13.3 C
Los Angeles
Cuma, Nisan 25, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 18

Pratisyen doktorlar yüzde 22.3 zammı kabul etti

İngiltere’de onbinlerce pratisyen doktor maaşlarına yüzde 22.3 zam alarak 2 yıldan fazladır ara ara devam eden grevlerini sonlandırdı.

Britanya Tabip Odası (BMA) tarafından yapılan açıklamaya göre pratisyen doktorlar, Nisan 2023 tarihinden itibaren bu zamdan yararlanacak. Hükümet ile yapılan görüşmeler sonrası yapılan teklifi doktorlara sunan BMA, pratisyen doktorların yüzde 66’sının bu teklife onay verdiğini ve böylelikle grevlerin sona erdiğini duyurdu.

Yüzde 35 istemişlerdi

Son 15 yıldır maaşlarına zam alamayan pratisyen doktorlar, hayat pahalılığı ve yaşanan enflasyon karşısında maaşlarında yüzde 35 erime olduğunu hatırlatarak, maaşlarına en az yüzde 35 zam istiyordu. Buna karşı hükümet en fazla 8.8 zam önermişti.

Uzun çalışma saatlerinden de şikayetçi olan pratisyen doktorlar, hükümetle yapılan görüşmeler sonrası, şimdilik yüzde 22.3’lük zammı kabul ettiler. Ayrıca doktorlar, fazla mesai ücretlerini de alacaklar. 2 yıldan fazladır devam eden anlaşmazlık nedeniyle doktorlar bugüne kadar 44 gün grev gerçekleştirmişlerdi.

300 bin açık devam ediyor

Öte yandan Birleşik Ktrallık’ta toplam 300 bin sağlık emekçisi açığı olduğu belirtiliyor. Bu yüzden uzun çalışmak zorunda kalan doktorlar, hemşire ve doktor açığının da giderilmesini istiyor. Hükümet henüz bu konuda bir adım atmış değil.

Uzman doktorlar ve GP’ler de zam bekliyor

İngiltere’de uzman doktorlar ve mahalle doktorları da maaşlarına zam bekliyor. Görüşmelerde uzman doktorların talepleri henüz karşılık bulmazken BMA, bu meselenin de yakında sonuçlanmasını beklediklerini açıkladı.

Mahalle doktorların bütçelerinin yetersizliğinden dolayı yeterince sağlık hizmeti sunulamadığı belirtiliyor. Hem mahalle doktorlarının bütçesinin arttırılması ve hem de uzman doktorların taleplerinin karşılanması için BMA ile Sağlık Bakanlığı yetkilileri görüşmelere devam ediyor.

İskoçya’da 170 bin sağlık emekçisi maaşlarına yüzde 5.5 zam aldı

Bir süredir greve hazırlanan İskoçya’nın NHS işçileri, yerel hükümetle anlaşmaya vararak maaşlarına yüzde 5.5 oranında zam almayı başardı. UNITE, UNISON ve Royal College of Nursing sendikalarının yürüttüğü görüşmelerde işçiler, geçtiğimiz Nisan ayından itibaren geçerli olacak maaş zammını kabul etti.

Yılda toplam 1278 sterlin ek ücret alacak olan sağlık emekçileri, uzun çalışma saatlerine de düzenleme getirilmesini sağladı. Saat ücretleri en az 12.71 olacak sağlık emekçileri tam 200 gündür bu anlaşmanın sağlanması için hükümetle mücadele halindeydi.

Pazarlık sürüyor

Sadece doktorları kapsamayan bu sözleşme sonucunda 170 bin sağlık emekçisi, geçtiğimiz Nisan ayından itibaren maaşlarına zam almış olacaklar. Doktorlar ise ayrı bir örgütlenme içinde oldukları için bu anlaşmadan yararlanamayacaklar. Onlar da Tabip Odası’nın yürüttüğü görüşmelerden çıkacak sonucu bekliyor. Zam taleplerinin kabul edilmemesi durumunda doktorlar tüm İskoçya çapında grevlere başlayacaklar.

 

Başbakan Starmer’ın 100 bin Sterlin değerinde hediye kabul etmesi neden tartışılıyor?

0

Başbakan Keir Starmer’ın Parlamentodaki kurallar gereğince beyan etmek zorunda olduğu bedava bilet ve hediyelerin miktarının son zamanlarda diğer büyük parti liderlerinden daha fazla olması ve eşinin bedava giysileri hediye olarak alması tartışma yarattı.

Konser ve maç biletlerinin yanı sıra, İşçi Partisi’ne bağışta bulunan Waheed Alli’nin Starmer’a milyonlarca sterlin değerindeki evini kullanıma açması gibi yaşam tarzına ilişkin hediyelerle birlikte hediyelerin toplam değeri 100 bin Sterlini aşmış görünüyor.

Bu son zamanlarda diğer büyük parti liderlerinin beyan ettiklerinden çok daha yüksek bir miktara denk geliyor.

Başbakan, İşçi Partisi lideri olduğu süre boyunca çoğunluğu futbol maçları olmak üzere yaklaşık 40 adet bedava bilet kabul etmiş, ayrıca bir Taylor Swift konserinde 4.000 Sterlinlik ağırlama ve Manchester’da 698 Sterlinlik Coldplay bileti almış.

12.000 Sterlin değerinde kıyafet, 20.000 Sterlinden fazla değerde konaklama ve 2.485 Sterlin değerinde gözlük için ödeme yapan Lord Alli tarafından kendisine verilen hediyelerin ölçeği nedeniyle eleştirildi – özellikle de Alli’ye seçimden sonra Başbakanlık Konutu No 10’a geçici giriş izni verildiği için.

Siyasetçilerin hediye almasında eleştirilen ve tartışma yaratan nokta ise iş insanlarının veya büyük şirketlerin belli bir çıkar gütmeden hediye vermeyecek olması.

Guardian gazetesi, Başbakan’ın 107.000 Sterlin değerinde hediye aldığı beyanında bulunması için “beceriksizce kendi kalesine atılmış bir gol” diyor ve şöyle devam ediyor:

“Birkaç üst düzey meslektaşının da dahil olduğu bu durum tek seferlik bir hata olarak da görmezden gelinemez. İşçi Partisi, politikanın yanı sıra davranışlara da açıkça atıfta bulunan bir değişim vaadiyle iktidara geldi. Starmer seçmenlere seslenirken işçi sınıfı geçmişinden duyduğu gururu ve bu geçmişten aldığı dürüstlük ve azim değerlerini öne çıkarmış ve İşçi Partisi’nin kayırmacılık ve dürüstlük eksikliği nedeniyle eleştirdiği Muhafazakârlardan farklı olduğunu dile getirmişti.

“Paranın siyasetteki yeri karmaşık bir konudur. Bireyler ve kuruluşlar amaçlarına ulaşmak ve çıkarlarını ilerletmek için mali ve insani kaynaklarını kullanırlar. Ancak işleyen bir demokraside, en güçlüleri iş dünyası olan fon sağlayıcıların etkisi kamuoyu ve parlamento aracılığıyla yönlendirilir. Yasalar satın alınmamalı ya da satın alınmış izlenimi doğurmamalıdır.”

Bağış yapan şirketin temsilcisi iklim elçisi olarak atandı

Ayrıca İşçi Partisi’ne bugüne kadarki en büyük bağışı, fosil yakıtlar, özel sağlık firmaları, silah üreticileri ve varlık yönetimi şirketlerinde yüz milyonlarca sterlin değerinde hissesi bulunan ve vergi cenneti olarak adlandırılan Cayman Adaları’na kayıtlı bir hedge fondan geldi.

Quadrature Capital tarafından yapılan 4 milyon sterlinlik bağış İngiliz siyasi tarihinin en büyük altıncı bağışı oldu. Starmer şirketin hayırsever vakıf kolunun yönetim kurulu eş başkanı Rachel Kyte’ı artık hükümetinin iklim elçisi olarak atadı.

 

Soğuklar başladı, enerji tarifeleri zamlandı

0

Kışın erken başladığı İngiltere’de, gaz ve elektrik tarifeleri soğuklarla eş zamanlı olarak zamlandı. En temel ihtiyaçların başında gelen gaz ve elektriğe Ekim itibarı ile % 10 zam yapıldı. Enerji tarifelerine Ocak’ta bir kez daha zam yapılacak.

Sosyal yardımlardan başka geliri olmayanlar ve düşük maaşlı işlerde çalışan milyonlarca aile, artan enerji fiyatları nedeniyle bu kış da yiyecek ve yakacak arasında tercih etmek zorunda kalacak. Gaz ve elektriğin özelleştirildiği Britanya’da, enerji şirketlerinin karlarının rekor seviyelerde arttığı aylarda binlerce dar gelirli soğuğa bağlı hastalıklardan dolayı yaşamını yitiriyor.

Bu şekilde ölümler İşçi Partisi iktidarında daha da artacak görünüyor. Bütçe açığını kapatmak için şirketlerin karlarına dokunamayan İşçi Partisi, kışın dondurucu soğuklarından en çok etkilenen emeklilere yapılan yakıt yardımını büyük ölçüde sonlandırma kararı aldı. Başbakan Keir Starmer’ın ısrarla arkasında durduğu yakıt ödeneği kesintisi yaklaşık 10 milyon emekliyi etkileyecek.

Enerji düzenleme kurumu Ofgem tarafından belirlenen zamlı yeni tarife Ekim, Kasım ve Aralık aylarını kapsıyor. Ocak ayı için belirlenecek olan yeni tarifelerin ne kadar zamlanacağı hala açıklanmış değil. Ekim itibarı ile geçerli olacak tarifeye göre ortalama bir evin gaz ve elektrik giderleri yıllık £150 sterlin artacak. Yaklaşık 28 milyon haneyi etkileyecek olan yeni tarifeye göre gaz birim fiyatı, 5.48 peniden 6.24 peniye ve elektrik birim fiyatı 22.36 peniden 24.50 peniye çıkartıldı.

Zamlar sadece gaz ve elektrik birim fiyatlarının artırılması ile sınırlı değil. Gaz ve elektrik firmalarının tüketimden bağımsız olarak her haneden aldığı günlük standart servis bedeli de yapılan zamla birlikte arttı. Gaz saatleri için belirlenen günlük bedel 31.41 peniden 31.66 peniye ve elektrik saatleri için belirlenen günlük tarife 60.12 peniden 60.99 peniye çıktı. Haneler hiç gaz ve elektrik kullanmadığında bile devasa karlar elde eden şirketlere yılda £338.17 ödemek zorunda. Toplumun en yoksul kesimlerinden elde edilen karlar en zenginlerin kasalarına aktarılıyor.

Enerji şirketleri karlarını katlıyor, enerji yoksulluğu artıyor

Elektrik sağlayan şirketlerin karları pandemiden bu yana üç katına çıktı. Bu şirketlerin başında gelen British Gas geçen yıl karını ona katladı. Yaptıkları zamlar için Ukrayna’daki savaşı bahane olarak kullanan şirketlerin karları her sene yeni rekorlar kırmaya devam ediyor. Sadece Shell’in geçen yıl enerji ve petrolden elde ettiği kar 42 milyar sterlinin üzerinde. Shell’in 2021’den buyana elde ettiği kardan hissedarlarına aktardığı toplam para 48 milyar sterlin; bu da hane başına 1.700 sterline tekabül ediyor.

İstatistikler, enerji yoksulluğu çekenlerin sayısının enerji şirketlerinin karları ile doğru orantılı olarak arttığını gösteriyor. Enerji yoksulluğu ile mücadele kampanyalarının verilerine göre Ekim 2021’de 4.5 milyon olan enerji yoksulu kişi sayısı bu yılın Temmuz’un da 5.6 milyona çıkmış durumda.

Enerji fiyatlarının yükselmesi halk sağlığını olan etkiliyor

Yeterince ısıtılamayan evler kalp krizi, felç, bronşit ve astım gibi bir dizi ciddi sağlık sorununa neden olabiliyor veya bu sorunları ağırlaştırabiliyor. Yılda yaklaşık 10 bin kişi evini yeterince ısıtamadığı için hayatını kaybediyor. Aynı zamanda ruh sağlığı üzerinde de önemli bir etkiye sahip olan yakıt yoksulluğu intiharlar içinde bir risk faktörü olarak kabul ediliyor.

İngiltere Halk Sağlığı Kurumu (PHE), soğuk bir evde yaşamanın sağlık üzerindeki etkileri ile Covid-19 arasında zarar verici bir örtüşme olduğu konusunda uyarıda bulunmuştu. Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), astım ve kalp hastalığı gibi önceden var olan kronik sağlık sorunları, yeterince ısıtılmayan evlerde daha da ağırlaşıyor. Bu tür evler çocukların gelişimini de engelliyor.

 

İsrail Soykırımı Birinci Yılında: Ortadoğu’da savaşın yayılması riski artıyor

HAMAS’ın İsrail içlerine gerçekleştirdiği 7 Ekim saldırısının ardından hava bombardımanıyla başlayan “savaş” adı takılmış soykırım birinci yılını doldururken, İsrail Lübnan’a yönelik olarak yoğunlaştırdığı saldırılarında Beyrut’ta Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah’ı öldürdü.

Birkaç gündür İsrail Lübnan’ın güneyini ve Beyrut’u uçak ve füzelerle bombalıyor. 27 Eylül gecesi Beyrut’ta Hizbullah karargâhı vuruldu ve Nasrallah ile birlikte Güney Cephe komutanı ve başka bazı komutanlar da öldürüldü. Bu, kuşkusuz savaşın Lübnan’dan başlayarak tüm Ortadoğu’ya yayılması anlamına geliyor.

Bir yıl boyunca İsrail özellikle Gazze’de kitlesel kırıma hiç arama vermedi. Hastane de dinlemedi okul da. Cami demedi, kilise demedi, “altlarında HAMAS’ın tünelleri var” gerekçesiyle ırkçı faşist Netanyahu komutasındaki İsrail Siyonizminin saldırganlığı hız kesmedi.

ABD’nin dünya literatürüne armağan ettiği deyimle tam bir haydut devlet olan gözünü kan bürümüş Siyonist İsrail saldırganlığı, Gazze’de rehin tutulan kendi yurttaşlarına da hiç değer vermeyerek canlarını hiçe saydı, sayıyor. Bugüne kadar İsrail bizzat kendi bombardımanıyla, hiç eli titremeden çok sayıda rehini de öldürdü.

Yahudi ırkçılığı olan Siyonizmi benimseyen, ucu açık bir ulusal tekelcilik olan İsrail’in ırkçı milliyetçiliği milliyetçilik sıralamasında dünyada seçkin bir yer tutuyor. Hiçbir hukuk normu ve BM kararı tanımadan hem Filistin hem de Lübnan, Suriye ve İran gibi ülkelerde siber yöntemler de kullanarak terör uyguluyor, kitle kırımları ve suikastlar düzenliyor.

Kendisi için “yurt” adına toprak başta olmak üzere ulusal ayrıcalıklar talep edip başka uluslar karşısında üstünlük iddia ettiğinde, ulusal baskı ve zulme karşı mücadelesi demokratik bir içerik taşıyan ezilen ulusların milliyetçiliği de dahil, hiçbir milliyetçilikle uzlaşılabilecek bir yan kalmaz. Ulusal ayrıcalık talebi ve üstünlük iddiasının kendisi ulusal baskı ve zora kaynaklık eder ve tartışmasız gericiliktir.

Kürt ulusu karşısında ayrıcalık ve üstünlük talep ettiğinde Türk milliyetçiliği, ezilen uluslara yönelik yağma ve zulme ve bunun yolu olarak örneğin Irak işgaline yöneldiğinde çoktan emperyalistleşmiş Amerikan milliyetçiliği, Ukrayna ulusun “yapaylığını” iddia ederek bu ülkeye saldırdığında Rus milliyetçiliği karşısına dikilmek ulusal hak eşitliğini savunan herkesin görevidir. Gözü kör olan ve kendi ayrıcalık ve üstünlük iddialarından başka her şeyi değersiz sayan milliyetçilik, Suriye’nin kuzeyinde yüzlerce Kürt katlederken de Irak’ta milyona yakın Arap’ın kanını dökerken de, Ukrayna’da da tüm eylemleriyle birlikte reddedilmesi gereken insanlık dışılıktır.

Ancak İsrail Siyonizminin yok ediciliği gibi bir ırkçı milliyetçiliğe tahammül olanaksızdır. İnsanım diyenin karşısında sessiz kalamayacağı soykırım dehşeti İsrail tarafından ilke edinilmiş haldedir. Gazze ve Batı Şeria’da İsrail milliyetçiliği Filistinli temizliği yapmaya ve Filistin topraklarını Filistinlilerden arındırmaya girişmiştir. Yetmemiş, komşu ülkelerde terör estirmeye yönelmiştir.

Üstelik İsrail’in bu gözü dönmüşlüğü o “demokrasi” şaklabanlığı yapagelmiş batının sözde “demokratik” ülkeleri tarafından utanmazca desteklenmiştir ve bu destek olanca tepkiye rağmen sürmektedir.

Amerikan emperyalizmi, kendisine Ortadoğu’da ikirciksiz bir “koçbaşı” olarak hizmet etmekte olan İsrail soykırımına tem destek verdi. Şimdi İsrail, Amerikan emperyalizminin çıkarının gereğini yaparak, tüm Ortadoğu’yu savaş alanına çevirmeye çalışıyor, bu amaçla Lübnan’a, İran’a ve Suriye’ye saldırıyor. ABD’nin destek tutumu, Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin de tutumunu durumunda. Almanya İsrail karşıtı gösterileri yasaklayabildiği kadar yasakladı. İngiltere, şimdi hükümet partisi durumundaki “işçi” adını taşımaktan utanmayan Starmer komutasındaki Labour Party’e varıncaya kadar İsrail Siyonizminin suçlanmasını “anti-Semitizim” sayıyor. LP eski liderini bu gerekçeyle partiden attı!

Ancak Avrupa halkları, tıpkı dünyanın diğer halkları gibi, İsrail’in ırkçı saldırganlığını lanetleyip Filistin halkıyla dayanışmasını gösterdi, gösteriyor. İngiltere örneğin Filistin halkıyla dayanışmanın en ileri boyutlara ulaştığı ülkelerin başında geliyor ve İngiliz dayanışmacılar kendileriyle ne kadar öğünseler yeridir.

Başta İngiltere olmak üzere Avrupa halklarının İsrail saldırganlığı lanetleyen Filistin halkıyla dayanışma eylemleri, bu ülkelerin hükümetleri tarafından yasaklanmaya çalışılmakla kalmadı, saptırılmaya da uğraşıldı. Örneğin Avrupa ülkelerine göç etmiş “Müslümanların” eylemlerinden ibaret gösterilmeye ve hatta “terör”le özdeşleştirilmeye çalışıldı, ancak bu yöndeki çabalar başarılı olmadı. İngiltere’de örneğin, elbette Müslümanlar da İsrail protestolarına katılmaktadır, ancak çoğu kez yarım milyonu aşan katılımcıların büyük çoğunluğunu İngilizler ve özellikle kızlı erkekli genç İngilizler oluşturmaktadır.

Avrupa ülkelerine birer etiket olarak yapıştırılmış “demokrat” sıfatını hak eden ne bu ülkelerin hükümetleri ne egemenleridir; ama sadece ve yalnızca zulme uğrayan Filistin halkını sahiplenen bu ülkelerin emekçi halklarıdır.

Bu başta Türkiye ve Müslümanlıklarıyla öğünen Arap ülkeleri ve egemenleri açısından da geçerlidir. Hemen tümü İsrail’le ilişkilerini “normalleştirme” sürecinde olan, bir kısmı zaten normalleştirmiş ülkelerden Türkiye, Erdoğan’ın ağzından sözde İsrail’i suçlar, ama hala, evet hala bu ülkeye savaşta kullanılabilecek malzemeler dahil ihracatını sürdürmektedir. Arap ülkelerinin çoğu görünüşte bile Filistin’e destek olmamakta, kararlı bir ateşkes savunuculuğu bile yapmamakta; ama sözde destek toplantıları düzenlemekle yetinmektedir.

Bu ülkelerde de Filistin halkına sunulan destek sadece halklarından gelen içten desteklerdir.

 

Emekliler donacak, zenginler korunacak

22 milyar sterlin açık

İşçi Partisi, Keir Starmer liderliğinde iktidara gelmesinden hemen sonra, Muhafazakar Parti hükümetinden kamu bütçesinde 22 milyar sterlinlik öngörülmemiş bir açık devraldığını iddia ederek, yakıt yardımının artık sadece sosyal yardım alanlara ve emekliler açısından da emeklilik yardımı (Pension Credit) alan emeklilere ödeneceğini açıkladı.

Bu da belirlenen düzeyin az üzerinde emeklilik maaşı alan milyonlarca emeklinin enerji yoksulluğuyla karşı karşıya kalması anlamına gelecek. Parlamentoda çoğunluğu bununan İşçi Partisi’nin Avam Kamarası’nda oylatıp kabul ettirdiği bu karar sadece emekliler arasında değil tüm toplumda tepkiyle karşılandı.

Yeni düzenlemeye göre 2024/2025 kışından itibaren, İngiltere ve Galler’de sadece Emeklilik Kredisi veya diğer bazı yardımları alanlar Yakıt Ödemesi almaya hak kazanacak. Geçen dönemde 10.8 milyon emekli bu ödemeyi almıştı. Yeni düzenlemeyle 1,5 milyon emeklinin bu kış için ödeme alacağı tahmin ediliyor.

1997 yılından bu yana değişen miktarlarda ödenen Kış Yakıtı Ödemesi, çoğu yıl en yaşlı kişinin 80 yaşın altında olduğu haneler için 200 Sterlin, 80 yaş ve üzerinde bir kişinin bulunduğu haneler için 300 Sterlin olmuştu. Yüksek enflasyon nedeniyle hayat pahalılığı krizinin ağır boyutlara vardığı 2022/23 ve 2023/24 kışları için, Kışlık Yakıt Ödemelerinin yanı sıra 300 Sterlinlik ek ödeme yapılmıştı. Bu ödemeler 2024/25 kışı için tekrarlanmayacak.

Özellikle kış aylarında, emeklilerin “yakacak mı, yiyecek mi?” ikilemi içinde kaldığı ve soğuktan donmamak için gazı açtığında yatağa aç gittiği, ya da gıda bankalarından yararlanmaya çalıştığı biliniyor.

Buna rağmen hükümet ilk iş olarak emeklilere yapılan ve yıllık toplamı 1 milyar sterlini bulan yakıt yardımına göz dikmesi tepkilere neden oldu. 22 milyar olarak ifade edilen açığın diğer 21 milyarının ise nereden geleceği henüz bilinmemekle beraber, emekçilerden başka kesintiler de yapılmasından endişe ediliyor. İngiltere’de emekçilere yönelik saldırıların birçoğunun İşçi Partisi iktidarları tarafından yapıldığı da (başta üniversite harçları olmak üzere) geçmiş tecrübelerden biliniyor.

Sendikalar tepkili

UNITE ve diğer birçok sendika “yakıt yardımına” dokunulmamasını istiyor. Sendikalar Konfederasyonu (TUC) yıllık olağan konferansında da bu konu gündeme geldi ve birçok sendika bu saldırı kararının geri alınmasını istedi.

Başbakan Keir Starmer ise, aldıkları kararın zor olduğunu ve bütçe açığını kapatmak için popüler olmayan bu kararı hayata geçireceklerini bir kez daha yineledi.

‘Bütçe açığını kapatmak mümkün’

UNITE sendikası, hükümetin aldığı bu karara tepki göstererek, “Eğer bütçede bir açık varsa, bu açığı kapatmak için emeklilerden en son kesinti yapılmalı. Asıl kesinti zenginlerden yapılmalı” diye açıklama yaptı. UNITE Genel Sekreteri Sharon Graham, İngiltere’deki en zengin 50 kişinin toplam 500 milyar sterlin servetlerinin olduğunu ve en zengin yüzde birinden kesilecek ek yüzde bir vergi ile 25 milyar sterlin elde edilebileceğini belirtti ve “Zenginden daha fazla vergi alınsın” çağrısı yaptı.

Hükümetin adı İşçi Partisi olsa da zenginlere dokunmayarak, sermayenin partisi olduğuna dair düşünceyi bir kez daha kanıtladı.

Yerli ve Göçmen Emekçilerin Talepleri için 4 Temmuz’da Irkçılara ve Sermaye Partilerine Oy Yok!

4 Temmuz’da İngiltere’de dahil Birleşik Krallık çapında genel seçimler yapılacak. Yeni hükümeti belirleyecek seçimlerde, 650 milletvekili seçilecek. Seçimlerde Birleşik Krallık vatandaşı olmayan göçmen emekçiler oy kullanamayacak. Yıllardır bu ülkede yaşamasına rağmen oy hakkı olmayan yüzbinlerce göçmen yaşıyor. Göçmenlere seçme ve seçilme hakkı tanınması, birlikte yaşamı ve mücadeleyi teşvik edecektir. Day-Mer olarak yaşam merkezi Britanya olan göçmenlere seçme ve seçilme hakkı tanınmasını talep ediyor, seçme hakkı olan tüm Kürt ve Türk emekçileri sandık başına giderek oy kullanmaya, özelleştirme, savaş, ırkçılık, ayrımcılık ve sermayeden yana hareket edenlere oy vermemeye çağırıyoruz.

Yoksulluk, Sömürü ve Savaş Programlarına HAYIR!

Başbakan Sunak genel seçimleri iktidarın hezimet yaşadığı yerel seçimlerin hemen sonrasında aniden ve 4 Temmuz gibi erken bir tarihte ilan etti. Bu, kitleler ve sermaye nezdinde desteğini yitirmiş ve bölünmüş iktidarın, kayıplarını en aza indirerek aldığı desteği yenilemek üzere, muhalefeti ve halkı hazırlıksız yakalama çabasıdır. Nedeni de, halk açısından derinleşen yoksulluk, ücret düşüklüğü ve kötü iş koşulları, sağlık ve konut haklarının yok edilmesi, yabancı düşmanlığı ve savaş olan hükümet politikalarını aklamak ve sürdürmek. Sunak enflasyonu düşürdüğü ve sığınmacıları Ruanda’ya gönderecek yasayı çıkarmakla övünürken, kimi Muhafazakâr milletvekilleri bu girişimi bile yeterli bulmadığı için partisini bırakarak, göçmen düşmanı partilere geçiyor.

Hükümetin çalışma ve sosyal haklara saldırı planlarına, Ukrayna savaşına yaptığı doğrudan desteğe ve Gazze’de yaşanan katliamın en büyük destekçilerinden biri olmasına rağmen seçimlerle iktidara gelmesi beklenen Labour Party’den işçi ve emekçi yanlısı bir ses çıkmıyor. Son günlerde yolsuzluklarla sarsılan su idaresi Thames Water’da olduğu gibi, halk hizmetlerinin özel şirketlere devredilmesinin ve savaşların neden olduğu artan enerji ve gıda fiyatlarıyla hayat pahalılığına, halka ‘kemer sıkma’ politikalarının dayatılmasına dair bir şey vadetmiyor. Starmer liderliğindeki bir Labour Party iktidarının da sürdüreceği görünen bu politikaların sonucunda sosyal eşitsizlik derinleşecek, düşük ücretler nedeniyle çalışmaya rağmen yoksulluk büyüyecek, her yıl milyonlarca insan yoksullar ordusuna eklenecek. Hükümet sermayesini ve ordularını güçlendirirken sosyal alanları, gözleri kârdan başka bir şey görmeyen özel şirketlere devretmektedir.

Sermaye Partileri Mülteci Düşmanlığını, Irkçılığı Körüklüyor!

İngiltere dünya genelinde insanların yerinden yurdundan edilmesinin, savaş ve silahlanma politikalarının, çevre ve doğa katliamının en önemli sorumlularından olmasına rağmen, mültecileri ülke dışında tutmak için denizleri mülteci mezarlığına çevirenlerin başında geliyor. Sunak iktidarı, Ruanda planlarını tekrar tekrar dayatarak yasayı geçirdi ve seçimler sonrasını yasayı uygulamak için sabırsızlıkla bekliyor. Seçim kampanyasını da bu vaadi üzerinden, halkı bölmeye ve çeşitli kesimleri göçmen ve mülteci düşmanlığını kışkırtmak üzerinden yürütüyor. Grev ve demokratik gösteri haklarına getirilen yasaklar yanında, mültecilere sahip çıkan kurum ve kuruluşları, kişileri cezalandırmaya çalışıyor. Buna muhalefetin sunduğu tek alternatif, ülke sınırlarını koruyan bir güç ve bir insanlık hakkı olan iltica hakkını aşındırmaya verdiği destek oluyor.

Haklarımız için, Irkçılığı Zayıflatmak için Ortak Mücadele!

Bu seçim kampanyasıyla da milliyetçi, aşırı sağ partiler güçleniyor. Bu partiler, hükümetin uyguladığı, sermaye partilerinin onayladığı sermaye yanlısı ve emekçi karşıtı politikalar zemininde güçlenmekte. Bunun için seçimlerde gerici Muhafazakar iktidarın politikalarına son vermek bu politikalara destek veren partilere oy vererek mümkün olmayacaktır; bunun yolu, dini, dili ve kökeni ne olursa olsun çıkarları ortak olan tüm yerli ve göçmen emekçilerin ortak talepleri için birlikte mücadele etmesidir.

4 Temmuz seçimlerinde ücret düşüklüğü ve kötü iş koşullarına, sağlık ve konut hizmetlerinin yağmalanmasına, Gazze katliamına ve savaşlara, ırkçılığa, göçmen ve mülteci düşmanlığına karşı çıkan, barış ve insanca bir yaşam taleplerini savunan adaylara, alternatif oluşumlara vereceğimiz oylar taleplerimiz için mücadeleyi güçlendirecektir!

Tüm emekçileri seçimlere katılmaya, yerli ve göçmen emekçilerin birliğini, dayanışmasını ve mücadelesini güçlendirmeye çağırıyoruz!

Day-Mer

 

68’lilere dair bir melankolik hatırlama…

Erdal Öz’ün Gülünün Solduğu Akşam kitabını bir iki gecede gözyaşları refakatinde okuyup bitirdiğimde ortaokul son sınıfta olmalıyım. Yani Türkiye’de 80 darbesinin hükmünü sürdürdüğü 1984 senesi… Sakıncalı kitapların gazete kağıdıyla kaplandığı, ‘sol’ kitapların ve gazetelerin kamusal alanda okunmaya cesaret edilmediği yıllardı. O kitabı okuduktan sonra devrimci olmaya karar verdim dersem yeridir… Evet, bir kitap okudum ve hayatım değişti! Ahmet Kaya’nın Şafak Türküsü’nü de yine o yıllarda keşfetmiş, ruhumu melankoliyle doldurmuştum genç yaşımda. Bu ruh hali beni hiç terk etmedi, başka bir kıtaya başka bir iklime göç ettiğimde bile… Sanırsam ben bu ruh halini bırakmaktan imtina ettim, hep yanımda olması bir direnme-savunma mekanizması oldu benim için. Melankoli hayatın zorluklarına karşı cebimde durdu hep. Hüzün en çok yakışan mıdır bize bilemem ama en çok anladığım duygu olduğu doğrudur.

Benim gibi yetmişli yıllarda doğan arkadaşlara o kuşağın idealleri ve yeni bir dünya için mücadele etmiş gençlik önderlerinin isimleri verilirdi o zamanlar. Kimisi Deniz, Yusuf, İnan kimisi Cevahir, Taylan, Mahir’dir tanıdığım arkadaşların çoğu… Ortaokul yıllarında 68 gençlik önderlerinden İbrahim Kaypakkaya’nın kız kardeşiyle aynı okuldaydık. O yıllarda dönem sonlarında başarılı öğrencilerin sertifikaları törenle ve isim zikrederek verilirdi. Solcu olduğunu tahmin ettiğimiz müdür yardımcısı Kaypakkaya soyadını vurgulu biçimde söylerdi törende. Biz de daha uzun ve güçlü alkışlardık o ismi. Çocuk aklımızla tarafımızı ancak öyle belli ederdik o yıllarda.

Türkiye’deki sol hareketin tarihine yazılmış olan o önderlerin bu dünyadan ayrıldıkları yaşa geldiğimde onlara dair çok öykü biriktirmiş olduğumu fark ettim. O tarihi okurken efsaneleşmiş, kült kişiler yarattık. Ne vakit dara düşsek tarihin derinliklerinden o kahramanları çağırdık. Hep yanı başımızda oldular ya da böyle olduğunu düşünmek hep iyi geldi bizim kuşağa. ‘Kul dara düşmeyince Hızır gelmez imiş’ şiarı ile büyüyenlerdenim ben. Aynı geleneği devam ettirip ne zaman dara düşsem Hızır niyetine kahramanlarımızdan himmet umdum. Ruhi Su’nun Onlar ki şiirini hep onlar için söylediğini varsaydım, tüm şiiri ve ne için yazıldığını bilsem de. Onlara atfedilen sloganlar gibi yakışıklıydılar benim nazarımda. Tarihi politikayla birlikte okumak üzere eğitim almış birinin o tarihte ruhani anlamlar araması da nasıl okunur bilemem…

Gülünün Solduğu Akşam’dan sonra onlara dair kitaplar, makaleler, araştırmalar okumaya devam ettim. Doksanlı yılların başlarında öğrenciyken Ankara’da Net Piknik’te bir tanıdığımın 68’li babasıyla sohbet ediyordum. Ömrünün bir kısmını cezaevinde geçirmiş, çeşitli sıkıntılarla boğuşmuş ihtiyar delikanlı sohbetin bir yerinde ‘Bir yerlere geç kaldım ama nereye kaldığımı henüz bulamadım…’ demişti. ‘Sabah kalkıyorum koşturuyorum, o arayı kapatmaya çalışıyorum…’ diye eklemişti. Bir de Füruzan’ın Kırk Yedi’liler romanını okumamı salık vermişti. Yazarının derinlikli bir hüzünle yerli solun tarihine 68’liler diye geçen şehirli genç devrimcilerin öyküsünü anlattığı bu kitap da sonraları sol melankoli hatıratımda yerini aldı. Aynı hatırattaki vazgeçilmezlerden, Atilla İlhan’ın şiirine Ahmet Kaya’nın bestelediği Mahur Beste’nin ise Denizler’in idam edildiği gün onlara yazıldığını öğrenmem çok sonralarıdır. Şairin o şiirde dediği gibi ‘bizim’ kahramanlarımız gözümüzde hep:

‘Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı

Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı’

Doksanlı yıllarda devrimci eylemlerimiz bahar döneminde 8 Mart (Emekçi Kadınlar Günü),16 Mart (Halepçe katliamının yıldönümü), 21 Mart (Newroz), 30 Mart (Kızıldere katliamının yıldönümü), 1 Mayıs (İşçi Bayramı) ve 6 Mayıs (Deniz, Yusuf, Hüseyin’in idamları) tarihlerinin işaretli olduğu bir takvimi takip ederdi. Denizler’in anmasıyla yılı bitirirken o tarihe kadar gözaltına alınmamışsak kendimizi şanslı hisseder, gelecek yıla hazırlanırdık. Bu eylem tarihlerinin çoğunun anma günleri olması da bizim coğrafya solcularının tekerrür eden tarihine dair çok şeyler anlatır zannımca…

Onlar mı kahramandı biz mi onları kahraman yaptık bilemiyorum ama o adamların bir bildiği, bir düşündüğü, bir sözü vardı dünyanın meselelerine dair… Geçenlerde memleketin kadim sorunu Kürt meselesi üzerine okurken yaklaşık 45 yıl önce Hüseyin İnan’ın 21 yaşında kaleme aldığı, Türkiye Devriminin Yolu adlı küçük bir broşürde şu saptamayı okudum:

‘…ve Türkiye’deki tüm emekçilerin çıkarlarına en uygun çözüm yolu ‘bölgesel özerklik’ olacaktır. Bölgesel özerkliğin sınırlarını ve kapsamını, ancak, aynı sosyal ve iktisadi yaşantıya sahip olan halkların kendileri tayin eder.’

İnan’a ‘Aşk olsun çocuk sana aşk olsun!’ deyip, kendisine onlarca yıl sonra bir daha selam gönderiyorum bu yazıdan…

 

Day-Mer 35. Kültür ve Sanat Festivali Başladı

İngiltere’ye göç eden Türk ve Kürt toplumlarının ilk yerleştiği Hackney’de 35 yıldır kesintisiz olarak devam eden bir festival var. 1989 yılından beri Londra’da yaşayan Türk, Kürt ve Kıbrıslı Türklerin sorun ve ihtiyaçlarını karşılamaya, yerli ve göçmen emekçilerin birliğini güçlendirmenin çabası içinde olan Day-Mer,’in kuruluşunun ilk yılında başlattığı festival bu yıl 35. kez düzenlenecek. Türk ve Kürt toplumlarının İngiltere’deki 35 yıllık tarihinin en önemli göstergesi ve sembolü olan festival bu yıl 2 Haziran ve 7 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek. Başlayan geleneksel Day-Mer Kültür ve Sanat Festivali’ni Aslı Gül ile konuştuk.

Geçen yıl yapılan festivalden bu yana Day-Mer ne gibi çalışmalarla meşguldü? Bu yıl 35.sini düzenlediğiniz festival bu yaptıklarınızla nasıl buluşuyor?

İngiltere’deki işçi ve emekçilerin ücretlerden çalışma koşullarına, artan hayat pahalılığına karşı verdikleri mücadele bizimde gündemimizde. En önemliside başta Filistin olmak üzere Ortadoğu’da gelişmeler, Filistin halkının katliamına karşı verilen mücadele de son festivalden bu yana gündemimizde önemli yer tuttu. Bir yandan doktorların ve diğer iş kollarındaki devam eden grevler, koşulların zorlaşmasıyla sıkışan emekçilerin birliğini bozmak için göçmenlere yönelik söylem ve saldırılara karşı mücadele bizlerinde gündemindeydi. Bu alanlarda yerellerde sürdürülen mücadelenin bir parçası olmaya çalıştık. Türkiye kökenli göçmen emekçilere gelişmelerle ilgili bilgilendirme, aydınlatma çalışmalarını yaparken bu mücadelenin bir parçası olmasını sağlamada çaba sarfettik. Öte yandan her yıl gerçekleştirdiğimiz gençlik kampları, kadınlara yönelik çalışmalarımız, etkinliklerimiz, Kültür Sanat Komisyonumuzun Salı günleri yaptıkları etkinlikler, kültürel kurslarımız yıl boyunca devam etti. Festival kapsamında düzenlenen panel, kültür sanat toplantıları ve etkinlikleri, film gösterileri, gençlerin festival kapsamında düzenlediği etkinlikler bir yıl boyunca sürdürdüğümüz çalışmaların yansımasını oluşturuyor.

Festival programınızda neler yer alıyor, bilgilendirebilir misiniz lütfen?

Festivalimiz Haziran boyunca Resim ve Fotoğraf sergilerimiz Londra Toplum Merkezi’nde sergilenecek. Gençlerimiz futbol turnuvası ve park festival hazırlık buluşmasıyla gençlerin futbol aracılığıyla bir araya gelmesini hedeflerken, Park Festivali’de gençliğin örgütlenmesini sağlamak için bir gençlik buluşmasıyla festival programımızda yer alıyor. Day-Mer Londra Meydan Sahnesi’nin hazırladığı ‘Generallerin Beş Çayı’ oyunu üç gün sahnelecek. Aynı zamanda bir yıl boyunca çalışmalarını sürdüren Erbane, Şiir ve Ritm kurslarının yer alacağı Kültür ve Sanat Gecemizde festival programı kapsamında. Hayli sevilen Renkli Resimli Felsefe Söyleşiler etkinliği özel bölümüyle programda yer alıyor. Bu sene büyük Madenci direnişinin 40. yılı ve biz İngiltere’deki maden işçilerinin mücadelesini anlatan Still The Enemy Within film gösterimi ve yönetmeniyle söyleşiyi de festival programına dahil ettik. İşçi hareketindeki gelişmeler ve Filistin Halkıyla Dayanışma panelimiz ise Türkiye’den EMEP Milletvekili Sevda Karaca’nın yanı sıra İngiltere’deki mücadeleci milletvekili ve sendika temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşecek. Park Festivalimiz hem Türkiye’den, hemde İngiltere’den müzik ve dans toplulukları, mücadeleci sendika ve politikacıların kürsüsü olacak.

Bu yılki festivalinizde hangi toplumsal gelişmelere yer vermek istiyorsunuz? Bunların nedenlerinden kısaca bahsedebilir misiniz?

Tabiki. Festivalimizde bir yıl boyunca işçi ve emekçilerin gündemini oluşturan konuları işlemeye, taleplerini ve mücadelesini yansıtmaya gayret ediyoruz. Panelimizin başlığı da bunu yansıtıyor. Hem İngiltere hemde Türkiye’de genel olarak dünyada işçi hareketindeki gelişmeler ve dünya çapında süren Filistin halkıyla dayanışmayı konuşacağız. Yanı sıra İngiliz işçi sınıfının tarihinde derslerle dolu olan Madenci direnişinin 40.yılı olması nedeniyle gösterilecek film gösterisinin de önemli olduğunu düşünüyoruz. Biz emekçilerin zorlaşan hayat koşulları, buna bağlı olarak artan grevler, işçi ve emekçilerin haklarına yönelik saldırılar ve buna karşı verilen mücadele, örgütlenmenin birlikte hareket etmenin önemini hem panelimizde hemde film gösterisinde ele almış olacağız.

Peki bir kültür ve sanat etkinliği olarak bu festival göçmen toplumun kültürel sorun ve gündemleriyle nasıl buluşuyor?

Day-Mer 35. yıldır bu ülkede çalışmalarını sürdüren buralı bir örgüt. Türkiye kökenli göçmen emekçilerin sorunları, ihtiyaç ve talepleri bir diğer yerli ve göçmen emekçilerden çokta farklı değil. Hayat pahalılığından dolayı artan yoksulluktan, sağlık, eğitim ve sosyal servislerdeki kesintilerden, çalışma koşulların kötüleşmesinden her milletten emekçiler gibi bizde olumsuz etkileniyoruz. Göçmenlere karşı çıkan yasalar, söylemler ve yürütülen politikalar sadece göçmen emekçileri değil, yerli ve göçmen emekçilerin birlikte mücadelesine büyük zarar veriyor. Bunun bilinciyle her kesimden emekçileri kapsayan birleştiren çalışmalara, faaliyetlere, etkinliklere kısacası mücadeleye dünden daha fazla ihtiyaç var. Kültür ve sanatsal etkinliklerin bu birlikteliği sağlaması, geliştirmesi, değişik etkinlikler aracılığıyla emekçilerin yanyana gelmesi ve ön yargıların kırılmasında önemli bir işlevi var. İşte festival etkinliklerimiz bir bütün olarak özellikle Türkiye kökenli göçmen emekçiler arasında böyle bir yeri var.

Böylesi bir dönemde festivallerin nasıl bir rolü var?

Bizi bölmeye çalışan politika ve saldırılara karşı kültürel ve sanatsal çalışma ve etkinlikler emekçileri birleştirir. Müzik, resim, sinema, tiyatro evrenseldir ve birleştirici özelliğe sahiptir. Sistemin yarattığı sorunlar ve sıkıntılardan dolayı yalnızlaşmanın, ruhsal sorunların arttığı böylesi bir dönemde kültürel ve sanatsal etkinliklerle yalnız olmadığımızı, birlikte hareket etmenin ve paylaşmanın güzelliğini görmek ve yaşamak dünden daha önemli. Dolayısıyla kültür ve sanatın emekçilerin sürdürdüğü mücadelenin genişlemesinde önemli bir rolü var.

Park festivali programınızın ana etkinliklerinden. Bu etkinliğe dair bilgi verebilir misiniz? Hangi sanatçıları hangi konuşmacıları göreceğiz?

35. yıldır bir festival kesintisiz bir şekilde sürdürmek her açıdan kolay değil. Bu emek demek, örgütlülük demek. Festivalimizde bunu en kitlesel katılımlı etkinliğimiz olan Park Festivali’nde görürsünüz. Karınca misali birçok alanda hummalı bir çalışma yürür. Alana ses cihazının, sahnenin, jeneratörlerin, stantların kurulması, yemek bölümündeki hazırlık, gençlik ve çocuk çadırlarındaki koşturmaca…Bir örgütlülüğün göstergesidir. Standlarda yer alan kesimlerin çeşitliliği, mücadeleci sendika ve sivil toplum kuruluşlarınında yer aldığı standların çeşitliliğide gözden kaçmaz. Müzik gruplarından, konuşmacılarına kadar bu çeşitlilik ve zenginlik sahne programınada yansır. Park Festivalimiz’de Türkiye’den Miraz, Almanya’dan Kontrast, İngiltere’den Don Kipper müzik grupları ve ACD Arts Dans Grubu sahne alacak. Ayrıca Emek Partisi Milletvekili Sevda Karaca, Jeremy Corbyn, Savaş Karşıtı Koalisyon ve Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk Kampanya örgütlerinden, öğretmenler sendikası NEU gibi mücadeleci sendikalardan temsiciler konuşmacı olarak bizlerle birlikte olacak.

Başka eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Gerçek aracılığıyla çağrımızı vurgulayalım. Day-Mer Kültür ve Sanat Festivali üye ve dostlarımızın emekleri, kollektif çalışması 35 yıldır devam ediyor. Örgütlenmenin, emeğin ve kollektivizmin bir ürünüdür festivalimiz. Festival çalışmasına katılmak, bu örgütlülüğün bir parçası olmak isteyen dostlarımız çekinmeden bize ulaşabilir ve katılabilir.

 

35. Day-Mer Kültür ve Sanat Festivali Afiş

 

İran’da helikopter “kazası” ve gösterdikleri

Türkiye’de iktidar üç maymunu oynarken yalnızca muhalefetin “Gençlik ve Spor Bayramı”nı kutladığı 19 Mayıs’ta İran mateme büründü.

Cumhurbaşkanı Reisi ve Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’la birlikte bir dizi İran yetkilisi daha İran-Azerbaycan sınırındaki bir baraj açılış töreninden Tahran’a dönerken bindikleri helikopter düştü ve araçtan kurtulan olmadı.

İran Ortadoğu’da güç olma iddiasına sahip ve İsrail’le ABD karşısında konumlanan bir ülke. Rusya ve Çin’in müttefiki. Bölgede birçok ülkede doğrudan asker bulunduruyor ve bu ülkelerdeki silahlı grupları destekliyor. Suudi Arabistan’la yeni barıştı. Ancak İsrail’le ilişkileri giderek daha çok geriliyor. En son bir ay kadar önce birbirlerini karşılıklı drone ve füzelerle vurmuşlardı. Nükleer programı nedeniyle ABD ve Avrupa’nın belli başlı ülkeleriyle, tabii ki İsrail’le de problem yaşıyor.

Böyle düşmanı bol ve etkili bir ülkenin üst düzey birçok yetkilisi birden düşen bir helikopterde ölünce komplo teorisinden geçilmez oldu.

Yanıtsız soruların bolluğu bu teorilerin revaç bulmasına neden oluyor.

Bunca yetkilinin birden tek bir helikoptere binmesi olağan dışı ve neden böyle bir yol tutulduğunun yanıtı yok! Hiç değilse cumhurbaşkanıyla dışişleri bakanı ayrı helikopterlere binebilirdi.

Üstelik bindikleri 40-50 yıllık eski bir Amerikan helikopteri. ABD yaptırımları nedeniyle yedek parça ihtiyacı bile karşılanamayan bu helikopterle yetkililerin neden uçtukları yanıtsız bir diğer soru. İran’ın envanterinde yeni ve kullanışlı helikopter yok değil. Bu ülke çok sayıda yeni Rus helikopterine de sahip. Neden bunlardan birinin kullanılmadığı sorusu ortada duruyor.

Başka bir gerçek, ölen iki kişinin önde gelen ve yükselmekte olan kariyerleriyle İran’ın politika belirlemede etkili isimleri olmaları. Cumhurbaşkanı Reisi, katılımı düşük bir seçimde düşük bir oyla seçildi, ama bu devlet yönetiminde etkisini azaltan bir faktör değildi.

Reisi, 1990-1995’te Tahran Başsavcısıydı. 2004’te başkan yardımcılığına getirildiği yargının 2019’da başına geldi. 2021’de cumhurbaşkanıydı. Yargının karar vericilerinden olmak, bu ülkede her yıl yüzlercesi infaz edilen idamların baş sorumlularından olmak demek ki, Reisi cumhurbaşkanlığı öncesi “Tahran kasabı” diye anılıyordu. Cumhurbaşkanlığında ise Mahsi Amini’nin ölümü üzerine patlak verip ayaklanmaya dönüşme eğilimi gösteren göstericilerin onlarcasının idamından birinci dereceden sorumluydu.

Reisi, aynı zamanda “Uzmanlar Meclisi” üyesiydi. Bu meclisin başlıca görevi, bugün Hamaney’in oturduğu bu ülkenin en üst makamı olan “dini lideri seçmek”. Ve Hamaney’le arası son derece iyi olan, onunla aynı muhafazakar ekibin üyesi Reisi, artık yaşlanan Hamaney’in yerini alacak ilk kişi durumundaydı. Dolayısıyla İran sadece cumhurbaşkanından değil, her dediği kanun olan müstakbel dini liderinden de oldu.

Hızla yükselen ve Reisiyle aynı ekipten olan Dışişleri Bakanı Abdullahiyan da küçümsenmez bir kariyere sahipti, uluslararası ilişkilerin düzenlemesinde söz sahibiydi.

Bu helikopter “kazası”nda, ABD ve İsrail’in parmağı olabileceği gibi, İran yönetimindeki rakip hiziplerin de dahli olabilir. Ya da “kaza” gerçekten kazadır, ama bu tür yorumların önüne geçme olanağı yoktur.

Şimdi İran, özellikle ABD ve İsrail’le silahlı sürtüşmelerinin ortasında yeni bir seçim sürecinde. 50 gün içinde yeni cumhurbaşkanını seçecek. Her seçim ise, adaylar ve aralarında yarış demek. Şimdilik Reisi’ye yardımcısı vekalet ediyor, ancak cumhurbaşkanı adayları şimdiden boy göstermeye başladı.

Önce reformcu kanat olarak tanımlananlardan olan Pezeşkiyan adaylığını açıkladı. Ardından Muhafazakarların önde gelenlerinden Celili aday olacağını duyurdu. Nükleer görüşmelerinde İran’ın baş müzakereciliğini yapmış olan Celili, önceden genel sekreterliğini yaptığı Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nde Hamaney’in temsilcisi. 2017 ve 2021 seçimlerinde adaylığı Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından reddedilen eski cumhurbaşkanlarından Ahmedinejad da aday olabileceğini açıkladı.

28 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçimine kadar İran’da yüksek devlet kademeleri yeniden şekillenecek. Reisi’nin ölümü öncesinde nasıl gerçekleşeceği büyük ölçüde belli olan yakın gelecekteki devlet yönetimine ilişkin bu yeniden şekillenme zorunluğu, helikopter “kazasının” gerçekten kaza olup olmadığı sorusunun yanıtını daha çok karmaşıklaştırıyor.

 

Rishi Sunak, Netanyahu’nun tek savunucusu

Başbakan Rishi Sunak, Binyamin Netanyahu hakkında “yakalama kararı” başvurusu yapılmasını eleştirdi. Sunak, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Kerim Han’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında “yakalama kararı” çıkartılması için başvurusu yapmasının, Gazze’deki duruma yardımcı olmayacağını söyledi.

Sunak, İngiltere parlamentosunda yapılan haftalık “Başbakana Sorular” oturumunda milletvekillerinin sorularını yanıtladı.

UCM’nin yakalama kararı alması halinde İngiltere’nin, söz konusu isimleri ülkeye geldiklerinde yakalayıp yakalamayacağı yönündeki soruya yanıt veren Sunak, “Henüz karar verilmemiş olsa da (Gazze’deki duruma) hiç yardımcı olacak bir gelişme değil” dedi.

Başsavcı Han’ın bazı Hamas yöneticileri için de benzeri bir başvuru yapmasına değinen Sunak, “Yasal olarak meşru müdafaa hakkını kullanan demokratik yollarla seçilmiş bir hükümetle bir terör örgütünün eylemleri ahlaki olarak eşit tutulamaz” diye konuştu.

Hükümet kanadının tersine 11 partiden 100’ün üzerinde milletvekili ve lord, mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşürecek girişimlere karşı İngiltere’nin UCM’nin yanında yer alması gerektiğini açıkladı. Cameron’a hitaben yazılan mektupta İngiltere’nin bu girişimleri kınaması istenirken “İngiltere hükümetini Gazze’de işlenen suçlar için adaletin ve hesap erilebilirliğin sağlanması için UCM’ye her türlü desteği vermeye çağırıyoruz” denildi.