 ay küçük Brezilyalı Joao Marinho Neto’ya geçti.

Toplamda 112 yıl 91 gün yaşayan Tinniswood, ağustostaki doğum gününde basına yaptığı açıklamada uzun yaşamın sırrının olmadığını belirterek, meditasyon yapma tavsiyesinde bulunmuştu. Tinniswood, uzun yaşamın sadece şans olduğunu dile getirerek, “Özel bir sırrım var mı bilmiyorum. Gençliğimde çok aktiftim ve çok yürürdüm. Bunun etkisi oldu mu bilmem. Bana göre başkasından farklı değilim” demişti.

Enerji faturaları düşmüyor, artıyor

İngiltere’de enerji fiyat tavanı 1 Ocak 2025 tarihinden itibaren üst üste ikinci çeyrekte de artacak ve her haneyi ortalama 1.738 sterlinlik bir elektrik ve gaz faturasıyla karşı karşıya bırakacak.

İngiltere’nin enerji piyasası regülatörü Ofgem, sıradan bir hanenin enerji faturasının 1 Ocak’ta 1.717 sterlinden yüzde 1.2 karşılığı 21 sterlin artarak 1.738 sterline yükseleceğini açıkladı. Bu durum ayda 1.75 sterlin artış anlamına geliyor. Cornwall Insight daha önce yüzde 1’lik bir düşüşle 1.697 sterline gerileyeceğini tahmin etmişti, ancak Ekim ayında fiyatların yüzde 10 artmasının ardından bunun artık geçerli olmadığı belirtildi.

Rebel Ridge

0

Rebel Ridge, zorlu bir yaşam mücadelesi veren başkahraman etrafında şekillenen bir hikayeye odaklanıyor. Kahraman, adaletin sağlanmadığı bir toplumda, kişisel intikamını alırken, aynı zamanda daha büyük bir yapısal sorunu ve polis şiddetini ele almaya çalışıyor. Başlangıçta basit bir intikam hikâyesi gibi görünen film, hızla toplumsal eleştiri ve aksiyon dolu bir drama dönüşüyor.

Film, sıradan bir suç hikayesinin ötesine geçiyor ve Amerika’daki polis şiddetini, ırkçılığı ve gelir eşitsizliğini bir eleştiri alanı haline getiriyor ve sistemin içindeki yozlaşmayı net bir şekilde gözler önüne seriyor. Film, aksiyon sahnelerinde de izleyiciyi kendine çekiyor ve toplumsal konularda duyarlı izleyiciler için de bir anlam taşıyor.

Film günümüzden bazı benzer örneklemelerle ve özet olarak, sistemsel eşitsizlik, polis şiddeti ve ırkçılık gibi günümüzün en önemli sosyal sorunlarını ustaca işliyor. Her aksiyon sahnesi, yalnızca bir çatışma anı değil, aynı zamanda da derinlemesine ele alınan temaların somut bir yansıması. Bu bakımdan, Rebel Ridge’in aksiyonla birleşmiş bir tür toplumsal eleştiri sunduğu söylenebilir.

Sonuç olarak, Rebel Ridge yalnızca sıradan bir aksiyon filmi değil, toplumsal temalarla iç içe geçmiş bir gerilim hikayesi sunuyor izleyiciye.

 

Eylül’le konuşmamız…

Akşam işten dönerken parkın içinden yürüyorum, Eylül ayı çoktan ulaşmış ağaçlara. Aklımda Kırık Bir Aşk Hikâyesi filminden bir kare. Kasaba eşrafından Fuat’a bir telefon gelir. ‘Ben Aysel, Burhaniye yolu üzerinde yarım saat mola vereceğiz, seni görmek isterim’ der kadın. İki eski sevgili yıllar sonra mola yerinde buluşurlar. Yaşlanmışlardır, kadın öğretmenliğe devam etmektedir. Muğla’ya tayini çıkmış, oradan da emekli olacaktır. Adam nişanlandığı kızla evlenmiş çocukları olmuştur, ama gözlerinden kadına hala aşık olduğu bellidir. Aralarında, ikisinin kırık hikayesini özetleyen şu diyalog geçer:

– Beni hiç hatırladın mı?… Ben seni hiç unutmadım.

– Mutluluk yanımızdan gelip geçti.

Bu film bana hep sonbaharı hatırlatır. Ne zaman bir yerde rastlasam tekrar izlerim. Vuslata ermemiş aşkın şiir gibi filmidir. Selim İleri’nin elinden çıkma ince ince diyaloglar, Ömer Kavur’un konuşturduğu ustalığı, Kadir İnanır ve Hümeyra’nın duygusal oyunculuğu bir şiire çevirmiştir bu filmi.

Her izlediğimde hep yeni hüzünlere çağırır beni… Hikâyedeki aşkın güzelliği kırıklığından gelir. Veysel demiş ya ‘Birini seversin, kavuşamazsın aşk olur.’…İşte öyle birşey… Ben ilk gençliğimde bu filmi izleyip, henüz olmamış, olmadığı için de beni terk edememiş sevgiliye Sezen Aksu şarkıları eşliğinde ağlamış biriyim. Beni gerçekten terk eden sevgilinin arkasından nasıl ağladığımı varın siz düşünün…

Sonbaharı tanımlayan en yaygın kelime ‘hüzün’ olsa da ben her sonbaharda hüznün yanına sıkıntı ve huzursuzluğu da eklerim. Sonbahar nedense yalnızca Eylül ayıyla anılır. Ekim, Kasım’dan pek bahsedilmez. Zaten ben gençken Ankara’da Eylül’den sonra hemen kış olurdu. Sonbahar benim için Ankara’daki Kurtuluş Parkı’dır biraz, o parkta geçirdiğim huzursuz sonbahar günleridir. Sanırım lise ikinci sınıfta, okulun kapısına kadar gidip, ani bir huzursuzlukla okulu kırıp Kurtuluş Parkı’na gitmiştim bir gün. Gün boyu orada zaman geçirmiştim okul çıkış saatine kadar. İlk seferden sonra ne zaman canım sıkılsa -ki sıkkın olmadığı zaman azdı – Dikimevi’nde otobüsten iner Kurtuluş Parkı’nın içinden yürüyüp Kızılay’a giderdim. Sararmış yapraklar, tesiri azalmış güneş ışınlarıyla birlikte bana hüzün ve keyif verirdi. Dilimde İlhan Berk dizeleri:

‘…ve herkes bir gün gider
İnsan kendine kalır sonunda’

Arada park içindeki nikâh salonuna uğrayıp, Tolstoy’un ‘Bütün mutlu insanlar birbirine benzer, her mutsuzun ayrı bir hikâyesi vardır’ sözlerinin sağlamasını yapardım, mutlu olduğunu sandığım çiftlere bakıp. Mutsuzları arardı gözlerim kalabalıkta. Farklı hikâyelerini öğrenmek isterdim yüzlerine bakarak. Ne olduğunu bilmeden aradığı ve bulamadığı bir şeye hayıflanan insanların ayıdır Eylül. Nice hüzünlüye, huzursuza, yoksula ve yalnıza ev sahipliği yapmış yarısı yapraklarla kaplanmış park bankları, yeni konuklarını beklerdi sonbahar günlerinde. Beni de çokça misafir etmiştir o banklar, çok kahrımı çekmiştir. Hüznüme, huzursuzluğuma şahitlik etmiştir. Taa ki ben Ankara’ya veda edene kadar…

Sonra, hikâyelerimi, kederlerimi, dünyanın ahvalini anlatamadığım çocukluğumu alıp Londra’ya getirdim beraberimde. Hayat sadece zamanı almıyor, bizi de önüne katıp bir yerlere kovalıyor. Şükrü Erbaş’ın dediği gibi:

‘Kimse kendinden bir yere gitmiyor
Yaşıyoruz sessizce yaramızı severek’

Biliyorum, hüzne teşne bir adamım. Geçmişi de yaşadığım ‘an’a mana kattığı için severim… Hayat bizi her gün ölümün tanığı yapıyor ama bana mısın demiyoruz. Ölümü hep başkasının başına gelen bir şeymiş gibi düşünüyoruz. Belki de başka türlü sürdüremeyiz bu hayatı. Hem her yere hem de hiçbir yere ait olamamak hissi içimizde durdukça…

Clissold Park’ta Eylül’ün son günleri, toprağa düşen bulutun ıslattığı yollarda yürüyorum. Mutluluk yanımdan geçip gitti mi diye düşünmeden edemiyorum, ama artık biraz ustalaştım hayata tutunmak meselesinde. Ömrümün bir Eylül ayını daha yolculuyorum, Turgut Uyar dizeleriyle:

‘…Eylül toparlandı gitti işte,
Ekim filan da gider bu gidişle,
Tarihe gömülen koca koca atlar,
Tarihe gömülür o kadar…’

 

Kültür ve Sanat

Açık Gazete 20’nci yaşını resepsiyonla kutluyor

İngiltere’nin ilk Türkçe internet gazetesi Açık Gazete 20’nci yaşını bir resepsiyonla kutlayacak. Açık Gazete editörü Faruk Eskioğlu, Açık Gaze’yi “mavi yakalı” bir gazete olarak tanımlayarak, 20 yılın direnerek geçtiğini söyledi.

Açık Gazete’nin 2004’te kurulduğunu belirten Eskioğlu, “7 Aralık akşamı 7.30’da ‘22 Moorfield Rd N17 6PY’ adresindeki Kuzey Londra Toplum Merkezi’ndeki resepsiyona; bütün okur, iş ortakları ve yazarlarımız davetlidir. Geceye girişte herhangi bir katkı payı yoktur” dedi.

Eskioğlu Açık Gazete’yi şöyle tanımladı: “Pazar yerindeki kendi tarlasından ürettiği organik sebze ve meyveleri satan köylüleriz. Günümüzde medya artık dev şirketlerin ve iktidarların yayın organı oldu. Gerçek gazetecilik bizim gibi küçük fakat bağımsız gazetelerde. Türkiye’de star.com.tr’de internet gazeteciliğine adım atmıştım. O tecrübelerden de yararlanarak kolları sıvadım. Pek seçeneğim yoktu yoksa medyadan kopacaktım. Eğer kopsaydım belki kazancım yerinde olurdu ama Londra’da Bizim’Kiler gibi bir ansiklopediyi üretemezdim. İki okur kitlesini hedefledik. İngiltere’deki Türkçe konuşanlar ve Türkiye’deki genç okurlar…”

Açık Gazete’nin özgür bir gazete olmadığını belirten Eskioğlu, “İktidarın belirlediği yasal dar çerçevede gazetecilik yaptığımız için özgür sayılmayız. ‘Yasal sınırları zorluyoruz’ diyebiliriz. Ama herhangi bir tarikat, şirket ya da siyasi partinin güdümünde olmadığımız için tamamen bağımsızız. Diğer yazarlarımız gibi kendi siyasi görüşlerimi kendi köşemde aktarıyorum. ‘Taraf mıyız?’” diye sorarsanız iyiden, güzelden, doğadan, hayvanlardan, haklıdan, barıştan, birlik ve dirlikten yanayız” dedi.

Öğretmen Dilek Livaneli’ye büyük ödül

Dilek Livaneli, Avrupa’da yaşayan Türkçe konuşan çocuklara yönelik hazırladığı Türkçe Ana Dil Eğitim Programı kapsamında ödül aldı. Livaneli, İngiltere’de, UNESCO’ya bağlı International School of London’da öğretmenlik mesleğine devam ediyor.

Samsun’un Çarşamba ilçesinde bulunan Kumköy İlkokulundaki projeleriyle 2014’te Varkey Gems Vakfı’nca dünyanın en iyi 50 öğretmeni arasına seçilen Livaneli, Birleşik Krallık’ta bulunan She Inspires Foundation tarafından düzenlenen “She Inspires Awards 2024” yarışmasında da yaşam boyu başarı ödülüne layık görüldü.

Cem Yılmaz, 13-14 Aralık’ta, O2 Indigo’da

Cem Yılmaz, uzun bir aranın ardından CMXXIV adını verdiği yepyeni bir gösteriyle sahnelere dönüyor. Cem Yılmaz, Avrupa turu kapsamında, sırasıyla Hollanda, Almanya, Belçika, İsviçre, İngiltere, Danimarka, İsveç ve Avusturya’da performans sergileyecek.

13 Aralık Cuma ve 14 Aralık Cumartesi günü 20.30’da başlayacak gösteriler için kağılar 19.00’da açılacak.

4. Kıbrıs Türk edebiyatının öncü ismi Necla Salih Suphi’nin şiirleri kitaplaştı

Kıbrıs Türk edebiyatının önemli isimlerinden, 1940’lı yıllarda “Hececi Romantik Şairler” akımının temsilcilerinden olan Necla Salih Suphi’nin şiirleri, “İçimdeki Dünya” adlı kitapta okuyucuyla buluştu. Suphi’nin şiirleri, hayatının son aylarında kızı Nilden Eminer’in desteğiyle derlenmeye başlanmış; vefatının ardından, Eminer tarafından keşfedilen diğer şiirlerin eklenmesiyle kitap haline getirilmişti.

Kitabın tanıtımı ve imza günü etkinliği, 23 Kasım Cumartesi günü Londra’daki Kıbrıs Türk Toplum Merkezi’nde düzenlendi. Etkinliğe, KKTC Londra Temsilcisi Muavin Konsolos Mustafa Erçakıca, çeşitli sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ve toplum üyeleri katıldı.

Eğitimci ve yazar Ertanç Hidayettin moderatörlüğündeki programda, Nilden Eminer kitabın yazım sürecine ilişkin bilgi verdi. Ayrıca, Necla Salih Suphi’nin bazı şiirleri Londra’da yaşayan şairler tarafından okunarak, eserin edebi yönü anlatıldı.

 

Türkiye’de ırkçılık

Türkiye’de kökleşmiş yapısal bir ırkçılık vardır. Bu ırkçılık kurumlar aracılığıyla ayrımcılığa yol açmaktadır. Dolayısıyla ırkçılık Türkiye’de başta Kürtler olmak üzere üstün tutulan Türk kimliği dışında kalan halklar için günlük yaşamın parçasıdır. Metropollerde Kürt işçilerin saldırıya uğraması, Kürtçe şarkı dinledi diye insanlara işkence edilmesi suç olarak görülmüyor, hatta Kürtçe şarkılar suç delili olarak görülmektedir.

Irkçılığı içselleştirmesi konusunda ana muhalefet partisi de iktidardan pek geri kalmıyor. 2019 yılında AKP’li Nurettin Canikli, Topal Osman’ı övüp torunları olmakla övünürken, CHP’li Ekrem İmamoğlu da Topal Osman’a bağlı olmakla övünüyordu. Rum, Ermeni ve Kürt katliamlarında rol oynamış, insanlığa karşı suç işlemiş Topal Osman’ı sahiplenince sorun yok, ancak bir Kürt Seyit Rıza veya Şeyh Sait sahiplenildiğinde hedef alınıp linç edilme söz konusu oluyor.

Irkçılık, devletin bütün kurumları aracılığıyla her alanda ayrımcılığı derinleştirmektedir.

Deniz Naki, Türkiye’nin Afrin harekâtını protesto ettiği için 2018 yılında Türkiye’de futbol hayatı bitirilirdi. 2024 yılında Avrupa Şampiyonasında Melih Demiral MHP gibi ırkçı bir parti ile özdeşleşen ‘bozkurt’ işareti ile tribünleri selamlayınca, siyasi sembol kullandığı gerekçesiyle UEFA tarafından iki maç ceza verildi. Buna karşı CHP’li Bolu Belediyesi Melih Demiral’ın heykelini Bolu’ya dikerek ırkçılıkta MHP’yi geride bırakıyordu.

Şebnem Korur Fincancı 2022 yılında ’Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’ta kimyasal silah kullandığına ilişkin iddiaların araştırılması gerektiğini ‘söylemesi üzerine, ‘terör örgütü propagandası’ ve ‘Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılamak’ suçlamalarıyla tutuklandı.

Kasım ayında Esenyurt, Mardin, Batman, Halfeti, Dersim, Ovacık ve Van belediyelerine kayyum atanarak halkın iradesi gasp edildi. AKP yargıyı araç olarak kullanıp halkın iradesini gasp ederken, savunmasını kendi Kürt vekillerine yaptırmaktadır.

2016 yılında Kürt belediyelerine kayyum atandığında, AKP’li Mehmet Metiner, “Belediyeler dağa adam gönderen askerlik şubesi gibi çalışıyor’’ diyerek kayyumu destekliyordu. Bugün Galip Ensarioğlu,’’Kayyum sevimli gelmese da başvurulan bir yöntemdir’’ diyerek sahiplenmektedir. AKP’li eski Ağrı Beldiye Başkanı Savcı Sayan, “Esenyurt belediye başkanı Ahmet Özer‘e terör finansmanı ile ilgili yeni bir soruşturma açılmış. Bu soruşturmanın ucu İmamoğlu‘na gider mi ?’’ diyerek ithamda bulunuyordu.

Meclis Bütçe görüşmelerinde DEM Parti Van milletvekili ve Kürdistan Komünist Partisi (KKP) MYK üyesi Sinan Çiftyürek, TÜİK verilerine dayanarak “Kürdistan şehirleri fakirleşti. Türkiye’nin İç Anadolu şehirleri ise zenginleşti” diyerek, Hazine ve Maliye Bakan’ı Mehmet Şimşek’ten bu eşitsizliğin giderilmesini talep ediyordu. “Bakanın kendisi de Batmanlı bir Kürt. Ama buralar Kürt şehirleri olduğu için bu konuda bir adım atılmadı’’ diyerek gerçeğin üzerindeki perdeyi kaldırıyordu. Bir AKP’li olarak önemli olan Mehmet Şimşek’in sınıfsal çıkarlarıdır, Kürtlerin yoksulluğu ve dezavantajları değildir.

Sonuçta coğrafi olarak karşılaştırdığımızda gelir dağılımı eşitsizliği konusunda Kürtlerle Türkler arasında büyük bir uçurum olduğu gibi Türkler arasında da derin bir eşitsizlik vardır. Irkçılık Türkiye’de ve başka ülkelerde halkları karşı karşıya getirmek ve özellikle işçi sınıfını bölmek ve sömürmek amacıyla kullanılmaktadır. Gelinen aşamada Türkiye güvenin ve saygının kalmadığı, ırkçılıkta birbirleriyle yarışan faşist partilerin çoğaldığı, organize suç örgütü liderlerinin MHP genel merkezinde ağırlandığı ve ırkçılığın geliştiği bir ülke konumundadır. Dolayısıyla ırkçılıkla mücadele son derece önemli ve göz ardı edilecek bir konu değildir.

 

Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor?

0

Yusuf Karadaş (Evrensel)

İktidar ortağı MHP’nin lideri Devlet Bahçeli, partisinin son Meclis grup toplantısında adı konulmamış “süreç”le ilgili olarak yeniden Öcalan’ı işaret ederek DEM Parti ile Öcalan arasındaki en kısa sürede görüşme gerçekleştirilmesi çağrısını yaptı. Bahçeli’nin çağrısının ardından DEM Parti Eş Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğlulları, Öcalan ile görüşmek için Adalet Bakanlığına başvuruda bulundu. İktidara yakın medya organları, DEM Parti ile Öcalan arasındaki görüşmenin önümüzdeki günlerde gerçekleşebileceğini yazıyor.

Öcalan’ın Kürt sorununun çözümünde önemli aktörlerden biri olduğuna şüphe yok. Nitekim PKK’den Rojava’daki Kürt özerk yönetimine ve DEM Parti’ye kadar Kürt siyasal hareketinin farklı alanlardaki temsilcileri de Öcalan’ın alacağı tutumun yeni sürecin gidişatı bakımından belirleyici olacağını söylüyorlar.

Peki, Devlet Bahçeli’nin “Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” sözleriyle gerekçelendirdiği bu yeni “süreç”te Öcalan’ın Mecliste konuşmasına gelinceye kadar ülkede barışı sağlamak için atılması gereken adımlar yok mu? Bahçeli gerçekten barışı sağlamak için mi ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor?

Bu soruların yanıtını vermek bakımından Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un geçtiğimiz günlerde yaptığı “Türkiye’nin bir ‘iç Kürt sorunu’ kalmadığı” ve “emperyalizmin Türkiye’ye dayattığı bir ‘dış Kürt sorunu’ üretildiği” açıklaması önem taşıyor.

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta binlerce siyasetçi iktidarın siyasi talimatlarıyla yıllardır cezaevlerinde tutuluyor, Kürt belediyelere kayyımlar atanıyor, devletin Anayasa’sında “Devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu” yazıyor ve Kürtçe ana dilinde eğitim önündeki engeller devam ediyorken “Türkiye’nin bir ‘iç Kürt sorunu’nun kalmadığı”nı söylemek, aslında iktidarın çözümden ne anladığını da açıkça ortaya koyuyor.

Öte yandan Bahçeli, ülkede barışı sağlamaktan söz ederken Esenyurt’tan başlayıp Mardin Büyükşehir, Batman ve Halfeti Belediyeleri ile devam eden kayyım atamalarına Dersim ve Ovacık Belediyeleri de eklendi. Aynı günlerde aralarında gazetecilerin de yer aldığı yüzlerce Kürt siyasetçiye karşı gözaltı ve tutuklama operasyonları başlatıldı. Demek ki iktidar; halkın seçtiği belediye başkanlarının yerine kayyımlar atayarak, demokratik siyasette ısrar edenleri cezaevlerine doldurarak Bahçeli’nin sözünü ettiği iç barışı sağlamaya devam ediyor!

İçeride durum buyken Uçum’un Türkiye’nin emperyalistlerin ürettiği bir ‘dış Kürt sorunu’ ile karşı karşıya olduğu açıklaması ile Bahçeli’nin ısrarla Öcalan’ı işaret etmesi birbirini tamamlıyor ve aslında iktidar blokunun asıl derdinin ne olduğunun anlaşılmasını sağlıyor.

Burada Uçum, emperyalistlerin ürettiği dış Kürt sorunu derken, elbette Suriye’deki Kürt özerk yönetiminden ve burada ABD ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında devam eden iş birliğinden söz ediyor. Ancak daha ağustos ayında Doğu Akdeniz’de ABD ile ortak deniz tatbikatı yapması, her fırsatta ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistlerin savaş örgütü NATO’ya bağlılığını ortaya koyması ve ABD’nin yeni seçilen Başkanı Trump ile iş birliğini geliştirmeye hazır olduğunu söylemesi, Erdoğan iktidarının emperyalizm “eleştirisinin” Kürtlerle sınırlı olduğunu görmeye/göstermeye yetiyor.

Bu “eleştirinin” arka planında Ortadoğu’da son dönemde yaşanan gelişmeler yer alıyor. ABD emperyalizmi Ortadoğu’daki egemenliğini sürdürebilmek için İsrail ve Körfez’deki Arap rejimleri arasındaki iş birliğini geliştirmeye dayalı bir ‘yeniden dizayn’ politikasını uygulamaya çalışıyor. Geçen yılın 7 Ekim’inden bu yana geçen süreçte ‘direniş ekseni’ içindeki Hamas ve Hizbullah’a önemli darbeler vuran İsrail, İran’ın bölgesel gücünü sınırlamayı amaçlayan bu yeniden dizayn politikasında mızrağın sivri ucunu oluşturuyor. ABD ve İsrail için Irak ve Suriye’de Kürtlerle sürdürülen iş birliği de bu yeniden dizayn politikası bakımından önem taşıyor. Başka bir yazı konusu olmakla birlikte son günlerde Halep kırsalında el Kaide’nin devamcısı HTŞ ve Suriye devlet güçleri arasında yaşanan çatışmaların da bu dizayn politikasının yeni halkası olduğu anlaşılıyor.

İşte zamanında kendini “BOP’un [Büyük Ortadoğu Projesi] eş başkanı” ilan eden ve 2011’de “bölgesel liderlik” hevesiyle Suriye müdahalesinin öncülüğüne soyunan Erdoğan ve kader birliği yaptığı tekelci burjuva gericilik, bölgedeki son gelişmelerin Türkiye’yi ikincil önemdeki bir aktör pozisyonuna düşürmesinden büyük bir kaygı duyuyor. Çünkü iktidar ve devlet, bölgedeki gelişmelerin Türkiye’yi bölgedeki paylaşım ve egemenlik mücadelesinde geri plana itme ve dahası Suriye Kürtlerinin statüsünün kalıcılaşmasının Kürt sorununda ülke içindeki politikayı sürdürülemez hale getirme potansiyelini görüyor ve bunun önünü almaya çalışıyor.

Bu yüzden Bahçeli, Irak’ta PKK ve Suriye’de Kürt özerk yönetimi ve SDG üzerinde etkili olabilecek bir aktör olarak ısrarla Öcalan’ın devreye girmesini istiyor. Böylece Öcalan’ın devreye girmesi halinde Irak ve Suriye’de devreye girecek bu ‘ön alma’ siyaseti üzerinden Türkiye egemen sınıfları bölgede karşı karşıya bulundukları riskleri bir avantaja çevirmeyi hesaplıyor.

Yoksa Bahçeli ve iktidar blokunun derdi, söylendiği gibi ülkede barışı sağlamak olsaydı en kolayı herhalde hakkındaki AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları uygulanarak Demirtaş’ın serbest bırakılması olurdu. CHP Lideri Özgür Özel’in “Samimiyet olsa, Demirtaş’tan katkı istenir” açıklaması gerçeğin bu yönüne işaret ediyor.

Ancak iktidarın asıl derdi ülkede barışı sağlamak değil, bölgede PKK ve SDG üzerinde etkili bir aktörün devreye girmesi ve bu temelde bölgede olası risklere karşı bir ‘ön alma’ siyasetini devreye sokmak olunca, bu konuda Öcalan’ın rolünü oynayabilecek başka bir aktör bulunmuyor. Bu nedenle de Bahçeli açıklamalarında ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor.

Yanlış anlaşılmasın, burada iktidar blokunun Öcalan’ı işaret etmesinin arkasındaki nedenlere ve gelişmelere dikkat çekilmeye çalışılıyor. Yoksa burada söylenenlerden 2013-2015’teki “çözüm süreci”nin aktörlerinden biri olan Öcalan’ın ülkedeki Kürt sorununun çözümünde etkili olmadığı/olamayacağı gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır.

Ülkedeki iktidar yıllardır “terör” parantezine aldığı Kürt sorununu her türlü demokratik hakkı askıya almanın dayanağı ve milliyetçi-şoven kışkırtmalarla halklar arasında düşmanlığı körükleyip sınıf çelişkisinin de üstünü örtmenin aracı olarak kullanıyor. O yüzden içeride bir Kürt sorunu olmadığını söyleyip bölgede Kürt sorunundan kaynaklı olası risklerin önünü almaya yönelik bir politika geliştirmenin yolunu arıyorlar.

Başka bir deyişle Kürt sorununun içi bizi; bu ülkenin halkları ve her milliyetten işçi-emekçilerini ve dışı da ülkedeki iktidarı ve bölgedeki paylaşım mücadelesinden pay almak isteyen tekelci burjuva gericiliği yakıyor. Dolayısıyla bu ülkenin halkları ve her milliyetten işçi-emekçileri için asıl tehdit dışarıda değil, içeride iktidarın, burjuva gericiliğin çıkarları temelinde sürdürdüğü politikadır. Bu tehdidi ortadan kaldırmanın yolu da Kürt sorununun eşit haklar temelinde çözümü, ülkede demokrasi ve bölgede barış için mücadeleyi büyütmekten geçiyor.

 

Post Office özelleştirme kıskacında

Post Office geçici başkanı Nigel Railton tarafından kasıtlı olarak 12 Kasım’da basına sızdırılan yazışmalar, kamu tarafından işletilen Post Office’lerin ya özelleştirileceği ya da kapatılacağı bilgisini içeriyor. 360 yıllık bir geçmişe sahip olan Post Office’ın Birleşik Krallık çapında 11 bin 500 şubesi ver. Bu şubelerin yaklaşık yüzde 99’u bayilikler adı altında taşeron firmalar tarafından işletilirken sadece yüzde birine tekabül eden 115 şubesi hala kamu tarafından işletiliyor.

Post Office çalışanlarının örgütlü bulunduğu İletişim İşçileri Sendikası (CWU) ile Post Office’lerin ve işçilerin geleceğine dair herhangi bir görüşme yapılmadan alınan bu karar, işçilerin ve sendikanın yönetim tarafından hiçe sayıldığını göstermekte. Kararın uygulamaya konması halinde yaklaşık bin Post Office çalışanı işinden olacak.

Post Office, geçtiğimiz yıl, kullandığı hatalı yazılımın neden olduğu hesap hatalarından dolayı 1999-2015 yılları arasında 900’den fazla çalışanını zimmetine para geçirdiği suçlamalarının düştüğü ve tazminata mahkûm edildiği Horizon skandalı ile sürekli gündemde kaldı. Masum çalışanlarını mahkûm etmek için hukuk firmalarına ve avukatlara 250 milyon sterlin ödeyen Post Office yöneticilerinin yapmış olduğu yanlışların faturası çalışanlara kesiliyor.

Kamu tarafından işletilen Post Office şubeleri genellikle şehir merkezlerinde bulunuyor ve çalışanları doğrudan Post Office tarafından istihdam ediliyor. Daha önce aralarında Lottery’nin de bulunduğu şans oyunlarını işleten Camelot firmasının yöneticisi olan geçici Başkan Nigel Railton, şubelerin en az yarısının kar etmediğini ve postane hizmetlerinden elde edilen karın çok düşük miktarlarda kaldığını iddia ediyor. Kapatılması ya da özelleştirilmesi planlanan postaneler arasında Dalston’daki Kingsland High Street, Stamford Hill ve Islington merkez postaneleri de var.

Post Office çalışanlarının üye olduğu ve aidat ödediği CWU şsendikası İşçi Partisi’ne bağlı olan ve maddi yardımda bulunan sendikalar arasında yer alıyor. Post Office çalışanlarının sendikalarından ve ödedikleri aidatların aktarıldığı İşçi Partisi’nden beklentileri işlerinin ve haklarının ellerinden alınmasına seyirci kalınması değil tüm Post Office şubelerinin ve Royal Mail’in kamulaştırılması ve yönetiminin işçilerin kontrolüne verilmesi. Öyle görünüyor ki önümüzdeki dönem işçiler haklarını ve işlerini koruyabilmek için hem yöneticileri hem sendika bürokrasisi hem de İşçi Partisi ile mücadele etmek zorunda kalacak.

 

Hackney öğretmenleri ücret ve çalışma koşulları için grevdeydi

Clapton’daki okulun çalışanları, altıncı sınıfın New City College (NCC) ile birleştirilmesinin bir sonucu olarak çalışma koşullarında “dramatik değişiklikler” olduğunu belirttiler.

Ayrıca, diğer kurumlardaki öğretmenlerle eşit olmadıklarını söyledikleri ücret artışından da şikayet ettiler. Kasım ayı başlarında greve giden öğretmenlere, personele “korkunç” muamele edildiğini söyleyen yerel milletvekili Diane Abbott da katıldı.

Okul çalışanları bir taraftan grevleri devam ettirirken, bir taraftan da önümüzdeki günler için yeni grevler planlanıyor.

Ulusal Eğitim Sendikası’nın (NEU) Hackney şubesi bölge sorumlusu David Davies, öğretmenlerin birleşme ve ardından gelen değişiklikler konusunda kendilerine danışılmamasından dolayı öfkeli olduklarını söyledi. “NCC öğretmenleri görmezden geldi. Birçoğu için bu değişiklik, öğretmenlere ve destek personeline olduğu kadar topluma da yapılmış bir saldırı gibi görünüyor… Ek iş yükü ve personel için daha düşük ücretin, öğrenciler açısından uzun vadede daha kötü sonuçlar doğuracağına dair güçlü bir his var” dedi.

NCC, “üzüntü verici” grevler nedeniyle hiçbir sınavın ya da dersin iptal edilmeyeceğini teyit etti. Hackney Citizen’a konuşan bir okul yöneticisi, birleşme sona erdiğinde personelin yüzde üç zam aldığını ve bunun Kolejler Birliği (AOC) tarafından önerilen artıştan daha fazla olduğunu iddia ederek haksız ödeme iddialarına karşı çıkmaya çalıştı: “Hükümet okul öğretmenleri için yüzde 5.5’lik bir ücret artışı verse de diğer kolej personeli için böyle bir ücret artışını finanse etmedi” şeklinde konuştu.

Okul personeli ile yeni yöneticileri arasındaki gerilim, Kasım ayı ortalarında NCC’nin son dakikada aldığı bir kararla Britanya’daki Afrikalı ve Karayiplilerin tarihine ilişkin bir konferansı iptal etmesiyle daha da alevlendi. Kolej, etkinliği kısa süre içinde iptal etmelerinin nedeni olarak “güvenlik” kaygılarını gösterdi. Personelin yanı sıra akademisyenler ve toplum aktivistleri bu kararı “ırkçı” olarak nitelendirerek kınadı.

Öğretmenlerin eylemleri önümüzdeki günlerde sürecek.