Ana Sayfa Blog Sayfa 35

Hem hükümet hem de muhalefetten İsrail’e koşulsuz destek

0

Hamas’ın 7 Ekim’de düzenlediği saldırının ardından, İsrail’in Gazze’ye yönelik başlattığı bombardımanlarda birçoğu çocuk olmak üzere binlerce Filistinli hayatını kaybetti. İsrail, açık hava hapishanesi olarak da adlandırılan daracık bir şerit içine hapsettiği Gazze halkını bir yandan göçe zorlarken bir yandan da üzerlerine bomba yağdırıyor. Gazze halkının en temel ihtiyaçlarına ulaşmasını engelleyecek şekilde İsrail ordusunun ablukası ve bombardımanı sürüyor. Başbakan Binyamin Netanyahu, kara harekâtıyla yeni bir aşamaya geçtiklerini ve bunun “uzun ve zorlu bir savaş” olacağını ilan etti.

Hamas’ın bazı rehineleri serbest bırakması, İsrail’in Gazze’ye bombardımanı kesmesi koşuluyla elindeki 200’ü aşkın rehineyi de bırakacağını açıklaması bir şey değiştirmedi. İsrail, önceliğinin bu rehineleri kurtarmaktan ziyade, Filistinlileri Gazze’den uzaklaştırmak olduğunu gösteren bir tutum aldı.

Bütün bunlara rağmen birçok batılı ülke gibi İngiltere’de de hükümet ve muhalefet partileri, Filistinlilerin on yıllardır işgal altında olmasını ve baskıya maruz kalmasını göz ardı edip, tarihi 7 Ekim’le başlattı; İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu belirterek en başından beri İsrail’e destek verdi; Filistinlilerin katledilmesine yeşil ışık yaktı. Hükümet İsrail’e destek için Doğu Akdeniz’e donanma ve hava kuvvetlerini gönderdi.

İngiltere çapında yüz binlerce insan saldırıların son bulması ve ateşkes talebiyle sokaklara dökülürken, Başbakan Rishi Sunak olası destek gösterileri hakkında işlem yapılacağı uyarısı yaptı; İçişleri Bakanı Suella Braverman da Hamas’a destek verildiğinin belirlenmesi halinde (Filistin bayrağı taşımak gibi!) polisten “yasanın verdiği tüm gücü” kullanmasını istedi. Ateşkes çağrısı yapmak bile Hamas’a destekle eş tutuldu. İngiltere 2021’de Hamas’ı “terör örgütü” listesine almıştı.

Her gün Gazze’de yüzlerce insanın ölüm haberi geldikçe, tepkiler ve ateşkes çağrıları yükseldi. Geçen hafta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Gazze’ye yönelik ateşkes çağrısına 193 ülkenin çoğu onay verdi; İngiltere çekimser kaldı.

İfade özgürlüğü ve protesto hakkı tehlikede

İsrail Gazze’ye yıllardır abluka uygularken ve açık hava hapishanesi muamelesi yaparken ses çıkarmayan İngiltere hükümeti, ana akım muhalefeti ve medyası, bugün ateşkes çağrılarını Hamas’a destek olarak yansıtıyor. Burjuva demokrasisinin temelini oluşturan ifade özgürlüğü, protesto hakkı, yönetenlerin çıkarları gerektirdiğinde rafa kaldırılıyor.

Eski diplomat, gazeteci ve insan hakları savunucusu Craig Murray, İzlanda’da katıldığı bir protesto gösterisinde Filistin’e desteği ve İsrail hükümetini kınayan konuşması nedeniyle İngiltere’ye dönüşünde anti-terör yasaları kapsamında gözaltına alındı.

Liberal Guardian gazetesi, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun karikatüründe “anti-Semitizm” yaptığı gerekçesiyle karikatürist Steve Bell’in sözleşmesine son verdi.

Bir tren sürücüsü hoparlör sisteminden yolculara “Filistin’e özgürlük” sloganını tekrarladığı için açığa alındı.

İçişleri Bakanı Braverman, Filistin bayrağı taşımayı Hamas’a destekle eş tutarken, göçmenlerden sorumlu bakan Robert Jenrick de “nefret suçları işleyen veya Hamas’ı destekleyenlerin vizelerinin geri alınması ve sınır dışı edilmesi” planlarından söz etti.

Bazı Muhafazakâr milletvekilleri de Filistin yanlısı gösterilerin yasaklanmasını istedi.

‘İsrail’in kendini savunma hakkı’

Hükümet, İsrail’in sivillere yönelik saldırılarının pervasızlığı karşısında artan tepkilerin ardından, Gazze’deki Filistinlilere yönelik 30 milyon sterlin ek insani yardım yapılacağını açıkladı.

Öte yandan 2015’ten bu yana İsrail’e 450 milyon sterline yakın silah satışı yaptı.

Ancak Muhafazakâr Parti içinden de bazı aykırı sesler yükseldi. Milletvekili Crispin Blunt, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına hükümetin verdiği desteğe itiraz ederek “Suç ortağı olmanız sizi suçu işleyen tarafla aynı derecede suçlu kılar” dedi.

Muhafazakâr hükümetin yanı sıra ana muhalefet İşçi Partisi de aldığı tutum itibarıyla, birçok kurumun dile getirdiği İsrail’in savaş suçlarının, savaş hukukunu belirleyen Cenevre sözleşmesini ihlal etmesinin ve Filistinlilere yönelik fiili etnik temizliğin destekçisi oldu denebilir.

İşçi Partisi’nin eski insan hakları avukatı olan lideri Keir Starmer, gelişmelerden Hamas’ı sorumlu tutarak, İsrail’in kendini savunma hakkına sahip olduğundan söz etti ve Gazze’ye temel ihtiyaçların geçişini engellemesine destek veren açıklamalarda bulundu ve bunun “uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde” yapılmasını salık verdi.

Starmer’a tepkiler ve ateşkes çağrısı

Bazı partililer buna tepki gösterdi. Haber yazıldığı sırada 20’den fazla belediye encümen üyesi partiden istifa etti. Oxford’daki istifalar nedeniyle İşçi Partisi belediyede çoğunluğu kaybetti. Starmer’ın “savaş suçunu fiilen onayladığı” ve “Filistinlilerin toplu halde cezalandırılmasını kınamadığı” gerekçesiyle İskoçya’da da istifalar oldu.

Starmer durumu düzeltme çabasıyla partisinin Müslüman milletvekilleriyle bir araya geldi. Kamuoyu anketleri ülkede her dört kişiden üçünün ateşkes istediğini gösterirken, o bu taleplere kulaklarını tıkamaya devam etti.

İşçi Partisi’nin bu tutumu, Jeremy Corbyn liderliği döneminde, anti-Semitizm (Yahudi düşmanlığı) ile yeterince mücadele edilmediğine dair suçlamaların, İsrail devletine yönelik her eleştirinin bu kategoride değerlendirilmesine yol açan adımların devamı olarak değerlendiriliyor.

Hamas saldırısı sonrasına denk gelen İşçi Partisi yıllık genel konferansında Filistin’le Dayanışma Kampanyası tarafından düzenlenen toplantının başlığından “aparteide son” ifadesi çıkarıldı, toplantıda Filistin bayraklarına izin verilmedi.

Gazze’ye yönelik İsrail saldırılarına karşı düzenlenen gösterilerde İşçi Partili milletvekillerinin konuşmaması, kendisini “sosyalist” olarak adlandıran az sayıdaki milletvekilinin de Hamas’ı kınayan ve insani ateşkes çağrıları yapan önergelerle yetinmesi eleştirildi.

Gazze’den ölüm haberleri geldikçe, ateşkes çağrısı yapması için Starmer üzerinde baskılar da arttı. Partinin İskoçya grubu lideri, Londra ve Manchester belediye başkanlarının yanı sıra 40 milletvekili, hatta bazı gölge bakanları bile ateşkes çağrısı yapmasını istediler. Ama değişen bir şey olmadı.

Liberal Demokrat Parti de İsrail’e destek konusunda daha ileri giderek hükümeti İran Devrim Muhafızlarını da terör listesine dahil etmeye çağırdı; Gazze halkının göçe zorlanmasına yönelik “kaygılarını” dile getirdi.

Birçok sol grubun ve sendikacının yer aldığı Stop the War koalisyonunun Filistin’le dayanışma, Gazze’ye yönelik savaşa son verilmesi ve ateşkes talebiyle düzenlediği gösterilere ise ülke çapında yüz binlerce insan katıldı.

 

Ayın Artizi: Muhalif Olmayan Anamuhalefet Partisi Lideri Keir Starmer Yamuğu

0

Lang-a-dank başlayalım, bu ayki artizimiz Labour Party lideri Keir Starmer dayımız.

Bazılarınız daha baştan bu adam birkaç sayı önce de artiz değil miydi diye sorabilir. Gelgelelim bu defasında bu dayımız tipli siyasetçiler gibi hafızasız davranarak onların istediği gibi dayıyla ilgili önceden hiçbir şey söylememiş gibi yine yazacaz, bakalım ne olacak. Bakın sizin gibi davransak sizin mantıksızlıklarınızı göstericeğiz diye de değil bu. Sadece dayı ve partisinin sorununun bir mantık yanlışlığı olduğunu söylemek felan da değil. Hatta yaptıklarının ve söylediklerinin hepsinin arkasında hep gizledikleri sermayayi memnun etmeye çalışma çabalarını da şirin laflarla kanıtlamaya çalışmak da değil. Sadece onlar gibi önce söylediğimizi, vardığımız sonuçlara yeni yaptıklarını anlatarak önceden duymamış gibi tekrar edeceğiz. Daha fazlasını da yapabilecek olsak da onları teşhir etmeyi, halkı uyarmayı tekrar etmemiz gerekliliği gibi.

Bu hafısazlık, sığlık ve dar görüşlülükle yarattıkları ortamın tadını onlara tattırmak için belki. Onlar gibi yalan söyleyip sonra bu yalanlara halk inanmıyor diye cinnet geçirecek olmayacak olsak da, biz de sonuçta bu koşulların yarattığı canavarlarınız ne de olsa. Ki bu yazının maksadı birşeyi anlatmak değil, olsa olsa bir sonucunu ortaya koymak.

Cinnet dedim de aklıma geldi bizim dükkanda durum yazın şelfleri değiştirdiğimiz dönemden bu yana buruk. Gıda fiyatları artmasa da, toptan fiyatları kim sever, biz olabildiğine basıyoruz yeni sarı etiketleri. Ama asıl cep yakan, taken-in azaltan, kaşınkarelere gidiş gelişleri pahalı kılan artan petrol-mazot fiyatları. Ulu önderimiz Starmer’ın asıl telkini gibi bu yükün müşteriye aktığını seyretmeye devam ettik. Herhal millet de daha biraz idare ediyor, yoksa bu yazıda göreceğiniz gibi, Starmer’ı Enfield encümen azaları sevsin, size birşey olmasın!

Neyse, nedir diyebilirsiniz, seni bu kadar işkillendirip Starmer’ı dert ettiren? Şu mesele bu sorun diyebilirim ama Starmer emmi gibi kesin davranıp daha baştan yalakalığının tek kelimeyle artiz seçimine uygun oluşunun nedeni olduğunu söyleyelim. Bunu unutup dahasını da söyleyecem tabi. Alın daha bu cümlede ürettiğim bir espri: birgün Starmer karşıdan karşıya geçiyormuş, yolda geçen iki gençten biri diğerine “baksana kavşak!” demiş. Dayının mantığına göre yazıldığı için biraz tuhaf yazı olmaya başlasa da şimdi de dayının bahsedilmesinden ve bağlı kalınmasından gerçeklere geçelim.

Geçen ay tirişka sendikalar konfederasyonu TUC bile kongresinde yarım ağızla ve çeyrek kararlarla halkın düştüğü yoksulluğu, ücretleri, “greve giderseniz bazılarınız işine devam edecek ya da hepten gidemeyeceksiniz” gibi gerici grev yasalarını, hükümeti Birleşmiş Milletler’e şikayet ettiklerini felan tartışıyor, arkadaş ortada yok. Nerde arkadaş, mültecilerin Fransa’dan botlarla geçişini nasıl engelleyeceğini ayrıntılandıran politikalar açıklıyor, göçmenlere “terörist” denmesine kemküm ediyor. Ordan tutup Kanada’ya gidiyor, Türkiyelilerin Fetullah’a benzeteceği Tony Blair akılbabası, Finlandiya eski başbakanı gibi sosyal-demokrat dayılarını görmeye. Birlikte yeni vizyon standları açıp kameralara poz vermeye.

Bakın geçmişini ya da hiçbir zaman bir lahana olamasa da dönekliğini bile anlatmıyoruz. Sadece yaşadıklarımıza deva olması gereken poitikaların üreticisi olarak tek alternatif gösterilse de nelerle uğraştığına dair gerçekleri. Yoksa dedim ya, baktığımız dediğim gibi tam bir kavşak! Bu ay sonunda sanki iktidar partisinin çürümüşlüğünün değil de kendi meziyetiymiş gibi partisinin aldığı birkaç yerel ara seçim zaferciğinde birkaç poz daha. Sonra da ay başında, Partisi ve kamuoyu geçim ve bir sürü başka sorunu konuşuyor, alınacağı kesin farzedilen bir seçim zaferinin şimdiden zevkini çıkarır bir lider havasıyla başka poz vermeler, emekçilere yönelik boş ve belirsiz vaatler, sermayeye ve Ukrayna savaşına bağlılık, Starmer dayı dolaşmaya devam ediyor.

Konferansın bittiği günün birkaç gün sonrasında başlıyor Filistin’de olaylar. Starmer, lor peynir gibi bir beyinden gelebilecek zekasıyla, başta ABD ve Sunak’ın şimdiki haramileri gibi tüm diğeri gericilik eşrafı gibi “İsrail kendisini savunma hakkına sahiptir” diyor, ekrana hem kimin çıkacağına hem çıkanların ne söyleyeceğine karar veriyor, salıyor şimdiden hırlamaya başlayan gelecek iktidarın saldırgan itlerini ortaya… Filistin halkının ezilmesine dair birşey söylemiyor, başta bölge ve halklarına karşı işlenen katliamı lanetlemiyor, kalkıyor İsrail’in hukuksal haklarından bahsediyor. Ona göre dolaşıyor, poz veriyor. Geçen ay parti içinde sadece kendilerinin sosyalist olduğunu düşünenler uğraşıyordu, bu ay da kalkmış parti üye ve temsilcilerini yüzbinlerin katıldığı katliama karşı Filistin halkıyla dayanışma eylemlerine katılmaktan men ediyor.

Sonra hava değişmeye, katliamın vahşeti bakılmasa da görülecek hale gelince Starmer, tahmin ettiniz, kemküm, biz Filistin halkının aç, susuz, yersiz yurtsuz bırakılmasını onaylamadık bile demiyor, geveliyor. Sonra kamuoyu yapışıyor bunun ümüğüne tabii, en son partili Müslüman encümenler ve Londra Beledeiye Başkanı, başka bir artiz, Sadık Khan bile veriştiriyor. Encümenleri ve parti üyelerinin hepsini ve iyi niyetlerini haydi katmayayım olaya ama Sadık gibi bir artizden bile ve hem de haklı gibi görünen bir ayar almak nedir Starmer dayı?

Dolanıp seçimi kazanacağı günü bekliyor. Başka yerde de iktidarı lafa gelince yenen ve yenmiş ve buna rağmen seçim kazanmamış veya beklediği gibi kazanmamış Starmer’ınki gibi, hatta kötü kopyası partiler. Yanında çalımını tek sattığı ve yıllardır sinsi sinsi leş gözler gibi yüksek bir makam bekleyen bizim Tottenham milletveki David Lammy, artizlik tanımlamalarına dönmelyelim ama, iktidardaki bodur hırsız Sunak ve ekibi artizler gibi, piyasacalık oynuyorlar. Piyasacılık kalmamış, bizimkiler böyle. Lammy gibi Starmer da yapacak başka bir artizliği kalmadığı için diğer artizlerin eskiden yaptıklarını tekrar yapmaya mahkum olan ve bunu hâlâ savunan, bunu taslayan olduğu için, siyaseti de dahil alçak bir kavşak olduğu için en rezil artiz oldu bu ay ve bundan bu sayfalarda rezil edilmeyi haketti.

Kışa iyi geçişler efendim.

 

Van Gogh’un en iyi tablosu

“Bir köylü resmi köylü olmalı, bir kazmacı resimde toprağı gerçekten kazmalı, diyorum; o zaman bu resimlerin temelinde gerçekten bir çağdaşlık olabilir, diyorum. Ancak şu noktayı unutmamak gerekir ki, köylüler, işçiler çıplak değil ve onları nü figürler olarak düşünmek kesinlikle uygunsuz.Ressamlar ne kadar çok köylü ve işçi figürleri yapmaya başlarlarsa o kadar memnun olacağım. Kendi adıma bundan daha iyi yapılacak bir şey bilmiyorum.”

Dünyanın en önemli sanatçılarından biri olan Vincent Van Gogh1885 yılında yaptığı Patates Yiyenler tablosunu ağabeyi Theo’ya yazdığı mektupta böyle anlatıyordu.

Küçük bir odada tavandan sarkan solgun ışığın altında iki kadın, iki erkek ve bir çocuktan oluşan bir madenci bir ailesinin akşam yemeği… Erkekler yorgun argın madenden, kadınlar tarla işlerinden eve dönmüşler. Erkeklerin elleri kir pas içinde. Kadınlar ev işlerinin ardından toplamış oldukları patatesleri pişirmişler. Hep birlikte oturmuşlar, sadece çay ve patatesten oluşan akşam yemeklerini yiyorlar. Kadın çok yorgun ve düşünceli… Çalışmaktan adeta derisi kalınlaşmış, ayların yılların çalışmasıyla rengi koyulaşmış ve yıpranmış elleriyle çay servisi yapıyor.Sofrada sadece patates yenip çay içilen,tavandan sarkan bir gaz lambası,duvarda asılı birkaç raf, küçük bir tablo ve kaşıkların koyulduğu küçük bir sepetle tahta masa ve sandalyeler dışında hiçbir şeyin olmadığı yoksul bir ev.Yoksulların evi.Kullanılan renklerdeki koyuluk, cansızlık, puslu ve kasvetli halin bu insanların yaşamındaki çaresizliği, yoksunluğu, tükenmişliği yansıtması açısından başarıyla kullanıldığını görüyoruz.

Mektupta anlatmaya devam eder Van Gogh. Bu insanları bir lamba ışığı altında patates yerken, toprağı kazdıkları ellerini tabağa koyarken gösterdiğini, bu sayede el emeğini ve dürüstçe ürettikleri yiyeceği yücelttiğini ifade eder. Modernleşmiş insanlardan oldukça farklı bir hayat tarzının etkilerini yansıtmaya çalıştığını, o nedenle kimsenin çalışmanın güzel ya da iyi olduğunu düşünüp düşünmemesini önemsemediğini belirtir.

37 yıllık kısacık ömründe 10 yıldan biraz fazla bir süre içinde aralarında 860 yağlı boya tablonun da olduğu 2100 kadar resim ve çizim çalışması üretti Van Gogh ve bunların çoğunu yaşamının son iki yılında yaptı.

Van Gogh madenciler, işçiler ve tarlalarda çalışan köylülerle iç içe yaşadığı için onları yakından gözlemleme şansı buldu. Londra yakınlarındaki Ramsgate’te ve Londralı işçilerin yaşadığı mahallelerden Isleworth’de yedek öğretmen olarak çalıştı. Rahiplik yapmak için Belçika’nın Fransa sınırı yakınlarındaki bir madencilik bölgesi olan Borinage’ye gitti. Yoksulluk içinde yaşıyor, hastaları ziyaret ediyor ve madencilere İncil’den bölümler okuyordu. Vaizlik mesleğine uygun olmadığı gerekçesiyle işine son verilince yine bir madencilik bölgesi olan Cuesmes’e geçti, yoksulluk içinde yaşamasına karşın yoksullara ve hastalara yardım edebilmek için çabaladı.

Yıllar süren yoğun çalışmalarının çarpıcı bir ürünü“Patates Yiyenler” oldu.

1885’in Nisan ayı boyunca üzerinde çalıştığı Patates Yiyenler, Vincent Van Gogh’un ilk baş yapıtı olarak kabul edilir. Van Gogh, kimilerine göre “en iyi tablom” dediği bu tablo için birçok yağlı boya çalışması ve eskiz yapmıştı.

Tabloya yönelik oran eleştirilerine karşı Theo’ya mektubunda şu satırları yazdı:

“…candan belirtmek istediğim fikir şudur: Lambanın altında patateslerini tabağa el uzatarak yiyen bu insanlar, aynı ellerle toprağı işlemiş adamlardır. İstedim ki, resim, çiftçinin el çalışmasını ve bu kadar namusluca kazandığı besini yüceltsin. İstedim ki, biz uygar insanların yaşayışından bambaşka bir yaşayışı canlandırsın. Onun için herkesin resmi güzel ya da başarılı bulmasını istemek aklımdan bile geçmiyor.”

 

Zengin İngiltere’nin yoksul yüzü

Geçen ay bizim mahalle Haringey’de ve Newham ile Liverpool ve Belfast’ta “18-23 Eylül Açlık Haftası” kapsamında açlığa karşı “Gıda hakkı” yürüyüşü düzenlendi. Haringey’deki sendika, STK’ler ve Day-Mer’in de örgütleyicileri arasında yer aldığı yürüyüş, 23 Eylül Cumartesi 12’de Tottenham Stadyumu’nun önünde başladı. Yürüyüş Tottenham Green’de gıda ikramları yapan tesgahların bulunduğu mini festivalle son buldu. Dünyanın en zengin 5’inci ülkesinde böylesi bir yürüyüş ülke dışındakileri şaşırtabilir belki ama istatistikler ülkedeki sosyal adaletsizliğin son derece ciddi bir beslenme sorunu doğurduğunu ortaya koyuyor.

Birleşik Krallık’ta açlık yürüyüşlerinin tarihi oldukça eski. Yürüyüşlerin ilki 1905’te parlamentonun önünde yapılmış. Açlık çektiğini haykıran erkek ve kadınlar o dönemin siyasilerini protesto etmiş. Daha sonra 1922’de, dünya ekonomik krizinin olduğu 1931, 32’de ve 1934, 36’da yapılmış. Ve geldik “sanayileşmenin hizmetimizde olduğu” bugüne… Günümüzde Birleşik Krallık’taki verilere göre her 5 evden birinde yetersiz beslenme yaşanıyor ve geçen yıl yarım milyondan fazla çocuk yoksullaştı. Yardım kuruluşu Shelter’e göre 2023’ün başında İngiltere’de evsiz olarak kaydedilen 271 bin aile vardı. Bu yılın başındaki rekor sayıdaki yardım başvurusu da durumun çok hızlı kötüleştiğini gösteriyor. Uzmanlara göre; “kanepe misafiri” olarak da bilinen gizli evsizliğin sayılması neredeyse olanaksız çünkü arkadaşlarının veya akrabalarının evlerinde kalan insanlar gözden uzak ve çoğu zaman da kendilerini evsiz olarak görmüyorlar.

The Big Issue, yoksulluğa ve evsizliğe karşı yaptığı çalışmalara salgın ve artan yaşam maliyeti krizinin darbe vurmasından yakınıyor. İktidardaki Muhafazakarların ülkedeki böylesi ciddi bir yarayı görmemezlikten gelmesi, üstelik sosyal hakların kısıntı ve kesintilerle heyelana uğraması sorunun giderek artması ve kronikleşmesini de çanak tutuyor. Açlık, yoksulluk ve evsizliğe karşı mücadele eden sivil toplum örgütleri ve kişisel girişimlerin çabaları ise haliyle sınırlı kalıyor.

DAY MER’den Arif Bektaş, eylemin sendika şubelerinin de aralarında bulunduğu 30 örgütçe yapıldığını vurgulayarak, “Temel olarak ilk ve ortaokul öğrencilerine en az bir öğün ücretsiz yemek sağlanması, Kuzey Londra’da yaşayanların ev kiralarının düşürülmesi, daha çok sosyal konutun sağlanması isteklerimiz arasında. DAY MER olarak, Türkçe ve Kürtçe konuşan toplumu hayat pahalılığına karşı mücadele eden yerli örgütlere omuz vermeye çağırıyoruz” diyor.

Ülke çapındaki kampanya, 2020’de Liverpool West Derby İşçi Partisi Milletvekili Ian Byrne tarafından başlatıldı. Kampanyayı ülke genelinde yaygınlaştırmak için yoğun çaba gösteren Ian Byrne, “Gıda yoksulluğu sağlık ve yaşam beklentisinde eşitsizliğe, yetersiz beslenmeye, obezite hatta uzun vadeli genetik de dahil olmak üzere bir dizi başka ilgili soruna yol açtığını biliyoruz. Beslenememe çocukların eğitim başarıları ve yaşam şanslarını da etkiliyor. Daha az ölçülebilir ancak daha az önemli olmayan, bireysel insanlık onuru ve sosyal yaşam üzerindeki etkisi de unutulmamalı” diyor. Real Media’nın muhabirinin sorularını yanıtlayan yerel bir gıda bankası olan Community CookUp’ta gönüllü çalışanı Carmel Cadden gıda bankalarının ne kadar önemli hale geldiğini ancak bunların dünyanın en zengin beşinci veya altıncı ülkesi için bir rezalet olduğunu ve sürdürülemez olduğunu anlatıyor. Cadden, artan kira artışları ve yakıt maliyetlerine izin vermekle hükümetin kötü bir politika yürüttüğünü öne sürüyor, ücretsiz okul yemeği talebinin derhal hayata geçirilmesini istiyor. Haringey Belediye Meclisi Üyesi Michelle Simmons-Safo da, 30 yıldır Haringey’de bölge sakinleriyle yakından çalıştığını vurgulayarak çocukların yetersiz beslenmesi de dahil şimdiye kadar böylesi bir acı ve yoksulluk görmediğini aktarıyor.

University College London’da (UCL) 2020’de gerçekleştirilen çalışma ülkedeki en zenginlerin en yoksullara göre hastalık ve engellilikten uzak ve açık ara ile ortalama 10 yıl daha uzun yaşadığını ortaya koyuyor. Ne yazık ki tok açın halinden anlamaz. Bu konuda da sesimizi diğer seslerle birleştirerek kendi göbeğimizi kendimiz kesmek ve hükümete baskı yapmak zorundayız. Başka yolu varsa siz söyleyin, biz de yapalım efeeem!

Hükümetin T-Level çalışması  

Hükümet eğitimde reformlarını T-Level olarak bilinen yeni bir diploma ile hayata geçirmeye başladı. T Level, GCSE’lerden sonra alınan ve yaklaşık olarak 3 A Level’a denk olan yeni 2 yıllık derslerdir. Eylül 2020’de başlatılan bu dersler, işverenler ve eğitim sağlayıcıları ile işbirliği yaparak nitelikli istihdama, çıraklığa veya ilgili teknik çalışan hazırlamasını sağlamak amacıyla geliştirilmiştir. Öğrenciler bu eğitimi 16-19 yaş arası alacaktır. Bu kurs, sınıf içi öğrenme ile iş deneyiminin bir karışımını içerir ve en az 315 saat – yani yaklaşık dokuz hafta – süren bir işyeri yerleştirmesini yaklaşık olarak kursun %20’sini oluşturuyor.

Nihai notlar, sınavlar, ders çalışmaları ve endüstri yerleştirmesinin tamamlanmasının bir kombinasyonuna dayanmaktadır. 2023 yılında, bu nitelikleri alan 3448 öğrencinin genel geçiş oranı %90,5 idi (3119). Ancak veriler, kursu tamamlama oranının sadece üçte iki olduğunu gösterdi (iki yıl önce T-Level’a başlayan 5210 öğrenciden).

Bu konuda çalışmalarına devam eden hükümet, T-seviyelerine yer açmak için kaldırılacak olan 200’den fazla dersin listesini güncelledi. GCSE’lerinden sonra binlerce öğrenci tarafından alınan BTec ve diğer Level 3 dersler Ağustos 2024’den itibaren finansal destek alamayacak ve kaldırılacak. Bu, hükümetin “daha fazla eğitimi kolaylaştırma” planının bir parçası olup, sonunda A-level ve T-level yerini alacak Gelişmiş İngiliz Standartı’nı tanıtmayı amaçlamaktadır. Ancak bazı kolej müdürleri, alternatif derslerin kısa vadede kaldırılmasının T-seviyelerine uymayan öğrenciler için seçenek eksikliğine yol açacağından endişe ediyor.

T-seviye kursların sayısı 2020’den bu yana her akademik yılda genişledi ve 2023 yılında öğrenciler sekiz ayrı sınava girdi. Sınav konuları arasında muhasebe, dijital iş, finans, sağlık hizmetleri ve imalat bulunmaktadır.  2023 Eylül’ünde altı daha kursun başlaması planlanıyordu, ancak üçü 2024’e kadar ertelendi. Bunlar, kuaförlük, berberlik ve güzellik terapisi, zanaat ve tasarım, medya, yayın ve üretimdir. Yiyecek hizmetlerindeki dördüncüsü, en azından 2025’e kadar geri itiliyor. Yeni başlanacak olan sadece iki yeni T-Level bulunmaktadır: hukuk hizmetleri ve tarım, arazi yönetimi ve üretimi.

T-seviye nitelikleri üç A-Level’a eşdeğerdir. Öğrenciler dört nottan birini alır, bunlar Distinction* Distinction, Merit ve Pass olarak belirlenmiştir. Sertifikaları genel notlarını gösterir ve kurslarındaki deneyimlerini listeleyerek sunar. Distinction*, 168 Ucas puanına denktir – yani A-Leveldaki üç A* ile aynıdır – Merit, A-Leveldaki üç B’ye eşdeğerdir.

Hükümetin eğitimi iyileştirmek için bu tür reformları hayata geçirmesi, öğretmen ve okul yöneticiler tarafından eleştiriye uğradı. Eğitimi iyileştirmenin sadece yeni vasıflardan oluşmadığına değinen eğitim çalışanları, asıl iyileştirmenin öğretmenlerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi, daha iyi bir ücret ve ülke genelindeki öğretmen açığının kapatılması ile mümkün olacağının altını çizdiler. Bu tür vasıflar daha iyi mesleki eğitim için bir olanak sunarken, bu dersleri öğretecek öğretmenlerin olmaması var olan sorunları daha derinleştirecek. Hükümetin önerdiği reformlar önümüzdeki dönem izlenilmesi gereken gelişmelerin başında gelecek.

Kıbrıslı Türkler, kimlik ve politik bilinç

Ortak payda ve değerleri paylaşmak ve kimlik olgusu toplum kavramının çok önemliunsurlarıdır.

Kimlik konusu Kıbrıslı Türkler için başlı başına bir sorundur. Çünkü Kıbrıslı Türklerin kendi kimliklerini oluşturmasına hiçbir zaman izin verilmemiştir. Tüm Kıbrıslılar, ama özellikle biz Kıbrıslı Türkler politik nedenler yüzünden hep başka kimliklere yamalandık. Kendimize has ağzı bile konuşmamızı yasaklamaya kalkanlar oldu. Okullarımızda kendikimliğimiz, kültürümüz değil, başkalarının kimlik ve kültürünü öğrendik.

Kıbrıslılık kimliğinin bastırılması için çok çabalar harcandı. Harcanmaya devam ediliyor. Bir zamanlar Denktaş’ın söylediği (esasında bir Kıbrıslı Rum papazın söylediklerini tekrarladığı) “Tek Kıbrıslılar eşeklerdir” sözü zaman zaman temcit pilavı gibi önümüze konulmaya devam ediliyor. Tüm baskılara rağmen bu çabaların tamamen başarılı olduğu söylenemez. Örneğin benim ve birçok Kıbrıslının kimliğimizi “Kıbrıslı Türk, Kıbrıslı Rum” olarak tanımlamamız Kıbrıslı kimliğimizi öne çıkarma istencimizdendir.

Kıbrıslı Türk sanatçı Aşιk Mene, edebiyatçı, araştırmacı Mustafa Gökçeoğlu’nun 1985 yιlιnda yayιnlanan ilk “Tezler ve Sözler” kitabιnιn önsözünde şöyle der:  

Halkbilimiyle ilgili son yιllarda peşpeşe yayιnlanan kitaplar, yapιlan çalιşmalar yarιnadair umutlarιmιz açsιndan bir güneş ve sevgi seçeneği gibi geliyor bana. Çünkü KιbrιsTürk Toplumu olarak yarιnlarιmιz bu çalιşmalarιn ιşιğιnda kurulabilecektir ancak. KιbrιsTürk toplumunu kendi tarih benliğinden koparma ve yapay bir tarih bilinci yaratmazorlamalarιnιn panzehiri başka ne olabilir?” Gökçeoğlu da bu kitabιnιn başιnda,Sιrffaydacιlιk adιna kendimizden kaçma diye nitelendireceğim yozlaşmas üreci içerisineitildik. diyor.

Âşık Mene’nin haklı serzenişini yaratan unsurlar arasında ezberci eğitim sistemi baştagelir. Kıbrıs sorununun yıllardan beri çözümlenmemesinin önemli sebeplerinden biridireğitim. Okullarda öğretilenler eğitimin esas amacına hizmet etme yerine çocuklarınmilliyetçi duygularını kabartmaya yönelik oldu.

Kıbrıslı Rumların eğitim sistemi ise kilisenin de aşırı milliyetçi etkisi ile Kıbrıslı Türkleri düşman olarak gören bir gençlik yaratarak çözümsüzlüğün 1950lerden beri devamınakatkıda bulundu. Kıbrıslı Rum gençlerin faşist ELAM örgütü eylemlerinde hala “En iyi Türk ölü Türk’türgibi iğrenç sloganlar atmaları ü ve düşündürücüdür.

Kıbrıslı Türkler arasında milliyetçilik dışında politik bilincin gelişmemesi için çok uğraşverildi. Toplum liderleri Türkiye ve Batılı güçlerin çıkarları doğrultusunda atandı. Tıpkıbugünkü gibi. Denktaş’ın ve ondan sonra gelen aynı çizgidekilerin karşısına barışçı, çözüm yanlısı Cumhurbaşkanı adayı olarak kim çıktıysa tehditlerle adaylıktan çektirildi.

Kıbrıs’ta iki toplum arasında ilk, belki de tek anlamlı dayanışma 1948 yılında işçi sınıflarıarasında gerçekleşti. İngiliz/ Amerikan şirketi CMC’nin işlettiği Lefke bakır madeni grevi esnasında. O sıralarda işçi haklarını birlikte savunmak için güçlü bir sendika kurulmuş ve sendika yönetimi iki toplumdan oluşturulmuştu. 1948 maden işçileri grevi zaferle sonuçlandı, ancak İngilizin “böl ve yönet” taktikleri devreye girdi ve iki toplumun yeraltı örgütleri TMT ve EOKA kullanılarak bu anlamlı birliktelik bozuldu. Kıbrıslı Türk PEOSendikası üyeleri tehdit edilerek sendikadan ayrılmaya zorlandılar. Tarihi niteliği olan bu grev ciddi olarak araştırılmalıdır. Birçoklarımız grevi İngiltere’ye geldikten sonra Kıbrıs’tan can havliyle firar etmeye zorlanan Ahmet Sadi Erkurt, Kamil Ahmet ve Hulus İbrahim Çağlar gibi grevde aktif rol oynayan büyüklerimizin ağzından işittik.

Yıllardan beri Türkiye’nin asimilasyonist siyasetleri yüzünden Kıbrıslı Türklerin kimlikleri, kültürleri erozyona uğramakta olup bir varoluş mücadelesi vermektedirler. Tüm baskılara rağmen özellikle genç nesillerin politik bilinçlerinin gelişmesi durdurulamadı. İki toplumun gençleri etkili etkinliklerle barış isteklerini dünyaya duyurmaya devam etmektedirler. Bunda sosyal medyanın büyük rolü vardır. Ancak üzücü olan sol muhalefetin içinde bulunduğu çelişkilerle dolu durumdur.

Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün giderilmesi ve adamıza barışın getirilmesi yolunda tabii ki dış etkenlerden kaynaklanan birçok engeller bulunmaktadır. Kıbrıs’ın Pasifik Okyanusunun bir köşesinde değil de Akdenizin önemli stratejik bir kilit noktasında olması adanın en büyük şanssızlığıdır. Ancak ada halkı olarak yine de kendi kaderimizi büyük ölçüde kendimiz belirleyebiliriz. Buna yürekten inanmaktayım.

Elbette diasporada yaşayan toplumlar olarak bizlerin de adamızdaki çözüm ve barış sürecine yapabileceğimiz katkılar vardır. Bir başka yazıda diaspora Kıbrıslıların bu konulardaki çabalarına değineceğim.

İngiliz Sendikacı Dempsey: Sendikal hareket İsrail’i durdurmak için baskı yapmalı

0

RMT Genel Sekreter Yardımcısı Eddie Dempsey: Filistin’in gözlerimizin önünde yok edilişine tanıklık ediyoruz. Sendikaların baskısının barışın sağlanması için önemli bir unsur olacağını düşünüyoruz.

İsrail’in Gazze saldırıları dünyanın birçok yerinde olduğu gibi İngiltere’de de protesto ediliyor. Hükümet İsrail’e tam destek verirken İngiliz halkı saldırıların derhal durmasını istiyor. Günlerdir Filistin halkına destek eylemleri yapılıyor. Cumartesi günü de tüm ülkede Filistin için eylemler yapıldı. Bu eylemlere sendikaların da büyük bir çoğunluğu çağrı yaptı ve üyelerinin katılmasını istedi. Demiryolu İşçileri Sendikası da (RMT) çağrı yapan sendikalar arasındaydı. Londra’da yapılan ve yaklaşık yüz binlerin katıldığı eylemde konuştuğumuz RMT Genel Sekreter Yardımcısı Eddie Dempsey, Evrensel’in sorularını yanıtladı.

İsrail’in Gazze’ye saldırısı karşısında halklar sessiz kalmıyor ve sokaklarda tepki gösteriyor. RMT’nin bu eyleme katılması neden önemli?

RMT sendikası olarak bugün bu protestoya büyük bir sendikal blok olarak katılmanın çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Biz RMT olarak, Birleşik Krallık’taki diğer sendikalardan farklı bir konumdayız. Zira sendikamızın şu anda Akdeniz’de bulunan ve teoride insani yardım taşıma amacıyla Gazze Şeridi’ne doğru yol alan destek gemilerinde (Ama aslında Birleşik Krallık donanmasına destek amaçlı gemiler bunlar) görev yapan üyelerimiz var.

Bizler buradaki sendikal hareketin, Birleşik Krallık hükümetine; İsrail’e silah satışını sona erdirmesi, ivedilikle barışçıl bir ateşkese dair çağrıda bulunması, nüfuzunu kullanarak Gazze’ye uygulanan ambargonun ve Filistin’in işgalinin sona erdirilmesi için yekvücut olarak baskı yapması gerektiğini düşünüyoruz. Yanı sıra hükümetin bu meselenin Birlemiş Milletler anlaşmaları uyarınca uluslararası hukuk bağlamında bir çözüme kavuşturulması gerektiğini hatırlatması için de bugün buradayız.

Hükümetin İsrail’e desteğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizler İngiltere’de politikacıların bir an önce şiddetin tırmanışını teşvik etmeyi bırakması gerektiğini söylüyoruz. Şiddet desteklenemez. Çünkü Filistin halkının ve Filistin’in gözlerimizin önünde yok edilişine tanıklık ediyoruz. Sendikaların baskısının barışın sağlanması için önemli bir unsur olacağını düşünüyoruz.

İsrail’e baktığımızda ise şunu görüyoruz: Çatışmalar başladığından bu yana, Filistin Genel Sendikalar Federasyonunun (PGFTU) üyesi Gazze’de yaşayan 19 bin işçinin çalışma izinleri iptal edildi. Bu işçilerin 5 bini aileleri Gazze’de mahsur kalmışken, evsiz yurtsuz şekilde Batı Şeria’ya sürüldü. 5 bin kadar işçinin ise nerede olduğunu bilmiyoruz. Ve ayrıca çok fazla sayıda işçi de Kudüs’ün kuzeyindeki kamplarda insanlık dışı koşullar altında hapis tutuluyor ve sendikalı oldukları için çok ağır baskı görüyor. Dayanışma içinde olduğumuz bu işçilerin bir an evvel serbest bırakılması için çağrıda bulunuyoruz.

Bu vesileyle İsrail’de bulunan ve bu yönde açıklamalar yapan insan hakları örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarına ve ayrıca dünya çapında düzenlenen protesto gösterilerine katılanlara saygılarımızı sunduğumuzu da belirtmek isterim.

Saldırıların durdurulması için neler yapılmalı? Sendikalar ne yapabilir?

Filistin halkının acılarına gözlerini yuman, kulaklarını tıkayan ya da bunun böyle olmasına destek veren siyasetçiler karşısında, Filistin halkıyla dayanışma içinde olduğumuzu göstermek ve “Biz sesinizi duyuyoruz” demek için bugün buradayız.

İsrail’in orantısız bir şekilde Filistin halkına saldırıları karşısında, hükümetlerin İsrail’e tam destek vermeleri durdurulmak zorundadır. Sendikaların sessiz durmaması gerekiyor. Tüm sendikalara çağrı yapıyoruz, bir süreliğine de olsa endüstriyel sorunları bir tarafa bırakıp, barış için politikacılar üzerinde baskı uygulamalıdır. Çünkü biz ambargonun kaldırılmasını, işgalin son bulmasını, iki devletli uzlaşmanın sağlanmasını, bir Filistin devletinin varlığını ve Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak görmek istiyoruz.

Sendikalar olarak eylemlere devam etmeliyiz. Sendikal hareket ile savaş karşıtı hareketler bir arada baskı ve yaptırımlar yaparak İsrail’in saldırılarını durdurmalıdır. Siyasetçiler Filistin meselesine çözüm için harekete geçinceye değin bu protestoların ve başka türlü sivil itaatsizlik eylemlerinin devamını bekliyoruz.

 

İşçi Partisi senelik konferansını gerçekleştirdi

0

Liverpool’da oldukça disiplinli bir konferansta, milletvekilleri en iyi davranışlarını sergilerken ve neredeyse hiçbir anlaşmazlık yaşanmazken, bir parıltılı konfeti atan protestocu, parti lideri Keir Starmer’ın konuşmasını bölmeye çalışarak bazı dramatik anlar yaşattı.

İşçi lideri ceketini çıkardıktan ve kollarını sıvadıktan sonra gelecek yıl beklenen genel seçim öncesinde kritik bir konuşma yapma girişimini “bir aptalın” engellemesine izin vermeyeceğini belirtti.

Konferanstan ne öğrendik? John Lennon’ın memleketi Liverpool’da Sir Keir, kendisini sınıf kahramanı olarak tanıttı. “Sınıf tavanını” yıkmaktan bahsetti.

Hamas’ın saldırısı, İşçi Partisi konferansının havasını bir adım bozsa da Filistin halkının mücadelesini içinden yok etmeye çalışan bir parti için zorlu soruları da gündeme getirdi. Sir Keir hızla Hamas’ı “teröristler” olarak kınadı, fakat arkasından gelen Gazze saldırısını görmezden geldi.

Tersine eski başkan Jeremy Corbyn, yakındaki solcu bir festivalde, İsrail’in Gazze’ye karşı işlediği korkunç suçu kınamaktan kaçınmadı. Corbyn’in liderliği sırasında, konferans salonunda Filistin bayrakları sallanırken parti içindeki hızlı değişim, Starmer’in konuşmasında İsrail’in “kendini savunma hakkına” vurgu yapması ve körü körüne desteklemesiyle daha da belirginleşti.

Bu arada, gölge bakan Afzal Khan, İsrail’in ırk ayrımını sona erdirilmesini talep eden Filistin Dayanışma Kampanyası tezgahının önünde fotoğraf çekildiği için özür dilemek zorunda kaldı.

Parti, siyasi liberal merkezini hızla işgal etmeye çalışıyor ve Muhafazakârların daha da sağa kayışını kullanarak orta seçmenlerin elde edilebileceğini düşünüyor. Starmer, konferans konuşmasında, Corbyn’in liderliğinden bu yana İşçi Partisi’nin artık “jest siyaseti” ve “protesto” partisi olmadığını vurguladı.

Yeni İşçi Partisi döneminin yankıları her yerdeydi ama azınlıkla politika detayları vardı.

Starmer, 1.5 milyon yeni ev planlarının, teknik kolejler ve planlama reformu konularına değindi. Gölge hazine bakanı Rachel Reeves ise özel okul ücretleri üzerindeki KDV’nin yeniden onaylanması gibi bazı ayrıntıları da konuşmasında paylaştı.

Kamu hizmetleri konusunda reform hakkında çok şey duyduk, ancak İşçi Partisi’nin yatırımı artırmadan nasıl başaracağına dair pek bilgi verilmedi.

Ve İşçi Partisi’nin kamulaştırma çağrılarını yerine getirmeyi amaçladığına dair herhangi bir işaret de yoktu. Parti üyeleri ve sendika üyeleri hâlâ bu yönde istekli, bu nedenle konferans enerjinin ulusallaştırılması gibi politikaları kabul etti. Ancak bu oyların parti manifestosuna herhangi bir etki yapmasını bekleyen kimse yok.

Bunun yerine, Reeves ve Starmer tarafından çizilen vizyon, düzenin korunmaya devam edilmesinden başka bir gelecek vaat etmedi.

Dış politika, militarizm ve savaşçılık desteği hakkındaki konuşmalar, konferans salonunda tamamen sorgulanmadan yapıldı. Muhtemel bir İşçi hükümetinin, bizi tehlikeli yola sürükleyen Muhafazakârların yolundan farklı bir yola götürmeyeceği görülüyor.

 

Hackney Belediyesi yeni başkanını seçiyor

0

Bu ayın ara seçiminde Hackney Belediye Başkanı olmak için yarışan altı aday bulunuyor ve listede üç mevcut Hackney meclis üyesi de yer alıyor.

İki aday daha önceden de belediye başkanlığı seçimlerine katıldı.

Ara seçim, İşçi Partisi üyesi Philip Glanville’in eski meclis üyesi Tom Dewey ile olan ilişkisi nedeniyle istifasının ardından yapıldı.

Aileler, parklar ve eğlence alanları gölge kabine üyesi ve Cazenove bölgesi meclis üyesi Caroline Woodley İşçi Partisi için aday.

Dalston meclis üyesi Zoë Garbett, Yeşil Parti adayı olarak ikinci kez yarışta yer alıyor. Geçen yılki belediye başkanlığı seçiminde yüzde 34’lük bir seçmen katılımıyla ikinci sırayı almıştı.

Simche Steinberger, Muhafazakârlar için aday gösteriliyor. Springfield bölgesi meclis üyesi olan Steinberger, düşük trafikli mahalleler (LTN’ler) konusunda karşıt bir görüşe sahip ve halkın İşçi Partisi tarafından tanıtılan politikadan memnuniyetsizliğini kullanarak seçmenleri etkilemeye çalışıyor.

Simon de Deney, Liberal Demokratlar için aday gösteriliyor. 2014 yılında başkanlık için dördüncü sırayı aldı.

Bağımsız aday Peter Smorthit, geçen yıl Hoxton East ve Shoreditch bölgesi meclis seçimlerinde adaydı ve LTN’ler üzerinde referandum yapılmasını talep ediyor.

Napo Sendikası’nın ulusal yöneticilerınden Annoesjka Valent ise, Sendikalar ve Sosyalist Koalisyonu (TUSC) için aday.

2002’den bu yana TUSC ilk defa bir Hackney belediye başkan adayı çıkardı.

Kampanya açıklamasında Valent şunları söyledi: “Hackney’deki işçi sınıfı ve gençler hayal kırıklığına uğratıldı. İşçi partisi belediye başkanları ve meclis üyeleri, Tory hükümetinin kesintilerini kabul etmeyi tercih ediyorlar. Gerçek anlamda 200 milyon sterlinin üzerinde iş ve hizmeti kısıtlaması oldu.

“Sosyalist bir belediye başkanı, ihtiyacımız olan işleri ve konutları yeniden inşa etmeye başlayabilir ve faturayı 10 Numaraya gönderir.”

“Hackney’deki İşçi Partisi, Tory hükümetinin kesintilerine uyum sağladı ve Starmer hükümetinin kesintilerine daha da fazla uyum sağlayacak.”

TUSC’nin seçim vaadi, daha fazla belediye konutu inşa etmeyi ve 13,500 kişilik uzun bekleme listesini ele almak için boş konutları ele geçirmeyi ve özel konutlarda kira kontrolünü içeriyor.

Hackney’deki seçmenler, oy kullanabilmek için yasa değişikliğinden dolayı sürücü ehliyeti veya pasaport gibi fotoğraf kimlik belgesi sunmak zorunda kalacaklar.

Kimlik zorunluluğu, kampanyalardan ve muhalefet politikacılardan güçlü eleştirilere tabi tutuldu ve bu kuralların demokratik olmadığı konusunda uyarılarda bulunuldu.

Sosyal medya paylaşımlarından dolayı hak ihlalleri protesto edildi.

0

Demokratik Güç Birliği Britanya, İngiltere’de dâhil yurt dışında yaşayan Türkiye kökenli göçmen emekçilere karşı sistematik olarak uygulanmaya başlanan sosyal medya paylaşımlarının soruşturma kapsamına alınarak haklarının ihlal edilmesini bir basın açıklaması ile protesto etti.

AKP’nin fişleme ve yasakları yandaş avukatlara yarıyor

Yurt dışında yaşayıp, AKP ve koalisyon ortağı MHP’nin uygulama ve politikalarına karşı sosyal medya üzerinden tepki gösteren ya da en demokratik hakları olan görüşlerini sansürlemeden dile getirenler, haklarında açılan haberdar olmadıkları soruşturmalar nedeniyle gümrük kapılarında göz altılara maruz kalıyor. Pasaportlarına el konularak yurt dışına çıkışları yasaklanıyor. Yurt dışında yaşayıp muhalif kimliği ile öne çıkanları ve sosyal medya hesaplarını takip etmek için kurulan birim tarafından fişlenenler, gümrüklerdeki pasaport kontrol noktalarından alınarak gözaltında soruşturmalara uğruyor. Soruşturmalara uğrayanlar, pasaportlarına el konularak çıkış yasağı alanlar, ya aylarca sürecek olan mahkeme süreçleri ya da iktidara yakın olan avukatlara mahkûm edilerek yüksek meblağlarda paralar ödemek zorunda bırakılıyor.

Hedef susan, korkan ve sindirilmiş bir toplum yaratmak

Tüm bu yaşanan hak ihlallerini protesto etmek için Göçmen İşçiler Kültür Derneği Gik-Der’in ev sahiplik ettiği basın açıklamasında; Türkiye’ye girişlerde yaşanan keyfi göz altılara, yurt dışına çıkış yasaklarına, kefalet dayatmasına, sosyal medyada ifade özgürlüğüne yapılan saldırılara son verilmesi talep edildi.

Basın açıklamasında, “Sosyal medya paylaşımları bahane edilerek, Türkiye’ye girişlerde keyfi gözaltılar, yurtdışı yasakları ve kefaletle salıverilme dayatmasına varıncaya dek türlü yöntemlerle göçmen halkımızın seyahat özgürlüğü ve yaşam hakları ihlal edilmektedir. Kollarını Avrupa’ya kadar uzatan faşist rejim burada yaşayan Türkiyeli ve Kürdistanlı göçmenleri kriminalize ederek korkutma ve sindirme amacını taşıyor. Sosyal medya yasakları ile düşünce özgürlüğüne kelepçe vurulmaya, gözaltı ve soruşturmalarla korku iklimi egemen kılınmaya çalışılmaktadır.Ayrıca farklı Avrupa ülkelerinde özellikle Türkiye üzerinden gelen politik sığınmacılara dönük geri iade etme girişimleri, faşist rejimin yönetimi altında yaşama şansı kalmamış politik insanların yaşam haklarına yönelik tehditler son dönemde artarak devam etmektedir.” İfadelerine yer verildi.

Basın açıklamasının ardından sorulara verilen yanıtlar içerisinde, yurt dışı çıkış yasağı alanlara hukuki destek verilmesi, konunun İngiltere parlamentosu ve kamuoyunun gündemine taşınması için yapılan girişimlerde dile getirildi.