Ana Sayfa Blog Sayfa 33

Ev kredisini (mortgage) ödeyemeyenlerin sayısı artıyor

0

İngiltere Merkez Bankası’nın (BoE) 2021 sonlarından bu yana taban faizini 14 kez yükseltmiş olması, mortgage anlaşması olanları mali açıdan zorluyor.

Nationwide tarafından yapılan açıklamalara göre, mortgage borçlarındaki gerilikler giderek artıyor. Hem enflasyon hem de yükselen faizler nedeniyle bu mortgage geriliklerinin daha da artmasının beklendiği belirtiliyor.

BoE, Aralık 2021’den başlayarak, taban faizini üst üste 14 kez yükseltmişti. Buna rağmen Merkez Bankası, son iki toplantısında faizleri sabit tutma karar aldı. Taban faizi, şu anda yüzde 5,25 ile 2008’deki finansal kriz döneminden beri görülen en yüksek seviyede.

The Guardian’ın haberine göre, BoE, yüksek enflasyonun kontrol altında tutulması için faizlerin bir süre yüksek seviyelerde kalmaya devam edebileceğini söylüyor. Haberde, piyasalardaki beklentinin, gelecek yılın ilkbahar aylarında faiz kesintisine gidilebileceği yönünde olduğu ifade ediliyor.

 

Tarıq Ali: İşgal, Direnişi Beraberinde Getirir

0

Savaşı Durdurun Platformu (Stop the War Coalition) tarafından 9 Kasım 2023’te, Londra’da “Gazze’de Savaşı Durdurun” başlıklı bir panel düzenlendi. Filistin’in işgali, süren çatışmalar ve bunun İngiltere’deki yansımaları hakkında toplumun farklı kesimlerinin görüşlerinin aktarıldığı toplantıda, 68 kuşağının önemli politik liderlerinden birisi olan yazar ve tarihçi Tarık Ali de konuşmacılar arasındaydı.

“Filistinlilerin Şiddet İçermeyen Çözüm Arayışları Hep Sonuçsuz Kaldı”

Filistin ile ABD ve İsrail arasındaki ihtilafın sanki durup dururken 7 Ekim’de Hamas’ın saldırılarıyla başladığı yönünde yaygın bir söylem olduğuna dikkat çeken Tarık Ali, Hamas’ın zulmünü desteklemesinin asla mümkün olmadığını vurguladı ancak yaklaşık 30 yıldır devam eden bir bağımsızlık savaşının tam ortasında hiçkimsenin oturduğu yerden taktik konusunda akıl verebilecek durumda olmadığını da belirtti. Hamas’ın stratejisinin açık olduğunu söyleyen Ali “Bağımsızlık ya da eşitlik (eşit yurttaşlık) nevi bir talepleri var.” dedi.

Emperyalist ülkelerin bölgedeki çıkarlarının, Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (Boycott, Divestment and Sanctions-BDS) hareketiyle Filistin’in işgali karşısında bir sonuca ulaşılmasını engellediğini anlatan Ali “Filistinliler bugüne dek ne zaman şiddet içermeyen bir çözüm arayışına girdiyse her seferinde başarısızlığa uğradı” dedi. Ali ayrıca halihazırda olan biten ile Filistin meselesinin çok farklı bir kulvara girdiğini düşündüğünü dile getirdi ve şunları söyledi: “Çünkü direniş kaldığı yerden devam ediyor, belki herkesin hoşuna gidecek bir şekilde değil ancak direniş devam ediyor. Bu işler böyledir. Dürüst olmam gerekirse son birkaç yıldır bu iş böyle nereye gidiyor diye oldukça karamsarlığa kapılmıştım. ‘Hiçkimse bir şey yapmayacak mı?’ diye düşünüyordum. (…) Elbette bir şey olması gerekiyordu; ama bu şekilde ama değil. Şimdi bu olay aslında 1973 savaşının (Arap-İsrail Savaşı) 50’inci yıldönümünde oldu. İşte (Hamas) bu yüzden böyle yaptı, tarihsel bir arka plan var.”

“İçişleri Bakanı Braverman Sesini Kesip Kendi İşine Baksın”

Tarık Ali konuşmasında ayrıca Times of London radyosuna önceki gün verdiği demeçte kendisine İngiltere İçişleri Bakanı Suella Braverman’ın, Gazze’de ateşkes çağrısıyla başta Londra’da olmak üzere pek çok şehirde düzenlenen protesto gösterileri için “Bunlar nefret yürüyüşleri” şeklindeki açıklaması hakkında görüşünün sorulduğunu anlattı. (Braverman birkaç gün önce katıldığı bir kabine toplantısının ardından basına yaptığı açıklamada ve devamında da 8 Kasım 2023’de Times gazetesinde kendi imzasıyla yayımlanan bir makalede “Bana göre bu yürüyüşleri tanımlamanın tek bir yolu var, bunlar nefret yürüyüşleridir” ifadesini kullanmıştı.)

Tarık Ali’nin buna verdiği cevap salonda büyük tezahüratla karşılandı: “Evet doğru söylüyor, hepimiz ondan (Braverman’dan) nefret ediyoruz. Şayet başına geçmek için yeni bir parti kurmaya bu denli hevesliyse saçma sapan konuşmayı bırakıp kabineden ayrılmasının vakti gelmiş, kendi partisinin yarısı da (Muhafazakar Parti) dahil olmak üzere hiçkimse Braverman’ın görüşlerini kaale almıyor, sesini kesip işine baksın.”

Haaretz “İşgal Beraberinde Direnişi Getirir” Diye Yazmıştı

Konuşması sırasında medyanın savaşları haberleştirmesi konusuna da değinen Tarık Ali, liberal bir çizgide olmakla beraber, New York Times ya da Guardian’dan çok daha düzgün gazetecilik yaptığını belirttiği Haaretz gazetesinin, Altı Gün Savaşı’nın ardından 22 Eylül 1967’de, işgal konusunda şunları yazdığını hatırlattı: “İşgal beraberinde yabancı egemenliğini getirir. Yabancı egemenliği beraberinde direnişi getirir. Direniş beraberinde İsrail’in baskısını getirir. Baskı beraberinde terörü ve karşı terörü getirir. İşgal altındaki bölgeleri elimizde tutmak bizi bir ulus olarak katiller ve aynı zamanda katliamların kurbanları haline getirir.”

Erdoğan’ın Açıklamalarına Dair: “Lafla Peynir Gemisi Yürümez”

Tarık Ali toplantının çıkışında Evrensel’in sorularını da yanıtladı. Konuşması sırasında BBC’nin artık kendisinden görüş almaya teşebbüs dahi etmediğini söyleyen Tarık Ali’ye BBC çalışanlarının kurumun tutumundan ötürü tuvaletlerde ağladığı yönünde Times gazetesinde yayınlanan haberi ve ayrıca BBC’nin Beyrut muhabiri Rami Ruhayem’in BBC Direktörü Tim Davie’ye hitaben yazdığı ve BBC’nin artık bu savaşta adeta “suç ortağı” haline geldiği yönünde eleştirilerini aktardığı e-postasını hatırlatarak, BBC başta olmak üzere İngiltere’de ana akım medyanın İsrail- Filistin savaşı hakkındaki haberleri konusunda ne düşündüğünü sorduk. Tarık Ali bu sorumuza İngiltere’de bulvar gazetelerinden ITV’ye ve BBC’ye varıncaya değin yaygın medyanın hep birlikte İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın, İsrail’in ve ABD’nin propaganda aracı olarak haber yaptığını söyleyerek cevap verdi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu durum bana Brejnev dönemindeki tek sesli, hiçbirşeye müsaade edilmeyen Rus basınını hatırlatıyor. Ya da benzer şekilde diktatörlük altındaki Türkiye’yi.”

Tarık Ali’nin bu cevabı üzerine Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e yönelik tutumu, Hamas hakkındaki açıklamaları ve Filistin’e destek amacıyla İstanbul’da düzenlenen resmi miting konusundaki görüşünü sorduk. Tarık Ali buna “sert açıklama yaparak bir yere varılmaz, lafla peynir gemisi yürümez” şeklinde çevrilebilecek İngilizce bir deyimle yanıt verdi. (Sticks and stones break one’s bones, but harsh words will never hurt one)

Not :Bu haberin yazılmasının kısa bir süre ardından İçişleri Bakanı Suella Braverman görevden alındı.

 

Hükümet Yüksek Mahkeme kararına rağmen sığınmacıları Ruanda’ya göndermek için yasa hazırlığı yapıyor

0

Hükümetin sığınmacıları Ruanda’ya gönderme planının yasalara aykırı olduğuna ilişkin Yüksek Mahkeme kararına rağmen Sunak hükümeti yeni yasal düzenlemeler üzerinde çalışıyor.

İngiltere’de Yüksek Mahkeme, hükümetin sığınmacıları Ruanda’ya gönderme planının yasalara aykırı olduğuna hükmetti.

15 Kasım’da kararını açıklayan mahkeme, Ruanda’da sığınma taleplerinin doğru bir şekilde karara bağlanamaması riskine dikkat çekti; bunun da sığınmacıların geldikleri ülkelerine geri gönderilme ve orada kötü muameleye maruz kalma riskine yol açabileceğini kaydetti.

Birleşmiş Milletler de Ruanda’da sığınma sisteminin adil olmadığını, sığınmak için başvuruda bulunanların ülkelerine gönderilme riski olduğunu daha önce açıklamıştı.

Ancak mahkeme, hükümetin başka bir ülkeyle benzer bir anlaşma yapmasını yasaklamadı.

Başbakan Rishi Sunak, karar açıklandıktan sonra Avam Kamarası’ndaki konuşmasında, Ruanda ile yeni bir anlaşmaya “nihai şeklini vereceğini” ve gerekirse yasalarda değişiklik yapacaklarını söyledi.

Sunak daha sonra hükümetinin planlarını hayata geçirmek için atacağı iki adımı belirledi: Ruanda ile yeni bir anlaşma yapmak ve Ruanda’nın güvenli olduğunu ilan edecek şekilde acil yasa çıkarmak.Bu iki adıma ilişkin ayrıntılar henüz belli değil.

İngiltere ile Ruanda arasındaki mevcut Mutabakat Zaptı yasal olarak bağlayıcı değil. Bu nedenle mahkemede temel alınamıyor. Hükümet, Yüksek Mahkeme’nin dile getirdiği endişeleri, Ruanda’nın iltica işlemlerine ilişkin güvenceleri belirleyen ve yasal olarak bağlayıcı bir anlaşma ile gidermeyi planlıyor.

Mahkeme kararı açıklandıktan sonra bazı Muhafazakar Partililer mahkeme kararına rağmen bir an önce Ruanda’ya sığınmacı taşıyacak uçakların kaldırılması ve bunu engelleyen yasaların ve uluslararası anlaşmaların iptal edilmesi gerektiğini bile savundu.

Ancak hükümet avukatları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki güvencelerin dışına çıkma çabasının, uçuşların yasallığına itiraz zeminini güçlendireceği ve uçuşları daha da geciktirebileceği uyarısında bulundu.

Hükümet hala Ruanda’ya sığınmacı taşıyan ilk uçuşların ilkbaharda başlamasını umuyor.

Sunak’ın sözcüsü açıklama yaptı

“Başbakanın da söylediği gibi, tekneleri durdurmak için ne gerekiyorsa yapacağız; bu hedefe nasıl ulaşacağımız konusunda politika tartışmaları devam ediyor.Ruanda planını mümkün olduğunca hızlı bir şekilde işler hale getirmeye ve Yüksek Mahkeme’nin tüm endişelerini gidermeye odaklanmış durumdayız.”

Sözcü, “mevzuatın ve kullanılan araçların kesin şeklinin hala tartışıldığını” ve “nihai kararların alınmadığını” belirtti.

İçişleri Bakanı James Cleverly, Parlamento’da yaptığı açıklamada,hükümetin Yüksek Mahkeme›ye saygı duyduğunu ancak bu kararın hükümetin yasadışı göçü sona erdirme kararlılığını azaltmadığını söyledi.

Ruanda planı nedir?

Ruanda planı, Manş Denizi üzerinden Avrupa’dan İngiltere’ye gelen sığınmacıları engellemek üzere Nisan 2022’de dönemin Başbakanı Boris Johnson tarafından yürürlüğe konuldu.

Program, geçen yıl 1 Ocak’tan sonra İngiltere’ye yasadışı yollardan gelen herkesin, iltica taleplerinin değerlendirilmesi için Afrika ülkesi Ruanda’ya sınır dışı edilmesini öngörüyor.

Ancak Haziran 2022’de planlanan ilk uçuş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin son dakikada aldığı tedbir kararıyla engellendi ve İngiltere’deki mahkeme süreçleri sonuçlanana kadar herhangi bir sınır dışı işlemi yapılamadı.

Hükümet yetkilileri, Ruanda ile yeni güvenceler içeren bir anlaşma müzakere etmek gibi seçenekler üzerinde duruyor. Yetkililere göre parlamentodan geçecek yeni bir anlaşma mahkemelerin müdahalesini zorlaştırabilir.

Diğer ülkelerle kıyaslama

Resmi verilere göre, Haziran 2022’den Haziran 2023’e kadarki bir yıllık sürede İngiltere’ye giriş yaptığı tespit edilen düzensiz göçmen sayısı önceki yıla kıyasla %17 artışla 52.530 oldu ve bunların %85’i küçük teknelerle geldi.

Avustralya sığınmacıların ülke dışına gönderilmesi planına öncülük etti. Danimarka da Ruanda ile benzer bir anlaşma imzaladı ancak henüz oraya göçmen göndermedi.

Avam Kamarası Kütüphanesi’ne göre, 2022 yılında Britanya’da yaşayan her 10.000 kişiye yaklaşık 13 sığınma başvurusu düşerken, AB’de her 10.000 kişiye 22 sığınma başvurusu düşüyordu.

 

Birmingham’ın ardından Nottingham Belediyesi de iflasını ilan etti

0

Nottingham Belediyesi, bütçesindeki paradan daha fazla harcama yapmak zorunda olduğu için iflasını ilan etti. Belediye, kanunen sağlamak zorunda olduğu hizmetler dışındaki tüm harcamaları durduracak.

Kısa süre önce yayınlanan bir raporda, İşçi Partisi tarafından yönetilen belediyenin 2023-24 mali yılında gelirlerinden 23 milyon sterlin fazla harcama yapacağı belirtildi.

Belediyenin finans müdürü, çocuk ve yetişkin sosyal bakımına yönelik artan talep, artan evsizlik ve enflasyonun etkisinin mali durum üzerinde ekstra baskı yarattığını söyledi.

Eylül ayında da Birmingham Belediyesi iflasını açıklamıştı. 1 milyon 120 bin nüfusu barındıran ve Avrupa’nın en büyük belediyesi olarak bilinen Birmingham Belediyesi bütçesindeki 87 milyon sterlinlik açığı kapatacak kaynağı olmadığını duyurmuştu.

Nottingham 2018’den bu yana iflas ilan eden yedinci belediye oldu. Belediye yetkilileri sorunu, Muhafazakar Parti’nin belediyelerin finansmanı ile ilgili 2013’te yaptığı bir değişikliğe bağlıyor.

Bu değişiklikle, belediyelere merkezi hükümetten sağlanan ödenek azaltıldı ve belediyelerin aldıkları belediye vergisi (council tax) ve işletme vergisinden (business rates) aldıkları payın artırılması söz konusu oldu.

Ancak merkezi hükümet ödeneğinin azalması, sosyal bakım masraflarının belediyeler üzerine yıkılmasının yanı sıra yoksul belediyelerde bu vergilerin miktarının daha az olması ve toplanmasına sorun yaşanması da eklenince belediyelerin gelirleri harcamaları karşılayamaz hale geldi.

 

Hükümetin Sonbahar Bütçesi: Paçavralarla Göz Boyama

0

Geride bıraktığımız ayın önemli gelişmelerinden biri açıklanan sonbahar kamu bütçesiydi. Nisan’da başlayan her mali yıl ortasında yapılan açıklamaların bu yılki versiyonu azgın bir hak saldırısı ve kesinti programı izlenimi vermekten çok, kamuoyunda tartışılması yoğunlaşan yaklaşan seçimleri gözeterek yapılan bir kamu bütçesi planı oldu. 22 Kasım’da parlamentoda yaptığı açıklamayla bütçeyi ayrıntılandıran maliye bakanı Jeremy Hunt, sözlerine “enerji faturalarında ailelere destek olduk, borçlanmayı düşürdük ve enflasyonu yarıya indirdik” dönemsel nakaratıyla başladı. Açıklamasının başlangıcında ayrıca hükümet olarak hedeflerinin büyük devlet harcamalarından ve yüksek vergilerden kaçınmak ve yerine “sıkı çalışmayı mükâfatlandırmak” olduğunu da vurguladı. Muhalefete yönelikmiş gibi görünse de bu dönemde yükselen halk tepkisine yaklaşımını örnekleyerek Hunt, greve çıkan emekçilere ve sendikalara “ücret artışı” vermedikleriyle övündü: daha şimdiden sulandırılmaya başlayan muhalefetin “yeşil refah planı”nı eleştirerek, £28 milyar borç peşine düşmeyeceklerini ve doğal gaz ve petrol arayışlarına son vermeyeceklerini söyledi.

Hunt, önümüzdeki dönem halka yönelik kamu hizmet ve haklarına dair hükümet bütçe planlarını açıklamaya geçmeden önce, İsrail’deki gelişmelerle ilgili olarak dayanışma mesajları gönderdi ve Yahudilere karşı ırkçılıkla mücadele için £7 milyon ayrıldığını açıkladı. Daha sonra da üç bölüme ayrıldığını söylediği bütçeyi açıkladı: ekonomik öncelikler, büyümeye dair alınan önlemler ve çalışmanın doğru biçimde ödüllendirilmesi.

Enflasyon, Sosyal Yardımlar ve Emeklilik

Hunt, açıklamalarını ekonomik gidişatın olabildiğince iyi gittiği ve partisinin bundan bizzat sorumlu olduğu havası yaratmaya çalışarak açtı. Başbakan’ın hedeflerinden olan enflasyonun yarıya indirilmesi, ekonomik büyümenin hızlandırılması ve kamu borcunun düşürülmesine yönelik önemli ilerlemeler kaydettiklerini vurguladı. Enflasyonu %11.1’den %4.6’ya düşürdüklerini söyledi. Pandemi ve uluslararası enerji piyasalarındaki çalkantılı durumu gerekçe göstererek enflasyonun tırmanmasında önceki Muhafazakâr hükümet politikalarının sorumluluğunu göz ardı ederken, şimdi ise düşüşüyle övünen Hunt’ın ‘iyimser’ tahminlerine Office for Budget Responsibility (OBR) verileri kaynak olarak gösterildi: enflasyonun 2024 sonuna doğru %2.8’a düşmesi beklenirken, Merkez Bankası hedefi olan %2 dolaylarına ancak 2025 ortalarında düşeceğini kaydetti. OBR’a göre bu da faiz oranlarının 2028’e kadar %4 dolaylarında seyretmesine neden olacak. Ama bu geçen bahar konuyla ilgili yapılan %3 tahmininden yüksek.

Bu örnekte de görüldüğü gibi, OBR ve Hunt’ın bu tahminlerinin tahminler arasında birer tahmin oldukları göz önünde bulundurularak bir yana bırakıldıklarında, gidişatın hiç de iddia edildiği gibi olmadığını aynı zamanda duruma yönelik Hunt’ın kendisinin açıkladığı destek paketi de gösterdi. İçerisinde Universal Credit olmak üzere sosyal yardımların tümünün, bu Eylül enflasyon oranı olan %6.7 oranında, Nisan 2024’den itibaren artacağı; ve yine kira nedeniyle yoksulluk çeken kesimlere yönelik, belediyelerin idare ettiği yerel konut yardımlarının yükseleceği konuyla ilgili açıklamalardandı. Bunun bazı haneler açısından yılda ekstra £800 konut sosyal yardımı anlamına geldiğini de ihsan etti Hunt.

Güç kaybederek iktidara tutunmaya çalışan hükümet partisinin halk içindeki desteğini planladığı bir seçim öncesi tazelemeye yönelik söylem diğer açıklamalarda da sürdü. Tütün fiyatlarında planlanan artışa rağmen pub’larda satılan alkol vergilerinin aynı seviyede devam etmesi açıklaması bu tür popülist bir açıklamaydı. Hunt, yine halkın sorunlarına duyarlılık kılığına sokulan sosyal yardımlardaki artışın enflasyonla orantılı olduğu görüşünü, emeklilik fonları açısından da vurguladı ve %8.5 dolayında artış olacağını duyurdu Sosyal yardım alanların 18 ay içerisinde iş bulmadıkları takdirde staj almaya zorunlu bırakılacakları da yine açıklanan önlemlerdendi.

Ücretler, Çalışma ve Ekonomik Gidişat

Hunt önceden de duyurulduğu gibi “ulusal yaşam ücreti”nin önümüzdeki Nisan’dan itibaren saatte £11.44’e çıkacağını ve bu uygulamanın 21 yaşında olanları da içereceğini yineledi. Ücretlerle ilgili vergilerle ilgili olarak da çalışanların sosyal sigorta katkılarını %12’den %10’a indirdiğini, ortalama ücret alanlar için bunun yılda £ 450 civarında bir tasarruf olacağını da sözlerine ekledi. 28 milyon çalışanı ilgilendiren bu indirim 6 Ocak 2024’den itibaren yürürlüğe girecek.

Hunt’ın Muhafazakâr iktidarı icraatı olarak lanse etmeye çalıştığı sözde ekonomik ilerleme ve başarıların işçi ve emekçiler açısından sonuç ve yansımaları bunlarla sınırlı olmaktan kurtulamadı. Konuyla ilgili olarak Hunt’ın yaptığı iyimser ekonomik büyüme ve gidişat tahminleri kadar bütçe önlemlerinin kamu hizmetleri harcamalarında £19 milyar kesinti anlamına geldiğini söyleyen OBR tahminleri de bunu yeterince özetliyor. Başarıların tablosu olarak Hunt ulusal borcun dönem sonunda GSMH’nın %94’ü olacağını da açıkladı. OBR tahminlerine göre bütçe açığı GSMH’nın %4.5’i dolayında; geçen Mart OBR bunun %5.1 ya da £132 milyar olduğunu ve durumun önümüzdeki beş yıl içerisinde değişmeyeceğini tahmin ettiğini açıklamıştı. Bu anlamda hükümetin ekonomik gidişat konusundaki tahminlerine ve harcamayı nasıl sermayeden yana kullanacağına kısaca bakmak da gerekiyor.

Bakan Hunt, OBR verilerinin ekonominin bu yıl %0.6, gelecek yıl ise %0.7 büyüyeceğini ve bunun ekonomiyi pandemi öncesinden %1.8 büyüteceğini söyledi. Son tahminlere göre de GSMH 2025’te %1.4, 2026’da %1.9, 2027’de %2 ve 2028’de %1.7 büyüyecek. Mart’ta OBR bu yıl ekonominin %0.2 dolayında küçülmeden sonra 2024’de %1.8, 2025’te %2.5 ve 2026’da %2.1 oranında büyüyeceğini tahmin etmişti. Önceden de belirtildiği gibi bu tahminlerin öznel doğası bir yana Hunt’ın da belirttiği, Britanya ekonomisinin bu tablosunun G7 ülkeleri arasında bir istisna olması, konuyla ilgili lanse edilen iyimserliğin ne kadar samimi olduğunu gösteriyor. Kaldı ki Hunt’ın nakarat haline getirdiği bütçeyi oluşturan 110 önlemle de, ekonomik durumun üstesinden gelmenin yolu olarak da seçimin işletmelere yatırımların artırılması lehine yapılmış olması da yine aynı şey.

Hunt bu bütçede daha fazla çalışma, ‘üretkenliği artırma’, enflasyonu gelecek yıl düşürmek ve GSMH’yı artırmak üzere sermayedarlara da şunları sundu: işletmelerde bilgisayar ve makine giderlerinin vergiden muaf tutulmasının kalıcılaşması, GSMH’nın %1’i oranında işletmelere yatırımlar yapılması, kendi işyeri olanların (self-employed) vergilerinin azaltılması, ve konaklama, perakende ve eğlence sektörlerinde toplam £4.3 milyar tasarrufa yol açacak business-rate kesintileri… Hunt aynı zamanda imalat sanayine £4.5 milyar yatırım yapılacağını, Britanya’ya yapılan dış yatırımlarla ilgili düzenlemelere gideceklerini, Wrexham, Manchester yanında doğu ve batı Midlands’ta “yatırım bölgeleri” kurulacağını da açıkladı.

 

Bankalara vergi indiriminin haftalık maliyeti 29 milyon sterlin

İngiltere’nin en zengin başbakanı unvanına sahip Rishi Sunak’ın, maliye bakanı olduğu dönemde bankaların ek vergilerinde yaptığı kesintinin kamu bütçesine maliyeti haftalık 29 milyon sterlin. Sendikalar Konfederasyonu TUC tarafından 18 Kasım’da açıklanan bir rapor, bankalardan alınan ek vergilerin yüzde sekizden yüzde üçe düşürülmesinin önümüzdeki dört yıl içinde altı milyar sterlin vergi kaybına yol açacağını ortaya koydu.

Muhafazakârların politikaları halkın haklarını zenginlerin ise vergilerini kesiyor

Muhafazakâr Parti’nin 13 yıllık iktidarı boyunca yapmış olduğu kesintilerden işçi ve emekçiler zararlı, sermaye ve işverenler ise kârlı çıktı. Muhafazakârlar bir taraftan halkın yararlandığı servis, hizmet ve haklarda kesinti yaparken, diğer taraftan da zenginlerden, şirketlerden ve bankalardan aldığı vergilerde kesintiler yaparak, kamu harcamaları için kullanılacak kaynakların zenginlerin kasalarına girmesini sağlıyor. Artan enflasyonu bahane ederek faiz oranlarını sürekli arttırarak, bankaların kârlarının rekor seviyelere ulaşmasının önünü açan hükümet, aldığı ek vergiyi de yüzde beş düşürerek, bankaların kârlarına kâr kattı.

TUC rapora dair bulguları paylaştığı açıklamasında, Britanya’nın vergi sisteminin artık amacına uygun olmadığını ifade ederek, okullar ve hastaneler parasızlıktan işlemez haldeyken, maaşları mortgage aracılığı ile bankalara aktarılan ailelerin sefil duruma düşürülmesine dikkat çekti. TUC’nin yapmış olduğu tahmine göre vergi kesintilerinden dolayı bu yıl yaşanacak olan gelir kaybı 2.5 milyar sterlinden fazla olacak. Önümüzdeki Mart sonuna kadar 2.5 milyar sterlinin büyük bir kısmını kasalarına aktaracak olan HSBC, Barclay, Lloyds ve NatWest bankaları bu yılın ilk üç ayındaki kârlarının toplamı 41 milyar sterlin olarak tahmin ediliyor. Bankalar kârlarını 2020 yılına göre yüzde 400 arttırırken halk ve emekçiler hayat pahalılığı, dondurulan maaşlar ve kesintiler nedeniyle sürekli olarak gelir kaybı yaşamakta.

Rapora dair bir değerlendirme yapan TUC Genel Sekreteri Paul Nowak şunları söyledi: “Başbakan’ın zamanlaması çok kötü olan ek vergileri düşürme kararı, kamu kaynaklarını ve kamu hizmetlerini çok gerekli olan fonlardan yoksun bıraktı. …”Bu tamamen siyasi tercihlerle alakalı. Hem bankalar için vergilerin düşürülmesi hem bankacılara sınırsız ikramiyeler verilmesi, bu hükümetin kamu yararından ziyade aşırı zenginliği ödüllendirmekle ilgilendiğini gösteriyor.”

Positive Money kampanya grubunun politika ve hukuk temsilcisi SimonYouel ise yaptığı değerlendirmede, hayat pahalılığı krizi sırasında bankalara yapılan vergi kesintilerinin hiçbir zaman haklı gösterilemeyeceğini söyledi.

Bankaların ve halkın temel ihtiyaçlarından kâr eden şirketlerin vergileri arttırılsın

TUC hazırladığı rapor aracılığı ile bankacılık sektöründeki aşırı kârların vergilendirilmesine ilişkin önerilerini de paylaştı.

Bu öneriler;

• Banka ek ücretindeki kesintilerin tersine çevrilerek %8’e ve genel kurumlar vergisi oranının yeniden %33 çıkartılması. Bu düzenleme ile dört yılda elde edilecek ek vergi toplamı yaklaşık 6 ila 6.5 milyar sterlin civarında olacak.

• Banka kârları üzerinden %35’lik bir genel vergi oranı oluşturmak için banka ek ücretinin %10’a yükseltilmesi. Bu düzenleme ile dört yılda elde edilecek ek vergi toplamı yaklaşık 7.5 milyar ile 8.1 milyar sterlin civarında olacak.

• Bankalara yüzde 35 ek düşeş vergisi (windfalltax) getirilerek, enerji şirketlerinden alınan vergilerle eşitlenmesi. Bu, toplam kurumlar vergisi oranının %60 olmasını sağlayacak ve 4 yıl içinde toplanacak vergilerde 26 milyar ile 28 milyar sterlin arasında bir artış sağlayacak.

TUC, Birleşik Krallık’ta servetin ve aşırı kârların daha adil bir şekilde vergilendirilmesi konusunda ulusal bir tartışma çağrısı da yaptı. Britanya’nın vergi sisteminin artık amacına uygun olmadığına vurgu yapan TUC, beklenmedik durumlar ve krizlerden elde edilen kârların vergilendirilmesine dair halkın ne düşündüğünü tespit etmek için Eylül ayında bir anket de yaptırdı.

Bu ankete göre halkın dörtte üçü (%75) bankaların aşırı kârlarına beklenmedik bir vergi getirilmesini destekliyor; buna 2019 seçimlerinde Muhafazakârlara oy verenlerin %76’sı da dahil.

2019’da Muhafazakârlar için oy kullanan seçmenlerin %81’i dâhil olmak üzere, her 5 kişiden 4’ü (%80) enerji şirketlerinin kârlarına beklenmedik bir vergi getirilmesini destekliyor.

10 kişiden 7’si (%69) çevrimiçi (online) büyük perakendecilerin (Amazon gibi) fazla kârlarına beklenmedik bir vergi getirilmesini destekliyor.

TUC, daha önce de hükümete sermaye kazançları vergi oranını, gelir vergisi oranıyla eşitleme çağrısında bulunmuştu. TUC yıllık olarak yaklaşık 10 milyar sterlin vergi geliri sağlayacak bu düzenlemenin yanı sıra büyük enerji şirketlerinden alınan düşeş vergisi (windfall tax) oranın da arttırılmasına destek vermekte.

 

TUC: Her 5 işçiden 1’i grev hakkını kaybetme riskiyle karşı karşıya

İngiltere Sendikalar Konfederasyonu TUC, hükümetin grev karşıtı yasalarına karşı yürütülen kampanyanın bir sonraki aşamasını tartışmak üzere özel bir kongre düzenleyeceğini duyurdu.

İngiltere’de artan hayat pahalılığına karşı ücret artışı talebiyle grevlerin başta ulaşım, sağlık, posta ve eğitim olmak üzere birçok sektörde geçen yıl Haziran ayından beri tırmanışa geçmesi üzerine Muhafazakar Parti hükümeti, Grev (Asgari Hizmet Düzeyleri) Yasası’nı çıkarmıştı.

Bu yasaya göre, hükümetin temel sektörler olarak belirlediği ulaşım, sağlık, sınır güvenliği, eğitim alanında çalışanlar, herhangi bir nedenle grev kararı almış olsa bile asgari düzeyde hizmet sağlama ve işverenin çağırması halinde işe gitmekle yükümlü tutuluyor. Aksi halde işten atılmaları mümkün olabiliyor.

TUC’nin düzenlediği etkinlik, 9 Aralık Cumartesi günü saat 10:00-1:00 arasında TUC merkezi Congress House’da gerçekleştirilecek.

5,5 milyon çalışanı temsil eden 48 sendikadan oluşan TUC’nin Eylül ayındaki yıllık olağan kongresi dışında özel bir kongre düzenlemesi nadir bir durum.

Böyle bir özel kongre en son 1982 yılında dönemin başbakanı Margaret Thatcher’ın anti-sendika yasalarına karşı mücadele için düzenlenmişti.

TUC, “grev hakkına yönelik eşi benzeri görülmemiş saldırı” nedeniyle olağanüstü koşullara işaret ediyor. “Bu antidemokratik yeni yasa, her 5 işçiden 1’inin grev hakkını kısıtlayabilir” diye uyarıda bulunan TUC “Bu hakkı ne pahasına olursa olsun savunmalıyız” diyor.

TUC genel sekreteri Paul Nowak,”Bu grev karşıtı yasalar, grev hakkını kısıtlamaya yönelik kasıtlı bir girişimdir. Bu yasalar demokratik değildir, uygulanamaz ve muhtemelen yasadışıdır” dedi.

 

İşçi Partisi Gazze konusunda bölündü

0

Avam Kamarası›nda Gazze›de ateşkes çağrısı yapılması önergesinin lehinde oy kullanan bir dizi gölge bakanın istifa etmesi veya atılmasının ardından, gölge kabinesinde yaptığı değişiklikleri duyurdu.

Alex Davies-Jones, aile içi şiddet ve korumadan sorumlu gölge bakan olarak Jess Phillips’in yerini aldı. Jim McMahon, sağlık gerekçesiyle gölge çevre sekreterliğinden istifa ettikten iki ay sonra, İngiliz yetki devri ve yerel yönetimden sorumlu gölge bakanı olarak ön sıradaki yerine geri döndü.

Diğer atamalar arasında suç seviyelerinin azaltılmasından sorumlu gölge bakan Feryal Clark, yerel hizmetler ve topluluklardan sorumlu gölge bakan Liz Twist, gölge başsavcı Karl Turner ve gölge gaziler bakanı Steve McCabe oldu.

İnançtan sorumlu gölge bakanlık görevi Barones Sherlock›a verildi, Ashley Daltowasen kadınlar ve eşitlikten sorumlu gölge bakan olarak atandı, Tan Dhewaseen’e gölge ihracat bakanı rolü verildi ve Lord Livermore da gölge maliye sekreteri oldu.

Son üç atamada Chris Evans, Muhalefetin teknoloji ve dijital ekonomi sorumluluklarını üstlenirken, Michael Shanks gölge İskoçya bakanı oldu ve Jeff Smith, Labour denetleme ofisine katıldı.

Ateşkes oylaması sırasında, Keir Starmer, partinin Hamas’ın rehineleri dışarı çıkarmak ve Gazze’ye bir miktar (İsrail onaylı) yardım girmesine izin vermek için şiddete ara verilmesi çağrısında bulunmasına karşı Avam Kamarası’nda büyük bir isyan yaşadı.

İşçi Partili milletvekillerine, İskoç Ulusal Partisi’nin (SNP) çatışmaların derhal durdurulması çağrısında bulunan önergesine oy vermemeleri konusunda disiplin bildirimi yapılmıştı.

Ancak aralarında 10 gölge bakan ve parlamento yardımcısının da bulunduğu 56 milletvekili bu emre karşı çıktı.

Milletvekillerinin ofisleri protestoların hedefi oldu

Kürt milletvekili ve Enfield North’u temsil eden Feryal Clark’da dahil olmak üzere gölge kabine deki yeni isimler, partide daha fazla güç kazanmak ve siyasi kariyerlerini ilerletmek için seçmenlerinin barış ve Gazze’de kalıcı ateşkes çağrılarını fırsatçı bir şekilde görmezden geldi.

Ama ateşkes çağrılarına kulak vermeyen milletvekillerini halk unutmadı.

Barışa karşı verdikleri dehşet verici oylarının ardından aralarında Tottenham Milletvekili David Lammy’nin de bulunduğu bazı milletvekilleri protestolar ile hedef alındı. Bu protestoların çoğu tamamen ‘barışcıl’ olsa da, gölge Galler sekreteri Jo Stevens seçim bölgesi ofis binası sloganlar ile boyandı.

Bu eylem, Starmer ve diğer gölge bakanların endişelerini ve “ailelerinin güvenliğiyle ilgili korkularını” abartılı dile getirmelerine yol açtı.

Yüzlerce Filistin yanlısı protestocu Starmer’ın Londra’nın kuzeyinde Camden’deki ofisinin önünde toplandı. Kalabalık yolu kapatarak, Keir Starmer bir ‘wasteman” yani sokak dili ile aptal/ gereksiz – ve “Ne istiyoruz? Ateşkes!” sloganları attı.

Protestocular, “Gazze’deki savaşı durdurun” yazan pankartlar taşıdılar ve İşçi Partisi liderinin ofisinin önünde büyük Filistin bayrakları salladılar.

Oylamanın diğer tarafındaki milletvekilleri, yani ateşkesi destekleyenler gerçek seviyede saldırılara maruz kaldıklarını belirtiler. Bunlardan biri ise gölge kabineyi terk eden Naz Shah, “İslamofobik nefret” ile karşılaştığını söyledi.

İskoçya başka bir yöne doğru eğiliyor

İskoç Hükümeti›nin yakın zamanda İskoç İşçi Partisi tarafından değiştirilen, Gazze’de ateşkes çağrısında bulunan önergesi, İskoçya Parlamentosu Holyrood’da kabul edildi.

İskoç İşçi Partisi değişikliği, Uluslararası Ceza Mahkemesi›ne savaştaki tüm tarafların davranışlarını soruşturması yönündeki çağrıları başarıyla eklemesinin ardından, yasa 28›e karşı 91 oyla kabul edildi.

İskoçya’da farklı görüşler

Bu arada, İskoç Muhafazakâr Parti’nin geçici ateşkesi destekleyen değişiklik önerisi 89 oya karşın 28’le reddedildi.

İskoçya başbakanı Hamza Yousaf ve İskoçya İşçi Partisi lideri Anas Sarwar da İskoç Sendikalar Kongresi’nin (STUC) Filistin dâhil birçok mücadelenin desteklendiği yıllık St Andrew Günü protestosuna katıldı.

Her iki lider yaptıkları konuşmalarda Gazze ile dayanışma içinde olduklarını ifade ederek kalıcı ateşkes çağrısında bulundu.

Dünya Çapında Filistin Halkına Destek

Sendikalar İsrail’e silah sevkiyatını engelliyor, Halklar barış ve adalet istiyor.

16 Ekim’de, özellikle Filistinli kadınları, öğretmenleri, mühendisleri, gazetecileri ve diğer demografik grupları ve meslekleri kapsayan sendikaların örgütü, Filistin Genel Sendikalar Federasyonu, dünya çapında sendikalara dayanışma çağrısında bulundu. Bu çağrıda, İsrail’i uluslararası hukuka uymaya zorlamak için Boykot, yatırımları geri çekme, yaptırımlar (BDS) hareketini destekleme, silah üretimine ve İsrail Savunma Kuvvetlerine teslimatına katılmayı reddetme; sendikaların ve sivil kuruluşların Filistin’e boyun eğdirilmesinden kâr sağlayan herhangi bir şirketle iş yapıp yapmadığını araştırma; bu tür şirketlerden emeklilik veya yatırım fonları elden çıkarma ve bölgede adaleti açıkça savunma önerileri yer alıyordu.

“İsrail askeri saldırılarını artırırken, Filistinli sendikalar uluslararası meslektaşlarımıza ve vicdan sahibi tüm insanlara, İsrail’in suçlarıyla her türlü suç ortaklığına son vermeleri, en acil olarak İsrail’le silah ticaretinin yanı sıra tüm finansman ve askeri araştırmaların durdurulması çağrısında bulunuyor. Artık harekete geçme zamanı; Filistinlilerin hayatları tehlikede.”

Bu çağrı, bütün dünyada etkili bir cevap buldu.

İngiltere

İngiltere’deki işçiler, İsrail ordusu için silah ürettiği bilinen İngiltere’nin Kent kentindeki Elbit Systems’in yan kuruluşunun her iki girişini de kapattı. Sendikalar yüzlerce üyesi ile birlikte, 10 Kasım Filistin için Uluslararası Eylem Günü’nde, İsrail ordusunun kullandığı F35 hayalet uçaklarında kullanılan parçaların üretildiği fabrikanın girişini kapatarak hem üretimi hem de sevkiyatı durdurdular. Silah üretici firma BAE Systems’in girişini yaklaşık 400 kişi ile kapatan sendikalar ‘Özgür Filistin için İşçiler’ pankartı açtı.

Ancak bu bir başlangıçtı ve arkası geldi. Filistin ile dayanışmanın sadece kitlesel yürüyüşler ile sınırlanmadığı İngiltere’de hemen hemen her hafta sayısız eylem, gösteri toplantı ve etkinlik gerçekleştirildi. Filistin halkının haklı davasına tarihsel olarak sahip çıkan İngiltere’nin sendikaları da 7 Ekim’den bu yana yapılan yürüyüş ve eylemler düzenlediler. Başbakanlık önü, parlamento meydanı ve ABD elçiliği önü gibi noktalara kurulan kürsülerden, halkın tepkisine rağmen Siyonist İsrail devletine koşulsuz destek veren Muhafazakâr Hükümeti, İşçi Partisi’ni eleştirerek üyelerine dayanışma eylemlerini büyütme çağrısı yaptılar. İngiliz sendikalarının Filistin ile dayanışması sadece yürüyüş ve açıklamalarla sınırlı kalmadı. Silah üretimi ve sevkiyatını durdurma eyleminde yer alan; Unite, Unison, GMB, NEU, BMA, UCU, Bectu ve BFAWU sendikaları derhal ateşkes yapılması çağrısında bulundu.

Belçika

Belçikalı sendikalar çağrıya cevap vererek, ortak bir basın açıklaması örgütlediler ve İsrail’e yönelik silah sevkiyatının durdurulması çağrısında bulundular. Çağrıda, “masum kurbanların öldürülmesine katkıda bulunmayı reddediyorlar ve derhal ateşkes çağrısında bulunuyoruz” açıklamasına yer verdiler.

Belçikalı nakliye işçileri İsrail’e giden silahları yüklemeyi ve boşaltmayı reddetti. Aynı gün başlayan boykot, ateşkes yönünde artan uluslararası baskıya eşlik etti. Beş Belçikalı ulaştırma sendikası (ACV Puls, BTB, BGTK ve ACV-Transcom) ortak bir bildiride, Filistin’de sürmekte olan “soykırıma” son vermek için Gazze’de derhal ateşkes talep ettiler.

Sendikalar, silahların “masum insanları öldürme aracı olduğu” gerekçesiyle limanlarda silah yükleme veya boşaltmayı reddettiklerini ilan ettiler.

“Filistin’de soykırım yaşanırken, Belçika’nın çeşitli havalimanlarındaki işçiler savaş bölgesine doğru giden silah sevkiyatlarını görüyorlar” dediler ve bu silahların yüklenmesi veya boşaltılmasının masum insanların öldürülmesine katkıda bulunmak anlamına geleceğini ifade ettiler. “Sendikalar olarak barış için kampanya yürütenlerin yanındayız” dediler.

Barış kampanyacıları bu hareketi memnuniyetle karşılarken, Nükleer Silahsızlanma Kampanyası genel sekreteri Kate Hudson, dünyanın her yerindeki diğer liman ve fabrikalardaki işçilerin de aynı yolu izlemesi gerektiğini söylediler. “Yer hizmetleri sektöründe faaliyet gösteren çeşitli sendikalar olarak biz üyelerimizi, Rusya ve Ukrayna ile çatışmanın başlangıcında açık anlaşmalar ve kurallarla belirlendiği üzere, Filistin/İsrail’e askeri malzeme sevkiyatı yapan uçuşlara ilişkin işleri artık yürütmemeye çağırıyoruz.”

Polis kayıtlarına göre, Brüksel’de düzenlenen Filistin yanlısı mitinge yaklaşık 21.000 kişi katılarak “Özgür Filistin” gibi sloganlar attı ve Gazze Şeridi’nde ateşkes talebinde bulundu. Protestocular “Soykırımı Durdurun”, “Filistinlilerin İnsan Hakları” yazılı posterler taşıdılar ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun savaş suçları nedeniyle tutuklanmasını talep ettiler.

Amerika

“Hangi taraftasın?” Bağımsız New Seasons İşçi Sendikası’ndan bir işçi, 11 Kasım’da Portland, Oregon’da düzenlenen mitingde diğer sendikalı işçilere bu soruyu yöneltti. “Bunun biz işçilerin alışık olduğumuz anlamı ‘İşçilerin tarafında mısınız, yoksa patronların tarafında mısınız…’ Ama bugün hangi taraftasınız diye sorduğumuzda ‘Mazlumun tarafında mısınız yoksa zalimin tarafında mısınız?’ diye soruyoruz.” Birleşik Teknoloji ve Britanya Müttefik İşçileri (UTAW-CWU), Filistinli sendikaların uluslararası işçi hareketine tüm suç ortaklığını sona erdirmesi ve İsrail’e silah tedarikine karşı somut adımlar atması yönündeki çağrılara destek verdi. Mitinge katılan Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri (DSA) ve Barış için Yahudi Sesi (JVP) gibi grupların çoğu Filistin hakları için verilen mücadeleye aşina olsalar da, dikkate değer olan şey bunun Filistin halkına doğrudan destek veren ilk işçi hareketi olmasıydı. Portland JWJ’nin genel müdürü Jill Pham, Truthout’a şunları söyledi: “Portland Jobs with Justice olarak, ‘her yerdeki işçilerle dayanışma’ derken bunu kastediyoruz. Filistinli sendikalar işçilere tavır alma çağrısında bulundu ve biz de yanıt verdik.”

Pek çok sektörde destek artarken, gazeteciler ve medya çalışanları eşi benzeri görülmemiş düzeyde bir dayanışma örgütlediler. 1960’lı ve 70’li yıllarda Vietnam Savaşı’na karşı çıkan bir grup profesyonel yazar ve gazeteciden oluşan Savaş Karşıtı Yazarlar’ın mirasını sürdüren, Jacobin ve Jewish Currents kuruluşlarında çalışan bir grup gazeteci, yüzlerce kişiyle Gazze’deki Savaşa Karşı Yazarlar grubunu kurdu. Dünya Serbest Gazeteciler Birliği ateşkese desteklerini dile getirerek ve Filistin işçi hareketinin taleplerini imzalayarak anında tavır aldı. Pasifik Medya Çalışanları Birliği (CWA) ve UAW’ye bağlı Ulusal Yazarlar Birliği (NWU), Uluslararası Gazeteciler Federasyonu üyeleri olarak benzer destek açıklamaları yaptı.

Hemşireleri, teknisyenleri ve diğer ön saflardaki sağlık çalışanlarını temsil eden çeşitli sendikalardan geçen karar, özellikle Gazze’deki şiddetin sağlık çalışanlarını ve hastaları nasıl etkilediğine odaklandı. Kaliforniya Hemşireler Birliği’nden (CNA) yapılan bir açıklamada, “Kaliforniya Hemşireler Birliği/Ulusal Hemşireler Organizasyon Komitesi, derhal ateşkes, insani yardım sağlanması, tüm rehinelerin serbest bırakılması ve bu şiddete son verilmesi çağrısında bulunuyor” denildi. CNA ile bağlantılı National Nurses United, İsrail militarizmini ve apartheid’i eleştiren benzer bir açıklama yaptı.

Hindistan

Binlerce işçi Hindistan’ın Kerala’daki Kozhikode şehrinde, Hindistan Sendikalar Merkezi, Tüm Hindistan Kisan Sabha, Tüm Hindistan Tarım İşçileri Birliği, Tüm Hindistan Demokratik Kadınlar Birliği ve Hindistan İşçi Sendikaları Merkezi tarafından düzenlenen kitlesel bir miting için bir araya geldi. 600.000’den fazla işçiyi temsil eden Hindistan Merkezi Sendika Konseyi (AICCTU), sendikalara İsrail’e silah sevkiyatını boykot etmeleri çağrısında bulundu: “Filistinli sendikaların dünyadaki tüm işçilere ve onların sendikalarına, İsrail’e ve onun acımasız savaşına yönelik silah ve askeri teçhizatın üretimini veya yüklenmesini engelleme ve boykot etme çağrısına tam desteğimizi sunuyoruz.” Hindistan Demokratik Gençlik Federasyonu ve Hindistan Öğrenci Federasyonu, sendikalarla birlikte ‘İsrail’e silah yok’ sloganıyla harekete geçti.

Sendikalar, 29 Kasım Uluslararası Filistin Halkıyla Dayanışma Günü’nü kutlayarak çağrılarını yineledi. “İsrail’in, başkenti Kudüs olmak üzere, Filistin anavatanı olarak tanımlanan Filistin bölgelerindeki işgal altındaki tüm toprakları boşaltmasını talep ediyoruz.”

Hindistan’ın güneyindeki Tamil Nadu’da eyalet bölgelerinin yarısından fazlasındaki işçiler mitingler düzenledi. Eyaletteki AITUC üyesi Vahidha Nizam, Arab News’e verdiği demeçte, “Bu protesto, Dünya Sendikalar Federasyonu’nun 29 Kasım’ı dayanışma günü olarak kutlama çağrısına yanıttır” dedi. Tamil Nadu’nun yaklaşık 20 bölgesinde Filistin halkıyla dayanışma amacıyla protesto yürüyüşleri düzenlendi.

Brezilya

Brezilyalı sendika CUT, Filistin’le dayanışma çağrısını tekrarladı. Brezilya’da 7,4 milyondan fazla işçiyi temsil eden en büyük sendika federasyonu olan CUT, Filistinlilere sarsılmaz destek sözü veren bir kararı kabul etti. Sendikaların çağrısı, Rio’nun yoksul mahallelerinde de yankısını buldu. Siyahların tarihi konusunda uzmanlaşmış yerel bir politikacı ve tur rehberi olan Felippsen, “Militarizasyon, silahlı grupların halkı infaz etmesi; Filistin’de olan pek çok şey aynı zamanda Rio de Janeiro’nun gecekondu mahallelerinde de oluyor” dedi. Rio de Janeiro’daki Morro da Providencia favelasında, sakinler oradaki silah sesleri nedeniyle bir sokağa ‘Gazze Şeridi’ adını verdiler. Bazıları Brezilya’nın gecekondu mahalleleriyle bağlantısı olan sol gruplar, İsrail-Hamas savaşının başladığı 7 Ekim’den bu yana ülke çapında protestolar düzenledi. Brezilyalı Kadınların Artikülasyonu feminist grubunun bir parçası olan ve Birleşik Siyah Hareketi koordinatörü olan Martins, “Burada dayanışma içindeyiz çünkü empatimiz var. Şiddet altında yaşamanın nasıl bir şey olduğunu biliyoruz,” dedi. Brezilya’nın ABC Bölgesi’ndeki Filistin Halkıyla Dayanışma Komitesi Filistin davasının savunulması, İsrail’in boykot edilmesi ve Filistinli siyasi tutuklulara özgürlük sloganlarıyla kitle yürüyüşü ve mitingi düzenledi.

Kanada

740.000 üyesiyle ülkenin en büyük sendikası olan Kanada Kamu Çalışanları Sendikası (CUPE), Filistin halkıyla dayanışma amacıyla, hükümete “İsrail’e silah satışına son vermesi” çağrısını da içeren bir kararı açıkladı. Montreal’in Dorchester Meydanı’nda “Ateşkes Şimdi” grubu tarafından düzenlenen bir protestoda Gazze Şeridi sakinleriyle dayanışma ifade edildi. Toronto’da ve Antigonish, NS’den Yellow knife’a kadar çeşitli şehirlerde benzer gösteriler gerçekleşti. Nathan Phillips Meydanı’nda düzenlenen Filistin yanlısı bir mitingde, Holokost’tan sağ kurtulan Suzanne Weiss, İsrail ordusunun şu anda kuşattığı Gazze Şehri’nde İsrail’in devam eden işgalini kınadı. Weiss, belediye binasının önünde kalabalığa hitaben yaptığı konuşmada, “Bu, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler arasındaki dayanışmaya karşı şiddetli bir saldırıdır” dedi. “Filistin’in özgürlüğü bizim de özgürlüğümüzdür.” Öte yandan, Kanada’da Filistin halkına destek ifade eden işçilere yönelik baskılar artıyor.

Japonya

Japonya’da, 1 milyon nüfuslu Chiba kasabasının Ulusal Demiryolu Güç Birliği, Filistinli sendikaların çağrısına güçlü bir cevap verdi. Japon hükümetinin, İsrail’e silah ve mali yardım sağlamayı planlamasını engellemek amacıyla bir açıklama yaptı. “Filistin halkının amansız mücadelesini tüm kalbimizle destekliyoruz ve uluslararası emperyalizmin bir üyesi olan İsrail yönetimine karşı var gücümüzle mücadele edeceğiz.” Tokyo’nun Shinjuku bölgesinde yüzlerce Japon ve yabancı Orta Doğu’da barış çağrısında bulundu. Göstericiler, İsrail’in insanları kuzey Gazze’den güneye gitmeleri konusunda uyarmasının ardından Gazze’deki sivil nüfusla ilgili endişelerini dile getirdi. Protestocular İsrail’in Filistin topraklarında elektrik, su ve gıdayı kesme hamlesini kınadılar.

Kolombiya

Kolombiya’da madenciler sendikası İsrail’e tüm maden ve yakıt tedarikinin askıya alınmasını istiyor.

“Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres’in de belirttiği gibi, bu olaylar ‘boşluktan gelmiyor’. Filistin halkı 56 yıldır boğucu bir işgale maruz kalıyor; toprakları sürekli olarak yerleşim yerleri tarafından yutuluyor ve şiddete maruz kalıyor.Ekonomileri boğuldu, insanlar yerinden edildi ve evleri yıkıldı. İçinde bulundukları kötü duruma siyasi bir çözüm bulma umutları sönüyor.” Kolombiya Cumhurbaşkanı Gustavo Petro’nun, İsrail ordusunun Gazze’deki Şifa Hastanesi’ne yaptığı baskını Nazi toplama kamplarında yaşananlara benzer bir durum olarak tanımlamasını destekleyen sendikalar, Kolombiya’nın İsrail büyükelçisini istişarelerde bulunmak üzere geri çağırmasını da olumlu bulduklarını açıkladılar: “Bu kararları tamamen destekliyoruz ve sivil toplumun, insan hakları örgütlerinin ve kiliselerin talep ettiği gibi, hükümeti, acil ateşkes için bir koz olarak Kolombiya kömürü ile tüm metal ve minerallerin İsrail’e sevkiyatını askıya almaya davet ediyoruz.”

İspanya

İspanya, Barselona’da liman işçileri Gazze Şeridi’ndeki çatışmalara malzeme gönderilmesine izin vermeme kararı aldı. “Hiçbir gerekçe sivillerin feda edilmesini haklı çıkarmaz.”

Liman işçileri, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni “dişinden tırnağına” savunmayı kolektif bir “yükümlülük” olarak görüyorlar. Pek çok ülkenin Bildirgeyi imzaladığını unutmuş gibi görünmesini eleştiriyorlar. Bu insan haklarının “şu anda Ukrayna, İsrail ve Filistin topraklarında ihlal edildiğine” dikkat çekiyorlar. Liman işçileri ayrıca, acil ateşkes ilanı ve çatışmalara barışçıl çözümler getirilmesi talebini de ileri sürdüler.

Farklı dayanışma derneklerinin çağrısını yaptığı Madrid’deki protesto, başkentin tüm merkezini işgal etti ve organizatörlerin bile beklentilerini aştı. Yolda biriken insan sayısı nedeniyle protestonun başlamasını ertelemek zorunda kaldılar. İspanya’da yaşayan Araplar ve Filistinlilerin yanı sıra binlerce İspanyol işçinin ve her şeyden önce çok sayıda gencin kitlesel katılımı vardı. “İsrail katil, Avrupa sponsoru”, “Filistin halkının katili Netanyahu”, “Nehirden denize kadar Filistin özgür olacak” ve “Bu bir savaş değil, soykırım” gibi sloganlar duyuldu.

Buna karşılık, Sosyalist Parti (PSOE)-Podemos hükümetinin başbakanı Pedro Sánchez İsrail’i destekledi. Tüm “rehinelerin ve İsrailli esirlerin” “acil” serbest bırakılmasını talep ederek, “İsrail’deki Hamas terör saldırısını ve ayrıca İsraillilerin ölümlerini güçlü ve açık bir şekilde kınıyoruz” dedi. İsrail’in soykırım eylemlerini meşrulaştıran Sánchez, şunları ekledi: “Aynı güçle, İsrail’in kendisini savunma hakkına sahip olduğunu ancak her zaman uluslararası insani hukuk çerçevesinde olması gerektiğini söylüyoruz.”

Polonya

Polonya’nın en büyük sendikaların çatı örgütü olan konfederasyonu da (OPZZ), İsrail ile askeri işbirliğine son verilmesi çağrısında bulundu.

Bunun yanı sıra, Polonya’nın ikinci büyük şehri Kraków’da yüzlerce kişi Filistin’e desteklerini ve İsrail’in Gazze’deki eylemlerine karşı olduklarını ifade eden bir gösteriye katıldı.

Ve Türkiye

Türkiye’de ise, hükümetin düzenlediği gösterişli fakat içi boş miting dışında, kimi grupların gazoz ve kahve boykot eylemleri gibi aptalca protesto biçimleri öne çıktı. Bazı gerici sendikaların başkanları masa başından protesto açıklamaları yaptı. Bu utanç verici durumu hafifleten ise, yine solcu ve sosyalist grup ve partilerin samimi fakat zayıf kalan protestoları oldu. Türkiye İşçi Partisi (TİP), Emek Partisi (EMEP), Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) çağrısıyla sol gruplar bir araya gelip hastane katliamını protesto etti.

Londra sokaklarında isyan ateşleri

Geçen ay, “Renkli Resimli Felsefe Söyleşileri” sırasında Aydın Çubukçu, William Blake’i anlatırken, notlarını karıştırdı ve sanatçının katıldığı isyanın ayrıntılarını atladı. Onun eksiğini biz tamamlayalım. Söz konusu olan, 1780’deki Gordon İsyanları olarak anılan bir dizi ayaklanmadır ve Blake bu isyanlarda hem kışkırtıcı hem de militan olarak yer almıştır.

Peki, nedir Gordon İsyanları?

Katolik mezhebinin yaygınlaşmasını önlemek amacıyla krallık bir dizi sınırlama getiren yasalar koymuştu. Sonradan bunların “hafifletilmesi” gereği doğunca, bu değişiklikler çoğunluğu papalığa karşı Anglikan olan İngiliz halkı kışkırtıldı ve tepkiler doğdu. Değişikliklere karşı protesto eylemleri 1778’de başladı. Protestanlar Birliği başkanı Lord George Gordon, bu girişimin İngiliz Ordusu’ndaki Katoliklerin tehlikeli bir tehdit haline gelmesine yol açacağını ileri sürüyordu. Bir mezhep kavgası biçiminde görünse de, isyanın derinde yatan sebepleri vardı. İsyanların kitlesel boyutlar kazanması ve büyük ticaret şirketlerine, Merkez Bankasına yapılan saldırılar biçiminde gelişerek büyümesi, esas olarak İngiltere’nin gittikçe zayıflayan ekonomik durumu ve halkın hayat şartlarının olağanüstü bozulmasına dayanıyordu. Uzun süren savaşlar sırasında ticaret hayatı alt üst olmuş, ücretler düşmüş, fiyatlar yükselmiş ve işsizlik korkunç boyutlar kazanmıştı.

2 Haziran 1780’de, 40-60 bin arasında bir kitle “ No Popery” sloganıyla sembolleri olan mavi hamamböceği resimleriyle yürüdü. Yürüdükçe, sayıları arttı. Avam Kamarası’na girmeye niyetlendiler ama başaramadılar. Parlamento içinde dilekçe tartışmaları sürerken, dışarıda durum hızlı bir şekilde kontrolden çıktı ve isyan patladı.

Bazı isyancıların tutuklandığı Newgate Hapishanesine saldırıldı, büyük ölçüde tahrip edildi. Katolik kiliselerine, Katoliklerin oturduğu evlere saldırıldı. Bundan böyle “Kara Çarşamba” olarak adlandırılacak olan 7 Haziran’da isyan doruğa ulaştı. Buckingham Sarayı, Bow Street’teki polis karakolu ve Woolwich’teki cephanelik saldırıya uğradı. Aristokratların evlerine saldırıldı. Artık “Katolik Karşıtı” bir hareket olmaktan çıkmış, Blake’in değerlendirmesine göre, “Amerikan devrimiyle birlikte, statükoya karşı bir eylem” halini almıştı.

Newgate hapishanesi yakıldı. İçerideki 300 mahkûm zincirlerinden kurtarılmak için mahalle demircilerine götürüldü. Muzaffer isyancılar Keeper’s şarap mahzenlerine baskın yaptılar ve bir gecede stokları boşalttılar. İsyan ve yağma olayından bir hafta sonra isyancılar, Londra’daki bütün hapishaneleri tek tek yok ettiler. Eski Bailey harabeye çevrilmişti, tüm kayıtlar yakılmıştı ve Londra geceleri şenlik ateşleriyle parlıyordu. Holborn’daki dev bir cin içki fabrikası da isyancıların yağmasından nasibini aldı.

Toplamda 2000’den fazla mahkûm serbest bırakıldı, yalnızca esnafa borçlu olanların büyük çoğunluğu kodeste kaldı. Cezaevlerinden sonra isyancıların bir sonraki hedefi İngiltere Merkez Bankası idi. Burada isyan hem doruk noktasına ulaştı, ham da sönmeye başladı. Ordunun isyancıların üzerine sürülmesiyle 300 ile 700 arasında isyancı öldü. Kimi tarihçilere göre, özellikle şarap mahzenlerinin ve cin fabrikasının yağmalanmasından sonra isyan “odağını kaybetti” ve birkaç gün sonra tamamen söndü.

Gordon İsyanları tüm dünyada özgürlük için de imham kaynağı oldu. 1780’de İngiliz devleti, Amerikan devrimcilerine karşı umutsuz bir savaş sürdürüyordu. İsyanlar, onlarla da bir dayanışma eylemi karakteri kazandı. 23 yaşındaki şair William Blake, 6 Haziran 1780’de Newgate’i tahrip eden kalabalığın ön saflarında idi. “Amerika” adlı eserinde Blake, Londra ve Bristol’deki ayaklanmaları statükonun koruyucularını zayıflatan ve barışın gelmesini hızlandıran gösteriler olarak selamladı.

Bu 1780’de oldu. Ve Londralıların hafızasından uzun yıllar silinmedi. Öyle ki, 1999’daki bombalı saldırılar münasebetiyle önde gelen gazeteler, “1780’deki Gordon İsyanlarından bu yana yaşanan en büyük sorun” tanımını kullandı.