Gelir gelmez, daha ayağının tozuyla, aynı gün birçok kararname imzaladı. Kanun hükmünde kararnameleri sadece Erdoğan imzalayacak değil ya!
Türkiye’nin liberalleri Erdoğan’ın her kararı tek başına almasını, liyakate boş vermesi, aklına eseni, doğrusu iktidarını sürdürmek için ne gerekiyorsa yapması, örneğin imam-hatipleri bakanlıkların genel müdürlüklerine ataması, hukuk mukuk dinlememesi, Meclis’i by-pass ederek ülkeyi kanun hükmünde kararnamelerle yönetmesini suçlayarak, tümüne zemin oluşturan “tek adam yönetimi”ni “ucube sistem” olarak eleştirir. Bunda yanlışlık yoktur. Ancak Erdoğan’a “demokratik ülkeleri” örnek gösterir ve yaptıklarının demokrasiye sığmadığını ileri sürerler. Trump’a örneğin laf söyledikleri yoktur. Hatta Amerikan başkanlık sistemi ya da Fransız yarı-başkanlık sistemi iyi, ama bizimki hiçbirine benzemiyor derler.
Alın Trump’ı, Erdoğan’dan farkı aklına eseni yapmaması değildir. Aynı topun kumaşıdırlar. Sadece Temsilciler Meclisi denen ABD Kongresi ve Senato sonunda Trump’ın ya da önceki başkanların kararnameleriyle atadıklarını vb. onaylar. Bizde KHK’ların kapsamı daha fazla geniştir, ancak Türkiye’de de birçok alan Meclis’in çıkaracağı yasalara göre işler ve KHK’ları Meclis denetimine sokma olanağı yok değildir. Ancak gelin görün ki, Meclis’te de AKP-MHP çoğunluğu vardır. Trump’ın şansı, şimdi ABD’de de Cumhuriyetçi Meclis çoğunluğu olmasıdır ve böylece Trump’la Erdoğan ve sistemleri aşağı yukarı eşitlenmiştir.
Neredeyse tam bir polis devletine dönüşmüş bulunan Almanya pek de farklı değildir. Meclis’i by-pass ederek emeklilik yaşını kararnameyle yükselten, Meclis çoğunluğuna rağmen kendi partisinden güven oyu almayan gericileri başbakan atayan Macron’un başkanlığındaki Fransa da öyle. İngiltere’yi ise konuşmaya gerek yok, sözde “solcu” Labour Party’nin Starmer’la ülkeyi nasıl yönettiğine hepimiz tanığız.
Demokrasiler hızla son sınırına doğru daralmakta ve burjuva gericiliğin çıplak egemenliği, “demokrasi” denen şeyin altını kazımaya bile gerek kalmadan görünür olmaktadır.
NAZİ selamı çakan Musk ve Bezos gibilerinin tam desteğine sahip Trump’ın artısı dünyanın en güçlü emperyalist ülkesinin başkanı seçilmiş oluşu, büyük servetiyle güçlü Amerikan oligarklarından biri olan bu adamın ülkeyi tam bir kapitalist patron yöntemleriyle yönetmesidir.
En son 30 bin kaçak göçmeni Küba’daki Amerikan Guantanamo üssünde barındıracağını açıkladı. Tekelci gerici bir aşırılık tabii. Ama benzerini ondan önce Ruanda’yla İngiltere yapmıştı.
AB ülkeleriyle Kanada ve Meksika da dahil olmak üzere Çin’e yeni gümrük tarifelerini Şubat ortalarında yürürlüğe koyacağını duyurmasının sözünü etmek bile gerekmiyor. Önceden açıklamıştı. İlginci, Amerikan tekellerini korumaya yönelik getirilecek ithalat vergisinin diğerlerine göre Çin’e daha düşük (%10) olmasının öngörülmesi.
Daha ilginç önlemleri de var Trump’ın. Örnekleri, Panama Kanalıyla Grönland’ın ABD topraklarına katılması. “Grönland’ı satın alayım” diyen Trump “yoksa”yı ekleyip silahın ucunu gösteriyor. ABD tarafından inşa edilip Panama’ya devredilen Panama Kanalı’nın ise koşulsuz geri verilmesini istiyor. Grönland’da çiplerle dayanıklı piller türünden yüksek teknoloji ürünleri için gerekli hammaddeler bol miktarda bulunuyor. Panama Kanalı’nın devri talebini ise Trumpçılar kanalın Çinli şirket tarafından işletilmesine dayandırıyor. Açık emperyalist yayılmacılık ya da talancılık şüphesiz. Net bir emperyalist tahakküm, el koyuculuk ve saldırganlık, ancak güçlü olanın borusunun öttüğü, her sorunun “güce göre” çözümlendiği emperyalist sistemde birer aykırılık oluşturmuyorlar.
Başta ABD olmak üzere, Japonya ve Avustralya’nın da katılımıyla batılı emperyalistler Ukrayna’ya AB ve NATO’ya girmeme türünden dayatmalarda bulunduğu ve sonunda silaha başvurduğu için Rusya’yı suçluyor, yaptırım uyguluyor ve Rusya ile savaşıyorlar; ancak benzerini, üstelik silaha başvurma tehdidiyle Trump yaptığında sesleri çıkmıyor. Buna “çifte standart” deniyor. Gösterdiğiyse, “demokratik” denen ülkeleriyle emperyalist barbarlığın “ilkeleri”nin ilkelliği!
Aynı Trump ama İran’a karşı daha “barışçıl” görünüyor.
İran Kontrgerillası Kudüs Gücü ve Devrim Muhafızlarıyla silahla açık destek verdiği Suriye’de yenilip kendi kabuğuna doğru geri çekilen İran başında Amerikan emperyalizmi bulunan emperyalistlerin insafına kalmış görüntüsü veriyor. “Kendim ettim, kendim buldum” darbı meselini kanıtlarcasına arkasını Rusya’yla Çin’e yaslayarak boy ölçüşmeye kalkıştığı İsrail gibi bölge güçleriyle karşısında anti-Amerikancılık yaptığı ABD’nin karşı saldırılarına dayanamayıp gerileyen İran’ı zor günlerin beklediğini yazmıştık. Ortadoğu’da “Şii Hilali”nin güçleri olan Hamas’la Lübnan Hizbullah’ı ve Esad’ın desteğinden yoksun kalan İran, ülkesi dışında saldırı durumundayken, şimdi çekildiği sınırları içinde kendisini savunma derdinde.
İran’ın, başta ABD olmak üzere, Türkiye ve Suudiler gibi “taşeronları”nı da kışkırtarak emperyalistlerin kaşıyacakları sorunları var. İran Azerileri üzerinde CIA ve Pentagon uzun süredir çalışıyor, şimdi çalışmalarını hızlandıracaklardır. Sünni Arapların yaşadıkları Basra Körfezi etrafına yayılmış petrol ve gaz çıkarma ve nakliyatı dolayısıyla stratejik açıdan da önemli Huzistan bölgesi bir başka sorunu. Üstelik ABD’nin destek vermeye “ikna edebileceği” Barzani ve SDG’nin olası rol üstlenmeleriyle PJAK’ın örgütlü olduğu Kürdistan bölgesinin daha da büyük bir soruna kaynaklık etmesi şaşırtıcı olmayacak. Suudilerle Türkiye’nin bölgesel rakipleri olan İran’a karşı kuşatmaya katılmaları ise İran’ı bezdirici olmaya adaydır.
Trump, şimdilik İran’ın uçak ve güdümlü füzelerle hemen bombalanmasına sıcak bakmıyor. Bununla kalmayıp eski Ulusal Güvenlik Danışmanı J. Bolton türü beklenmemesi savunan savaş yanlısı yetkilileri görevlerinden aldı ya da başka görevlere atayarak kızağa çekti. “Gereksiz savaş istemiyorum” diyen Trump, Suriye’de olduğu gibi, “kestaneleri ateşten başkalarına aldırma” politikası izler görüntü veriyor ki, bu en ucuz yayılma yöntemi. İran üzerine yürüme yanlısı İsrail’i durduruyor. Bir araya getirip seferber etmeye çalıştığı diğer müttefiklerini İran’ın kuşatılmasına katılmaya yöneltip başta nükleer programı olmak üzere, İran’ı geriye doğru attığı adımlarını sürdürmeye mecbur etme taktiğini savunuyor.
İran, Uranyumun zenginleştirilmesini %60 ulaştırdı, ancak nükleer silah yapımında kullanılabilecek Uranyumun %90 kalitesinde olması gerekirken frene bastı. ABD şimdi İran’ın yeraltına taşıyıp nükleer enerji için zenginleştirme yaptığını iddia ettiği nükleer tesislerini uluslararası denetime açmasını ve bu kez İran’ın diz çökmeye zorlanacağı 5+1 görüşmelerinin yeniden başlatılmasını talep ediyor. Desteği ciddi biçimde azalan ve Rusya ile yakında imzaladığı savunma iş birliği anlaşması olası askeri saldırılara birlikte karşı durmayı içermeyen İran’ın bu baskıya direnebilmesi zor görünüyor. Zamana yaymaya çalışarak güç toplamak ve Rusya ile Çin’in güçlenip ABD’ye kafa tutar hale gelmelerini umarak o güne kadar dayanmaktan başka çaresi yok denebilir.