Sınıfsız, sömürüsüz dünya ideali için uzun soluklu mücadelesiyle sadece Türkiye ve yaşadığı Almanya’da değil İngiltere’de de iz bırakan Erol Büyükkaraca için Londra’daki yoldaşları bir anma düzenledi.
Yakalandığı hastalık nedeniyle 21 Ocak günü Almanya’nın Frankfurt kentinde hayatını kaybeden Erol Büyükkaraca için 1 Şubat Cumartesi Londra’da düzenlenen anmaya Londra Toplum Merkezi ev sahipliği yaptı.
Londra’da yapılan anmaya katılan Büyükkarca’nın yoldaşları, Karaca’nın yaklaşık 50 yılık devrim ve sosyalizm mücadelesine tanıklıklarını ve devrimci özelliklerine dikkat çektiler. Büyükkaraca, zorunlu olarak yaşamak zorunda kaldığı Almanya’da yaşamaya başladıktan sonra, 12 Eylül 1980 Darbesi’ni yaşamış ve mağduru olmuş kuşağın yoğun olarak yaşadığı Londra’yı da sık sık ziyaret etmekteydi. Bu ziyaretlerinde Londra’da yapılan eylemi yürüyüş, gösteri, toplantı ve konferansları kaçırmazdı. O nedenle Büyükkaraca biraz da Londralıydı.
Saygı duruşunun ardından yoldaşları adına konuşan Aslı Gül, “Yoldaş olmanın güvenmek, açık olmak, kendinden önce karşısındakini anlamak ve düşünmek olduğunu öğrendiğimiz yoldaşlarımızdan biri oldun hep. Bizlerin sorunları senin sorunların oldu, mücadeleye daha ilerden katılalım diye dertlerimizi dert edindin, sorunlarımızı paylaştın, çözmek için uğraştın. … Katıldığımız ırkçılık karşıtı ve çevre eylemlerinde, etkinlik ve toplantılarımızda eksik ve olumlu yanları en ince detayına kadar gözlememen ve bizlerle paylaşman, buradan kendin dahil hepimize görev ve sorumluluk çıkarman, bu görev ve sorumlulukların planlanma ve pratikte uygulanmasındaki ısrarın, takibin bize kattıklarındı.” dedi.
Gençlik adına İngilizce yapılan konuşmada ‘’Erol Büyükkaraca, enternasyonalistti. Kıtalararası gençliğin karşı karşıya olduğu mücadelelerle bağlantı kurma ve duygudaşlık kurma yeteneğine sahipti. Onu hep derin şefkat duygusu, yumuşak gülümsesi, anında yoldaşlık hissi ve kalıcı bağlar kurması ile hatırlayacağız. Sana büyük bir üzüntüyle veda etmek zorundayız, ancak mirasını, yaşanılabilir bir dünya için verdiğimiz mücadelede yaşatacağız’’ denildi.
Çubukçu: Erol, Erdal Eren kuşağından bir devrimciydi.
Ardından bir konuşma yapan Yazar Aydın Çubukçu, “Arif ve mücadelemiz arasında, onun temsil ettiği değerler bakımından çok önemli bir bağlantı var. Devrimci mücadelenin iki önemli kırılma anı vardır. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu tarihi açısından özetlersek birincisi Denizlerin idamıdır. Denizlerin idamından sonra örgütün yeniden toparlanması, yeni bir çizgiye oturtulması, özeleştiri yapıp, Marksizm, Leninizm’le daha derinden ilişkiler kurmaya çalışması büyük bir atılımdı. Fakat bunu politikayı, ideolojiyi ve taktikleri uygulayabilmek teoriyi ve politikayı inşa edenlerin dışında kadroların işi olmuştur. Stalin’de öyle demiştir ‘’politika bir kez inşa edildikten sonra belirleyici olan kadrolardır’’. Bu kadrolar 70’li yılların ortalarından itibaren son derece genç insanlardan ve Anadolu’nun içinden doğan kadrolar halini almıştır. Önceki kuşak daha çok kentlerin üniversitelerinden çıkan insanlardı. Hareketin işçiler ve köylüler ilişki kurmaya o ilk adımların atıldığı dönemler bu öğrenci önderle, epey deneyim edinmişlerdi. Ama 12 Mart darbesi ve Denizlerin idamıyla bu birikimi devrimci pratiğe ve Anadolu’nun bağrına sokma görevi akamete uğramıştı. Arif 60 doğumludur. 61 doğumlu bir başka yoldaşımız vardır, Erdal Eren. Burada onların kuşağı bir süredir 78’liler diye anılıyor. Ben bu terimi başından beri doğru bulmuyorum. Bence o kuşağı temsil eden en güçlü figür olarak, Erdal Eren’in adıyla anılmalıdır. Erol, Erdal Eren kuşağından bir devrimciydi. Bu kuşak çok önemli görevler yerine getirdi. Halkın Kurtuluşu Hareketi’ni ve Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi’ni yükselten o kuşaktır. Çok önemli örgütlenmelere imza attılar. Yalnızca gençlik örgütlenmesi olarak değil. İşçilerin ve köylülerin örgütlenmesinde, mahallelerin, gece konduların örgütlenmesinde çok önemli bir işlev üstlendi. Ve Türkiye Devrimci Komünist Partisi’ne giden yolu önemli ölçüde bu kadrolar döşediler. Arif’in bu çalışmalar içindeki yeri çok önemlidir. Yalnızca öğrenci hareketi içinde değil, kısa bir süre öğrenci hareketi içinde. Ondan sonra büyük kentlerde fabrikalarda, işçi mahallelerinde, gece gündüz, delik ayakkabılarla, çamurlar içinde, yorgansız döşeklerde yatarak çalıştılar. Büyük özveriler gösterdiler. Pek çok şeyden vazgeçerek kendilerini halka ve devrime, sosyalizm davasına adadılar. Erol’un babasının hamal olduğunu biliyoruz. O da bir hamaldı. Devrimin en ağır yükünü bir gram eksiltmeden hedefine doğru taşımakta kararlı güçlü bir hamaldı. Sırtındaki yükün değerini biliyordu ve bütün gücüyle onu hedefe doğru götürmek için çalıştı. Erdal Eren kuşağının büyük özelliklerinden birisi mücadeleyi sonuna kadar götürmekte, tereddüt göstermemek ve canı pahasına ne olursa olsun davayı hedefine doğru götürmekti. Erdal Denizlerden aldığı, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam sehpası altında bıraktığı o yüce bayrağı daha da yükseğe taşımıştı. O bakımdan o kuşağın temsilcisi olarak anılmayı çoktan hak etmiştir. Onun kuşağından olan devrimciler, 60 doğumlular, 60 ya da o civarda doğanlar, 70’li yılların o büyük kavgasını sırtlamış olan kuşaktır. Canlarını verdiler, silah kullanmayı öğrendiler, gizli yayınları dağıtmayı öğrendiler, baskı makinelerini kurmak onları saklamak, birbirleriyle şifreli konuşmak, randevuları ayarlamak, polisten gizlenmek, gizli faaliyet yürütmek gibi çok önemli özellikleri mücadele içinde kazandılar. Bu kuşağın deney birikimi, 68 kuşağının deney birikiminden çok daha fazladır. Bunu bilince çıkartmak, teorisini yapmak yine eskilere düşmüştür ama bu birikimin bir partiye doğru yönelmesini sağlayan o çalışmalar içinde onların o görünmez emeğini her zaman yad etmek gerekir. 12 Eylül’den sonra ikinci büyük darbeyi yedi devrimci hareketimiz. Ağır bir yıkıma uğradı ama yine bu kuşağın fedakarlıkları sayesinde bugün Emek Partimizde dalgalanan kızıl bayrağı yaratmakta onların emeği ile mümkün oldu. 90’lı yıllarda şimdi partimizi yöneten genç kadroların yetişmesinde de Erdal Eren kuşağının büyük emekleri vardır. Onlar öğrettiler, onlar yönlendirdiler, tecrübelerini aktardılar. Ve bugün mücadelemiz yalnızca Türkiye’de değil uluslararası çapta da çok önemli bir yer tutmaya başlamışa bunda elbette bir bütün olarak Denizlerden bugüne kuşaktan kuşağa aktarılan o deney ve bilgi birikiminin rolü vardır.” dedi.
Yalçıner: Erol, Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesini savuna gelmiştir
İngiltere’de yaşayan gazeteci-Yazar Mustafa Yalçıner ise şunları söyledi: “Devrimcinin kişisel özellikleri kuşkusuz önemlidir. Ama bu kişisel özellikleri var edenler bundan da önemlidir. Bu kadar bilge kişilik, kendini adanmışlık, sözünü doğru söyleme, iyi güzel söyleme, tüm bütün bunlar bir yerden kaynaklanır gelir. Bence Arif’in en önemli özelliklerinden birisi budur. Sınıf kini. Söylendi Arif babası hamal olan bir kardeşimizdi. Oradan süzüldü geldi. Kendisi hep bir sürü işlerde çalıştı. Profesyonel devrimci oluncaya günün 24 saatini devrime adayıncaya kadar işçi olarak çalıştı. Ama inşaatlarda ama dişçi atölyelerinde hep işçi olarak çalıştı. İşçilerin içinden geldi onları iyi tanıdı. Kendisi onlar gibi yaşadı. En çok da buradan sınıf kinine sahipti Arif. Çünkü sadece kitapları okuyarak buna sahip olunmaz. Önemlidir. Kitapsız olmaz. Ama sınıf kini, böyle kör bir kinden bahsetmiyorum, Gideceği yolu doğrultan, doğrultması için ona temel bir zemin oluşturan karşıtındakileri sınıf düşmanı olarak görüp onu alt etmeyi bunu koşullayan bir kinden bahsediyorum. Bilgiyle harmanlanmış bir kinden. Yoksa kinleniriz, öfkeleniriz. Lanet okuruz bu değil. Bizim nihai zaferimiz için dört tane koşul vardır. Birisi objektif koşullardır, nesnel koşullar. Marks bütün Avrupa çapında devrim bekledi. Ama öyle değildi. Olgunlaşmamıştı o koşullar. Henüz emperyalizm öncesiydi. Sonra değiştirdi. Ama objektif koşullar hep önemli olmayı sürdürdü. Bir ülkede devrim durumu olmadan devrim olmaz. Nihai zafere ulaşamazsınız. Üretici güçler ile üretim ilişkilerinin çelişmesi şarttır. Ama bir de aması var, tarihi yazanda insandır, insanlardır. Bizleriz. Böyle sadece Napolyonlar, Sultan Süleymanlar filan değil. İnsan. Ekonomi belirleyicidir doğru, nasıl besleniyorsak bunlar önemlidir ama bu zeminde tarihi gene insan yapar. Bunun için herhangi bir insan değil bilinçli ve örgütlü insan olmak şarttır. İşte size iki koşul daha bilinç ve örgüt. Arif’te ikisi de vardır. Bu saydığım üçü de yetmez. Bireyci olmayacaksınız. Bir kolektifin parçası olacaksınız. Arif onu da başarandır. Toplumsaldır. Neden? Mülkiyet az sayıda insanın elinde toplanmıştır. Ama hem emek hem de bütün ürünler, üretim toplumsallaşmıştır. Sizde toplumsallıktan nasibinizi almamışsanız, uzaksanız. Devrim ya da nihai zafer hayaldir. Arif işte onu da başaranlardandır. Arif’in bireyci herhangi bir davranışına tanık olmazsınız. Yanlışı olabilir. Ama Arif, bireyci değildir, bencil değildir. Buna hiçbiriniz hiçbir zaman tanık olmamışsınızdır. Bu çok temel bir vasıftır. Arif, ölesiye düzen karşıtıdır. Özel mülkiyet düzenin karşıtıdır. Sınıf kini zaten buradan da gelmiştir. Özel mülkiyete karşıdır. Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesini savuna gelmiştir. Han, hamam sahibi olmayı hep eleştirmiştir Arif. Sınıf kini için bu şarttır. Arif’in dikili tek bir ağacı olmamıştır. Kiralık bir evde otura gelmiştir. Bir de yoldaşları vardır. Ve yoldaşlarının toplumsal örgütlenmesi olan partisi vardır. Dördüncü koşul da budur. Bilinç, örgüt, ama bunların ete kemiğe büründürücüsü; programı ile taktikleri ile stratejisi ile, sürekli duruma uygun geliştirdiği taktiklerle Partisi. Bilinçle örgütü partisi yaşama uygular. Arif’te hep partili olmuştur. Partili yoldaşlarıyla el ele ne yapacaksa yapmaya çalışmıştır. Programda yazılı olanları uygulamaya çalışmıştır. Gerek Türkiye’de gerek uluslararası alanda. Arif’i sadece güzel sözler söyleyerek, sadece yolundan yürüyeceğiz diyerek anarsak, Arif’e yazık etmiş oluruz. Onun yolundan yürümeyi baştan sakatlamış oluruz. Ne yaptı nasıl yaptı? Özel mülkiyet karşısındaki tutumu neydi? Nasıl mücadele etmekteydi? Nasıl bir örgütlenme? Bu sorulara doğru yanıtlar vermemiz lazım. Bunları yaparak ancak biz Arif’e layık olabiliriz. Ve onun bıraktığı bayrağı daha yükseklere taşıyabiliriz. Şu dünyanın koşulları içinde hepimiz biliyoruz. Arif’in geldiği dönemin koşullarından farklı, 68’den de farklı, 12 Eylül öncesinden de farklı. Şimdi liberalizm kol geziyor. Kapitalizm almış başını yürümüş. Neo-Liberaller de onunla yetinmiyor şimdi. Aha Trump Grönland’ı istiyor olmazsa silahla alırım diyor. Ortadoğu’yu yeniden dizayn ediyorlar. Hiç kimseye de Ortadoğululara da sormuyorlar. Ya uzlaşırsınız ya bu düzenin koşullarını benimser boyun eğersiniz ya da düzenin dışından bunu yıkmaya çalışırsınız. Düzenin ilişkilerinden yararlanmazsınız demiyorum. Ay’da yapmayacağız devrimi. Nihai kurtuluş bu düzenin içinden mayalanacak ama biz düzenin dışında olmak zorundayız. Arif 24 saatini bu dava uğruna verdi. Düzen dışından yaklaştı onu yıkmanın başka yolu yoktu. Onu oradan yıkmaya çalıştı. Bütün sayılan iyi özelliklerin kaynağı da bunlardı. Demiyorum ki herkes Arif gibi profesyonel devrimci olacak 24 saatini devrim için verecek. Bir de işçiler vardır, çalışma zamanı dışında kalan zamanının hobi olarak değil, ya iki tane de gazete satayım diye değil, başka kurtuluş yolu olmadığını hem kendi için hem ait olduğu emek ve işçi sınıfı için, başka yolu olmadığını bilerek ilerlemektir. Arif böylelerindendir. Önün de ben saygıyla eğiliyorum.”
Büyükkaraca, tüm Avrupa çapında gelen yoldaşlarının katıldığı bir törenle 25 Ocak’ta Frankfurt’tan doğduğu topraklara gönderildi ve 26 Ocak Pazar günü İstanbul’da düzenlenen kitlesel bir yürüyüş ve törenin ardından Zincirli Kuyu Mezarlığı’nda ebediyete uğurlandı.