Ana Sayfa Blog Sayfa 62

Lenin’in kilisede ne işi vardı?

Lenin’in Londra yıllarına ilişkin pek çok anı ve belge vardır. Iskra’nın ilk sayısını burada şimdiki adıyla Marx Memory Library’deki küçük odasında hazırladığını biliyoruz. Avrupa’nın hemen her ülkesinden gelen sosyalistlerle buluşmaları, Rusya’dan gelen farklı eğilimlerdeki devrimcilerle, kendi partisinden militanlarla gazetesini ya da yazdığı broşürleri ulaştırmak için kurduğu ilişkileri, tartışmalarını ve bütün bunların dışında gündelik yaşamını Krupskaya, anılarında ayrıntılarıyla anlatıyor. O üç ciltlik keyifli kitaptaki çok ilginç anılar arasında, Lenin’in Londra’da kiliselere gittiğini de öğreniyoruz.

Peki, Lenin ne arıyordu kiliselerde? Günah mı çıkarıyordu, devrimin bir an önce gerçekleşmesi için dua mı ediyordu, mum mu dikiyordu? Komünist bilincin büyük ışığı, Londra’ya gelince hidayete erip imanlı bir Hıristiyan mı olmuştu?

Kafamız karışmasın. Krupskaya’yı okuyarak sorunun cevabını öğrenelim:

“Herhangi bir yerde yapılan ve bizim de katılmadığımız pek az toplantı oluyordu. Bir keresinde, sosyalist bir kiliseye girdik. İngiltere’de böyle kiliseler vardır. Toplantıyı yöneten sosyalist, İncil’den bir şeyler mırıldanıyordu. Biraz sonra, Yahudilerin Mısır’dan çıkışlarının, işçilerin kapitalizmin krallığından çıkıp sosyalizmin krallığına geçişini simgelediğini anlatan bir dinsel öğüt vermeye başladı. Herkes ayağa kalkıp, sosyalist bir ilahi kitabından ilahi söylemeye koyuldu: ‘Ey Tanrım, bizi kapitalizmin Krallığından sosyalizmin Krallığı’na yönelt.’ Bu kiliseye -Yedi Kızkardeşler Kilisesi- gençler için düzenlenen bir konuşmayı dinlemek üzere, sonradan bir kere daha gittik. Bir genç, devrimin gerekli olmadığını kanıtlamaya çalışarak, belediye sosyalizmini anlatırken, daha önceki ayini yöneten sosyalist din adamı söz aldı ve on iki yıldır parti üyesi olduğunu ve on iki yıldır oportünizmle savaştığını -bu belediye sosyalizmi denen şeyin basit ve katıksız bir oportünizm olduğunu- söyledi.[1]

Bu çok ilginç bilgi içinde dikkat çekici ayrıntılar var.

Her şeyden önce, “sosyalist kilise” kavramı araştırmaya değer. Krupskaya, birden fazla sosyalist kilise olduğunu yazıyor. Bunlar nerededir, şimdiki durumları nedir, gerçekten araştırmaya değer. Krupskaya bir ipucu veriyor: “Yedi Kızkardeşler Kilisesi”. İngilizcesiyle Seven Sisters! Yaptığımız küçük bir araştırmada, Londra’da bu adı taşıyan bir kilise bulamadık. Acaba şimdiki Seven Sisters semtinin civarında olabilir mi? Lenin’in Londra’da Russel Square civarında WC1H 9RE posta kodlu evde oturduğunu biliyoruz. Bugün de binanın duvarında bunu belgeleyen bir plaket var. Fakat bu evle Seven Sisters arası yürüyerek iki saatten fazla sürer. Lenin’in buradaki bir kiliseye gelmek için bu kadar zaman ayıracağı çok kuşkulu. Zamanının büyük kısmını British Museum’da geçirdiğini biliyoruz ve burası eve on dakika mesafede. Marx Memorial Library’ye ise yirmi dakikalık bir yürüyüşle ulaşılabilir. Londra’daki yaşamını bir kilometre yarıçapında bir çember içinde geçirdiğini tahmin edebiliriz. O zamanki ulaşım imkânlarını düşündüğümüzde Seven Sisters’a gelmiş olamayacağını düşünebiliriz. Öyleyse Krupskaya’nın kastettiği Seven Sisters kilisesi, Saint Pancras veya Russel Square civarında olabilir. Ve bu, kilisenin adı değil de, orayı kullanan bir inanç grubunun adı olabilir.

İkinci önemli ayrıntı, “sosyalist ilahi kitabı” sözlerinde… Acaba hâlâ var mı? Okuyucularımız arasındaki meraklılardan bu konuları araştırmalarını bekleriz.

Herhalde, sosyalizmin ve devrimin çeşitli sorunlarının tartışıldığı böyle kiliselerin ve sosyalizmi öven ilahilerin izini sürmek İngiltere’de sosyalizmin tarihine ait ilginç ayrıntılar bulmak bakımından önemlidir.

plaque-lenin-36-tavistock-place-london.jpg

lenin-36-tavistock-place-london-uk.jpg

  1. N. Krupskaya, “Lenin’den Anılar Cilt 1”, Bibliotek Yayınları, 1990, sf. 63-64

Lenin’in Londra yıllarına ilişkin pek çok anı ve belge vardır. Iskra’nın ilk sayısını burada şimdiki adıyla Marx Memory Library’deki küçük odasında hazırladığını biliyoruz. Avrupa’nın hemen her ülkesinden gelen sosyalistlerle buluşmaları, Rusya’dan gelen farklı eğilimlerdeki devrimcilerle, kendi partisinden militanlarla gazetesini ya da yazdığı broşürleri ulaştırmak için kurduğu ilişkileri, tartışmalarını ve bütün bunların dışında gündelik yaşamını Krupskaya, anılarında ayrıntılarıyla anlatıyor. O üç ciltlik keyifli kitaptaki çok ilginç anılar arasında, Lenin’in Londra’da kiliselere gittiğini de öğreniyoruz.

Peki, Lenin ne arıyordu kiliselerde? Günah mı çıkarıyordu, devrimin bir an önce gerçekleşmesi için dua mı ediyordu, mum mu dikiyordu? Komünist bilincin büyük ışığı, Londra’ya gelince hidayete erip imanlı bir Hıristiyan mı olmuştu?

Kafamız karışmasın. Krupskaya’yı okuyarak sorunun cevabını öğrenelim:

“Herhangi bir yerde yapılan ve bizim de katılmadığımız pek az toplantı oluyordu. Bir keresinde, sosyalist bir kiliseye girdik. İngiltere’de böyle kiliseler vardır. Toplantıyı yöneten sosyalist, İncil’den bir şeyler mırıldanıyordu. Biraz sonra, Yahudilerin Mısır’dan çıkışlarının, işçilerin kapitalizmin krallığından çıkıp sosyalizmin krallığına geçişini simgelediğini anlatan bir dinsel öğüt vermeye başladı. Herkes ayağa kalkıp, sosyalist bir ilahi kitabından ilahi söylemeye koyuldu: ‘Ey Tanrım, bizi kapitalizmin Krallığından sosyalizmin Krallığı’na yönelt.’ Bu kiliseye -Yedi Kızkardeşler Kilisesi- gençler için düzenlenen bir konuşmayı dinlemek üzere, sonradan bir kere daha gittik. Bir genç, devrimin gerekli olmadığını kanıtlamaya çalışarak, belediye sosyalizmini anlatırken, daha önceki ayini yöneten sosyalist din adamı söz aldı ve on iki yıldır parti üyesi olduğunu ve on iki yıldır oportünizmle savaştığını -bu belediye sosyalizmi denen şeyin basit ve katıksız bir oportünizm olduğunu- söyledi.[1]

Bu çok ilginç bilgi içinde dikkat çekici ayrıntılar var.

Her şeyden önce, “sosyalist kilise” kavramı araştırmaya değer. Krupskaya, birden fazla sosyalist kilise olduğunu yazıyor. Bunlar nerededir, şimdiki durumları nedir, gerçekten araştırmaya değer. Krupskaya bir ipucu veriyor: “Yedi Kızkardeşler Kilisesi”. İngilizcesiyle Seven Sisters! Yaptığımız küçük bir araştırmada, Londra’da bu adı taşıyan bir kilise bulamadık. Acaba şimdiki Seven Sisters semtinin civarında olabilir mi? Lenin’in Londra’da Russel Square civarında WC1H 9RE posta kodlu evde oturduğunu biliyoruz. Bugün de binanın duvarında bunu belgeleyen bir plaket var. Fakat bu evle Seven Sisters arası yürüyerek iki saatten fazla sürer. Lenin’in buradaki bir kiliseye gelmek için bu kadar zaman ayıracağı çok kuşkulu. Zamanının büyük kısmını British Museum’da geçirdiğini biliyoruz ve burası eve on dakika mesafede. Marx Memorial Library’ye ise yirmi dakikalık bir yürüyüşle ulaşılabilir. Londra’daki yaşamını bir kilometre yarıçapında bir çember içinde geçirdiğini tahmin edebiliriz. O zamanki ulaşım imkânlarını düşündüğümüzde Seven Sisters’a gelmiş olamayacağını düşünebiliriz. Öyleyse Krupskaya’nın kastettiği Seven Sisters kilisesi, Saint Pancras veya Russel Square civarında olabilir. Ve bu, kilisenin adı değil de, orayı kullanan bir inanç grubunun adı olabilir.

İkinci önemli ayrıntı, “sosyalist ilahi kitabı” sözlerinde… Acaba hâlâ var mı? Okuyucularımız arasındaki meraklılardan bu konuları araştırmalarını bekleriz.

Herhalde, sosyalizmin ve devrimin çeşitli sorunlarının tartışıldığı böyle kiliselerin ve sosyalizmi öven ilahilerin izini sürmek İngiltere’de sosyalizmin tarihine ait ilginç ayrıntılar bulmak bakımından önemlidir.

plaque-lenin-36-tavistock-place-london.jpg

lenin-36-tavistock-place-london-uk.jpg

  1. N. Krupskaya, “Lenin’den Anılar Cilt 1”, Bibliotek Yayınları, 1990, sf. 63-64

 

Londra’nın ölmüş meslekleri

Üretim teknik ve aletleri değiştikçe, bir zamanlar insanların toplumsal hayat için çok önemli olan bazı mesleklere ve zanaatlar ölmeye başlar. Bundan elli yıl öncesine kadar Anadolu’nun birçok kentinde, lonca geleneğinin kalıntısı çarşılar bulunurdu. Bakırcılar çarşısı, demirciler çarşısı, terziler çarşısı gibi… Sonra, konfeksiyon giyim, plastik, alüminyum, paslanmaz çelik gibi yeni ürünler çıkınca bunların hiçbirinin yapacağı iş kalmadı. Ölen meslekler arasında, teknolojiye devredilen kent hizmetlerini bireysel olarak yapan insanların işleri de var.

Anadolu’yu bırakıp Londra’ya geçelim. İşte ölen mesleklerin en ilginçleri ve son kahramanlar!

Lamba Yakıcılar

Elektriğin kent aydınlatılmasında kullanılmasından öce, Londra’da sokak lambalarını akşam yakıp sabah söndüren “çakmakçılar” vardı. Bunlar, Lamplighter olarak adlandırılırdı. Bu kişiler, belirli saatlerde lambaları yakmak ve yine tespit edilmiş saatlerde söndürmekle görevliydiler. Ayrıca lambaların temizlenmesi, bozulmuşlarsa onarılmaları da onların işiydi. Haftalık ücretleri 2 pound idi! 43 Yıl bu işi yapan Mr. John Maher, resmi kayıtlara göre, 150 bin mil yol yürümüş. Londra sokakları elektrikli aydınlatmaya II. Büyük Savaş sonrasında kavuştu. Kimi tarihi sokaklarda tek tük kalan lambalar da 1985’te elektriğe bağlanınca son Lamlighter Cliff Bulhmann da emekliye ayrıldı.

Fare Yakalayıcılar

Londra’nın fareleri meşhurdur. Özellikle okyanus ötesi ticaret gemilerinin ambarlarında Londra limanlarına kadar seyahat edip kente yayılan ve hızla çoğalan dev fareler, büyük baş belası idi ve hâlâ öyledir. Kuşkusuz Londra’nın endemik fare türlerine ev sahipliği yaptığı da tarihsel bir gerçek… Şimdi büyük şirketlerin yaptığı fare temizlik operasyonlarını eskiden bunu meslek edinmiş insanlar yapıyordu. Sokakları arşınlayıp ev ev hizmet veren bu insanların geliştirdikleri fare yakalama teknikleri, mesleğin nasıl bir yaratıcılık ve cesaret gerektirdiğini gösteriyor. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte, kadınlar fare yakalama işinde öne geçtiler. Sivil hayatta ve orduda çok sayıda kadın fare avcısı olarak görevlendirildi.

Knocker-Ups

Bu mesleğin adına Türkçe bir karşılık bulmak zor. Yapılan iş, işçi mahallelerinde evlerin kapılarını vurarak fabrika düdüklerinden önce işçileri uyandırmak. Fabrika işçilerinin görevlerine erken başlamaları gereken İngiltere’nin kuzeyindeki üretim merkezlerinde ve elbette Londra’da özellikle yaygındı. Bu işi yapanlar çoğunlukla ellerinde bir fener ve kapıları vurmak için kullandıkları bir tokmakla sabahın köründe sokakları dolaşan yaşlı kadınlardı. Bradford’da 85 yaşında mesleği bırakan Catherine Jowett kırk yıl boyunca güneş doğmadan kalkıp kapıları tokmaklamıştı!

Bunlar ölmüş mesleklerin en az bilinenleri ve ilginç olanları. Bunların yanı sıra baca temizleyicisi çocuklar, Thames nehrinde çamur içinde satılabilecek eşyalar arayanlar, küçük el arabalarıyla evlerden paçavra, kemik ve kâğıt toplayanlar, kavşak süpürgecileri ve elbette atlı araba sürücüleri sayılabilir. Günümüzde de böyle göze çarpmayan, meslek sayılmayan pek çok iş vardır kuşkusuz. Bunların da kayda geçmesi iyi olurdu!

 

İngiltere’de çeteler tarihi – 1

Son zamanlarda popüler bir Netflix dizisinde Londra’da XX. Yüzyıl başlarında yaşanan çeteleşme ve siyaset ilişkileri anlatılıyor. Dizinin baş figürü olan Peaky Blinders tam olarak anlatıldığı gibi değilse de, gerçekten var olmuş bir ailenin adı. Bu sokak çetesi 19. yüzyılın sonundan, 1900’lerin başına kadar, Birmingham’da hüküm sürdü.

Kuşkusuz tek çete bu değildi. İngiltere’nin polis giremeyen sokakları, işçi sınıfının en yoksul kesimlerinden ve işsizler arasından doğan pek çok çete besliyordu. Sert ekonomik koşullar içinde yaşabilmek için, büyük ölçüde alt ve orta sınıflardan genç erkeklerin bulduğu bir yoldu çetecilik. Soygun, şiddet, şantaj, yasadışı bahis ve kumardan beslenerek büyüyen çeteler, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir güç de elde etmişlerdi. Yoksul halk tarafından destekleniyorlar ve korunuyorlardı.

Bunlar arasında Peaky Blinders çetesinin özel bir yeri vardı. Bu çetenin üyeleri, özel dikim ceketler, yakalı paltolar, düğmeli yelekler, ipek eşarplar, dar paçalı pantolonlar, deri çizmeler ve sivri düz şapkalardan oluşan özel bir kıyafet giyiyorlardı. Blinders’ın hâkimiyeti, Birmingham ve çevresindeki bölgelerde toprak kavgasına tutuştukları “Sloggers” gibi rakiplerini yenmeleriyle büyüdü. Daha büyük bir çete olan Billy Kimber tarafından yönetilen Birmingham Boys çetesi tarafından yenildikleri 1910’a kadar yaklaşık 20 yıl boyunca kontrolü ellerinde tuttular. 1920’lerde ortadan kaybolmalarına rağmen, “Peaky Blinders” adı, Birmingham’daki herhangi bir sokak çetesini adlandırmak için anonim hale geldi.

Blinders ailesi, yalnızca “yasa dışı” işler yapan bayağı bir suç örgütü değildi. Sendikalarda, siyasi partilerde ve polis için de etkili olmayı başarmıştı.

Zaman zaman sendikalardaki komünist faaliyetlere karşı polis tarafından kullanıldıkları olsa da, ikili oynadıkları durumlar da oluyordu. İrlandalı isyancılara silah temin ettikleri, ya da grevleri destekledikleri de olmuştu. Birinci Emperyalist Savaş sonrasında hükümetin katı tutumu ve özellikle çeteleri birbirine kırdırma politikası bir süre için bu çapta büyük çetelerin Amerika merkezli çalışmalarına yol açtı. İngiltere onlar için sadece bir üstü artık.

Önümüzdeki sayılarda, çocuk ve kadın çetelerinin derin tarihine ineceğiz!

 

Futboldan çok skandalları tartışılan turnuva: Katar 2022

0

Dünyanın en prestijli futbol turnuvası olarak gösterilen ‘FİFA Dünya Kupası’ 22. turnuvası Katar’da başladı. Yeni yapılan 8 statta 32 takım 64 karşılaşmaya çıkacak ve turnuva 18 Aralık’taki final karşılaşması ile son bulacak.

Her dönem az çok tartışmaların yaşandığı bazı magazinsel fiyaskoların konuşulduğu turnuvalar izledik, ancak Katar 2022 dünya kupası turnuvaların en tartışmalısı olarak tarihe geçecek görünüyor.

RÜŞVETİN BELGESİ Mİ OLUR?

2 Aralık 2010’de yapılan oylama ile 2022 turnuvasının ev sahibi ülke olarak FİFA tarafından Katar açıklanmış ve tartışmalar o zamandan başlamıştı. Dönemin FİFA başkanı Sepp Bletter şunları söylemişti: “UEFA eski başkanı Platini beni aradı ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Katar’a oy vermemi istediğini söyledi.” 6 ay sonra Katar, Fransa’dan 14.6 milyar dolarlık bir ödemeyle Rapelle jetleri satın aldı. Rüşvet tartışmaları böyle başladı. Rüşvet söylentileri turnuvanın açılış maçına da yansıdı, Katar ve Ekvator arasında oynanan açılış maçı öncesi söylentilere göre ‘Katarlı yöneticiler Ekvator milli takımında oynayan 5 oyuncuya takımlarının mağlubiyeti karşılığında para teklif etmişti.

GÖKKUŞAĞI’NA FİFA’DAN RET

Bunların yanı sıra Alkol yasağı turnuvanın en çok konuşulan konuları arasında yerini aldı. Ayrıca Katar’ın Dünya Kupası resmi elçilerinden birinin eşcinselliği ‘beyindeki bir hasar’ olarak nitelendirmesi tartışmalara yol açtı. Buna karşın Danimarka, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın aralarında olduğu dokuz takımın kaptanları maçlara gökkuşağı logosu taşıyan kolluklarla çıkmak istediklerini açıkladı, ancak FIFA buna izin vermedi.

STADYUMLARDA İŞÇİ KANI

Büyük çoğunluğu Hindistan, Nepal, Pakistan, Bangladeş ve Sri Lanka’dan gelen göçmen işçiler, Katar’ın Dünya kupasına ev sahipliği yapmaya hak kazandığı 2010 yılından bu yana stadyum ve tesis inşaatlarında çalıştılar. Net olarak kanıtlanamayan iddia, inşaat alanlarında çalışan yaklaşık 6500 işçinin iş cinayetlerinde hayatlarını kaybettiğine ilişkin. Katar hükümet kaynaklarından derlenen veriler bile, sadece DOHA’da 2010 yılından turnuva başlayana kadar her hafta inşaatlarda 12 işçinin öldüğünü gösteriyor.

KİRALIK TARAFTARLAR

Tabii tartışmalar bunlarla da bitmiyor. Turnuvaya ilginin çok yüksek olmaması gerekçesiyle turnuvaya katılan her ülke için ayrı ayrı olmak üzere Pakistan’dan günlük 10 dolar, üç öğün yemek ve ücretsiz konaklama imkanı sağlanarak taraftar kiralandı. Ayrıca bazı İngiliz taraftarlara da ülke ve turnuva hakkında sosyal medyada olumlu yorumlar yapmaları karşılığında günlük 105 dolar ve ücretsiz uçak biletiyle birlikte 5 yıldızlı otellerde konaklama imkanı sunulduğu da konuşulanlar arasında.

TÜRKİYE TURNUVADA YOK

Türkiye milli takımı dünya kupası turnuvasına katılmamış olsa da adından söz ettirmeyi başardı. Yaklaşık on yıl önce Mısır’da askeri darbe ile yönetime el koyan Abdul Fettah el Sisi ile Türkiye Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan çok sıcak bir görüşme gerçekleştirerek kamuoyunun gündemine girdi. Erdoğan yıllardır Sisi için “darbeciler ile kesinlikle görüşmem” diyerek Mısır ile ilişkileri askıya almıştı.

İRAN PROTESTO EDİLDİ

İran’da 22 yaşındaki Mahsa Emini’nin gözaltına alındıktan sonra öldürülmesi üzerine başlayıp devam eden protestolar turnuvada da devam etti. İngiltere ile İran arasında oynanan karşılaşma öncesi yapılan seremonide İranlı futbolcular milli marşı söylemezken, tribünlerde ise bazı taraftarlar “Kadınların yaşamına özgürlük” pankartları açtı.

ZORLAMA PR ÇALIŞMALARINA RAĞMEN…

Önceki turnuvalarda kullanılmayan birkaç teknolojik yenilik üzerinden tüm bu yukarıdaki tartışmaları örtmeye çalışan FİFA ve Katar yetkilileri çok başarılı olmuşa benzemiyor.

Yarı otomatik ofsayt teknolojisi tüm maçlarda kullanılıyor. Ayrıca tüm statlarda özel soğutma üniteleri ile hava sıcaklığı 18-24 derecede tutulmaya çalışılıyor. FİFA Player uygulaması ile tüm oyuncuların istatistik verileri toplanıyor. Teknolojik Palmiye uygulaması ile enerji ve Wİ-Fİ hizmetleri veriliyor. Ulaşım büyük oranda elektrikli otobüslerle yapılıyor. İçinde özel bir cip bulunan turnuvaya özel yapılmış Top; AL-RİHLA bile bu turnuvanın tarihin en tartışmalı turnuvası olmasının önüne geçemeyecek gibi duruyor.

 

 

Gazetecilik konusunda anlayış eksikliği olan polisler eğitim görecek

0

Londra’nın çevreyolu M25’te, “Just Stop Oil” isimli aktivist grup tarafından 7 Kasım’da yapılan protesto eylemini takip eden gazeteciler Rich Felgate, Tom Bowles, Charlotte Lynch ve ismi öğrenilemeyen bir gazeteci “toplumun huzurunu bozmaya dönük komplo kurmak” suçlamasıyla gözaltına alınmıştı.

“Gazeteci olduğumuzu ısrarla belirtmemize ve basın kartlarımızı göstermemize karşın bizi gözaltına aldılar, korkunçtu.” açıklamasını yapan Tom Bowles’ın gözaltına alınma görüntüleri sosyal medyada büyük tepki çekmişti.

Hertfordshire Polisi, serbest gazetecilik yapan Bowles’ı 15 saat, Felgate’i 13 saat ve LBC muhabiri Lynch’i ise beş saat gözaltında tuttuktan sonra serbest bırakmıştı. Polis raporlarına göre, (ismi öğrenilemeyen) dördüncü gazetecinin de 10 saat sonra serbest kaldığı anlaşılıyor.

Hertfordshire Polis Teşkilatı Müdürü David Lloyd gazetecilerin gözaltına alınması ile ilgili olarak kurum içi komisyona (Police and Crime Panel) yaptığı açıklamada, polis memurlarını savunmadığını ancak medyanın da olayları nasıl haberleştirdiğini gözden geçirmesi gerektiğini düşündüğünü söylemiş ve olayın bağımsız bir başka polis komisyonu tarafından inceleneceğini belirtmişti.

Baş Müfettiş Jon Hutchinson’ın başkanlık ettiği ilgili bağımsız komisyonun gazetecilerin gözaltına alınmasıyla ilgili inceleme raporu geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Raporda öncelikle, polis memurlarının kendilerine verilen talimatı yerine getirdiği ve protesto öncesi yapılan planlarda gazeteciler planlamaya dahil edilmediği için “böyle bir sonuç” ile karşılaşıldığı ifade ediliyor. Ancak devamında gazetecilerin haber takibi amacıyla polislerin faaliyet alanlarında bulunacaklarının “tamamen öngörülebilir” olduğu da vurgulanıyor.

Raporda polis memurlarının “medyanın rolü ve gazetecilerin nasıl çalıştıkları konusunda anlayış eksikliği olduğu” ve polislerin yetkilerini uygun şekilde kullanmadığı ifade ediliyor. İnceleme komisyonu, gazetecilik faaliyetleriyle bağlantılı haklar, görevler ve sorumluluklar ele alınırken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) “Gsell v İsviçre” kararına dikkat edilmesi gerektiğini söylüyor ve kararda belirtildiği üzere polis memurlarının gazetecilerin protestolara erişimini engellemek konusunda her bir vaka için özel olarak karar vermesi gerektiğini hatırlatıyor. (Gsell v İsviçre: Bir gazetecinin 2009 yılında Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu toplantısına yönelik protestoları takibinin engellemesi konusundaki AİHM davası).

Raporda ayrıca Polis Koleji ile Ulusal Gazeteciler Sendikası’nın (NUJ) işbirliğiyle polis memurlarına gazetecilerle etkileşim konulu bir eğitim verilmesi tavsiyesinde bulunuluyor.

Gazeteciler Sendikası konuyla ilgili açıklamasında, polisin yetkilerini uygun şekilde kullanmadığına dair önemli bir kabulü içeren ve gazetecilerle etkileşim konusunda polis memurlarının acil eğitime ihtiyacı olduğunu tespit eden söz konusu raporu memnuniyetle karşıladıklarını belirtti. NUJ Genel Sekreter yardımcısı Séamus Dooley ayrıca, gazetecilerin mesleki faaliyetlerinin farklı polis teşkilatlarının farklı uygulamalarına göre kısıtlanmaması için ülke çapında tüm polis teşkilatını kapsayan tutarlı bir yaklaşım gerektiğini ifade etti.

Gözaltına alınan gazeteciler ise Hertfordshire polis teşkilatının kendilerinden özür dilediğini duyurdu.

 

Askeri harcamalar ve savaşlar iklim değişikliği ile mücadeleyi baltalıyor

Dünya liderlerinin COP27 olarak adlandırılan Birleşmiş Milletler iklim değişikliği zirvesi için Mısır’da toplandıkları günlerde Ulusötesi Enstitü (Transnational Institute) bir rapor yayınladı. Raporla, dünyanın en zengin ülkelerinin silahlanma harcamalarının, iklim krizinin yıkıcı etkilerine en fazla maruz kalan ülkelere yaptıkları yardımlardan 30 kat daha fazla olduğuna dikkat çekildi. İklim krizine en çok neden olan ülkelerin verdikleri sözlerle çelişen pratikleri ve ikiyüzlülükleri teşhir edildi.

Rapora göre, aralarında Britanya’nın da olduğu dünyanın en zengin 23 ülkesi 2013 ile 2021 arasında silahlanmaya 9.45 trilyon dolar harcadı. Aynı dönem içinde iklim değişikliği için yapılan harcamalar ise 243.9 milyar dolarda kaldı. COP27 zirvesi esnasında yayınlanan rapor, askeri harcamaların ve savaşların sadece karbon emisyonunu arttırmadığını aynı zamanda iklim krizi için kullanılacak kaynakları tükettiğine de dikkat çekti. En zengin ülkeler 2009 yılında, iklim değişikliği ile mücadele etmek için ayırdıkları bütçeyi 2020 yılından itibaren yıllık 100 milyar dolara çıkaracaklarını taahhüt etmişlerdi. Gelinen noktada bu taahhütlerini yerine getiremeyen en zengin ülkeler 2013’ten buyana askeri harcamalarını ise % 21.3 oranında arttırdı.

Ukrayna savaşı iklim krizini nasıl etkiledi?

Ulusötesi Enstitü yayınladığı raporda Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin iklim değişikliği üzerinde ki etkilerine dair de veriler yer alıyor. İşgalin başlamasının ardından sadece savaşan ülkeler değil, başta Avrupa olmak üzere Ukrayna’ya destek veren ülkelerin askeri harcamalarında ve ona bağlı olarak da sera gazı emisyonunda belirgin oranda artış var. Rusya askeri harcamalarını %27 oranında arttırmayı onayladı. ABD ise askeri bütçesini 2023 yılında 840 milyar dolar gibi rekor bir seviyeye çıkaracak. ‘Askeri hedefler söz konusu olduğunda iklim değişikliğine dair öncelikler kolayca geriye atılmakta’ uyarısının yapıldığı raporda, Britanya, iklim için ayrılan bütçeden 1 milyar sterlini Ukrayna’yı desteklemek için kullanma kararından dolayı eleştirildi. Almanya, Haziran’da askeri harcamalarını 104 milyar sterlin arttırdığını açıklarken, Norveç, Ukrayna savaşı süresince iklim bütçesini askıya aldığını duyurdu. Raporda iklim değişikliği zirvesine ev sahipliği yapan Mısır’ın askeri harcamaları da öne çıkartıldı. Mısır için ‘iklim değişikliğine karşı mücadeleden daha çok askeri harcamaları ile biliniyor’ tanımlaması yapıldı. Dünyanın en fazla silah alan beşincisi ülkesi konumunda olan Mısır, 2017 ile 2021 arasında en çok Rusya, Fransa ve İtalya’dan silah satın aldı.

Dünyada silahlanmaya en fazla harcama yapan, ABD, Britanya ve Fransa aynı zamanda dünyada en fazla sera gazı emisyonuna neden ülkeler olarak da biliniyor.

 

İran’da molla rejim için sonun başlangıcı

Üzerimizde Ahrimen (kötülük tanrısı )’in gölgesi var.

Varlığımız düşman ayakları altındadır.

Bizim mezarlıktan usulca geçin.

Burası kan gölüne dönüşmüş.

Yıllar geçmiş ve korku her yeri sarmış.

Ve kötü dönem hep tekrarlıyor.

Ufukta bir yüz görünüyor.

Güzel yüzlü biri at sırtında geliyor.

Saçlarını dağıtıp rüzgara bırakmış.

Elinde dimdik tuttuğu kılıçla ölümsüz birine benziyor.

Kuşkusuz ki ben erkeklerden umudumu kestim.

İran’ın gelecekteki Kawa’sı bir kadındır.

Baskı altında yaşayanlar,

asırlardır boynumuza bir urgan sarılmış gibi.

Sabırlar bir gün tükenecek.

Ve bunu apaydın görebiliyorum.

Şimdi bu ince ruhların adı Lale, Nergiz, Naz ve Susen olabilir.

Belki de içlerinden bir de Gordaferit (İran mitolojisinde savaşçı bir kadın) çıkacak.

O zaman gör ki kadın bir tek ateş değil, aynı zamanda demirdendir.

Kaçınılmaz, elinde kılıçla gelecektir.

O ki elleri iğneden kanayan, zincirleri kıracak.

Ve göreceksin elindeki kılıç aslan devirir.

Ben erkeklerden umudumu kestim.

Kuşkusuz ki İran’ın gelecekteki Kawa’sı bir kadındır.” [Fereydun Muşiri (çev: A.H)]

43 yıldır iktidarda olan Molla rejimi halka yoksulluk, baskı, katliam ve terörden başka bir şey vermedi. Rejimden en çok baskı gören kesim ise kadınlar oldu. 1979’da mollaların iktidara gelmesinin ardından şeriat kanunları gereğince kadınların başörtüsü takması zorunlu hale getirildi ve kadın hakları kısıtlandı. Toplum üzerine ölü toprağı serpildi. Adları ve haberleri pek duyulmasa da molla rejimine karşı hayatlarını tehlikeye atarak başörtülerini çıkarıp yakan ve yırtan yine kadınlar oldu.

Yirmi yıl önce hayata gözlerini yuman İranlı şair Fereydun Muşiri kadınların cesaretini ve özgürlüğe olan sevdalarını görmüş olacak ki, yukardaki şiiri kaleme almış.

Kadınların rejime karşı öfkesi birikti.

13 Eylül 2022’de Kürt kızı Jîna Mahsa Amini başörtüsü kurallarına uymadığı gerekçesiyle gözaltına alındı, yapılan işkence sonucu komaya girdi ve 16 Eylül’de hayatını kaybetti. Olayı duyuran gazeteci Nilüfer Hamedi tutuklandı ve idamla yargılanmaktadır.

Mahsa Amini kıvılcım oldu. Yılların birikimi ve öfkesi sokağa indi. Başlarda protestolara herkesin bayraksız katılması çağrısı yapıldı ve bayraklara tepkiler olsa da engellenemedi. Mücadele farklılıkları zenginlik olarak birleştirdi.

Bazı örnekler vermek gerekirse; Mahsa Amini toprağa verilirken annesi mezar başında saçlarını kesti. Saç kesme Kürtlerde yas geleneğidir ve dünyada saç kesme protestosu başladı. Jin, Jiyan, Azadi sloganı Kürtleri aşıp bütün İran’a yayıldı. Ardından ellerini ve ayaklarını direğe kenetleme protestosu izledi. 30 Eylül’de Sistan ve Belucistan eyaletinin merkezi olan Zahidan kentinde cuma namazı çıkışında protestolar bahane edilerek rejim güçlerince Beluci halkından 82 kişi katledildi. Yaralı yakalanan Huda Nur adından bir gencin oturtularak, elleri ve ayaklarından direğe bağlanması, su istediğinde ulaşamayacağı şekilde bardakla getirilip gözün önüne konulması büyük tepkilere neden oldu ve rejime karşı sporcuların öncülüğünde ellerin ve ayakların direklere kenetlenme protestosu başladı.

Bahtiyari halkından bir çocuk anasının gözleri önünde katledildi. Çocuğun adı Kian Pirfelek’ti ve on yaşındaydı. Mezarı başında annesi yaptığı konuşmada, “benim çocuğumun bir tek inancı vardı. O da gökkuşağı Tanrısı idi” diyordu.

Rejim güçleri ölenlerin ailelerini zorla televizyona çıkarıp rejim lehine konuşmaya zorlarken, Kian Pirfelek’in annesi de getirdi. Ancak rejimin gözden kaçırdığı önemli bir konu vardı. Anne kırmızı ceket giymişti. Kırmızı renk Bahtiyarilerde intikam anlamına geliyor ve verilen mesaj açıktır. Acılar ve öfke birleşti.

16 Eylül’den bu yana yüzlerce insan katledildi, 17 bin kişi tutuklandı. 9 Kasım’da parlamentoda 227 vekilin onayıyla tutukluların idam kararı onaylandı. Ancak rejim kararı halkın korkusundan daha açıklamış değil.

2019’da yapılan protestolarda halk acemiydi, mollalar büyük katliam yapmıştı. Bu sefer halk yaşanacak bir yenilgide rejimin daha büyük katliamlar yapacağını bilmektedir.

Korku duvarı yıkıldı. Dünya kupasında İran milli futbol takımının milli marşı okumaması (İran devlet televizyonu o bölümü göstermemiş), Kadın basketbol takımının başörtüsüz poz vermesi her alanda rejime meydan okumaktır.

43 yıllık molla rejimi için sonun başlangıcı, kadınların başlattığı protestolar halk isyanına dönüştü. İranlılar “bu bir devrim” diyor. Bize selamlamak ve dayanışmak düşüyor.

 

Yargı kararına rağmen Suudi Arabistan’a silah satışı devam ediyor

0

Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’a ABD yönetiminin dokunulmazlık hakkı tanıdığı Suudi Arabistan’a, İngiltere’nin sadece bu yıl 700 milyon sterlin değerinde silah satışı yaptığı ortaya çıktı. Ortadoğu’nun en baskıcı rejimlerinden biri olan Suudi Arabistan’a; açıktan işlenen cinayete ve yıllardır Yemen’de sürdürdüğü savaşa karşın ne ABD ne de İngiltere ses çıkarmıyor. ABD, Gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürtmekten cinayetle suçlanan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, yaptığı ticari ve silah anlaşmaları sayesinde ABD ve İngiltere tarafından aklanıyor, dokunulmazlık zırhı ile korumaya alınıyor.

Satılan silahların çoğunluğu Yemen’de kullanılan güdümlü bombalar

En son geçtiğimiz Mart’ta, dönemin Başbakanı Boris Johnson tarafından ziyaret edilen Suudi Arabistan’a Muhafazakar Hükümet’in 700 milyon sterlin değerinde silah sattığı Silahlanma Karşıtı Kampanya CAAT tarafından ortaya çıkartıldı. CAAT’ın 2019 yılında açmış olduğu dava nedeniyle Yargıtay tarafından silah satışının askıya alındığı Suudi Arabistan’a, mahkeme kararına karşı silah satışı devam etmiş. Uluslararası Ticaret Sekreterliği (Department for International Trade) tarafından geçtiğimiz ay içinde açıklanan rakamlar, İngiltere’nin Nisan ve Temmuz arasında Suudi Arabistan’a 746 milyon sterlinlik silah satışı için onay verdiğini açığa çıkardı. CAAT’ın yaptığı analize göre satılan silahların ezici çoğunluğunu, 698 milyon sterlinlik kısmını bomba aksamı oluşturuyor. CAAT, yapılan anlaşmanın muhtemelen Suudi Arabistan tarafından Yemen’de yaygın olarak kullanılan ve Raytheon Systems UK tarafından üretilen lazer güdümlü bombaları içerdiğini iddia ediyor. İngiltere’nin Suudi Arabistan’a bomba satmaya devam etmesine dair, CAAT araştırma koordinatörü Sam Perlo-Freeman bir değerlendirme yaptı. Perlo-Freeman değerlendirmesinde; “Bu silahların öncelikli bir amacı var: tam ölçekli savaşa dönülmesi durumunda Suudi Arabistan’ın, Yemen’i etkisiz kılacak şekilde bombalamaya devam etmesini sağlamak.” ifadelerine yer verdi. Perlo-Freeman aynı değerlendirmede İngiltere’nin silah satmakta beis görmediği Suudi Arabistan’daki durumu; “Bunun ötesinde, reşit olmayanları uydurma suçlamalarla infaz eden, itiraf almak için mahkumlara rutin olarak işkence yapan ve hükümeti eleştiren Tweetler nedeniyle kadınları onlarca yıl hapse gönderen acımasız bir rejimi güçlendiriyor ve destekliyorlar.” Sözleri dile getirdi.

Suudi Arabistan’ın Yemen’de felaket boyutunda yıkımlara yol açan bombalama saldırılarını başlattığı 2015 yılından buyana İngiltere, insan hakları ihlallerine dair delil ve raporlara rağmen Suudi Arabistan’a milyarlarca sterlin değerinde silah ve askeri teçhizat sattı. İngiltere’nin uluslararası ve kendi yasalarını ihlal eden silah ticareti CAAT’ın açtığı dava neticesinde 2019 yılında askıya alındı fakat sonrasında mahkeme kararının hiçe sayılarak silah satışının devam ettiği ortaya çıktı.

Baskıcı rejimlerin suçları silah ticareti ile aklanıyor

CAAT, İngiltere hükümetini, Suudi Arabistan’ın uluslararası insan haklarını ihlal etmesini dikkate almadan devam ettirdiği silah satışı için yeniden mahkemeye vermeye hazırlıyor. Yapılan silah ticaretini yasadışı olarak değerlendiren CAAT önümüzdeki yıl açacağı dava ile hükümetin Suudi Arabistan’a silah satışını bir kez daha durdurmaya çalışacak. Silah satışına dair yayınlanan rakamlar Nisan ve Temmuz tarihleri arasında İngiltere’den en fazla silah satın alan ülkenin Katar olduğunu gösteriyor. Katar’ın bu dönemde İngiltere’den aldığı savaş uçakları ve aksamı için ödediği faturanın tutarı 2.4 milyar sterlin.

 

Kadınlar 25 Kasımda Daymer’de buluştu

0

Londra’da yaşayan kadınlar Day-Mer Kadın Komisyonun’nun düzenlediği 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete karşı Mücadele ve Dayanışma Günü Etkinliğinde biraraya geldiler.

Bizler Londra’da çalışma yürüten Daymer Kadın Komisyonu olarak 25 Kasım gününde mücadele ve dayanışmanın gücünü göstermek adına kahvaltılı toplantı etkinliği ile bir araya geldik.

26 Kasım Cumartesi düzenlenen kahvaltının ardından katılımcılarımız, psikolog Gülnihal Dursun ve avukat Ruken Süphandağ’ın katılımıyla gerçekleşen sunumu dinlediler.

Komisyon adına toplantıda kolaylaştırıcı olan Güngör Kuş sunumlardan önce 25 Kasım’ın nasıl ilan edildiğinden ve öneminden bahsetti.

Konuşmasında “Dominik’te yaşayan herkesin, eşit ve adil bir biçimde yaşayabilmesi mücadelesi ile başlamıştı Mirabel Kardeşler’in mücadelesi. Bilinmelidir ki Mirabel Kardeşler’den kadınlara kalan büyük bir miras var! Hiçbirimiz hayatlarımız pahasına mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Bugün 25 Kasım’da, her türlü hakkımız için birleşeceğiz, sesimizi yükselteceğiz.” Güngör, Mirabel Kardeşlerin mücadelesinin günümüzde de önemini koruduğunu vurguladı, “Evet şuan ki dünya durumu da 1960’larda Mirabel kardeşlerin mücadele ettiği dönemden çok da farklı değil. Kazandığımız hiçbir şey bize egemenler tarafından bahşedilmedi, yaşamlarımız pahasına mücadele ederek kazandık. Bizleri boyundurluğu altına alan erkek egemenliğine karşı tüm dünyada birlikte yükselteceğimiz kadın mücadelemizle özgürlüğü ve eşitliği kazanacağız. Eşitsizlik, cinsiyete ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ortadankalkmadan kadınlara karşı şiddet ortadan kaldırılamaz. Geniş, ama olabildince yerel, kadınların temel dertlerini gündem eden, yoksullukla şiddet, işyeriyle ev, evle işyeri arasında bağ kurabilen, sözünü yalnızca meydanlarda değil, mahallelerde kurabilen bir örgütlenme ağı ve kadınların kendilerini içinde hissedebilecekleri bir mücadele ekseniyle örgütlenerek çalışmalarımıza devam edeceğiz. Bu sebeple de Day-Mer Kadın Komisyonu olarak, kadın çalışmamızı yürütebileceğimiz, büyütebileceğimiz araçlar üretmeye de çalışıyoruz. 25 Kasım mücadele günü etkinliğimiz de bunlardan bir tanesi. Faaliyetlerimizi, çalışmalarımızı ve mücadelemizi sizlerin de katkılarıyla büyütmeye devam edeceğiz” diyerek sözlerini tamamladı.

Şiddetin tanımından, çeşitlerinden ve kadınlara ve çocuklara olan etkisinden bahseden Gülnihal, “Kadına şiddetin ana nedenleri içerisinde köklü bir ataerkil sistem vardır. Değişen toplumsal koşullar ve değer yargılarına bağlı olarak yeni faktörler de etkilidir. Kadına yönelik menfi tutum, kadının yaradılıştan eksik bir varlık olduğu, erkeğin himayesine ihtiyaç duyduğu, himaye edenin de her türlü hakka sahip olduğuna dair düşünceler.

Toplumun her kesiminde yaşanan kadına yönelik şiddet, aile içerisinde gerçekleştiğinde erkeğin kadına tam tahakküm arzusunun bir yansıması ve sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Bu tahakküm arzusu kadının her açıdan sağlığını tehdit ettiği gibi, ailedeki bütün bireylerin de toplumsal yaşama sağlıklı katılımını sekteye uğratmaktadır” diyerek sözlerini tamamladı.

“Aile içi şiddet durumunda şiddeti önlemek ve korunmak için nerelere başvurulur? Aile içi şiddet mağduru olup süresiz oturumu ya da vatandaşlığı olmayanlar İngiltere`de kalmak için nasıl bir yol izleyebilirler? Konularına değinen avukat Ruken, “Şiddet gördüğü eşi Ankara anlaşması gibi vize türlerinde olan kadınlar İngiltere`de kalmak için ne yapabilir? -Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ve Mülteci Sözleşmesi kapsamında sığınma, iltica talebinde bulunabilirler. Kendi ülkenize iade edilmekten korkuyorsanız, döndüğünüz takdirde boşanma, ayrılık gibi sebeplerle aileniz veya çevreniz tarafından ciddi bir zararla karşı karşıya kalma endişeniz varsa İngiltere’de iltica başvurusunda bulunabilirsiniz. Özel hayat ve aile hayatı nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 8 inci maddesine dayanarak oturma izni başvurusunda bulunabilirsiniz.

İngiltere`de belli bir süredir yaşadığınız ve ayrılmanız durumunda aile hayatınızın, ilişkilerinizin, çocuğunuzun etkileneceğini kanıtlayarak İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında da oturum hakkı verilemisini talep edebilirsiniz. İmece, National Domestic Violence Yardım hattı, Rights of Women, , Citizen Advice gibi kuruluşlardan mahkeme, vize, devlet yardımlarına başvuru konularında yardım ve tavsiye alabilirsiniz” diyerek sözlerini bitirdi.

 

İngiltere’de greve giden işçilerin büyük zaferleri

İngiltere’de enflasyon ve hayat pahalılığı nedeniyle insanca yaşayacak çalışma koşulları ve ücretler için birleşen ve grevler örgütleyen işçiler son aylarda birçok kazanım elde etti.

İngiltere uzun zamandır işçi grevleriyle sarsılıyor. Grevlerin bir kısmı devam eder ve yeni grevler ilan edilirken bir kısmı da önemli kazanımlarla sonuçlandı. Son olarak West Midlands kentindeki 170 metro işçisi, ekim ayının ortasında başladıkları grevi kazanımla tamamladı.

UNITE sendikası üyesi olan işçiler, ücretlerine yüzde 20.1 oranında zam aldılar. İş koşullarının daha da kötüleşmesi için işverenin dayatmaları da geri çektirildi. Ayrıca işten çıkarma gibi patronun keyfi uygulamaları da son bulacak.

Nisan 2023’ten itibaren geçerli olacak olan 20.1’lik zam, 12 ay geçerli olacak ve sendika yeni bir zam için 12 ay sonra tekrar işverenle masaya oturacak. Öte yandan 170 işçi, haziran 2022 ile nisan 2023 arasındaki süre için de yüzde 15 ücret zammı da kazandılar. UNITE sendikası yaptığı açıklamada, gerçek enflasyonun 14.2 olduğu (resmi açıklama 11.1) ve artık bunun üzerinde zam talep edeceğini duyurdu.

OTOBÜS FİRMASINDA İŞÇİLER BİRLEŞTİ VE KAZANDI

Bir başka kazanım da Hull kentinden geldi. Stagecoach otobüs firmasında çalışan 250 işçi ve şoför aylardır sürdürdükleri grevden geri adım atmadılar. İşverenin çeşitli oyunlarına rağmen birliklerini bozmayan işçiler, sendikanın da desteğiyle grevlerini zaferle sonuçlandırdılar. Dün yapılan anlaşmada işçiler, ücretlerine yüzde 20 oranında zam elde ettiler.

İşçilerin kararlı tutumu karşısında pes etmek zorunda kalan ve her yıl yüz milyonlarca sterlin para kazanan Stagecoach, işçilerin iş güvenliği ve iş koşullarına ilişkin taleplerini de kabul etmek zorunda kaldı.

BİR İLK: HAVA KOŞULLARI SÖZLEŞMEYE GİRDİ

Hull’daki otobüs işçilerinin kazanımında İngiltere tarihinde bir ilk de yaşandı. Geçtiğimiz yaz, İngiltere, 41 derece ile tarihin en sıcak yazını yaşadı. Öte yandan kış aylarında Hull’daki hava sıcaklığı yer yer eksi 15 dereceye kadar düşüyor. Bu hava koşulları da göz önünde bulundurularak, işçilerin aşırı sıcak ve aşırı soğuklarda çalışmaması hakkı da garantiye alındı. Kesin bir derece belirtilmezken, meteorolojinin “kırmızı alarm” olarak tanımladığı hava koşullarında işçiler çalışmak zorunda kalmayacak. Bu koşullar, bazen aşırı nem ve polen yoğunluğuna, bazen aşırı buzlanma ve yakıcı sıcaklığa göre değişebiliyor.

UNITE sendikasının yaptığı açıklamaya göre şoför grevlerinin sayısı üç yılda yüzde 827 oranında arttı.  2019 yılında 11 otobüs ve ulaşım aracı şoförü grevi yaşanmıştı. 2022’de ise 102 ayrı şirkette grevler gerçekleşti ve gerçekleşmeye devam ediyor.

BAKANLIK ÇALIŞANLARININ ZAFERİ: GREVİN ADI BİLE YETTİ

Ticaret, Enerji ve Sanayi Bakanlığının mutfağında çalışan işçiler, greve çıkmadan taleplerini kabul ettirdi. PCS sendikasına üye işçiler, yaptıkları oylamada grevden yana oy kullanmıştı. Yıl sonuna doğru greve çıkmayı planlayan işçilerin örgütlü tutumu bakanlığa geri adım attırdı. Sadece yüzde 4 oranında zam dayatan bakanlık, işçilerin talep ettiği yüzde 12 oranındaki zammı kabul etmek zorunda kaldı. PCS Genel Sekreteri Mark Serwotka, “Umarım bu bir başlangıç olur. Tüm bakanlıklar ve sivil servis çalışanlarının taleplerinin kabul edilmesini istiyoruz. Aksi takdirde üyelerimiz oldukça örgütlü ve kararlı bir tutum içindeler” açıklaması yaptı.

SON AYLARDA ÖNE ÇIKAN KAZANIMLAR

Ağustos’ta kuzeybatı Londra’daki Arriva otobüs firmasında çalışan 2 bin otobüs şoförü 29 günlük grevden sonra yüzde 11 oranında zam alarak grevlerini sona erdirmişti. Bu oranla her işçi yıllık en az 2 bin 900 sterlin ek ücret elde etti.

Eylül ayında süresiz grev kararı alan kuzey Londra’daki otobüs şoförlerinin taleplerini kabul etmek zorunda kalan Arriva, yine yüzde 11 ücret zammını kabul etmek zorunda kaldı. Geriye dönük yaklaşık bir yıllık ücret için ise yüzde 10 oranında zamlı ödeme yapmayı kabul etti.

Geçtiğimiz ay Kent bölgesinde yaklaşık 500 otobüs işçisi yüzde 13.92 zam alarak bir başka zafere imza attılar.

British Airways’te çalışan binlerce hava yolu işçisi de grev kararı almıştı. Bunun üzerine şirket işçilerin yüzde 13 zam talebini kabul etmek zorunda kaldı. Salgın döneminde binlerce işçiyi işten çıkaran British Airways, havaalanlarında personel yetersizliğinden dolayı yaşanan sıkışıklık ve uzayan kuyruklardan dolayı büyük eleştiri alıyordu. Binlerce işçiyi bir çırpıda kapıya koyabilen şirket, atmadığı işçileri de zamsız çalıştırmayı planlıyordu. Fakat işçilerin kararlı ve örgütlü tutumu karşısında geri adım attı.

LIVERPOOL ZAFER ŞEHRİ

1960’larda kuzey İngiltere’deki limanları kilitleyen, 1970’lerde Galler madencilerinin grev zaferlerine ilham olan, 1980’lerde Thatcher iktidarına karşı belediyenin isyanının halatı olan, 1990’larda tüm dünya limanlarını birleştiren Liverpool liman işçilerinin mücadele geleneği 2022’de de devam etti.

En az 11.1 olan resmi asgari ücret oranında zam talebi ile greve bir kez daha çıkan ve çoğu genç işçilerden oluşan yaklaşık 600 Liverpool liman işçisi, bu ayın ilk günlerinde grevlerinin sona erdiğini açıkladı. Hem de yaklaşık yüzde 18 oranında zam alarak. Birçok yorumcu, “Bunlar Liverpool liman işçisi, karar verdi mi dönmez yolundan” diyerek liman işçilerinin kararlılığına vurgu yaptı.

Liverpool liman işçileri, grevlerinin zaferle sonuçlanmadan önce Türkiye’den Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz’in ziyaretini de coşkuyla karşılamış ve uluslararası dayanışmanın öneminden söz etmişlerdi.